Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 998 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 998 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 566
|
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 496
|
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 907
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 824
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,797
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 9,237
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,575
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,461
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,745
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 2,010
|
|
|
İndigo Yetişkin Olduğunuzu Gösteren 5 İşaret |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 15:20 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Son on yıldır, indigo çocuk terimi Yeni Çağ düşünce ekolü bağlamında insan evriminin üstün bir durumunu temsil eden çocuklara gönderme yapmak üzere kullanılmakta. Bu hipotezi savunan kişiler, bahsedilen evrimden etik ve zihinsel bir manevi ilerleme şeklinde bahsediyor. Görevi mevcut sisteme karşı mücadele etmek olan bir tür ‘yarış‘.
“İkinci Dünya Savaşı sonunda indigo çocukları dünyaya gelmeye başladı. 70’li ve 80’li yıllarda ise sayıları arttı”, diyor psikolog Esther Morales León. Bu genç insanların çoğu, çoktan olgunluğa erişmiştir. Artık bu gruba ait olup olmadığını bilmeyen ve bu nedenle, kendilerini anlamak ve duygularını yönetmek söz konusu olduğunda güçlükler yaşayan yetişkinlerden bahsediyoruz.
Dokctor Morales León, ‘indigo insanların’ görevinin kendilerini kabul etmek, kendilerine değer vermek ve hayatta kişisel misyonlarını keşfetmek olduğunu ve bunun için doğuştan sahip oldukları yetenekler ile yüksel farkındalık seviyelerini kullandıklarını söylüyor. “Bütün bunlar, gezegenin evrimine gerçek bir katkı olmalıdır,” diye devam ediyor psikolog. Bugün sizlerle ‘indigo yetişkinlerin” temel özelliklerini paylaşacağız.
Başkalarından farklı hissederler
‘İndigo insanların’ kişiliği, yüksek hassasiyet, zeka ve yaratıcılıktan oluşur. Bunun sonucunda tutkulu insanlar olurlar. Çevreleriyle büyük empati kurdukları unsur ve elementler yaratırlar. Buna karşın, indigo insanlar başkalarından farklı hissettiklerinden sosyal olarak empoze edilen hayat modeline uyum sağlamaları güçleşir.
Tembelce ya da söz konusu kişinin tüm yeteneğini ortaya koymadan yaptığı işlere hoşgörü göstermek onlar için güçtür. Bu nedenle, öfke ve kızgınlıklarını yönetmede engellerle karşılaşırlar. Yalnız ve liderlik konumunda çalışmayı tercih ederler. Gruplarda işbirliği yaparlar ama bireysel bir şekilde.
Yalan ve sahtelikleri kolayca fark ederler
Ne kadar zararsız olursa olsun, kimse kendisine yalan söylenmesinden hoşlanmaz. Kendimizi kötü hissederiz çünkü neyi bilip bilmeyeceğimize bizim adımıza karar verilmiştir. Bu durumda, ‘indigo insanlar’ çok gelişmiş bir adalet anlayışına sahip oldukları için çevrelerindeki insanlar ya da kendileri söz konusu olduğunda yalan ve sahtelikleri sevmezler. Başkalarının görmediği şeyleri algılayarak içgüdülerini daha iyi kullanırlar ve kendilerinkinden farklı gerçeklikleri kolayca tespit ederler. Neredeyse hiç uğraşmadan sahtelikleri fark edebilirler.
Bu konuda pek çok kitap yazmış olan Amerikalı yazar Wendy Chapman, araştırmalarının sonuçlarına dayanarak başka özellikler ortaya koyuyor. “Belki okulda en yüksek notları almamışlardır ama çok zeki insanlardır. Bir şeyin nedenini bilmek zorundadır. Özellikle de birinin neden bir şeyi yapmalarını istediğini. Okulda kendilerinden istenen sıkıcı ve tekrar eden işlerin çoğundan hoşlanmaz, hatta nefret ederler.”
Kendini ve dünyayı iyileştirme söz konusu olduğunda maneviyatları öne çıkar
Küçük yaştan itibaren indigo insanlar, kendilerine dair yüksek bir farkındalık hissine sahiptir. Algıları ve sezgileri güçlüdür. Hayat sistemlerine dair iç bilgeliğin tadını çıkarırlar, erken yaştan itibaren soyut düşünceler geliştirirler. Hayallerini gerçekleştirme ve hedefledikleri şeyi yapma konusunda çok yeteneklidirler. Bu yetenekleri sayesinde dünyayı değiştirmek ve daha güzel bir yer hâline getirmek için bazı şeyler yapmaları gerekir.
Bilinçli bir şekilde ve günlük öncelik olarak iç mutluluğun peşinde koşmak, yüksek hassasiyete sahip insanların ve ‘indigo’ insanlarda olduğu gibi hayatı anlama kabiliyetinin temel işaretlerinden biridir.
Psişik tecrübeler yaşarlar
Bu çocukların telepati ya da zihin okuma gibi paranormal yeteneklerinin olduğunu, daha fazla empati kurabildiklerini veya daha yaratıcı olduklarını savunan kişiler vardır. Bu kişilere ‘indigo insanlar’ denir çünkü bu çocukların belli bir auraya sahip olduğu inancı hakimdir.
Psişik tecrübeler dediğimizde önsezi, ruhani tecrübeler ve/veya sesler işitme gibi şeyleri kast ediyoruz. Bazı insanların başka boyutlara dokunabildiğine, çevremizdeki enerjiyi algılayıp gelecekte yaşanacak durumları hayal edebilen ya da hayali dostları olan insanlara inanan pek çok kimse var.
Çok hassas kişilerdir
İndigo insanlar aşırı hassas bir duygusal kişiliğe sahiptir. En ufak bir neden için hislerini ifade eder ya da tam tersine hiçbir duygu göstermezler. Cinselliklerini çok iyi ifade edebilir ya da tam tersine, sırf can sıkıntısı nedeniyle ya da daha yüksek bir manevi bağ kurma niyetiyle cinselliği tamamen reddedebilirler. Varlıklarının anlamını, hayattaki misyonlarını arar ve dünyayı anlamlandırmaya çalışırlar.
Her gün aynı şekilde hissetmediğimiz doğrudur ve şanslıyız ki yaşadığımız şeyleri ifade edebilmek için farklı mekanizmalara güvenebiliyoruz. Fakat sorun, duygusal durumumuzdaki değişimlerin büyüklüğünde gizli. Kendi duyguları ve başkalarının hissettiklerine karşı gösterdikleri bu aşırı gelişmiş hassasiyet nedeniyle ‘indigo insanlar’ üzüntüden, tam bir çaresizlik haline doğru sürüklenebiliyor.
|
|
|
Bu 7 Şeye Veda Edin |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 15:17 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Kimi zaman hayatınızdaki bazı insanlara veda etmeniz gerek ama sorun şu ki bu kişilerin bazısı, hayatınıza öyle derin kök salmıştır ki kendinizi onlardan uzaklaştırmanız çok zorlaşır. İşte bu yüzden neredeyse tüm hayatınızı geçirdiğiniz bir partnere ya da artık hayatınıza bir şey katmayan veda etmek çok zordur.
Elveda demeyi öğrenmek sayesinde gelişip sizi bağlayan ve ilerlemenize engel olan bahanelerden kurtulursunuz. Artık kendinizi özgür bırakma zamanı. Artık büyüme zamanı.
Bugün veda etmemiz gereken bazı şeylerden söz edeceğiz çünkü çoğu zaman nasıl boş vereceğimizi bilmiyoruz. Kendimizi neden kurtarmamız gerektiğinden %100 emin değiliz. Ama bütün bunlar değişecek. Artık ilerleme zamanı!
Veda etme zamanı
Herkes elveda demeye hazır değildir ve çok azı, bunu yapar. Mesele, tamamen bu devinimi değiştirmekten ibarettir. Öncelikle sizi yanlış yöne iten güçten kurtulup ardından her şeyi yeniden kurmaya başlayarak yapabilirsiniz bunu. İlk önce, yeni fırsatların ortaya çıkabilmesi için kendinizi serbest bırakmanız gerek.
Elbette, belirleyemediğiniz o fazla yüke tutunmaya devam ediyorsunuz. İşte bu yüzden size büyümeye devam etmek için elveda demeniz gereken 7 şeyi sunuyoruz. Size zarar veren şeylere tutunmaya devam etmeyin. Artık özgürlük zamanı.
1. Direnmek
Bazen, yaptığınız şeyle uyumlu olmadığınızı hissedersiniz ki bu durum sizi mutsuzluğa gark eder. Burada temel sorun, bir şeylerin sizi geri tutuyor olmasıdır. Belki de dilediğiniz değişikliği gerçekleştirememiş olmanızın nedeni akıl dışı bir korkudur.
Sizi özgür olmaktan alıkoyan bir şeye kendinizi bağlamaktan vazgeçin. Hiç kimse buna zorlamıyor sizi. Kendinizi sınırlayan kişi yine sizsiniz! Direnmeyi bırakıp korkuyu uzaklaştırmaktır doğru olan. Tutunduğunuz şey, size sahip olduğunuzu sandığınız güvenliği vermiyor aslında.
Direndiğiniz şeyi tespit edin ve bırakın gitsin! Direnişiniz, sizi mutlu etmeyecek istenmeyen bir duruma bağlıyor. Artık değişme zamanı ve bunun için gerekli güç ve irade sadece sizde.
2. Sınırlamalar
İnançlarımız, bizi sandığımızdan çok kısıtlar. Mesela, bir şeyden hoşlanmadığınızı düşünüyorsanız, nedeni muhtemelen o şeyi deneyip haksız çıkma riskini hiç almamış olmanızdır. Eğer o şeyi denerseniz, en ufak rahatsızlık belirtisinde ondan uzaklaşırsınız. Unutmayın ki zihniniz, inançlarınızın yanlışlığını kanıtlamaktan ziyade onları onaylama yolunu seçer çünkü en iyi yaptığı şeydir bu.
Çevrenizdeki tüm bariyerleri kendinizin kurduğunu kabul edin. Başkası koymadı onları oraya, tamamen kendi eserinizdir bütün o engeller. Sizi kısıtlayan her şeyi yıkmak, kendi elinizde.
Hayallerinizin gerçekleşmesine engel olan her şeyden kurtulduğunuzda, kendinizi özgür ve yenilmez hissedersiniz, dilediğiniz her şeyi başarmaya hazırsınızdır. Bariyerlerinizi belirlemeyi öğrenin ve onları yıkmaya başlayın. O zaman, bütün hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz.
3. Gerçekçi olmayan beklentiler
Beklentilerimizin çoğu, gerçekçi değildir. Bu aslında çok önemli değil diyebiliriz fakat bu tür beklentiler, çoğu zaman gerçeğin ağırlığıyla asla hayata geçmemiş olan temelsiz umutların kaynağıdırlar. Ardından hüsran, güvensizlik ve hayal kırıklığı gelir.
Beklentiler, veda etmesi gerçekten güç şeylerdir çünkü bizim için belirledikleri yolu takip ederek büyük zaman harcarız. En kötüsü de çoğu zaman bu beklentilerin, kendi çıkarları yüzünden bizim davranışlarımızı şekillendirmeye çalışan kişilerce yaratılmış olmasıdır.
Birinden bir şey beklediğiniz zamanları düşünün. Sonuç neydi? Hayal kırıklığıydı şüphesiz. Öyleyse, beklentilerden vazgeçin ve kabul etmeyi öğrenin. Yalnızca beklentileri bir kenara bıraktığınızda mutlu olabilirsiniz.
4. Korkular
Korkular, bizim ve istediklerimiz arasında ortaya çıkıveren kocaman engellerdir ve bizi rahat bölgemizde kalmaya zorlarlar. Korkularınızla yüzleşip onları yenmeyi öğrenin çünkü bunun için varlar! Korkular, büyümenize, ilerlemenize ve gelişmenize yardımcı olabilir.
Korkularınızı analiz ederseniz, sizin tarafınızdan yaratıldıklarını fark edersiniz. Bu korkuların nedenini bilmeden yarattığınız akıl dışı korkular olduğunu görürsünüz. Yalnızlık korkusu, topluluk karşısında konuşma korkusu… bunlar gerçek korkular mı?
Korkuyla yüzleşin, gözlerinin içine bakın ve onu bir engel olarak değil, ilerlemenize yardımcı bir güç olarak görün. Sadece başka bir açıdan bakmalı ve korkuyu aleyhinize değil, lehinize kullanmalısınız.
5. Bağlılık
Mutluluklarının başka insanların elinde olduğuna inandıkları için başkalarına tutunan birçok insan vardır. Bu çok ciddi ve riskli bir hata. Mutluluğunuz başkalarının elinde olsaydı, bir ipe asılı olurdunuz.
Kendinizi, mutlu olmak için bir başkasına ihtiyaç duymayan bütün bir varlık olarak görmeyi öğrenin. Yanlış yönlendirilmiş bağlılıklara, duygusal bağımlılığa ve mutluluğunuz için başkalarını sorumlu tutmaya veda etmek zordur. Ama bunu yapmanız gerek.
Bu yüzden, özgür olmayı öğrenin, yalnızlığınızla rahat olun ve kendi kararlarınızı almaktan korktuğunuz için asla başka birine bağlanmayın. Kendinizi iyi hissetmek istiyorsanız, özgür olmak, doğru seçenektir.
6. Geçmiş
Neden geçmişte yaşamakta ısrar ediyorsunuz? Önemli olan şu andır ve mutlu olmak, hayatınızda ilerlemek istiyorsanız, şu ana odaklanmalısınız. Geçmişinizden dersler çıkarın, onu aşın ve şu anda ve burada yaşayın çünkü asıl önemli olan budur.
Geçmişte sıkışıp kalmış birçok insan vardır. Yani bu kişiler, şu ana odaklanamazlar. İşte bu yüzden, halen canınızı yakan, aşamadığınız şeyleri analiz etmeniz önemlidir. Bunları belirledikten sonra artık o şeyleri bırakma zamanı gelir.
Kendinizi geçmişinizden azat ettiğinizde, bunu başarmanın gerçekte olduğundan çok daha güç gözükmüş olduğunu fark edersiniz. Artık şu ana odaklanıp kendinizi geleceğe götürebilirsiniz. Geriye bakmak, kötü bir şey değildir ama geçmişte yaşamak kötüdür.
7. Suçlamak
Birçok insan, kendi eylemleri yüzünden başkalarını suçlar. Ama sizin aldığınız kararlardan başka kimse sorumlu değildir siz de başkalarının kararlarından sorumlu değilsiniz.
Kendi kararlarınızın sorumluluğunu almayı öğrenin. Ama bu kararlar yüzünden kendinizi suçlu hissetmeyin. Her kararın muhtemel olumsuz sonuçları vardır. Ama daima onlardan ders çıkarabilirsiniz ve bu da pozitif bir şeydir.
İşte bu yüzden kararlarınızı kabul etmelisiniz. Aldığınız her karar sizi bir yolda yürütür, bu yüzden o kararlardan pişmanlık duymak aptalcadır. Sonuçları telafi edebilir ve öğrendiklerinizi analiz edebilirsiniz ama zamana geri dönüp kararınızı değiştiremezsiniz.
Bu 7 şeye veda ederek kazandığınızdan fazlasını mı kaybediyorsunuz? Bırakması kolay olmadığı için tutunduğumuz birçok şey vardır. Ama bütün gücünüzle çaba göstermeniz önemlidir. Elveda demek, aldığınız en iyi karar olacaktır.
|
|
|
Beyin Epifizi: Akla Dair Bir Bilmece |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 15:11 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Beyin epifizi daima çok ilgi çekmiştir. Descartes, beynin tam merkezinde bulunan bu küçük epifizin “ruhun tahtı” ve tüm düşüncelerimizi yöneten merkez olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu küçük yapıya “üçüncü gözümüz” diyen ve görme duyumuz ötesinde algılamamızı sağlayan bir enerji girdabı şeklinde tanımlayanlar da vardır.
Bu mistik, spiritüel ve renkli bakış açılarını bir kenara koyarsak, beyin epifizi (epiphysis cerebri) ilginç ve esrarengiz bir yapıdır. Döngülerimizi, günlük ritmimizi, ergenlik döneminin başlangıcını ve hatta bir çok duygumuzu düzenler. Büyüleyici ve gizemli bir yapıdır bu.
Beyin epifizinin en ilginç yanlarından biri, çok küçük olmasına karşın (yaklaşık 8 mm), yoğun miktarda kan akışı almasıdır. Neredeyse böbreklerimize gerçekleşen kan akışı kadardır bu miktar. Şekli ağaca benzer. Ağacın gövdesi ve dalları, kalsiyum birikimi nedeniyle çok hızlı bir şekilde sertleşir. Henüz 12 ve 20 yaş arasında dahi biraz kalsifikasyon görmek mümkündür.
Yine de aşağıda açıkladığımız temel fonksiyonlarını yerine getirmeye devam eder.
Beyin epifizi: döngü düzenleyici ve gerideki göz
Beyin epifizi, ışığa duyarlı bir yapıdır. Bu nedenle, temel biyolojik görevlerinden biri melatonin salgılamaktır. Bu hormon, serotoninden kaynaklanır ve uyku düzenimizi (günlük ritmimizi) düzenler. Ayrıca ergenliğin başlangıcını düzenler.
İnce ayarlanmış bir biyolojik saat görevini görür. 7 – 8 yaşına dek çok aktiftir. Bu noktadan sonra melatonin üretimi azalmaya ve cinsel olgunluk mekanizmaları gelişmeye başlar.
Bazı çalışmalar, bu yapının belli çevresel kimyasallara karşı çok hassas olduğunu ortaya koymaktadır. Birleşik Devletler gibi bazı ülkelerde kız çocukları, florür gibi bazı maddelere maruz kaldıkları için ergenlik dönemine daha erken yaşta girmektedir.
Beynin tam merkezinde yer almasına karşın beyin epifizi, çevreye son derece duyarlıdır. İnsanlarda küçük bir biyolojik fenerdir ve diğer bazı hayvanlarda ise geride kalan bir organdır.
Yeni Zelanda’ya özgün bir sürüngen olan tuatara, başının tam ortasında “üçüncü bir göze” sahip olmasıyla ünlüdür. Bu gözün bir tür retinası ve lensi vardır, ayrıca hormonal işlevleri yerine getirir ve ısı düzenlemesine de yardımcı olur. Muhteşem değil mi?
Bu küçük iç düzenleyiciyi nasıl koruruz?
Nörologlar, mistik ve spiritüel olanı, bilimsel olandan ayırmayı amaçlar. Beyin epifizi, hala hakkında çok şey bilmediğimiz bir yapıdır. Bu yüzden “Journal of Pineal Research” gibi dergiler bu yapının işlevlerini ölçmeyi hedefleyen çalışmalar yayınlamaya devam etmektedir. Çoğu insan beyin epifizinin, iç salgı bezlerimizin büyük kısmını etkinleştiren bir tür ana anahtar olduğunu düşünmektedir.
Artık vücudumuzun günlük döngülerini gizlice düzenleyen bu “küçük iç göz” hakkında daha çok şey biliyorsunuz. Onu bir tür pusula, sizi vücudunuz ve çevrenizle uyum halinde tutan harika bir organ şeklinde düşünün.
Beyin epifizini korumak
Beyin epifizini korumak için işte birkaç ipucu:
Günlük döngü ve alışkanlıklarınız konusunda düzenli olun. Beyin epifizi, ışığa duyarlı bir endokrin düzenleyicisidir. Yani gün ışığı ritmleriyle uyumlu olması gerekir. İşte bu yüzden her gece aynı saatlerde yatmak önemlidir.
Elektromanyetik alanlardan kaçının. Tıpkı ışık gibi elektromanyetik dalgalar da melatonin salgısı sürecini bozar. Uyumadan önce cep telefonu ya da laptop kullanmak gibi basit bir şey, beyin epifizinde ciddi değişimlere neden olabilir. Bu da uykusuzluk, yorgunluk, stres ve işinizde düşük performansa neden olabilir.
Meditasyon yapmak ve sakinleşmek için kendinize zaman ayırın. Beyin epifizi, daha sakin ve rahat olmanıza yardımcı olabilir. Böylece kendinizle bağlantı kurmanız kolaylaşır. Mesela, meditasyon yapan insanlar güzel bir his yaşarlar çünkü beyin epifizi endorfin salgılayarak beden ve zihinlerinin uyum içinde olduğu o zenginleştirici anlar nedeniyle onları ödüllendirir.
Her geçen gün, beyin epifizi hakkında yeni bilgiler ediniliyor. Bu konuda daha çok şey öğrenmeye hazır olun!
|
|
|
Duygusal Sırt Çantanızı Boşaltın |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 15:08 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Herkes yaşanmışlıkların ağırlığını taşıyan duygusal bir sırt çantası taşır. Bu çantada, unutamadığımız ve gözlerimizden yansıyan türlü boyutlarda hatıralar ve yaşanmışlıklar vardır.
Eğer tüm bu zehirli ve negatif yaşanmışlıklarınızı taşıyan duygusal çantayı boşaltmayı öğrenmezseniz zaman geçtikçe taşımak zorunda olduğunuz ağırlık da artacak, ruh halinizi ve ilişkilerinizi kötü etkileyecektir.
Duygusal sırt çantanızın ağırlığı
Günümüz dünyasında yalnızca iş anlamında değil duygusal anlamda da altından kalkamayacağımız yüklerin altına giriyoruz. Deneyimlediğimiz her yaşanmışlık şu ya da bu şekilde üzerimizde izini bırakıyor. Önemli olan bu izin, duygusal ağırlığıyla bizi geçmişe zincirlemektense büyütüp geliştirmesi.
Suçlu, ihanete uğramış, terk edilmiş, eleştirilmiş, sığ veya öfkeli hissetmek içinize oturup mutlu olmanızı engeller. Sizi yaralayan ve başka birisine dönüştüren yaşanmışlıklar hikayenizin bir bölümünü oluşturduğundan hayatınız şekil alıyorken bu yükten nasıl kurtulabilirsiniz öyleyse?
Duygusal sırt çantanızın içine bakın ve içinde taşıdıklarınızı, hem kendinizin içine yerleştirdiği hem de başkalarının içine fırlattıklarına göz gezdirin. Süre sıkıntınız yok. Bu çantayı göremeseniz bile her gün sizinle. Duygusal tepkilerinizin çoğunun taşıdığınız yükle alakalı olduğunu bilin. Kendinizi bu yükten kurtarmak içinse size yardımcı olan şeylerle olmayan şeylerin ayrımına varmayı öğrenmeniz gerekiyor. Çantanızın taşmasına izin vermek kaydedeceğiniz tüm ilerlemenin önüne geçecektir.
Aşama kaydetmek için duygusal çantanızı boşaltın
Siz artık ilerleyemeyecek, hayatınızda size bir yük oluşturacak hale gelene kadar dolmasına izin vermeyin sırt çantanızın. Aşama kaydetme isteğinizi kaybetmeyin ve şu anınızı geçmişinizin ellerine bırakmayın. Unutmakla da kafayı bozmayın çünkü unutmak niyetin arkadaşı değildir.
Her ne kadar rahatsız edici ve karmaşık olursa olsun çantanızın içinde taşıdığınız şeyleri çıkarmalısınız ki ayaklarınıza zincir olmak yerine ders olsunlar size. Bunun da ilk aşaması sırtınızdaki yükün ne olduğunu anlayıp onu kabul etmektir.
Duygusal çantanızın içindeki yükü ilk başta çıkarmanıza engel olacak benlik ve bağlılık duygularınız kabarabilir. Hissettiğiniz baş dönmesi rutin maskesi giymiş korkularınızdır. Bu yaralara o kadar alışmışsınız ki eğer olmasalar kendiniz gibi hissetmezdiniz, içinizde bir boşluk oluşmaya başlardı sanki. İnanın bana, bu sadece belirsizlik, bilinmeyen ve içinizdekileri salma korkusudur.
Sizi yavaşlatan, enerjinizi tüketen her şeyi bırakın gitsin. Hatalarınızı kabul edin, duygularınızın adını koyun ve onlarla haşır neşir olun, bırakın düşleriniz kanatlansın, güçlü yanlarınızı keşfedin, kendinize değer verin ve hepsinden öte, gelişmenin yaşadıklarınızla cebelleşmek yerine onları kabul edip onlardan ders çıkarmak demek olduğunu öğrenin. Özgür bırakmak her zaman için sadece görüşürüz demek değildir; çıkardığınız dersler ve ilerlemeniz için şükretmektir, unutmayın.
Duygusal çantanızdaki felç edici yükü serbest bırakmak yeni his ve deneyimlerin hayatınıza girmesine izin vermek adına devasa bir adımdır. Bu his ve deneyimlerden bazıları sizin gelişiminizi besleyecekken, bazıları iyileştirmeniz gereken yaralar açacak sizde. Ama hayat böyle işte. Kendi iyiliğiniz için yükten kurtulun gitsin.
Öne çıkarılmış görsel Lucy Campbell‘a aittir.
|
|
|
Uzamsal Oryantasyon: Beyninizde de GPS Var |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 15:04 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Siz de ne kadar navigasyon cihazı kullanırsa kullansın kaybolanlardan mısınız? Yoksa tam tersine hiç bilmediğiniz bir şehirde yol tarifi sorum eliyle koymuş gibi bulanlardan mı? Öyleyse muhtemelen GPS ya da benzer bir cihaz da kullanmadığınızı varsayıyoruz.
Çoğu insan bu iki uç örnek gruptan birine dahil değildir; ortalama bir yerde kalır. Yani olunması beklenen yer ile olduğunuz yer farklıdır. Bu konuda insanlar ya alçakgönüllü yaklaşır ya da çok güvenli.
Bu yazıda sizlere az da olsa zihinsel GPS de diyebileceğimiz, beynin uzamsal oryantasyonu ile ilgili temel bilgiler vermeyi hedefliyoruz.
Londra Taksileri ve Zihinsel GPS
Öncelikle bir konuda netleşelim: beyin oyun hamurundan oluşmaz ama plastik denilen eğlenceli içeriklerinden birine sahiptir. Nöroplastisite ise, beynin çevresel değişikliklere ve hasarlanmaya karşı nörofiziksel ve nörokimyasal uyum geliştirme yetisidir. Bu uyum çalışmaları bazen de, zihinsel GPS aygıtımızı kullanarak beynimizin uzamsal becerilerini çalıştırdığımızda harekete geçirilir.
Eğer sık sık seyahat ediyor ve şehir değiştiriyorsanız; Hayatta kalmak için beyninizin uzamsal becerilerine ne kadar ihtiyacınız olduğunu ve sırf bu amaç için beyninizde özel bir merkez olduğunu fark etmişsinizdir.
Artık kırmızı telefon kulübeleriyle ünlü şehrimizin taksi şoförlerinden bahsedebiliriz. University College London profesörü Eleanor Maguire’in ünlü klasik psikoloji çalışmasında bu taksi şoförlerinin yeri büyük. Taksi şoförleri işe başlamadan önce bir teste tabi tutulur ve bir yerden başka bir yere gitmek için farklı rotalar kullanmaları istenir.
Bu test süresince taksi şoförü adayları mesleği belirtilmemiş bir grup insan ve MRI cihazına bağlı bir grup taksi şoförüyle çalışır. Bu deneyin soncunda taksi şoförlerinin diğerlerine oranla daha büyük hipokampusa sahip olduğu gözlenmiştir.
Beyninize ufak bir harita yerleştirildiğini ve böylece gitmeniz gereken yeri kolayca anladığınızı düşünün. Londra gibi büyük bir şehrin farklı rotalar içeren bir haritasına sahip olmak mantıken beyninizde çok yer kaplamalıdır.
Beyindeki Uzamsal Oryantasyon Alanları
Uzamsal oryantasyonla ilgili klasik olan bu çalışmaya öz attıktan sonra, beynin bu becerilerini hangi bölümlerinde gerçekleştirdiğine bakalım. Alın korteksiyle (prefrontal korteks) başlayalım. Bu bölge kalp atışından sorumludur ve ergenliğin sonuna dek gelişimine devam eder. Karar verme mekanizmasında rol oynadığından yer bulma becerileri açısından önemlidir.
Alın korteksi, beynin hangi yolu seçeceği konusunda son sözü söyleyen yerdir. Farklı alternatif yolları düşünürken, hangisini seçeceğinize alın korteksi karar verir.
Dorsal striatyum ise daha önce beyninize yüklendiğinden bahsettiğimiz haritaların depolandığı yerdir. Bildiğiniz yerlerde gezerken, beynin bu bölgesi alın korteksiyle ortak çalışır. Aynı zamanda zaman ve mesafe hakkında bilgi depolar. Hipokampustaki lokal nöronlar, dorsal striatyuma yeni haritalar yüklemenizi sağlar.
Medial parietal korteks yön duygunuzla ilgilidir ve entorhinal korteks referans noktasına göre nerede bulunduğunuzu anlamanızı sağlar. Örneğin, arabanızı park ettiğiniz yeri hatırlatmak gibi. Beyincik ise, alın korteksinin gitmenizi söylediği yere sizi götüren motor nöronlara komut verir.
Uzamsal oryantasyonda görev alan beyindeki diğer bölümlerden biri de zihinsel GPS’inize güvenmeyen eşinize sinirlenmeniz için harekete geçen limbik sistemdir. Konudan sapmayalım: Bu yazıda size zihinsel GPS olarak adlandırdığımız yapıyı oluşturan bölümlerden söz ettik. Umarız keyif alır ve kaybolmazsınız!
|
|
|
Negatif Anıları Nasıl Geride Bırakabiliriz? |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 15:01 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Var olduğumuz süre boyunca, hafızalarımıza kazınan acı verici durumları ya da koşulları deneyimleriz. Onları bir türlü unutamayız ve onlar davranışlarımızı ve hayat biçimimizi belirler. Bu acı verici durumlar sevdiğimiz bir kişiyi kaybetmemiz, kalbimizin kırılması ya da bir meslekte başarısızlığa uğramamız olabilir.
Ancak bir durup düşünürseniz, günlük yaşamımızda pek çok güzel ve mutluluk verici durum yaşadığımızı fark edeceksiniz. Bir çocuktan gelen öpücük, bir süredir konuşmadığınız birinden gelen bir telefon, en sevdiğiniz tatlıyı yemek ya da en sevdiğiniz kitaptan birkaç sayfa okumak gibi.
“Size acı veren bir durumu değiştirmek elinizde değilse, bu acıyla sizi yüzleştirecek tutumu seçmek her zaman elinizdedir.”
– Viktor Frankl
Hayat şaşırtıcı bir hızda akar ve bu hız günlük yaşamımızdaki değerli anları unutmamıza sebep olur. Böyle anların değerini bilmek ve beklemediğimiz bir anda negatif anılarımızın etkisinde kaldığımızda, bu değerli anların bize yaşattığı hisleri anımsamak iyidir.
Olumsuz ya da üzücü anılarımızı nasıl unutabiliriz?
Birmingham ve Cambridge üniversitelerinden çeşitli bilim adamları bu yıl Mart ayında Nature Neuroscience dergisinde bir çalışma yayınladı. Bahsedilen çalışmada, bir şeyleri unutmamızı ve hatırlamamızı sağlayan beyin mekanizmalarını nasıl izole etmeyi başardıklarını açıkladılar.
Bir grup gönüllünün beyin aktivitelerini ölçmek için bir manyetik rezonans görüntüleme teknolojisi kullanıldı. Gönüllülere onlara gösterilen resimleri hatırlayıp hatırlamadıkları soruldu. Bu tekniği kullanarak, resimlerin unutulmasının ya da hatırlanmasının belirlenebildiği nöronal bir seviye yarattılar.
Çalışmanın yazarlarından Dr. Michael Anderson, sonucu “İnsanlar unutmanın edilgen bir aktivite olduğunu düşünür. Araştırmamız, insanların neyi hatırlayıp neyi hatırlamayacaklarını şekillendirme konusunda zannettiklerinden daha aktif olduklarını ortaya koyuyor. Bir şeyi hatırlamanın, bir şeyi unutmanıza sebep olabileceği fikri şaşırtıcı. Bu bizim seçici hafıza hatta kendini kandırma konusunda daha fazla fikir sahibi olmamızı sağlayabilir.” sözleriyle değerlendiriyor.
Yani neyi hatırlayıp neyi unutacağımızı kontrol eden aslında biziz. Bu nedenle sizleri kötü anılarınızı kontrol etmenizi sağlayacak bu üç adımı takip etmeye davet ediyoruz.
1. Kabullenin.
Geçmişi değiştiremeyeceğimizin farkında olmalıyız. Ama içinde bulunduğumuz anı ve geleceği değiştirebiliriz. Bu yüzden geçmişinizi kabullenip, canınızı acıtıyorsa onu geride bırakarak anı yaşayın. Her benzersiz anın tadını çıkarmak için tüm suçluluk duygularından arınmış bir gelecek hazırlayın.
2. Öğrenin.
Ne kadar olumsuz olurlarsa olsunlar, anılarımız her zaman pek çok ders barındırır. Geçmişten aldığımız dersler üzerinde düşünün. Hatta hatırlamak için geçmişteki anılar hakkında yazabilirsiniz. Bu, gelecekte, olumsuz ya da üzücü anıları yararlı dersler olarak hatırlamamıza yardımcı olacaktır.
“Bazen kazanırsınız… Bazen kaybedersiniz.”
– Robert Kiyosaki
3. Affedin.
Başkalarını affedin ama en önemlisi kendinizi affedin. Her zaman deneyimleyecek yeni anlarımız var. Bu yüzden affedin ve yolunuza bakın.
Aşağıda bazen üstünüze gelen olumsuz anıları unutmak için kullanabileceğiniz üç teknikten bahsedeceğiz.
En basit ve en yararlı tekniklerden biri yazmaktır. Yazmak son derece iyileştirici bir şeydir. Aklınızdaki bütün negatif düşünceleri yazarak onları ortaya çıkarabilirsiniz. Aklınıza gelen her şeyi otomatik bir şekilde yazın. Düşünmek için durmayın ve harflerin kağıda dökülmesine izin verin. Sonunda daha iyi hissettiğinizi fark edeceksiniz.
Arjantin’li psikolog Walter Riso, The Manual to not Die from Love (Aşktan Ölmemek için Kılavuz) isimli kitabında, eski sevgilinizi unutmak için kullanabileceğiniz “The Stop Technique” isimli bir yöntemden bahseder. Bu yöntemde, ne zaman aklınıza sevgilinizle ilgili anılarınız gelirse sesli bir şekilde “STOP”(DUR) diye bağırmanız söylenir. Bu sevgilinizle ilgili düşünmeyi bırakmanızı sağlayacaktır. Düşünceler düzensiz hale gelecek ve böylece bir nefes almamız mümkün olacaktır. Riso’nun da dediği gibi bu yöntem şaşmaz bir yöntem olmasa da size yardımı dokunacaktır.
Son olarak, sakinleşmemizi, düşüncelerimizi, anılarımızı ve hislerimizi kontrol etmemizi sağlayan oldukça yararlı bir teknik de farkındalıktır. Farkındalık, tüm dikkatimizi yaşadığımız ana vermemiz anlamına gelen bir meditasyon tekniğidir. İçerisinde yargılamak yoktur, kabullenme ve merak vardır.
Diğer yandan, meditasyon, belli bir konsantrasyon durumuna ulaşmayı amaçladığımız entellektüel bir egzersizdir. Odaklanmak istediğimiz şey bir düşünce ya da obje olabilir. Nefes alıp verme yoluyla kendimize odaklanmak da isteyebiliriz. Pek çok farklı meditasyon tekniği vardır. Bazıları konsantrasyon egzersizleri yaparken bazıları da tam bilinç egzersizleri yaparak farkındalık üzerinde çalışır.
Farkındalık egzersizleri bize tam dikkat ve bilinçlilik halinin stresimizi azaltmaya yardımcı olabileceğini gösterir. Daha yaratıcı olmamızı ve karşılaştığımız durumları daha objektif bir şekilde değerlendirmemizi sağlayabilir. Bu da yaptığımız şeyden daha çok keyif almamızı ve duygularımıza karşı dayanıklılığımızın gücünü deneyerek alıştırma yapmamızı sağlar.
Bu yüzden, kötü anılarınızı geride bırakın. Hayatınızın gittiği yolu takip edin ve sonuna kadar keyfini çıkarın!
|
|
|
Yürürken Meditasyon Yapmayı Öğrenin |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 14:16 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Meditasyon yapmayı hiçbir zaman öğrenmeyen insanlar var. Farkındalık egzersizi yaparken ya da sükunet içinde derin bir bir sakinliğe ulaştığında, beyin kendini durgun bir sakinliğe adapte edemez. Yine de yürüyüş kadar yapmaya başlaması kolay bir şey hayatınızı tam anlamıyla değiştirebilir.
Bu blogda daha önce bilinçlenme gibi terapatik uygulamaların herkes için yararlı olmayabileceğinden bahsetmiştik. Bir travma türü geçirmiş olan, yüksek seviyede anksiyete sahibi gençler ya da yetişkinler, gevşemeyle birlikte kendi iç dünyalarının farkına vardıkları o mükemmel sakinlik noktasına ulaşmayı öğrenemeyebiliyorlar.
“Düşseniz bile yürümeye değer.”
– Eduardo Galeano
Düşüncelerimiz obsesif hale geldiğinde, beyin haykırırsa, neredeyse her zaman işe yarayan bir strateji var: yürümek. Aslında yürüme aktivitesinin kendisinde büyülü bir şey var. Vücudumuzun hareketi, hareket eden bir metronomun temposu gibidir. Mükemmel ritm, eninde sonunda beynimizin bir tek şeyde odaklanmasını sağlar. Eşsiz bir melodi.
Attığımız her adımla kalp genişler, nefes derinleşir, yankılanır. Beyin oksijen salgılar. Biz bu fiziksel egzersiz ve meditasyon kombinasyonuyla hayatımızın kontrolünü ele geçirirken, varlığımız başabaş noktasına ulaşana kadar bu tekrarlayan hareketlerle genişler.
Yürürken meditasyon yapmak: Mutluluk verici bir araç
Bir psikolog, bilinçlenmeyi psikoterapiye entegre etmek istediğinde, hastalarını yetenekli spritüel meditasyonculara dönüştürme arayışında değildir. Onları, haftasonlarını Budist inziva köşelerinde geçirmeleri için ikna etmek istemez. Kesinlikle böyle bir amacı yoktur. O sadece bir araçtır. Hayatlarını dengeli ve daha bilinçi bir şekilde yaşamaları için kullanabilecekleri bir araç.
Meditasyon için sorumlu ve kararlı olmak gerekir. Eğer çevrenizdeki seslerden, şehrin gürültüsünden soyutlanmanız mümkün değilse, beyninizi sakinleştirmeniz daha da zordur. Bu nedenle bugün, bu yeni yörüngenin uygulaması açıklayıcı bir Sanskritçe kelimeyle özetlenebilir: “apranihita”. Bir yere ulaşmadan yürümek anlamına gelir. Varacağımız kesin bir nokta olmadan yürümek sadece hareketin keyfini çıkarmamızı sağlar. Yürümenin verdiği haz için yürürüz.
İnsan beyni yerinde duramayan bir maymun gibidir, kaotik, heyecanlı ve verimsiz bir yolculukta sürekli daldan dala atlar. Nasıl olduğunu neredeyse hiç anlamadan kendi labirentimizde kaybolup gideriz. Buna rağmen, attığımız her adımdaki uyumla birlikte meydana gelen nefes alıp verme şeklimiz ve bacaklarımızın ritmiyle gerginliğimizi yatıştırmayı başarırsak, düşüncelerimizi bilinçli bir şekilde kontrol edebileceğiz.
Yürürken meditasyon yapmayı nasıl öğreniriz?
Her gün süresi yarım saati aşmayan yürüyüşler yapmalıyız. Doğada, sakin bir alanda yürümemiz, rahat ayakkabılar ve kıyafetler giymemiz önemlidir.
Normal bir hızda yürümeye başlayın. Sizin için daha sakinleştirici, temizleyici ve özgürleştirici olan ritmi yavaş yavaş bulmalısınız. Bazı insanlar yavaş yürümeyi tercih ederken, bazıları hızlı yürümekte karar kılar.
Dikkatinizi bir şey üzerine yoğunlaştırın. Beyninizi, ışınlarını belli bir açıda hareket ettiren ve sonra bir başka açıya geçen bir el feneri gibi hayal edin. Önce nefes alışınız, ayaklarınızın yere değerken yarattığı his ve sonra da yüzünüze çarpan rüzgar. Periyodik bir şekilde dikkatinizi bunların üzerinde odaklayın, önce biri, sonra diğeri.
Yavaş yavaş vücudunuzun bu noktalarına dikkatinizi yoğunlaştırmanıza gerek kalmadığını fark edeceksiniz. Birkaç gün geçtikten sonra el fenerinizin ışığı çok genişlemiş olacak. Her şeyi bir kerede algılayabileceksiniz.
Bilinciniz o kadar genişleyecek ki tüm varlığınız eksiksiz, mükemmel bir sükunet ve uyum içinde olacak.
Bir labirentin içinde yürümek: Konsantrasyonun büyüsü
Şimdi biraz daha ileri gidelim. Düşünün ki sizin durumunuzda, evden ayrılmak ve belli bir varış noktası olmadan yürümek sizin dikkatinizi dağıtacak. Başabaş noktanızı, merkezinizi, sükunete ulaştığınız noktayı bulamıyor gibi gözükseniz de kafanız dağılacak.
Beyin binlerce adrese gidebilir.
Ama bu güzel patikada huzurla yürüyorum.
Attığım her adımda, ılık bir rüzgar esiyor.
Attığım her adımda, bir çiçek açıyor.
Bu durumda pek çok kültürde olan eski ilginç bir uygulamayı deneyebiliriz. Labirentte seyahat etmekten bahsediyoruz. Atalardan kalma bu uygulama her problemi temsil eden dövmenin yerde olduğunu hayal etmeye benziyor. Bir çıkış noktası bulmaya çalışırken yerdeki bu dövmelerin üstünden adım adım geçeceğiz. Bu labirentlerin ilk örneklerinden bazıları Yunanistan’dadır. Ana amaçları bu sarmal daireler yardımıyla hayatın amacını bulmaktır.
Bu, bugüne kadar pek çok ülkede olan bir diğer meditasyon türüdür. Labirentlerde yalnızca bir tek çıkış yoktur. Çıkışı bulmanın başarıyla bir ilgisi yoktur. Önemli olan, fayda sağlayan şey yolculuğun kendisidir. Bu yolculuğu yaparken neler kazandığımızdır.
Bu uygulamayla amaç “beyni sakinleştirmek, kalbi açmak”tır. Bir labirente girerken durun ve iyice düşünün. Bu eş merkezli yolculuğa başlamadan önce nelerden vazgeçmeniz gerektiğine karar verin. Ana, bulunduğunuz yere ve şimdiye odaklanın.
Yavaşça yürüyün. Bir adımınızın ardından öteki gelsin. Bakışlarınızla her zaman çizgilerin şekillerine ve yollara konsantre olun.
“The rosette” denilen merkeze ya da labirentin iç noktasına ulaşır ulaşmaz, kişi dinlenmeli ve birkaç dakika yolculuğun kendisi hakkında derin derin düşünmelidir. Bu egzersizin amacı çıkış noktasını bularak, pek çok problemimizden kurtulmak değildir. Asıl amaç bu yolculuk süresince edinilen bilgelik sayesinde yolculuğu güçlenmiş bir şekilde tamamlamaktır.
|
|
|
Mutsuzluğun 5 Evresi |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 14:08 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Bazen kendimizi tarifsiz bir mutsuzluk duygusu içinde; sessizce başımızı pencereye yaslamış ruhumuzu da ceplerimize doldurmuş öylece beklerken buluyoruz. Buna gerçekte neyin sebep olduğunu anlamıyoruz ancak böyle zamanlarda hayata karşı duyduğumuz ilgiyi kaybettiğimizi biliyoruz.
Peki, böyle bir mutsuzluğa ne sebep olur? Burada bahsettiğimiz şey depresyon değil; depresyon tanımı çok daha farklıdır. Burada bahsettiğimiz, ruh halimizi gösteren bir çeşit termometrenin artık 0’ı gösteriyor olması. Günlük rutinimizden saptığımız ve umudumuzu yitirdiğimiz zamanlardan söz ediyoruz.
“Mutsuzluk kuşlarının başınızın çevresinde uçmasına engel olamazsınız ama saçlarınıza yuva yapmalarına engel olabilirsiniz.”
– Çin Atasözü
Ancak kesin olan bir şey var: mutsuzluk, kaynağını araştırmamız ve anlamamız gerek bir duygudur ve neyse ki kalıcı değildir. Ancak bu günlerde kendimize mutsuz olmayı yasaklamış durumdayız. Beynin batağı olan bu duyguya hiç yer yok. Neredeyse bu duygunun varlığını reddetmek için kendimizi zorluyor ve her şey yolundaymış gibi davranıyoruz. Kim bilir belki hayal kırıklığına, üzüntüye ve huzursuzluğa nasıl bağışıklık kazandığımızı gösterip Yılın En İyi Aktörü Oscar’ını bile alırız!
Ancak kimse bu sağlam zırhı uzun süre giyemez. Kitaplar ve süreli yayınlar gibi pek çok bilgi kaynağına rağmen hala mutsuzluğun patolojik yani tıbbi açıdan ilgilenilmesi gereken bir durum olduğu fikrini sürdürüyoruz.
Bu efsaneyi gelin birlikte yıkalım çünkü mutsuzluk biz insanların doğuştan sahip olduğu bir duygudur. Mutsuzluk, “topla kendini, hayat böyle” denerek tedavi edilecek bir hastalık değildir. Öncelikle bunu iyi anlamak gerekiyor. Mutsuzluğun, size yazının devamında açıklayacağımız kendi katmanları vardır.
1. Uyarıcı İşaret Olarak Mutsuzluk
Mutsuzluk her zaman enerjinin azaldığının bir işaretidir. Burada, depresyondaki gibi durgunluk ve düşme yoktur; çok daha hafif ve anlaşılması güç özelliklere sahiptir. Kendi kabuğumuza çekilme ihtiyacı duyar, ilgisiz davranır ve sebebini bilmediğimiz bir yorgunluk duyarız.
Bütün bu fiziksel reaksiyonlar, beynin işlevi hakkında uyarıcı niteliktedir. Kendimizi çevreden soyutlamamıza neden olarak iç benliğimizle iletişim kurmamızı sağlar. Bizi neyin endişelendirdiğini, düşündürdüğünü ve hayal kırıklığına uğrattığını bulmak için daha derinlemesine bakmak gerekir.
2. Bir Enerji Koruma Yöntemi Olarak Mutsuzluk
Biyolog ve fizyolog olan Bernard Thierry uzun yıllar bu olumsuz duygular üzerine çalışmalar yürüttü. Thierry’e göre, mutsuzluk içimizdeki bir çeşit kış uykusu.
Yani, mutsuzluk bizi bekleme moduna alıp durgunluk ve iç gözlemin olduğu bir ortama bırakır. Böylece yalnızca belirli bir olaya tepki vermemizi engeller ve önceliği olmayan herhangi bir görev için beynimizin boşa enerji harcamasının önüne geçer.
Kendimize yönelerek sıkıntıyı çözüme kavuşturmak çok önemlidir. Fakat her zaman bu enerji depolama ihtiyacına kulak vermiyoruz. Bu duyguyu yok sayıp, hiçbir şey olmamış gibi gündelik hayatımıza devam ediyoruz.
3. Öz Bakım Olarak Mutsuzluk
Mutsuzluğu negatif bir duygu olarak tanımlama taraftarı olmayan pek çok psikolog var. Bütün psikolojik ve duygusal olayları veya ruh hallerini etiketlemek gibi neredeyse takıntılı bir tutuma sahip olarak, bazen bunlar üzerindeki bakış açımızı kaybediyoruz.
Mutsuz olmak ne iyi ne de kötü bir şeydir. Yalnızca bir duygudur ve uyarı mekanizması olarak çalışır. Bize önemli ve gerekli şeyler hakkında bilgi verir. Örneğin: “ biraz dur ve kendini dinle, kendine dikkat et, kendinle konuş, sana ne olduğunu anlamaya çalış” gibi.
Sonuç olarak, bir dahaki sefere bir arkadaşınız, ailenizden biri, sevgiliniz ya da eşiniz size “Bana ne oldu bilmiyorum, çok mutsuzum.” dediğinde yapmanız gereken son şey onlara “kafana takma, mutlu ol” demektir.
Söylemeniz gerek çok daha basit: “bana neye ihtiyacın olduğunu söyle” Böylece gerçekte neye ihtiyaçları olduğunu düşünmelerini sağlayarak sorunlarının köküne inmelerine yardım etmiş olursunuz.
4. Özlem Gösteren Mutsuzluk
Mutsuzluğun özlem ve melankoli arasında gidip gelen bir tadı vardır. Bir şeyin eksikliğini çekmekten doğar. Mutsuzken zıt duyguların, boşluk hissinin, isimlendiremediğimiz ihtiyaçların ve bizi umutsuz hissettiren daha pek çok şey tarafından ezilmiş hissederiz.
“Kalp mutsuzken keyifliymiş gibi davranmak zordur.”
– Tibullus
Pek çok kişiye göre mutsuzluk, insanın sahip olduğu en saf duygudur. Bu duygu insanları daha yaratıcı olmaya, sanatla ilgilenmeye, müziğe veya bütün bu zıt duyguları aktarabileceği şekilde yazmaya yönlendiriyor.
Ancak, sanatçının kalbine ilham veren bu duyguya hiç kimsenin sonsuza kadar dayanamayacağını; bu melankoli, boşluk ve toyluktan ibaret özlem topraklarında kimsenin sonsuza kadar yaşayamayacağını unutmamak gerekiyor.
5. Psikoljik Gelişim Yöntemi Olarak Mutsuzluk
Abraham Maslow’ın hiyerarşi piramidinin en tepesinde, kendini gerçekleştirme ya da kendini tamamlama ihtiyaçları denen basamağı görüyoruz. Bunun psikolojik gelişmenin ideal zirvesi olan özgüven ve duygusal sağlamlık gibi temel ilkeleri kapsadığını da unutmayın.
Kendi üzüntülerini anlama becerisinden yoksun olan ya da bunlar yüzünden dağılan insanlar, çevreyle bağını koparıp kendi ihtiyaç ve kimliklerini başkalarının ellerine bırakanlardır.
Kendi duygularınızı anlamak ve kendi evreninizin yöneticisi olarak ruh halinizi iyileştirmek psikolojik gelişiminiz açısından hayati öneme sahiptir. Bu nedenle, mutsuzluğu zayıflık veya zafiyet gibi kelimelerle ilişkilendirmeyi bırakmalısınız.
Çünkü kendi mutsuzluğunu anlayıp bununla yüzleşen herkesin içinde gerçek bir kahraman yatar.
|
|
|
Vücudunuza Zarar Veren 5 Duygu |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 14:04 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Çin tıbbına göre, her duygu, insan vücudundaki belirli bir organa ya da işleve bağlıdır. Hastalıkların en yaygın sebepleri arasında, olumsuz tutumlar ve duygular yer alır: suçluluk, kızgınlık, dikkat çekme dürtüsü ve korku. Herhangi bir duygusal dengesizlik, bu organlarda görülebilen semptomlar veya hastalıklar olarak ortaya çıkabilir.
Hastalıklar, hoş olmayan durumlardan kaçınmak veya kurtulmaya çaba harcamak sebebi ile ortaya çıkar. Doğu tıbbındaki anlayış, her rahatsızlığın altında yatan nedenin kendimizi az sevmemizden kaynaklandığı şeklindedir. Bunun nedeni, kendimizi sevmek suretiyle, yaşamımıza yön verenin egolarımız değil, yüreğimiz olduğu şeklinde bir karar vermemizdir
Çin tıbbına göre hastalıklara neden olabilecek duygular
Çin tıbbına göre, bazı hastalıkların veya yaşadığımız güçlüklerin arkasındaki neden aşağıdaki duygular olabilir:
Üzüntü ya da keder: Bu durum, hayal kırıklığından, bir ayrılıktan ya da sevilen birinin kaybından kaynaklanmaktadır. Çoğunlukla akciğerleri etkiler. Üzüntü, tüm vücudu etkiler ve nefes darlığı, yorgunluk ve depresyona sebebiyet verir. Bu nedenle, üzüntümüzü ifade etmek ve kabul etmek için zamana ihtiyacımız vardır.
Kendini Sakınma: Güvensizlikten kaynaklanır ve dalağı zayıflatmaya eğilimlidir. Kendini sakınma hissiyatı, göğüs ve omuz hastalıklarıyla ilişkilendirilir.
Korku: Korku böbreklerle ilgilidir, midenin açıklığını etkiler ve böbrek yetmezliği ile bağlantılıdır. Bu değişiklikler, mantıksız korkulara maruz kalma eğiliminden kaynaklanmaktadır. Kabul edilmeyen korkular, karaciğer ve kalpte sorunlara neden olur.
Dehşet: Korkuya benzer, ancak daha güçlüdür. Dehşet duygusu, fiziksel ve duygusal sorunlarla ilişkilidir. Hafıza kaybına, vücut koordinasyon bozukluğuna, çarpıntıya, baş dönmesine, titremeye, terlemeye ve bayılmaya neden olabilir.
Öfke: Birçok farklı şekilde görülebilir. Sinirlilik, hayal kırıklığı, kıskançlık ve hiddet. Öfke, baş ve boyun ağrısına, baş dönmesine ve özellikle karaciğer hastalıklarına dönüşebilir.
“Kendisi ile uyum içinde yaşayan kimse, evrenle de uyum içinde yaşar.”
– Marco Aurelio
Hastalığın duygusal önemi
Vücudumuzun kendisini ifade ettiği yollarından biri olduğu için, hastalıkların anlamını bilmek önemlidir. Tüm duygularımız ve düşüncelerimiz hücrelerimizde kayıtlıdır. Dolayısıyla, hastalıklar, yolunda gitmeyen bir şeyi gösteren uyarı işaretleridir.
Aşağıdaki derleme, en yaygın hastalıklardan bazılarının ne anlama geldiğinin bir özetidir. Hepsi, hem geleneksel Çin tıbbı hem de diğer tamamlayıcı Doğu tıp öğretileri üzerine kuruludur.
Alerjiler: Derin korkuları işaret eder. Kendi kendine yeterli olma zamanı geldiğinde başkalarından merhamet, destek ve dikkat çekme arayışı içerisinde olma korkusundan kaynaklanır.
Depresyon: “İdeal” olan ile gerçek arasındaki çatışmadan meydana gelir. Ayrıca, kim olduğumuz ile kim olmak istediğimiz, sahip olduklarımız ile sahip olmak istediklerimiz arasında da görülür.
Kireçlenme: Uyum sağlayamama ve zihinsel olarak esnek olamama hissinden kaynaklanır. Bu durum, güven eksikliğinden ve taviz vermeyen bir yaşam biçiminden vuku bulur.
Obezite: Anlamı, bireyin kendi içinde dolduramadığı bir boşluğu yemek yeme ile tamamlamasıdır. Kendimizi başkalarına ifade etme korkusundan ve kendimizi savunmasız hissetmemizden kaynaklanır.
Sinirlilik: Kendiniz ile temasa geçemediğinizden kaynaklanır. Ben merkezcilik gibi bir durumdan ötürü, her şeye öznel bir bakış açısı ile yaklaşılır. Güvensiz hissetmek ve saldırıya uğramaktan ve bencil tutumlardan kurtulamamaktan kaynaklanır.
Duygular bir hastalığı tetikleyebilir veya vurgulayabilir. Yine de, bunlar durumu tersine çevirebilir.
Bunun olabilmesi için, yapmanız gereken tek şey vücudunuzdaki dengesizliklere neden olan duyguları tanımanız ve bunları olabildiğince olumlu bir hale dönüştürmeniz. Doğu tıbbında, duyguların kendiliğinden farkına varılmasına özel bir önem verilmektedir. Bu, Batı psikolojisinin de kabul etmeye başladığı bir yaklaşımdır.
“Gerginlik, olman gerektiğini düşündüğün kişidir. Rahatlama ise kim olduğunuzdur.”
– Çin atasözü
|
|
|
Duygusal Açlık Nedeniyle Yemek Yemek |
Yazar: Emka - 16-11-2017, Saat: 14:01 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Bir ilişkinin ardından kek üstüne kek yemek, stresli zamanlarda yemek yiyip durmak, vücudumuzun ihtiyacından fazlasını yemek vs. Bu duruma duygusal açlık nedeniyle yemek yemek denir. Verdiğimiz örneklerin çok doğru tanımladığı bir durumdur bu.
“Normal bir insan” olmanın sürekli ne yiyeceğimizi düşünmek olduğunu sanırız. Çikolata ve kremadan korkmamız gerekir. “O şiddetli iç açlığı” kontrol edebildiğimizde mükemmel huzura kavuşacağımızı sanırız. Birçok durumda yemek yemek yaşam tarzımız ve duygularımızı yönetme biçimimizi ifade eden bir metafor haline gelir.
Ne var ki kompülsif yemek yeme durumunun yaşandığı birçok örnekte yiyecek, gerçek sorunu görmemize engel olan bir perde görevini görür: yaşamımızın diğer alanlarındaki boşluğu doldurmak için duygusal kontrolümüzü kaybetmek.
Duygusal eksiklik ve yemek arasındaki fark
Yemek, duygusal dengenin yerine kullanılan bir unsur haline gelebilir. Aralıksız yemek yiyerek ya da bol miktarda çikolatalı dondurma yiyerek duygularımızı boşaltmayı kaç kez denedik? Yemek söz konusu olduğunda bizi iten güç genelde duygusal çaresizliktir.
Diyetler işe yaramaz çünkü yemek ve kilo sadece belirtidir, sorunun kendisi değildir. Eğer dürüst olursak, kiloya odaklanmanın aç olduklarını düşündüklerinde neden birçok insanın neden yemeğe yöneldiğini sorusuna dikkat etmediğimizi görürüz. Elbette bu, ekstra kilo ve tüketilen kalorilere odaklanan toplumumuz tarafından empoze edilmektedir.
Ayrıca kilo vermek ve güzel bir vücuda kavuşmakla bize acı çektiren olaylardan duygusal olarak kurtulacağımızı sanırız. Bu konunun uzmanı Geneen Roth, aşırı kilonun bir belirti olduğunu ve kilomuzu değiştirdiğimizde asıl nedenlerle ilgilenmediğimiz sürece kendimizi mutsuz hissetmeye devam edeceğimizi (hayatımızda iniş ve çıkışlar yaratacağımızı) belirtmektedir. Roth’un kitabından aldığımı şu pasaj bu sorunu çok iyi örnekliyor:
Zamanında seminerlerimden birine bir kişi geldi. Uyguladığı bir diyetten sonra otuz dört kilo vermişti. Yüz elli kişinin önünde titreyen bir sesle dedi ki: “Oyuna getirilmiş gibi hissediyorum kendimi. Bütün hayallerimi aldılar benden. Gerçekten kilo verirsem hayatımın değişeceğini sanmıştım. Ama bu durum sadece dış görünüşümü değiştirdi. İçim aynı kaldı. Annem hala hayatta değil ve küçükken babamdan dayak yediğim de doğru. Hala öfkeliyim ve yalnız hissediyorum ve artık kilo vermek için istekli değilim.”
Duygusal açlığın kısır döngüsü
Bir şekilde vücudumuz konusundaki endişelerimiz daha derin sorunları gizler ve büyüme ve gelişme becerimizi yavaşlatan o çözülmemiş kaygılar kısır döngüsünü ateşler.
Kimi yazarlar için aşırı kilo ve duygusal açlıkta asıl sorun, yemeğin sevgi yerine konmasıdır. Bu yüzden Geneen Roth diyor ki: “Yalnız yetişkinin içinde yaşayan istismar edilmiş çocuğu beslemeyi bırakırsak, sevgi geliştirip samimiyete yer vermeyi başarırız.
Bu sayede geçmiş hayatımızın acısından kurtulur ve şu ana dikkatimizi veririz. Yalnızca kendimize samimiyet ve sevgi için alan tanıdığımız takdirde yemeğin tadını çıkarıp onu bir tür yedek olarak kullanmaktan vazgeçeriz.
Yemek yemenin bizi kendimizden, hissettiğimiz nefretten, kim olduğumuza dair duyduğumuz acıdan ve hatta her şeyin içinde bulunduğu ama bizim farklı olmasını istediğimiz durumlardan kurtaracağına inandığımız zamanlar vardır. Bütün bunlar bize işkence eden bir kısır döngüyü güçlendiren türden bir söz dizisidir.
Dengesiz bir şekilde yemek yediğimizde kendimize bakmadığımız anlamına gelir bu. Ama dediğimiz gibi yemek yiyerek stresimizi hafifletmek ve kilo almak ve bunu defalarca tekrarlamak kısır bir döngü yaratır. Bu bakımdan kompülsif bir şekilde yemek yediğimizde istediğimiz şeyi elde etmenin tek yolunun beslenmek olduğu şeklindeki inancı güçlendirmiş oluruz.
İşte bu yüzden, üst üste yemek yediğimiz zamanlarda duygusal dengesizliğin sonucu olarak bunu yaparız, sorunumuzla ilgili umutsuzluğu güçlendiririz ve bu durum, daha büyük bir kontrol eksikliğine yol açar. Kendi kendini besleyen gerçek bir kısır döngüdür bu, çünkü yemek yeme ihtiyacı giderek sesini yükseltir, orijinal problemi örter.
Duygusal açlık, aşırı yemek yeme ya da dengesiz beslenme, hayali bir destek olarak işler; evimizin dört duvarını ayakta tutabilmek için yemeği kullanabileceğimiz fikri.
Kilo alıp vermek, diyet yapmak, sürekli olarak bir duygusal atlı karıncaya binmeye benzer. Yemeği sığınak olarak kullanan bir kişi, kor, duygusal yoğunluk ve drama ile sürekli olarak zehirlenmeye yol açar. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi kompülsif olarak yemek yemek, yaşamımızda sürmekte olan acıyı yansıtır.
|
|
|
|