Submit Face book
Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 5/5 - 1 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

Hitler ve Mehdi


Hitler ve Mehdi konusu, BİLGİ PAYLAŞIMI forumunda tartışılıyor.
#1
“Hitlerle Mehdî’nin ne ilgisi var?” diyeceksiniz. Önce Hans’ın iki Mehdî’den söz ettiğini anımsayalım. Birinci Mehdî(Maghty) bildiğimiz, ileride gelecek ve Süfyanistlerle savaşacak olan “Mehdi resûl”dür. İkinci Mehdî ise, daha önce Adler olarak yaşamış olan Mehdî’dir.

Hans, Adlerin WEMB düzenini kurmak üzere harekete geçtiğini ama Zion grubu tarafından baskılanarak 300 küsur yıl ileriye sektirildiğini, Adlerin yerini Hiedler’in aldığını, Hiedlerin de Hitler’in babası olduğunu ve WEMB armasını Svastikaya çevirdiğini söylüyor. Bu durumda Hitler, Hiedler’in oğlu olarak ekranımıza geliyor. Zion Grubu’nun zaman gezmeni olmayan bu farklı eylemcisi, Hans’ın söyleminde bilindik yüzünün çok dışında bir yüzle karşımıza çıkıyor. Burada onun gerçek ama arkada kalmış olan yüzünü görüyoruz. Okuyucunun bunu merak edip ilgi duyacağını düşünerek şimdi Hitlerden söz edeceğiz.

Hans’ın dediğine göre, Hitler değil ama babası zaman gezmeni idi ve Adler’in yerini alan babasıydı. Safkan bir Yahudi ve Zion yandaşı olan baba Hiedler, arkasında zaman gezmeni olmayan ama safkan Yahudi olan ve gizemli konulara pek düşkün bir oğul bırakmıştı. Hitler, aslında bir deli değil, tümü medyum olan Yahudi bir ailenin (Hiedler ailesinin) çocuğudur. Hitler’in doğduğu Avusturya-Bavyera sınırındaki Braunau-amm-Inn, tam bir medyumlar kentidir. Bir çok ünlü medyum bu kentden çıkmıştır. Böyle bir yerde yetişen Hitler’in çocukluğundan beri karşılaştığı medyumluk olayları ve gizemcilik, ülkenin başına geçip lider olmasından sonra da onun ilgisini çekmeye ve onu yönlendirmeye devam etmiştir.

Bu konuda özellikle onun “Büyük Ruh” inancı dikkati çekmektedir. Hitler’in Büyük Ruh inancı, E. G. Bulwer Lytton (1805-1873) tarafından 1873 yılında yazılan “The Coming Race” (Gelen Irk) adlı kitapta sözü edilen “yeraltı uygarlığına” dayanır. Bu kitapta, söz konusu uygarlığın, “Vril” adı verilen “elektomanyetik gücü” kullanabilme özelliğine sahip oldukları belirtilmiştir. Bu kitapta yazılanlardan çok etkilenen Hitler, bu konuda, başta Tibet ve Moğolistan olmak üzere, Dünya’nın çeşitli yerlerinde araştırmalara girişir. “Vril Örgütü”nün kuruluşunda ve Hitler’in “Ari Irk” kuramlarında bu kitabın etkili olduğu bilinmektedir.

“Time-Life” yayınları arasında yer alan “Mysteries of The Unknown” (Bilinmeyenin Gizemleri) serisinin “Mystic Places” (Mistik Yerler) adlı kitabında, bu konuda şöyle denilmektedir:

“Vril Örgütü, Lord Lytton’ın “The Coming Race” adlı kitabında yazılanları gerçekleştirmek üzere kurulmuştur. Aynı amaçla kurulan diğer bir organizasyon ise, Bavaria’daki “Thule Örgütü” idi. Bu örgütün üyeleri arasında, Nazi filozofu Alfred Rosenberg ve Führer’in yardımcısı Rudolf Hess de bulunmaktaydı. Bir medyum karakterinde olan Hitler’in, söz konusu kitapta anlatılan yeraltı uygarlığından bir Büyük Ruh’a inandığı, bu Büyük Ruh’un geceleri ona görünerek çılgınlık krizleri yaşattığı söylenmiştir.”

Hitler’in yakın çevresinden Danzig Hükümet Başkanı Herman Rauschining’in “Hitler Bana Dedi Ki” isimli kitabında, Hitler’in bir Büyük Ruh ile konuştuğuve bu ruhun ona yaşattığı çılgınlık krizleri ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Bu kitapta, Rauschining, Hitler’in, kendisine şunları söylediğini yazmıştır: “Aramızda yaşayan yeni biri var! O burada! Sana bir sır söyleyeceğim: O korkusuz ve zâlim! Ondan korkuyorum.”

Acaba Hitler ve Stalin, savaş sırasında, başka bir “gizli savaşın” kuklaları mıydılar? Elimizdeki bilgiler, onların yakın çevrelerindeki “başkaları” tarafından çok iyi kullanıldıklarını göstermektedir. Şöyle ki, Hitler, bir Büyük Ruh’a inanarak savaşı yönlendirmiştir. Onun bu “Büyük Ruh” gizemciliği serüveninde, yanından pek ayırmak istemediği iki telepatı vardı.Bunlardan birincisi, 1920’li yıllarda İstanbul’da kaldığı süre içinde, Gurdjieff tarafından Müslümanlaştırılarak Zig-Zag Grubu’na alınan “Eric-Jan Hanussen”; diğeri ise, yine İstanbul’da kaldığı sırada Müslümanlığı öğrenerek Zig-Zag Grubu’na girmiş olan, general “Karl Haushofer”dir.

Bu durum bize Hitler’in hem kişisel olarak medyumik tuhaflıklar gösterdiğinin hem de etrafına bir takım gizemcileri topladığının apaçık kanıtlarıdır. Onun yorumuna göre, bir Büyük Ruh vardı. Özellikle geceleri kendisi ile konuşmaktaydı ve onu korkutmaktaydı. Bir çok geceler, bu büyük ruhun onunla konuştuğunu, konuşurken korkuttuğunu, bir tür çılgınlığa varan krizler yaşattığını, normal günlük hayat içinde Hitler’i etkileyip yönlendirdiğini görüyoruz. Örneğin, Hitler’in, Berlin metrosuna doldurarak su baskını ile boğdurttuğu 300 bin Alman’ı, Büyük Ruh’un isteği üzerine öldürttüğü ileri sürülmektedir.

Onun koca Alman ordusunu Moskova yolunda soğuktan donarak telef etmesinde, yine bu Büyük Ruh’un parmağı vardır; çünkü Büyük Ruh, onu, kış ortasında anî bir yazın geleceğine inandırmıştı. Kış faktörüne karşı hiç bir ciddi önlem almayan Hitler’in Rusya seferindeki acı yenilgisine, Büyük Ruh’a olan sarsılmaz inancı neden olmuştur.

Bütün bu çılgınlıkların arkasında Hitler’in “Büyük Ruh” inancı ve “Thule” örgütü vardı. Bu örgütün kurucuları, şair ve gazeteci, Dietrich Eckart, 1920’lerde, mimar Alfred Rosenberg ve Karl Haushofer ile birlikte, Hitler’e, mistik doğunun gizemlerini öğretmiş ve Hitler’in, o yıllarda bu örgüte katılmasını sağlamıştı. 1923 yılında kurulan Milliyetçi Sosyalist Parti’nin yedi kurucu üyesinden biri olan Eckart, aynı yıl içinde öldüğünde, elindeki tüm bilgi birikimini Karl Haushofer’e bırakmıştı. Vasiyetinde ise, şöyle diyordu: “Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.”

Örgüt, adını “Thule Kornen”den almıştı. Thule Kornen, “Zülkarneyn”den başkası değildir. Zülkarneyn, çift zamanlı, çift boynuzlu anlamına geliyor.Bunun ne anlama geldiğini anlamak için ise, önce Hans’ın sözünü ettiği “Worm Hole” yani “Kurtçuk Deliği” diğer adıyla “Karadelik” Kuramı’nı bilmek gerekir. Bu Karadeliklerin, zaman gezmenliğinde niçin ve nasıl araçsız bir imkân olduğunu öğrenmiş olmak gerekir. Sonra boynuz ve kiriş oluşturan Karadeliklerin zaman gezmenliğinde kullanılabilirliğini anlamış olmak gerekir. Kur’an’da sözü geçen Zülkarneyn’in, araçlı ve araçsız olarak zamanda ileri geri gezebilen bir zaman gezmeni olduğunu bilmek gerekir. Bir çok Kehf elemanının da Hans’ça çift zamanlı sayıldıklarını, Zülkarneynlerin aslında bir tane olmadıklarını bilmek gerekir. Bunların çoğunu daha önce anlatmıştım. Tuhule Kornen’in batıdaki anlamı ise şudur:”Thule”, İzlanda efsanelerindeki batık bir kıtanın adıdır. Ayrıca, Grönland’ın batısında, halen bir Thule kenti bulunmaktadır. “Kornen” ise, hem yarımada, hem de “boynuz” anlamına gelmektedir. “Thule Kornen”, Thule Yarımadası anlamına gelmekle beraber, Thule kentinin gerçek adı Qaanaak’tır. İki ismi beraber okuduğumuzda “Zülkarneyn” kelimesi açıkça görülmektedir. Thule Örgütü’nün sembolü, çift boynuzlu Viking miğferidir. Kökleri, kayıp kıta “Mu” uygarlığına dayanan bu öğretinin temel taşları, insan psikolojisinin bilinmeyen yanları ve zaman boyutları idi. Amaçları, “zamanda insan ve taşıt naklini” gerçekleştirerek, Dünya‘nın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirmek ve “üst zekalılarla” diyologa geçmekti. Bundan da anlaşılacağı gibi, Thule örgütü, gidip gidip zaman gezmenliği konusuna dayanmaktadır.

page_karar-yazari-34bu-felaketten-kurtul...990403.jpg

Burada şimdi Hitlerin “Büyük Ruh” inancına yeniden dönmenin tam zamanı! Büyük Ruh kimdi ve Hitler’i nasıl bu denli etkilemişti?

Büyük Ruh, Şi’ra’dan sızıp gelen Yahudi zaman teröristleri grubundan, ilk gelen grup olan Ayneşşeytan grubundan biri olan Wolf Messing’ten başkası değildi. Bu güçlü telepat, Hitleri telepatik yolla etkiliyor, kendini onda Büyük Ruh olarak ifade ediyor, sonra da ona türlü krizler yaşatarak türlü hatalar yapmasını sağlıyordu. Sanırım böylece uçların nerede toplandığını anlıyorsunuz.

Thule Örgütü’nde, Güneş, “Aryan”ların kutsal sembolü olarak bilinirdi. “Aryan”ın lügat anlamı, “Arî Irk” ve Hint-Avrupa dilini konuşan tarih öncesi kavim (Hint-Avrupalı) demektir. Bir Tibet efsanesine göre, üç-dört bin yıl önce, Orta Asya’da, Gobi’de çok büyük bir uygarlık vardı. Bu uygarlık, bir felaket, belki de bir atom savaşı sonucu yıkılır; Gobi bir çöle dönüşür. Bu felaketten canını kurtarabilenler, Kuzey Avrupa’ya ve Kafkasya’ya göç ederler (Bu olay, tarih kitaplarında okuduğumuz, Orta Asya’daki kuraklık ve göçler konusu ile uyumludur).Thule Örgütü’nün ermişleri, bu Gobi göçmenlerinin, insanlığın temel ırkını (âri soyunu) oluşturduğuna inanmaktaydılar. Haushofer, “kaynaklara dönmeyi”, yani Doğu Avrupa’yı, Türkistan’ı, Pamir’i, Gobi’yi ve Tibet’i ele geçirme gereğini savunmaktaydı. Ona göre, bu bölgeleri ele geçiren, Dünya’ya egemen olurdu.

Hint-Tibet mitoslarında “Dhurakhapalam”a “Vaidor”, uzay üstü uzaya çıkıp zaman yolculuğu yapan UFO benzeri uçan disklere de “Vimana” denilmekteydi. Hint söyleminde Vaidor’ların, Turan Dağı’nda; Vimana’ların ise Tor Dağı’ında bulunduğu, daha doğrusu inip, çıktıkları yazılıdır. Hatta, Çinliler’in, Fransızlar’ın (Kont Sédir) ve Ruslar’ın (Çar Nikola) büyük paralar harcayarak kurdukları ekiplerle Dhurakhapalam’ı arattırdıkları söylenir. Hitler’in yakın elemanlarından General Haushofer’in de, Tibet’te bu konuda araştırmalar yaptığı söylenmiştir. Diğer taraftan Dhurakhapalam’ın Tibet’teki Lama rahiplerinin ağızbirliği ile sakladıkları bir sırra göre, kutsal beldeden çalındığı ileri sürülmüştür.

Bu konu ile ilgili olarak, Aiberg’in kitaplarından birinde, satır aralarında sadece şöyle bir cümle yer alıyor: “Gurdjieff’in bu aygıtı bularak, Rusya üzerinden Grönland’a taşıması ve Paul Kamensberg isimli birini zamanda iki yıl geri göndermesi ile ilgili olarak süper devletleri şok eden deneyler”.

Ancak ne yazık ki, Aiberg’in kitaplarında bu konu ile ilgili daha fazla bilgi bulunmuyor.

Thule Örgütü, 1943 yılına kadar Tibet’le yakın ilişkiler içinde olmuş, karşılıklı heyetler gönderilmiştir. Hatta, 1926 yılında, Berlin ve Münih’e, küçük bir Hindu kolonisinin yerleştirildiği bilinmektedir (Ruslar’ın Berlin’e girişi sırasında, ölenler arasında, Himalaya ırkından gelme, Alman üniforması giymiş, üzerinde kimliği ve rütbesi bulunmayan bin kadar cesede rastlanmıştır). Nazi’lerin “Odessa” adlı bilim örgütünde de, üst rütbeli Tibetli’lerin çalışmış olduğu saptanmıştır. Tibet kökenli “Yeşil Ejder” adlı bir örgütün de, Thule Örgütü ile bağlantılı olduğu bilinmektedir.

Thule Örgütü’nün merkezi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İstanbul’a taşınmıştır. Örgütün başkanı, Hitler tarafından İstanbul’a gönderilen, ancak daha sonra İstanbul’da intihar süsü verilerek öldürülmüş olan (Türk literatüründe “Gizli Müslüman Baron” diye anılan), “Baron Rudolf von Sebottendorff” (diğer adıyla, “Rudolf Glauer”) dir. Araştırmacı yazar Jason Bishop, Baron Sebottendorff’un, İslâm mistizmi ve süfizmini tüm ayrıntıları ile çok iyi bilen ve tarikatlarla doğrudan teması olan bir kişi olduğunu belirtmektedir.
Baron Sebottendorff, 1933 yılında yayınlanan, “Before Hitler Come” (Hitler’den Önce) isimli kitabında, Nazi liderlerinin gizemli çalışmalarını konu almış ve kitap, bu nedenle Gestapo tarafından yasaklanmıştır.

Haushofer ve Hanussen ile birlikte, Gurdjieff de Müslüman olmadan önce bu örgüte mensuptu. Diğer bir örgüt üyesi olan Rudolf Hess’in de Müslüman olduğu ileri sürülmüştür. Hitler’in, Thule Örgütü’ne 1920 yılında katıldığını daha önce belirtmiştik. Zig-Zag Grubu ile bir süre bağıntılı olarak çalışan Thule Örgütü’nün Hitler tarafından Nazi’leştirilmesinden sonra, Zig-Zag Grubu bu örgütle ilişkisini kesmiştir.

En büyük hedefi, zaman yolculuğunu gerçekleştirerek Dünya’nın kaderini değiştirmek olan Thule Örgütü’nün, bu amaca ulaşacak teknolojiye erişebilmek için, tarih öncesi üstün Aryan uygarlığının yaşadığı Hindistan ve Tibet’e kadar uzandığını görüyoruz Hazreti Hızır’ın öğrencisi olarak zaman yolculuğunun sırrına eren Mevlâna Halid-i Bağdadi’ye de Mekke-i Mükerreme’de kendisine Hindistan yollarına düşmesi söylendiğini ve Cihanabad’da irşad edildiğini biliyoruz. Dolayısıyla, görüyoruz ki, zaman yolculuğu konusu batıda da Hindistan ve Tibet’e doğru uzanmaktadır. Diğer taraftan, Gurdjieff ve Haushofer’in hem Thule, hem de Zig-Zag mensubu olmaları, Thule Örgütü’nün, Bağdadi’nin zaman yolculuğu etkinliğinden haberdar olduğunu akla getiriyor. Zig-Zag Grubu’nun, Thule Örgütü ile ilişkisini kesmesi, Nazi’lerin, zaman yolculuğu teknolojisini siyasi amaçlarla kullanmak istemelerinden kaynaklanmış olabilir.

L. Pauwels – J. Bergier ikilisinin, yukarıda belirttiğimiz “Le Matin des Magiciens” (Büyücülerin Sabahı) adlı kitabında, Thule Örgütü ile ilgili daha ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır.

Burada ilginç bir noktaya daha değinelim: Size Dünya zamanı içinde daha önce yaşamış bir Mehdî’den söz ediyordum! Adı, Alias Olof Adler. Zaman gezmeni olan bir Zion grubu tarafından, 300 küsur yıl geleceğe sektiriliyor. Onun yerine Hitler’in babası olan Alois Hiedler getiriliyor. Bu adam, WEMB armasını Gamalı Haç’a döndürüyor. Oğlu Hitler ise, Yahudi kökenli bir insan olarak, Almanya’nın başına geçiyor ve Yahudikıyımını gerçekleştiriyor. Burada Hitler’in hem Yahudi olması hem de Yahudileri kıyımdan geçirmesi, ilginç görünüyor. Hans bunun açıklamasını şöyle yapıyor:

“Alois Hiedler’in oğlu Adolf Hitler,4,5 milyon Karaim Türkünü (Musevi Hazerleri) fırınlarda yaktı. Beş milyona yakın Karaim Türkü fırınlara gönderilirken, gerçek Museviler ise, trenle İsviçre’ye kaçırılıyordu. Hem de Naziler ücret karşılığında kaçırıyorlardı. Ukrayna, Beyaz Rusya ve bilhassa Polonya’dan getirilen Türkçe konuşan Yahudi Hazer Türkleri fırınlarda yok edilmiştir. Hans, Hitler’in babası Alois Hiedler’in Musevi mezarlığında gömülü olduğunu söylüyor. Bu gerçektir. Auscwitz kampındaki bir tutanak: “Polonya üzerinden gelen Yahudilerin tamamı öz dilleri İbraniceyi bilmiyor, Kıpçak Türkçesi konuşuyorlardı…” diyor. Bu da gerçektir. “En iyi sabun Lodz Karaimleridir”, bu da gerçektir.

Arthur Koestler bir Yahudi tarihçisi ve safkan Yahudidir. Kitabında şöyle diyor: “Bir Yahudi, Musevidir. Hiç bir başka ırk Musevi olamaz ve oldurulmamalıdır. Bunun için böyle Musevi toplulukları yok etmek Tevrat emridir. Alois Hiedler’in oğlu bunu yapmıştır” ve onaylıyor. Alois Hiedler de safkan Yahudidir. Oğlu Hitler’in bir kere olsun kiliseye gittiği görülmemiştir. Hristiyan bile değildi. Bugün bile Braunau am Inn kasabasına gidip bakın, sadece Musevi mezarlığı vardır. Halkı hakkında size mezarlık fikir verir. Üç-beş katolik ise, bahçelerde gömülü” diyor. Umarım bu satırlar, Hitler’in hem Yahudi olup hem de nasıl bir Yahudi karşıtlığı yaptığını açıklıyordur!

Benim asıl ilgimi çeken, yeterli bir netlikte olmasa da Hitler’in ulaşılabilen ve görünebilen arka yüzünde, gizemli konulara takık olduğu ve ilgilerinin zaman gezmenlerine uzanmasıdır. Bu da Hans’ın Adler’le ilgili açıklamalarına onaylayıcı bir zemin oluşturuyor.


Alıntı: derki

Your Page Title #satışortaklığı
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi