Submit Face book
Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 5/5 - 1 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

Spiritüel Yolda Tuzaklar


Spiritüel Yolda Tuzaklar konusu, BİLGİ PAYLAŞIMI forumunda tartışılıyor.
#1
Kendini bilme ve gerçekleştirme yolunda ne tuzaklar, ne duraklar vardır ki insanın zamanını çalar. Kimi zaman elden kaçıp giden bir kaç yıl olur, kimi zamansa koca bir ömür. Bu tuzakların önde gelenlerinden birisi, kendini “ayrı” görmektir. İş arkadaşlarından ayrı, ailenden ayrı; eşinden ayrı…Onlar madde dünyasının bir parçasıdır, sense zeka ve yüce gönlünle başka alemler keşfetmişsindir. Özelsindir, spritüel konularla ilgileniyor, bilgi dağarcığını sürekli geliştiriyor, 3. boyut insanlarından farklı kimbilir neler deneyimliyorsundur. Kendine aynı frekanstan arkadaşlar bulmuş veya gruplar kurmuş ta olabilirsin. Böylesi bir gruplaşma daha tehlikeli olup, yalnızlığın öğreticiliğinin de önüne geçer. Yalnız kalan insan, “tüm dünya ters, tek ben doğruyum” diye düşünürken, bir süre sonra kendinde de yanlışlık var mı diye şüphe etmeye, içine bakmaya başlar oysa ki. Yargıladıklarının kendinde bulmaktan korktuğu, onca yıl kıvrak oyunlarla kaçtığı özellikler olduğunu anlamaya başlayabilir. Oysa ki grup psikolojisi sizi ne kadar özel olduğunuza daha da inandırabilir. Birlikten bahsedilir bu gruplarda, dualiteden kurtulmak gerektiğinden, sevgiden; ancak temelde “biz” ve “siz” ayrımcılığına dayandığından, bir süre içinde ego çatışmaları baş göstermeye başlar. Doğaldır, siz hızla yükseliyorsunuzdur, onlarsa size erişememektedirler. Yeni ve daha yüksek frekanslı kişiler, ustalar aranmaya başlanır. Farkındalık ve anlayış uzakta; yanılsamalarla dolu hayatsa başucunuzdadır.

George Gurdjieff kişiliği soğana benzetir. “Bir çok şartlandırma ve bozulma tabakası altında, insanın basit varlığı gizli kalmıştır. O kadar çok filtrenin altındadır ki onu göremezsin. O kadar çok filtrenin arkasında gizli kalmıştır ki, dünyayı da göremezsin.Çünkü sana ulaşan her neyse, o filtrelerden geçerken bozularak gelir.” der Gurdjieff. Uyumsuzluk yaşadıklarınızla anlaşmak yerine, uzak kalmayı tercih ediyor ve kendinizi ayrı görüyorsanız, dikkatli olma anıdır.Güvenli limanlara sığınmak değil, kendi derinliklerine ayna tutma anıdır.İnsan elbette ki kendine benzer kişilerle bir arada olmak ve paylaşmak ister. Ancak unutmamalı ki, Mevlana “kim olursan ol, gel” dediği için; hiç bir kulu kendinden ayrı görmediği ve yargılamadığı için Mevlana olmuştur. Olgunlaştıkça sorun yaşadığımız kişilerin sayısının azaldığını, uzak ve yakın kavramlarımızın da birer yanılsama olduğunu görürüz. Yargılamaz, anlamaya çalışırız. Gurura kapılmayıp, kendimizi “diğerlerinden” daha ayrı ve yüksek bir yere konumlandırmamaya büyük dikkat etmeliyiz.

Yürek taşıyan yolllarda yürümek cesaret ister. Ne kadar cesur olduğunu, sürekli araştırdığını, öğrendiğini, hızla geliştiğini düşünürken insan, abartı söz konusuysa, kaçmaktadır bilgiye sığınarak, ki bu da diğer bir tuzaktır. Bilginin değeri yadsınamaz; ancak sürekli olarak yeni tekniklerin arayışında olmak; kabaladan tasavvufa, şamanizmden budizme türlü türlü yollara girmek, sürekli bilgi edinme konumunda kalmak insanı ilerletmez. Hayat boyu öğrenciyiz elbette ki hepimiz, ancak edindiğimiz bilgileri yaşamımıza yansıtabilmek için sindirmemiz gerekir. O seminerden bir diğerine koşarken, çıkan tüm kitapları okurken, bir sürü mail grubunu takip ederken, havastan hermetizme, DNA aktivasyonlarından nefes çalışmalarına, NLP’den hipnoza, reikiden EFT’ye, Deeksha’dan Ra Sheeba’ya…..; zaman mı kalır düşünmeye, anlamaya, hayatı okumaya?

“Bu iş ne akılla olur, ne de akılsız” derler ya… Zihnimizin sustuğu anlarda, sezgimiz güçlendiği, algımız açıldığında, bazı deneyimler yaşayabiliriz. Kimimiz iç sesini duyar, kimimiz “ilham” alır, kimimizse kanal olmuştur, aktarmaya başlar öte alemden onca bilgiyi.Kitapları çıktı, maillerle iletiliyor; Ramtha’nın Solara’nın, Kryon’un, Başmelek Mikail’in, Metatron’un, Hathor’un, çeşitli konseylerin ve daha pek çoklarının mesajları yağıyor dünyamıza, biz faniler aracılığıyla. Celseler düzenleniyor, operatörler medyumları uyutuyor ve sorulara cevaplar aranıyor. Obsesyon vakaları çokça görülse de, kimse kendi çalışmalarının doğruluğundan şüphe etmiyor.

Önümüzde yeni bir kapıyı açıyor ve yeni bir bekleme odasına adımımızı atıyoruz. Sıradaki tuzağımızın ismi ”Kanal bilgileri ” . Bilinmeyen, sır, ölüm ötesi, gayb, melekler, mucizeler, çekim yasası… ne kadar ilgi çekici değil mi? İşin içine “sır” gibi gizemli bir kelimenin katıldığı hangi kitap ya da film pazarlanamaz ki? Benim dediğime kim inanır; oysa ki Mısır’ın Ölüler Kitabı’nda yazıyorsa, ya da Mayalar’dan günümüze ulaşan bir kehanetse, hele ki bir hadisse; inanmaz mı insan, hem de hemen, hiç sorgulamadan kaynağını, doğruluğunu? Yüce varlıkların, meleklerin sözleriyse üstüne üstlük, inanmaz mıyız, haşa inanırız tabii. Öte alemden bilgi yağıyor yağmasına da; 2012’ye mi odaklanacağız, “birbiriniz sevin” dediklerinde “he tamam şu andan itibaren seviyorum herkesi” mi diyeceğiz? Dedik diyelim, nasıl başaracağız; herkesten bahsediyoruz, sadece bize iyi davrananlardan değil üstelik? Medyum olan kendimizsek, yaşadıklarımızın psikolojik bir rahatsızlıktan dolayı olmadığını nasıl teyid edebileceğiz? Dünyanın parası dönüyorsa bu kanal ve yeni çağ bilgileri üzerinden, biz dar vaktimizi ve enerjimizi niye bunlarla harcayacağız? Gerçeğe nasıl ulaşacağız? Evet zihni susturmayı becermek önemli ilerleme yolunda; ancak işte bu bilgi bombardımanında doğruyu ayırt edebilmek için gerekiyor aklımız ve seçim yeteneğimiz bize. Atatürk’ün dediği gibi: “Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.” Daha gözümüzün önündekini anlayamazken, birbirimizle iletişim kuramazken; öte alemle nasıl becereceğiz bu işi?

Kutsal kitaplar; binlerce yıldan bu yana yorumlanmaya çalışılmakta, araştırılmakta. Kendi aralarında farklılıklar olsa da; özünde tüm dinler erdemli yaşamaktan, güzel ahlaktan, sevgiden bahsetti. Günümüzde isminin başına hazreti eklenmeden adı anılamayan peygamberler eşitlikten yanaydı, asla kimseye üstünlük taslamadılar, kendilerine yaşarken “efendi” dedirtmediler. İsa şöyle derdi: “Komşunu sev, düşmanından nefret et denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin.” Büyük, önemli hıristiyan din adamları bir kaç yüzyıl sonra din uğruna engizisyon mahkemeleri kurdular; cadı dedikleri kadınları ateşte canlı canlı yaktılar. Muhammed “din güzel ahlaktır” dedi, müslümanlık uğruna kadınlar taşlandı, bilim red edildi.Çok hassas bir noktaya, diğer bir tuzağa geldik: Din. Yasaklar, hurafeler, kapana kıstırılmış insanlık, Allah korkusuyla yönetilmiş toplumlar…Kuran’ı bir kez olsun okumamış olsalar da; din adına, Allah adına konuşan, hatta cinayet işleyenler, yobazlar… Elbette ki bizler böyle bir kimlikten, yobaz olmaktan çok uzağız. Uzağız da ne kadar? Korkuyor muyuz O’ndan, yoksa seviyor muyuz? Dişil eril enerjiler; negatif pozitif kutuplarla ilgili bilgiler; beynimizin en derinlerinde kadınları erkekleri baştan çıkaracak, korkulması gereken varlıklar olarak mı konumladı? Hayır işleyelim de sevap kazanalım diye mi yardım ediyoruz? Cinsellikten suçluluk mu duyuyoruz? Yoksa radikal dindarlardan nefret mi ediyoruz? Kara çarşaflıları görmeye dayanamıyor muyuz? Yine yargılar, yine korkular… Dinlerin üzerimizdeki etkisini yadsımadan; inançlarımızı, hurafelerimizi, korkularımızı anlamalıyız; kendimize karşı tamamen dürüst olarak. Artık bağımsız olmalıyız tüm şartlanmalardan.

1.jpg

Tuzaklar daha çok, ancak şimdi biraz ara; yaşadıkça, sindirdikçe yazmak için…

BÖLÜM II

Aşktan bahsetmek varken, spritüel gelişim yolunda gelişimimizin önüne nelerin geçebileceğine kafa yorup duruyorum. Normal değilim ben besbelli. Oysa ki normal bir insan olsaydım; yaşım 34’e geldiğinde yuvasını kurmuş; eşiyle, çocuğuyla düzenli bir hayat sürüyor olurdum. Çalışsam da, en azından aynı anda 80 işi birden götürmek zorunda olmadığım bir işim olurdu herhalde. Bakımlı, TV dizilerini takip eden, tatilleri ailemle birlikte Ege veya Akdeniz’deki tatil köylerinde geçiren bir kadın olurdum. Demek ki benim normal tanımlamam böyle. Anormal tanımlamama gelirsek; son 2 ayda Güney Afrika’dan Almanya’ya; Çoruh Vadisi’nden Nemrud Dağı’na olan seyahatlerimin arasına Antalya, Ankara gibi şehirleri de sıkıştıran, bekar ve evlenmeyi 40’ına kadar planlamayan, ara ara da mümkünse her zor anda yanımda olacak, mükemmel bir eşin hayalini kuran, kimi zaman hırslı ve tuttuğunu koparan, kimi zamansa kırılgan ve münzevi olan bana geliyoruz. O çok önemli bana…“Ben”. Yani gerçek olmayan, geçici olan, bu dünyada oynadığım rol. Spritüel tuzaklardaki diğer ateş hattı, özdeşleştiğim kimlik. Oysa ki ne kadar gerçek ve benim için önemli. Daha sayfalarca nasıl biri olduğumu, nelerden hoşlandığımı, anılarımı, dar alanıma aldığım dostlarımı, işimi öylesine uzun uzun anlatabilirim ki. Benden öylesine uzun uzun bahsedebilirim ki, çok ta zevkli olur. Tüm bu laf kalabalığı gerçeği yansıtmayacağı gibi; beni sadece benden uzaklaştırır.

Neden insanın kendi kimliğinden vazgeçmesi gerekir bu yolda? Neden efsaneler yanan ve küllerinden doğan Anka Kuşunu anlatır? Neden o ben diye tanımladığımız aslında bir hapishane olup, özgürlüğümüzün önündeki en büyük engeldir? Neden kaçmayı istemeyiz de, onca gardiyan dikeriz önümüze? İstemeyiz çünkü değişmeyi, risk almayı. Öylesine direnç gösteririz ki; zorlanmaktan hasta da oluruz, bedbaht da. Kadere atarız suçu, yine de içe dönüp, kendimize bakmayız. Niye direniyoruz diye düşünmeyiz de, şaşırırız olan bitene, bu değişim rüzgarının bi bizi sürükleyip götürdüğünü sanırız. Oysa ki hayat hep değişir, biz değişiriz, çevremiz değişir. Değişmeyen ne vardır ki? Değişime direnmek te bir tuzaktır. Herşeyin hep aynı kalmasını isteriz aslında, değil mi? Tüm sevdiklerimizle birlikte, yaşlanmadan, hastalanmadan yaşamımızı sürdürmeyi dileriz. İşimiz varsa, sıkı sıkıya tutunuruz ona; ekonomik krizlerin olmamasını, arkadaşlarımızın uzaklaşmamalarını, evliliklerin bir ömür boyu sürmesini, çocuklarımızın büyüseler de, hep küçüklüklerindeki gibi bize bağlı olmalarını isteriz. İstemeyiz ölümü, hayatta yiyebileceğimiz o en okkalı tokadı. Ne biz ölelim, ne de sevdiklerimiz. Bir daha görmemecesine elimizden alınmasın hiç kimse, toprağa vermeyelim yaşlı bedenleri; hele ki genç olanlarını. Akmasa göz yaşlarımız ve kahkahalarımız daim olsa. Ve her şey olabileceği en güzel haliyle sonsuz olsa….


Sonsuzluk…Büyülü sözlerden bir diğeri, yatay eksende, yatar durumdaki bir sekizle simgelenir ki; yatay kelimesi de , sekiz sayısı da pek çoğumuzda aslında sadece tek bir şeyi çağrıştırır. Dünyadaki varoluşumuzu başlatan, nesillerin devamını sağlayan, pek çok davranışımızın ardındaki tek güdü olan, kadınla erkek arasındaki o karşı konulamayan çekimi oluşturan seksi.Seks, en zevkli tuzak.. Carlos Castenada’nın kitaplarında erkeklerin seviştiği kadınların enerjisini ömür boyu çektiklerini; bunun önüne geçmenin tek yolunun da kimseyle cinsel ilişki kurmamak olduğu yazıyordu. Daha önce sevişildiyse eğer, öncekilerle oluşmuş olan enerji bağının kesilmesi için 7 yıl kimseyle beraber olmamak gerekirmiş. Bu doğru mudur, yanlış mıdır, Castenada şamanik bilgilerin üstadı mıdır, kafayı mı yemiştir diye de baya düşünmüştüm tabi. Sevişmeli mi, sevişmemeli mi; bir türlü karar verememiştim. İşin içine, bir önceki bölümde yazdığım tuzaklar arasında yer alan dini de katarsak, kararsızlık çemberi daha da büyüyor. Evlenmeden beraber olmak zina mıdır, günah mı işlemiş oluruz? Hele ki evliyken başkalarını arzuluyorsak; eyvah! Psikolojiye gelelim biraz da; yetersizlik korkuları, sahiplenme, kıskançlık, seks bağımlılığı, cinsel tercihlerde sapkınlıklar ve daha bir sürüsü… Şehvet duygusuyla aşkı karıştıran ve bir ömrü ruhsal olarak hiç bir yakınlık duymadığı eşle geçirenleri de biliriz, sabah akşam kafayı sekse takanları da.Fanatikçe düşüncelerden dolayı seksten nefret eder görünenler de vardır ki, bunların kafaları daha da fazla takıktır. Karşı cinsi hayatın tek amacı belleyenler, daha cezbedici olmak için dış görünüme veya güce odaklananlar, çeşitlilik peşinde koşanlar, bağımlı olanlar ve daha pek çokları. Seks bizi parmağında oynatır aslında. Yani hem onu kontrol edebilmeyi, hem de seksle barşık olmayı ya öğreneceğiz, ya da öğreneceğiz. Yoksa değil spritüel yolda tekamül etme, yaşamayı bilmekten bi haber olacağımız kesin. Davranışlarımızın ardındaki güdünün seks olduğunu kendi kendimize itiraf etmekten de sakınacağımız için, ne katıldığımız herhangi bir kursa aslında bir partner bulma amacıyla başladığımızı anlayabileceğiz, ne de hormonlarımızın hayatımızdaki yerini. Ters bir bakış ya da sözün bozduğu moralimizin, karşı cinsten hoş birinin gülümsemesiyle nasıl anında değiştiğini gözlemleyemeyeceğiz. İnsan oğlunun spritüel dernekleri de kısa bir sürede çöp çatan hattına çevirdiklerine şaşıracağız.Yani niyetimiz ermek değil, şu temel dürtümüz de olabiliyor, ki bunu kendimizi suçlamadan, ayıplamadan görebilmemiz lazım. Dürüst olmalı ve farkındalıkla gözlemleyebilmeliyiz.

Your Page Title
Ara
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
  Ruh Rehberlerinizin Sizi İzlediği Ve Doğru Yolda Kalmanıza Yardımcı Olduğu 8 İşaret Emka 0 4,223 16-09-2018, Saat: 17:20
Son Yorum: Emka
  Evrenin Doğru Yolda Olduğunuzu Gösterdiği 10 İşaret Magnetho 0 3,923 30-05-2018, Saat: 00:15
Son Yorum: Magnetho
  Yolda Para Bulmanın Manevi Anlamı Magnetho 0 24,236 29-05-2018, Saat: 21:43
Son Yorum: Magnetho
  Başka Bir Kişiyle Spiritüel Bir Bağ Kurmaya Başladığınızı Gösteren 4 İşaret Archilles 0 5,154 16-04-2018, Saat: 18:33
Son Yorum: Archilles
  Spiritüel Bir İnsan Olduğunuza Dair 5 İşaret Archilles 0 2,908 27-02-2018, Saat: 20:16
Son Yorum: Archilles

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi