"Tanrının var olduğuna dair rasyonel bir temel var ve bilimsel gelişmeler insanı Tanrı'ya daha da yaklaştırıyor.
Laboratuvarda çalışırken Tanrı'yı hissettim. Kesinlikle bizden daha büyük bir güç var ve ben ona inanıyorum. DNA'nın şifresini çözmek beni Tanrı'ya biraz daha yakınlaştırdı. Hastalıktan kırılan insanları gördüm. Bilim onlardan umudunu kesmişti. Ama mücizevi olarak hayata döndüklerini gördüm. Bu da Tanrı'nın işidir."
Yukarıdaki sözler, DNA şifresini, çalışma arkadaşı Craig Venter'le birlikte çözen bilim adamı Dr. Collins'e aittir. Önceden ateist olan ama artık Tanrı'ya inanan Dr. Francis Collins, bilimle Allah'ın varlığı arasındaki ilişkiyi anlatan bir kitap yazdı. Eylül'de piyasaya çıkacak olan "Tanrı'nın Dili" adlı kitabıyla ilgili İngiliz The Times gazetesine verdiği söyleşide;
Artık mucizelere ve meleklere inandığını, insan genini çözmenin de kendisine Tanrı'nın eserini görme fırsatı verdiğini söyleyen 56 yaşındaki Amerikalı bilim adamı Collins "Önemli bir buluş yaptığınızda o bilimsel coşku anını yaşarsınız, çünkü onu araştırmış ve keşfetmişsinizdir. Keşfettiğim şey öyle bir şeydi ki, bu bilgiye daha önce hiçbir insan sahip olamamıştı. Fakat Tanrı onu her zaman biliyordu." dedi.
Dr Collins sıradan bir bilim adamı değildi. Venter'le birlikte, insan vücudunun genetik kodları olan DNA'nın şifresini çözerek bilim tarihine geçmişlerdi. Bilim tarihi açısından bir devrim olan DNA'nın dizilimi ve kodlarının çözülmesi buluşu dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ve İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından eş zamanlı olarak dünyaya duyurulmuştu.
Bu kadar önemli bir bilim adamının söyledikleri, ateistlerin iddialarını kökten çürütmüyor mu? Ateistlere göre bilim ilerledikçe alemin sırları çözülecek ve gerçekte Allah'ın olmadığı ispatlanacaktı. Şimdi daha da iyi anlıyoruz ki sırlar çözüldükçe Allah'a daha da yakınlaşıyoruz. Demek ki bilimle Allah inancı hiç de birbirleriyle çatışmıyormuş, biri öbürünü inkar etmiyormuş.
Ünlü beyin cerrahımız Prof. Cengiz Kuday'ı bir tv söyleşisinde izlemiştim. Beynin inanılması güç özelliklerini anlattıktan sonra "Allahın yarattığı böyle mücizevi bir esere dokunduğum için çok heyecanlanıyorum. Bu nedenle böyle bir mesleği seçtiğim için çok mutluyum" mealinde sözler söylemişti. Buradan Dr Collins'in hiç de yalnız ve haksız olmadığını anlıyoruz. Aynı hisleri yaşayan daha nice bilim adamlarının olduğu açıktır. Onlar Allah'a bizlerden çok daha yakınlar.
Tarihsel gelişimine bakacak olursak, ilk ayeti oku olan İslam dini bilimi teşvik etmiş, "İlim Çin'de de olsa gidin alın" demişti. Bunun doğal sonucu olarak İslam dini kısa sürede büyük bir medeniyetin doğuşuna sebep olmuştu. Avrupa Ortaçağ karanlığını yaşarken İslam dünyası aydınlığını yaşamıştı. Avrupa'nın aydınlanmasına da ilham kaynağı olan İslam dünyası zamanla İslam'ın özünden ayrılmakla yeniden karanlığa gömülmüş oldu.
Ronesansını gerçekleştiren ve reformlarını yapan Avrupa, yeni buluşlarla bilimde hızlı adımlarla ilerlerken içten içe bir tartışma yaşamaya başlamıştı. Acaba madde her şey miydi? Maddenin yanında Allah'a yer yok muydu? Bu tartışmalar 19. yüzyılda Darwin teorisiyle beraber zirveye çıkmıştı.
Darwin teorisi inanç konusunda bir simge haline gelmişti. Allah'ı inkar edenler bu teoriye inanıyorlar, bu teoriyi bilimle özdeşleştiriyorlar, inanmayanları da bilime karşı olmakla suçluyorlardı. Allah'a inananlar ise bu teoriyi kökten inkar ediyorlardı. Bu tartışmalar halen devam etmektedir.
Oysa ne Darwin teorisi Allah'ın varlığını çürütebilir, ne de Allah'a inanmak bilime karşı olabilir. Darwin teorisi adı üstünde teori. Ortaya konulan tezlerin tümüyle doğru olması düşünülemez ama doğada bir tekamülün olduğunu da kimse inkar edemez. Herşey bir gelişim halindedir. Bu gelişimi izlemek bile mücizenin ta kendisidir. Bu gelişime ivme kazandıran, değişen şartlara ve durumlara göre değişimi ve uyumu sağlayan esrarengiz güç nedir acaba?
Özellikle belgesel izleyenler eminim ki farkındadırlar, her şey bir mücize; görmek isteyenler için.
Bir başka tartışma da dinlerle ilgilidir. Allah'a ulaşmayı sağlayan dinler gerçekte Karl Marx'ın söylediği gibi; iktidarda olanların iktidarlarını sürdürebilmek, halklarını uyutabilmek için kullandıkları, hatta uydurdukları bir afyon mudur? Çoğunlukla dinin bir afyon gibi kullanıldığı gerçek ise de din özü itibariyle bir afyon değildir. Tam tersine insanların nereden gelip nereye gittiklerine dikkat çeken bir uyanıklığa davettir.
Din adına yapılan dinsizliklerin suçlusu herhalde din olamaz.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, bilimin ilerlemesiyle inançların zayıflayacağı iddiası geçerliliğini tümüyle yitirmiştir. 19. yüzyıldan itibaren geometrik hızla gelişen ve bilgisayarın bulunmasıyla da zirveye çıkan bilim Allah'ın varlığını çürütecek yerde ispatlama yolunda ilerlemektedir. Aksi olsaydı iletişim çağını yaşadığımız 21. yüzyılda dinler çok daha etkin ve güncel bir konuma gelmezdi.
Aslında Allah, havada olsun, karada olsun, denizde olsun varlığını her yerde gösteriyor ama kendilerini çok akıllı sananlar, dev aynasında görenler yeter ki bu kibirlerinden vazgeçsinler ve hiçbir şey olduklarını bir anlasınlar. Nasıl ki gözlerimiz belli aralıklardakı ışığı algılayabiliyorsa, kulaklarımız yine belli aralıklardaki sesleri duyabiliyorsa aklımız da belli aralıklardaki kavramları algılayabiliyor. Akvaryumdaki balığın akvaryum dışındaki dünyayı bilememesi, algılayamaması gibi biz de yaşadığımız hayatın dışında başka boyutların da olabileceğini algılayamıyoruz, düşünemiyoruz. Sadece algılayabildiklerimizin tek gerçek olduğunu sanıyoruz.
Dr. Collins'in "Tanrı'nın Dili" kitabının yayımlanmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Eminim ki, çok ilginç gerçekleri bilim adamı kimliğiyle açıklayacaktır.
Kaynak: Milliyet İnternet gazetesi