Submit Face book
Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 5/5 - 1 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

NE KADAR ÖZGÜRSÜNÜZ?


NE KADAR ÖZGÜRSÜNÜZ? konusu, KİŞİSEL GELİŞİM forumunda tartışılıyor.
#1
Ne Kadar Özgürsünüz?


Uyuyan Bir insan Örneği

Kendimizi bilmek için çaba harciyorsak özgürlük için de çaba harcamaliyiz. Kendini bilme ve daha ileri doğru kendini geliştirme görevi o kadar önemli ve ciddidir ve o kadar yoğun bir çaba ister ki bunu eski tarzda ve diğer işlerimizin arasinda yapmak olanaksizdir. Bu vazifeyi üstlenen biri bunu yaşaminda ilk siraya koymak zorundadirçünkü yaşam önemsiz şeylere harcanamayacak kadar kisadir. insanin bu araştirmasinda zamanini yararli bir şekilde harcamasini her türlü bağliliktan özgürleşmek dişinda ne sağlayabilir?

Özgürlük ve ciddiyet. Tabi burada çatik kaşlar, büzülmüş dudaklar, dikkatle yapilan hareketler ve dikkatle seçilen sözcükler yoluyla gösterilen bir ciddiyetten değil, bu araştirmada kararlilik ve devamlilik, yoğunluk ve tutarlilik getiren bir ciddiyetten söz ediyoruz, yani kişi dinlenirken bile asil vazifesine devam etmektedir.

Sorun kendisine; özgür müsünüz? Maddi anlamda güvencedeyse, yarini için endişelenmesine gerek yoksa, geçimi için bir başkasina ihtiyaci yoksa veya yaşam koşullarini kendisi belirleyebilecek durumdaysa pek çok kişi bu soruya "evet" diye yanit verme eğilimindedir. Fakat bu özgürlük müdür? Özgürlük sadece hayat standartlari (dişsal koşullar) meselesi midir?

Diyelim ki çok paraniz var. Lüks içinde yaşiyor, saygi ve itibar görüyorsunuz. iyi organize ettiğiniz işinizi yürüten insanlar sonderece dürüstler ve size bağlilar. Tek kelimeyle çok iyi bir hayatiniz var. Belki kendinizi tamamen özgür biri olarak görüyorsunuz, ne de olsa zamaniniz tamamen size ait. Sanattan çok iyi anliyor, bir fincan kahve içimi süresinde dünya sorunlarini hallediyor, hatta gizli ruhsal güçlerin geliştirilmesiyle bile ilgileniyorsunuz. Ruhun sorunlari size yabanci değil ve felsefi fikirler konusunda son derece bilgilisiniz.
Eğitimli ve çok okuyan birisiniz. Bazi konularda derin bilgiye sahip olduğunuzdan, zeki biri olarak taninan bir insansiniz çünkü her türlü
uğraş içinde yolunuzu kolayca buluyorsunuz; siz kültürlü insanin bir örneğisiniz. Kisacasi gipta edilecek birisiniz.

Sabahleyin kötü bir rüyanin etkisi altinda uyaniyorsunuz. Bu hafifçe sikintili ruh hali biraz sonra kayboluyor fakat bir halsizlik ve hareketlerinizde belirsizlik tarzinda üzerinizde izini birakiyor. Saçinizi taramak için aynaya gidiyor ve kazayla tarağinizi yere düşürüyorsunuz. Onu yerden aliyor ve tozunu alirken tekrar düşürüyorsunuz. Bu kez sabirsiz bir şekilde tekrar yerden aliyorsunuz
ve bu yüzden de üçüncü kez düşürüyorsunuz. Havada yakalamaya çalişiyorsunuz fakat bu kez de aynaya çarpiyor. Tutmak için hamle
yapiyorsunuz. şangir!... O çok gurur duyduğunuz antika aynanizda yildiz biçimli çatlaklar oluşuveriyor. Lanet olsun!... Hoşnutsuzluk
kayitlari çalişmaya başliyor. Sinirinizi başka birinden çikartmalisiniz. Hizmetçinizin gazeteyi sabah kahvenizin yanina koymayi unuttuğunu fark ediyorsunuz, sabriniz taşiyor ve evdeki bu lanet adama artik daha fazla dayanamayacağiniza karar veriyorsunuz.

hurriyet-ozgurluk.jpg

Sonra dişari çikma vaktiniz geliyor. Havanin güzel olmasi, gideceğiniz yolun da uzak olmamasindan yararlanarak arabaniz sizi arkadan takip ederken yürümeye karar veriyorsunuz. Parlak güneş sizi biraz yumuşatiyor. Kaldirimda bilinçsiz bir şekilde yatan bir adamin çevresinde toplanmiş olan kalabalik dikkatinizi çekiyor. Seyredenlerin de yardimiyla adam bir taksiye konulup hastaneye götürülüyor. Sürücünün yüzünün o andaki halinin size ne kadar aşina geldiğini, sizde bazi çağrişimlar uyandirdiğini ve size geçen yil yaptiğiniz kazayi hatirlattiğini fark ediyorsunuz. Neşeli bir doğum günü partisinden eve dönüyordunuz. Pasta ne kadar da lezzetliydi!... şu
sizin sabah gazetenizi unutan hizmetçi de kahvaltinizi mahvetti doğrusu!... Niçin bunu şimdi telafi etmeyesiniz? Ne de olsa kahve ve
kek son derece önemlidir. işte bazen arkadaşlarinizla gittiğiniz ünlü kafe. Peki ama niye şu kaza akliniza geliverdi? Sabahki tatsizliği neredeyse tamamen unutmuştunuz. şimdi kekiniz ve kahveniz gerçekten size lezzetli geliyor mu?

Yan masadaki iki bayani görüyorsunuz. Ne kadar çekici bir sarişin! Size bir göz atip arkadaşina fisildiyor, "işte hoşlandiğim türde bir erkek..." Tabi ki bu dertlerinizin hiçbiri de zaman harcamaya ve kendinizi üzmeye değmez. Sarişin bayanla karşilaştiğinizda ruh halinizin nasil değiştiğini ve orada olduğunuz sürece nasil ayni şekilde kaldiğini fark ettiniz mi? Neşeli bir melodi mirildanarak eve dönüyorsunuz ve kirik ayna sizde sadece bir gülümseme uyandiriyor. Ama sabahleyin yapmak üzere çiktiğiniz iş ne oldu? Bunu daha yeni hatirliyorsunuz. Ne aptallik! Yine de hiç sorun değil. Telefon edebilirsiniz. Ahizeyi kaldiriyorsunuz ve operatör size yanliş numara veriyor. Tekrar ariyorsunuz, yine ayni numara. Adamin biri sert bir şekilde sizi uyariyor, bunun sizin hataniz olmadiğini söylüyorsunuz, kisa bir tartişma oluyor ve siz bir aptal ve ahmak olduğunuzu öğrenerek şaşiriyorsunuz ve eğer bir daha arayacak olursaniz!... Ayağinizin altindaki buruşmuş hali sizi rahatsiz ediyor ve size gelen bir mektubu getiren hizmetçinizi azarlayan sesizini duyuyorsunuz. Mektup saygi duyduğunuz ve fikirlerine değer verdiğiniz bir adamdan. Mektubun içeriği o kadar övücü ki siniriniz yavaş yavaş geçiyor ve yerini bu övgülerin yol açtiği hoş bir mahçubiyet duygusu aliyor. Okumayi bitiriğniğizde artik son derece sevecen bir ruh hali içinde bulunuyorsunuz.

Özgür adamin bir gününü tasvir eden bu tabloya devam edebilirim isterseniz. Belki de abarttiğimi düşünüyorsunuz. Hayir, bu, hayattan
alinmiş gerçek bir senaryo. Bu, hem evindeki hem de dişaridaki yaşaminda iyi biri olarak bilinen bir adamin yaşamindan bir gündü, ayni akşam kendisi tarafindan da çağrişimsal düşünme ve hissetmenin canli bir örneği olarak tanimlanmiş olan bir gündü. Eğer diğer insanlar ve şeyler, bir adami kendi ruh halini, işini ve kendisini unutacak denli ele geçiriyorsa özgürlük bunun neresinde bana söyler misiniz? Bu kadar değişkenliğe (değişken ruh hali arasinda savrulan) maruz kalan bir insanda, kendisiyle ilgili araştirmasi yönünden (kendini bilmek yönünden) herhangi ciddi bir tavir kalabilir mi?

Artik şunu daha iyi anliyorsunuz ki insan mutlaka göründüğü gibi değildir; mesele hayat standartlariyla (dişsal koşullarla) ilgili olmayip kişinin içsel yapisiyla ve bu olgulara karşi takindiği tavirla ilgilidir. Fakat belki de bu sadece onun çağrişimlari için geçerlidir; yani konu onun "bildiği" şeylere gelince de durum farklidir.

Ama size sorarim, herhangi bir nedenle bilginizi birkaç yil boyunca pratik kullanima koyamiyorsaniz, geriye ne kadari kalir ki? Bu, zamanla kuruyup bularlaşan birtakim malzemeler biriktirmeye benzemez miydi? Boş bir sayfa benzetmesini hatirlayin ("insan boş bir sayfa olarak doğar, çevresel koşullar ve eğitimle bu sayfa doldurulur," demektedir Gurdjieff. Aristo'nun görüşü de böyledir. Fakat Platon ve Sokrates tersi görüştedir. Sokrates ve Platon'a göre insan her şeyi bilir ve yaşami boyunca da bunlari hatirlar. Bu nedenle Sokrates kendini ebe olarak görür. Kendisi ile sohbet eden kişilere sorular sorarak unuttuklari şeyleri hatirlatmaya çalişir). Aslinda yaşam akişimiz içinde her zaman bir şeyler öğreniyoruz ve bu öğrenmenin sonuçlarini "bilgi" olarak adlandiriyoruz. Ve bu bilgiye rağmen sizce sik sik cahil olduğumuzu, gerçek yaşamdan uzak olduğumuzu ve bu yüzden de ona kötü adapte olduğumuzu kanitlamiyor muyuz? Bizler yari eğitimliyiz veya daha çok, pek çok şey hakkinda biraz bilgisi olan "eğitimli" kişileriz, fakat bu bilgilerin tümü de belirsiz ve yetersiz. Aslinda bunlar sadece enformasyon. Bunlara bilgi diyemeyiz çünkü bilgi bir insanin elinden alinamayacak bir haktir; azi çoğu olamaz. Bir insan ancak o bilginin "kendisi" olduğunda "bilir". inançlariniza gelince; onlarin değiştiğini hiç gördünüz mü? Onlar da içimizdeki diğer her şey gibi dalgalanmaya maruz değiller mi? Bunlari inanç yerine fikir olarak adlandirmak daha kesin olmaz miydi, yani en az enformasyonlarimiz kadar ruh halimize de dayanan şeyler olarak? Belki de sadece belirli bir andaki özümseme durumumuza bağlidirlar.

Her biriniz daha çok, hiç de ilginç olmayan birer canli otomat örneğisiniz. Yaptiklarinizi yapabilmek ve yaşadiğiniz gibi yaşayabilmek için bir "can"a, hatta bir "ruh"a ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz. Fakat belki de mekanizmanizin zembereğini kurmak için sadece bir anahtara sahip olmak yeterlidir (ruha ve cana ihtiyaç olmayabilir). Günlük olarak aldiğiniz besin miktari sizi kurmaya yardim eder ve çağrişimlarin amaçsiz tuhafliklarini tekrar ve tekrar yeniler. Bu zeminde ayri ayri düşünceler seçilir ve siz de bunlari bir bütün halinde bağlantilandirmaya çalişarak sanki değerliymişler ve kendinize aitlermiş gibi davranirsiniz. Ayrica duygular, duyumsamalar, haller ve deneyimler de toplariz ve bütün bunlardan bir içsel hayat serabi yaratir, kendimizi şuurlu ve akil yürüten varliklar olarak adlandirir; Tanri, sonsuzluk, ebedi hayat ve diğer yüksek konularda konuşuruz; tahayyül edilebilen her şey hakkinda konuşur, yargilar, tartişir, tanimlar ve değerlendirir fakat kendimiz, kendi gerçek objektif değerimiz hakkinda konuşmayi ihmal ederiz çünkü eğer içimizde herhangi bir şey eksikse bunu elde edebileceğimiz noktasinda hiçbirimizin kuşkusu yoktur.

Söylemiş olduklarimda, insan dediğimiz varlik konusundaki kaosu netleştirmek yönünde küçük bir ölçüde bile başarili olabildiysem, bu varlikta nelerin eksik olduğu, bu haliyle nelere ulaşabileceği, temsil etmekte olduğu değere başka hangi değerleri katabileceği sorusuna kendiniz de yanit verebileceksiniz.

Hakikate ulaşmanin açlik ve susuzluğunu çeken insanlar olduğunu söylemiştim. Bu insanlar eğer yaşamin sorunlarini inceliyorlarsa ve kendilerine karşi samimiyseler, kisa süre sonra, bugüne kadar yaşadiklari gibi yaşamalarinin ve şu ana kadar olduklari gibi olmalarinin artik mümkün olmadiğini anlarlar; bu durumdan bir çikiş yolu bulmak esastir ve bir insan gizli kapasitelerini ve güçlerini ancak makinesini, yaşami süresince biriken kirden temizleyerek geliştirebilir. Fakat bu temizleme işini rasyonel bir şekilde yürütebilmek için neyin, nerede ve nasil temizlenmesi gerektiğini görmesi gerekir ama bunu tek başina görebilmesi neredeyse olanaksizdir. Görebilmesi için kişi dişaridan bakmalidir; ve bunun için de karşilikli yardimlaşma gerekir (ekol çalişmasi).

Özdeşleşmeyle ilgili verdiğim örneği hatirlarsaniz bir insanin, kendi ruh halleri, duygulari ve düşünceleriyle özdeşletiği zaman ne kadar kör olduğunu anlayacaksiniz. Fakat bizim şeylere olan bağimliliğimiz sadece ilk bakişta gözlenlenebilenlerle sinirli midir acaba? Bu şeyler o kadar belirgindir ki göze çarpmaktan kurtulamazlar. insanlarin karakterleri konusunda konuştuklarimizi hatirliyor musunuz? Kabaca iyi
ve kötü diye ayirmiştik. Bir insan kendisini bilmeye başladiğinda mekanikliğiyle -gelin buna otomatizma diyelim- ilgili olarak sürekli yeni alanlar keşfeder, yani iradesinin hiçbir güce sahip olmadiği alanlar. Buralari o kadar karmaşik ve zor göze çarpan alarlardir ki insanin, bilen birinin (üstadin) rehberliği olmaksizin buralarda yolunu bulmasi olanaksizdir. 

Kisacasi kendini bilme alaninda işler böyledir; yapabilmek için bilmeniz gerekir, fakat bilmek için de nasil bileceğinizi öğrenmelisiniz. işte bunu kendi başimiza öğrenemeyiz.

Kendini bilmenin yani sira araştirmanin başka bir yönü daha vardir: kendini geliştirme. şimdi bu konuya bir bakalim. Kendi başina birakilan bir insanin kendini nasil geliştirebileceği ve kendi içinde tam olarak ne geliştireceği konusunda küçük parmağini bile kipirtatmayacaği çok açiktir. Araştirma yapan insanlarla taniştikça onlarla konuştuktça ve konuya dair kitaplari okudukça yavaş yavaş kişi kendini geliştirmeyle ilgili sorularin bulunduğu alana çekilir........


Your Page Title
Ara
Cevapla


Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
  Karmik İlişkiler Nedir Ve Sonsuza Kadar Olabilir Mi? Emka 0 12,947 14-07-2018, Saat: 11:53
Son Yorum: Emka

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi