Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 962 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 962 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 285
|
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 374
|
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 799
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 721
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,600
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,971
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,213
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,350
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,596
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,881
|
|
|
Aphantasia-Zihin Körlüğü |
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 14:54 - Forum: Zihin
- Yorum Yok
|
 |
Gözlerinizi kapatın ve bir kumsalda yürüdüğünüzü, Güneş'in doğuşuna doğru ilerlediğinizi düşünün. Aklınıza gelen görüntü ne kadar net?
Birçok kişi zihinlerindeki görüntüyü hayallerinde canlandırabilir. Buna 'zihin gözü' (beyin gözü) denir.
Fakat bu yıl yapılan bir araştırmada bilim insanları, bazı kişilerin zihinlerindeki görüntüleri canlandıramadıklarını tespit etti. Uzmanlar bu yeni sağlık durumuna da 'aphantasia' olarak adlandırdı.
Zihin gözü 'kör' olanlardan biri de Lancaster'li Niel Kenmuir.
Çocukluğundan bu yana çevresindekilerden farklı olduğunu bildiğini söyleyen Niel, "Uyuyamadığım zaman üvey babam koyunları saymamı söylerdi ve bunun ne anlama geldiğini açıklardı. Denedim fakat yapamadım. Çitlerden atlayan koyunları göremedim, sayacak hiçbir şey yoktu" diyor.
Anılarımız genellikle görüntülerle eşleştirilir. Örneğin bir düğünü veya okuldaki ilk gününüzü aklınıza getirin.
Niel, belleğinin bir bakıma 'korkunç' olduğunu söylüyor fakat bazı verileri çok iyi hatırlıyor. Fakat aphantasia durumundan mustarip olanlar gibi o da yüzleri tanımakta güçlük yaşıyor.
'Hastalık değil'
Niel, aphantasia'yı "bir hastalık değil, hayatı farklı bir yoldan deneyim etme" olarak tanımlıyor.
İronik olan, Niel'in şimdi bir kitapçı da çalışıyor olması. Genelde kurgu olmayan kitapların bulunduğu raflarda duruyor.
Niel'a nişanlısını zihninde canlandırmaya çalıştığında ne gördüğünü soruyorum.
"Tarif etmesi en zor şey" diyor:
"Nişanlımı düşündüğümde bir görüntü oluşmuyor, fakat kesinlikle onu düşünüyorum. Bugün saçını arkadan topladığını ve siyah saçlı olduğunu biliyorum."
"Fakat gördüğüm imajı tarif etmiyorum, onun hakkındaki özellikleri hatırlıyorum. En tuhafı da bu, belki de biraz hasret sebebi."
Niel görüntüleri zihninde canlandıramamayı çok dert etmiyor fakat bazıları bu durumdan oldukça rahatsız.
Araştırmaya katılanlardan biri, diğerlerinin zihinlerinde görüntüler oluştuğunu öğrendiğinde 'soyutlanma' ve 'yalnızlaşma' hissine kapılmaya başladığını söyledi.
Annesinin ölümünden sekiz yıl sonra onunla ilgili anılarını hatırlamamak onu 'delirtiyormuş'.
'Her 50 kişiden biri'
Diğer yandan Niel'in aksine çocuk kitapları illüstratörü Lauren Beard ise yazarları okuduğunda bütün görüntüleri doğrudan zihninde canlandırabiliyor.
"Çok sağlam bir hayal gücüm var, dünyayı yaratabilir ve eklemeler yaparak zihnimde giderek büyütebilirim, karakterleri geliştirebilirim. Görüntüleri hayal edememek nasıl bir şey tahmin bile edemiyorum" diyor Lauren.
Lauren ve Niel birbirlerine zıt iki durumda.
Bilişsel ve Davranış Nörolojisi Profesörü Adam Zeman, bu iki farklı durumdaki, (aphantasia ve hyperphantasia) kişinin deneyimleri ve hayatları arasındaki farkları karşılaştırmak istiyor.
Exeter Üniversitesi'nde görevli Zeman, Cortex adlı dergide aphantasia durumuna ilişkin yeni bulguları paylaştı.
BBC'ye konuşan Zeman, "İnsanlar bana bu durumun tespit edilmesinden ve adlandırılmasından duydukları memnuniyeti ifade ediyorlar. Çünkü bu tuhaflığı yıllardır diğerlerine açıklamaya çalışıyor ve anlatmakta zorluk yaşıyorlardı" diyor.
Zeman, aphantasia için "kesinlikle bir rahatsızlık değil" diyor ve her 50 kişiden birinin bu durumda olabileceğini belirtiyor.
|
|
|
GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDEKİ SIR |
Yazar: Spiritüeller - 10-05-2017, Saat: 00:24 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
“En zor bulunan sır genellikle gözümüzün önünde durur. Onu görmek için ihtiyacınız olan kendinizi geliştirmektir.”
Simyacılar uzun yıllar altın yapmak için uğraşıp durmuşlardır. Ancak anlıyoruz ki yıllarca boş yere çaba göstermişler. Bilim insanları altın elementinin oluşması için gereken enerjinin ancak iki süper novanın çarpışması ile ortaya çıkabileceğini söylüyor. Enerji kaynağımız olan güneşimiz, Hidrojeni nükleer füzyon reaksiyonları ile Helyuma çevirebiliyor. Süpernovaya dönüşmek için de kütlesi yetersiz. Yani güneş sistemimizde altın üretmenin bir yolu bulunmuyor.
Simyacılar pek çok keşif yapmış. Bunlardan birisi Sülfirik Asit. Diğer adı ile vitriol. Vitriol öylesine bir kelime değil. Bir kısaltma. Latince “visita interiora tellus rectifacando invenies occultum lapidem” cümlesinin baş harflerinden oluşan bir kelime. “Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı (felsefe taşı’nı) bulacaksın.” İlk başta bir simya işlevi tarifi gibi görünse de aslında o dönemin kişisel gelişim sembolizması denilebilir. Çünkü simyacıların altın konusundaki bitmez tükenmez gibi görülen çabalarının altında, felsefe üzerine de kafa yormuş olduklarını biliyoruz. Bu bağlamda, “her ne arıyorsan uzaklara değil, kendi içine bak, onun için her ne arıyorsan, orada bulacaksın aradığını” anlamındadır.
O dönemlerde bilgi o kadar değerlidir ki ona sahip olabilmek çok önemlidir. Simyacılar Altını üretmenin yolunu bulamamış olsalar da, kendilerini geliştirmenin ve felsefe ile benliklerini yüceltmenin yolunu bulmuşlardır. İşin tuhaf yanı, bu yolculuk bitmek bilmez. Hatta insanoğlu “gerçeği” nesiller boyu arayıp durur.
Aslında uygarlığın gelişmesi de nesiller boyu edinilen bilginin üst üste konulması ve aktarılması ile mümkün olmuştur. En azından, artık kıtalar arası yolculuk yapmak için gemi ya da uçak icat etmemiz gerekmiyor. Bizden önce bunu yapmış olan insanların mirasları sayesinde bir bilet almak yetiyor. Hani klişe bir laf vardır “bilgi paylaşa, paylaşa büyür” diye. Son derece doğrudur. Sorun, günümüzde bu bilgi mirasının kolayca ulaşılabilir olmasına karşın, tüm insanlığın halen bu bilgiye erişmesi ve ondan yararlanabilmesi, üzerine yeni bilgiler eklemesi için engellerin bulunmasındadır.
Eğitim, bu bilgiyi nerede bulabileceğimizi, onu nasıl kullanabileceğimizi ve bilginin doğruluğunu sorgulamayı öğretmelidir. Bilgiyi geliştirmenin ve gerçeği bulmanın önünde duran dogmalar ancak bu şekilde engel olmaktan çıkabilecektir.
Cehalet sizin bir kalıba girip, orada mutlu (?) yaşamanızı sağlayabilir. Ancak, uygarlığın bilgi birikiminden uzaklaşmak, bizi sadece vahşi hayvanların seviyesine geriletir.
Kendini tanımak için bilgi birikimi önemli ve gereklidir, ancak yeterli değildir. Hatta Vitriol’ün ifade ettiği gibi “içinize bakmak” da aradığınızı bulmanıza yetmeyebilir. Aradığınız, orada olmalıdır. Ya da ne aradığınızı bilmeniz lazımdır. Ne aradığını bilmeden, onu bulduğunuzda aradığınızın o olduğunu nasıl farkına varabilirsiniz?
Gerçeği arayın ve bunun için gerekli donanımları da hayatınız boyunca edinin. Belki, bir gün onu bulamasanız bile bıraktığınız yerden meşaleyi devralan bir başka insan onu bulabilir.
|
|
|
KIRMIZI İPİN GİZEMİ |
Yazar: Spiritüeller - 10-05-2017, Saat: 00:18 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
 |
Adem Aleyhisselam-Adam Ha-Rişon’un yaratılışını 5775’üncü kez idrak ettiğimiz şu günlerde Kırmızı İp konusunu biraz olsun irdelemek istiyorum.
1990 yılından bugüne kadar çok yaygın bir şekilde ülkemizde de adet ve moda haline gelmiştir. İlk zamanlarda Amerika Birleşik Devletlerinde, Madonna, Michael Jackson, Rossie O’Donnell, Ashton Kutcher, Demi Moore, Paris ve Nicky Hilton, Gwyneth Paltrow(iç), Lindsay Lohan, Nicole Richie, Charlize Theron, Mariah Carey, Kylie Minogue, Naomi Campbell, Britney Spears, Goldie Hawn, Kurt Russell, David ve Victoria Beckham, Avril Lavigne, Zac Efron gibi ünlülerin taktıkları Kırmızı İp neden kırmızıdır? Anlamı nedir? Kökenleri nereye dayanır?
Kırmızı İp’in kökenleri Musevi Sufizmi diye de adlandırılabilecek Kabala öğretisine dayanmaktadır. Kabala kelimesi anlam itibariyle kabul etmek ve kabullenmek manasına gelir.
Kırmızı İp’in kötü gözden (İbranice-Ayin Ara) koruduğuna inanılır. Bir çeşit tılsım özelliği taşımaktadır. Avrupa Musevilerinin genel olarak kullandığı lisan olan Yidiş (Musevi-Almancası) “royte biyndele” denir. Binlerce yıllık Musevi Sözlü Külliyatına göre Hz Yakub, eşi Rahil ve onun Beytüllahim (BethLehem)’de bulunan kabri ile ilişkilendirilir.
Kabala Öğretisine göre Kırmızı çok büyük öneme sahiptir. Kırmızı kendi bünyesinde kan-toprak ve insan üçlemesini barındırır. Tüm bu kelimelerin İbranice kökeni Kırmızı-Adom, Toprak-Adama, İnsan-Adam, Kan-Dam’dır. Bu trioloji Tanrı ile insanın tek vücud olduklarını simgeler. Kan aynı zamanda Hz. Süleyman’nın Mabedinde icra edilen Kurbanları ve Adak Kurbanları simgeler. Müminler Mısır’ın ilk doğanlarını öldüren beladan kurtulmak için kurban kesip kanlarını kapılarının üst kısımlarına sürmüşlerdi.
Rahil ve Hz.Yakup’un birbirine olan muazzam sevgisi ve Allaha olan kuvvetli imanlarının hikayesidir. Hz.Yakup abisiyle aralarında olan anlaşmazlıktan dolayı, annesi Hz.İshak’ın eşi Refika’nın yardımıyla dayısı Lavan’nın yanına Harran’a kaçar. Lavan’nın yıllarca türlü hilelerine kurban olurlar. En sonunda Rahil ile birbirlerine kavuşurlar. Çok uzun bir süre Hz.Yakub’un diğer eşi ona evlatlar vermesine rağmen Rahil Anamız, Hz. Yakup’a evlat veremez. Tanrıya olan kuvvetli imanı sayesinde çocukları olur. Hz. Yakup’un soyu asıl itibariyle ondan devam eder. Bu Kırmızı İpler, Beytüllahimdeki Rahil Anamızın Kabri etrafına sarılmıştır. Rahil’in imanı, iyi kalpliliği ve alçak gönüllüğünün bu ipleri takanlara geçtiğine inanılır.
Binlerce yıllık külliyata göre Kırmızı İp sola 7 düğüm atılarak bağlanırken bağlayan kişi Aşer Yatsar duasını okumalı, bağlanılan kişide bir dilekte bulunmalıdır.
Kırmızı İpin sol kola yedi defa düğümlenerek bağlanması, haftanın yedinci günü olan Şabat gününü, dünyanın yedi günde yaratılmasını, Hz.Süleyman’ın Kudüs’teki Yedi Kollu Şamdanını, sol tarafa bağlanması ise kalbe daha yakın taraf olmasını temsil eder.
|
|
|
İNSAN BAŞLANGIÇTA TANRI'DAN KOPUK DEĞİLDİR |
Yazar: Spiritüeller - 10-05-2017, Saat: 00:11 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
İnsan aslında başlangıçta, Tanrı’dan, ve bütünün diğer parçalarından kopuk değildir.
Doğumda açık olan bıngıldak, ilk altı ay boyunca, ruhun sistemle bağlantısının devamını sağlar.
Bebekler meleklere gülümser, ve melek gibi gülümserler.
Sonra bıngıldak ve taç çakra kapanmaya başlar.
Ve bebek, insan olmayı ve dolayısıyla, istekleri için rol yapmayı öğrenir.
Ve biz, o, aslında parçası olduğu evrenden kopup, aslında gurbette olduğu dünyada, dünyalı ve insan olmayı öğrendiği için seviniriz.
Çünkü biz de dünyalı olmayı evrene ait olmaktan daha önemli ve değerli zannediyoruz.
Taç çakra, başınızın en üst noktasında.
Sembolizması çok önemli.
Başınızın tepesini kapatan her şey, sizin, evren, Tanrı, ya da varoluş konularında vaaz edilenle yetindiğinizi anlatır.
Takke, kippa, ya da herhangi bir ritüelik şapka, başörtüsü, askeri şapkalar ve miğferler, Papa dahil dini kavuklar, taçlar, hep, “ben öğretilenden mutluyum, ve daha fazlasını aramıyorum, yetiniyorum ve uyumluyum” demektir.
Ama diğer taraftan, taç çakrayı sembolik olarak açan sembolik adımlar da vardır.
Yalın ayak, “başı kabak” dervişlerden Shaolin rahiplerine, Samurai’lerden, Cizvit’lere, başta Musevilik, mevcut tek tanrılı dinlerin mezheplerine kadar, bir çok yol, başı traş ederek taç çakrayı sembolik olarak açarlar.
Hz. İsa ve havarilerini de, kadim öğretileri de düşünün.
Atatürk’ün şapka devrimi de bu anlamda okunmalıdır.
Ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, şapka kullanımının azalmasıyla, evrensellik eğiliminin, doğu bilgeliğinin uygarlığımızı çok daha fazla etkilemesi de tesadüf değildir.
Sembolik ve ritüelik değişimler elbette önemlidir, ve anlamlıdır.
Ama evrensel olacaksak, yetmez.
Taç çakra, ancak ondan önceki altı adım ve çakra, sağlam ve birer birer geçilirse açılır.
Libidonuzla barışmak, yaratmak ve üretmek, toplum ve bireylerle denge kurmak, kendinizi sevmek, özün ve sözün bir olması, metafiziğe izin vermek ve açılmak…
Bunlar olunca zaten bir süre sonra evrenle ve bütünle bağlantı kurarsınız.
Kapanan bıngıldak, anlamsızlaşır.
Meleklere ve melek gibi gülümsersiniz.
Ama isteyenler traş etmeye devam etsin, gerekli değilse de, faydalı...
|
|
|
9:EVRENSEL BİR SEMBOL |
Yazar: Spiritüeller - 10-05-2017, Saat: 00:04 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Bazı kadim kültürlerde 8+1=9 formülü bulunur (aynı zamanda 9’un karesi olan 81de 8+1’dir). Burada 1, her zaman olduğu gibi bir’dir, merkez’dir yani. Merkezin çevresindeki 8 ise 4 ana yön ile 4 ara yönü gösterir.
Yani merkezin çevresine sıralanmış tüm yönlerdir ki bu da bir tamlanma, bütünleşmeyi, tüm yönleri kapsamayı, tek olmayı gösterir. …
Dokuz tek haneli sayıların en büyüğüdür, başka bir deyişle, bir basamaklı sayıların sonuncusudur. Ancak her sonun olduğu yerde başlangıcın da olacağı bilgisini verir ve dolayısıyla başka bir devreye geçişin habercisidir.
Dokuzun böyle bir bilgiyi taşımasındaki neden kendi içinden doğan ve kendini sürekli üretebilen bir sayı olmasından kaynaklanır.
Evrensel bir sembol olan dokuz, kadim gelenekte ölümü, ölümden geçerek yeniden doğuşu, dolayısıyla ölümsüzlüğü ve tamam olmayı temsileder. Bu nedenledir ki, daire hep dokuzdur.
|
|
|
Dünyanın En İlginç Yapılarından Olan Mersin'in Gizem Dolu Adam Kayaları |
Yazar: Spiritüeller - 09-05-2017, Saat: 21:21 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Mersin, Şeytan Deresi Vadisi'nde kafanızı kaldırıp vadinin sarp yamaçlarına bakın. Ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmeyen bu kabartmalar hem yerli hem de yabancı turistin ilgisini çekiyor.
İşte bu gizemli ve eşsiz kabartmaların hikayesi...
Mersin'de, Silifke ile Erdemli ilçeleri arasındaki sarp yamaçlara baktığınız zaman, sizi çok şaşırtacak bir görüntüyle karşılaşabilirsiniz.
Vadinin yamaçlarına oyularak yapılmış bu kabartmalar gören herkesin dikkatini çekiyor. Hikaye ise çok eski zamanlara dayanıyor.
Milattan önce 3. yüzyılla milattan sonra 3. yüzyıl arası yapılmış olduğu tahmin edilen bu eşine zor rastların kabartmaların ismi Adam Kayalar.
Adam Kayalar, iki gruba ayrılmış şekilde bulunuyor. Birincisi, Şeytan Deresi Vadisinde kanyonun kayalarına oyulmuş olan kaya kabartmaları, ikinciyse, vadinin kuzeydoğusunda bulunan kale, burç ve yerleşim yerlerinden günümüze kalan kalıntılar.
Etrafındaki surlarla buradaki yerleşimin, sahilden iç bölgelere giden vadi yollarını kontrol etmek için yapıldığı anlaşılıyor.
Helenistik Dönemde de aynı bölgede çok fazla kalenin var olduğu ve bölgenin özellikle askeri olarak kullanıldığı düşünülüyor.
Yaklaşık 250 yılda yapıldığı düşünülen Adam Kayalar, incelemeden sonra çerçevelerin altında bulunan yazılarda ölen rahiplerin isimlerinin yazılı olduğu anlaşılmış.
Bu isimlerden yola çıkarak yazıların milattan sonra 2. yüzyılda yazıldığı söyleniyor. Yapım aşaması 250 yıl olunca, kabartmalar arasındaki tarz farkları da göze çarpıyor.
Kabartmalar 9 çerçeve içerisinde 11 erkek, 4 kadın, iki çocuk, bir dağ keçisi ve Roma kartalı figürleri bulunduruyor.
Kabartmaların yapılış amacıysa bölgenin kutsallaştırılarak önemli kişilerin kabarmalarını yapıp onlara duyulan minneti göstermek.
Bir diğer tahminse, ölen kişilerin anısını yaşarmak için yakınları tarafından yaptırıldığı.
Defineciler, doğal koşullar ve çok uzun süre hiçbir önlem alınmamasından dolayı biraz tahrip olup bozulmalar yaşansa da bu kabartmalar hem yerli hem de yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.
Mersin'de bulunan Adam Kayalar'a gitmek için Silifke ve Erdemli karayolunu kullanabilirsiniz. Kızkalesi'nden Erdemli'ye doğru giderken Uzuncaburç tabelasını takip edin. Yolun hepsini arabayla gidemiyorsunuz. Gitmeye karar verirseniz ayağınıza rahat ayakkabılar giymeyi unutmayın.
|
|
|
Yapılan Son Çalışmalar Hobbit'lerin İnsanların Atası Olabileceğini Gösteriyor! |
Yazar: Spiritüeller - 09-05-2017, Saat: 21:08 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Daha önce Endonezya'ya ait bir adada kemiklerine rastlanan ve insan dışındaki hayvanlarla daha yakın akrabalığı bulunduğuna inanılan hobbitler, son çalışmalara göre zannettiğimizden çok daha yakın akrabalarımız olabilir!
Hobbitler bilindiği gibi J.R.R. Tolkien'in hayatımıza soktuğu kurgusal bir ırktır.
Tolkien'in kurgusal metninde Orta Dünya'da ikâmet eden küçük ve insansı bir ırk olarak tasvir edilen hobbitlerin artık bilimsel bir ismi var: Homo floresiensis!
Yeni çalışma, Avustralya Ulusal Üniversitesi tarafından yürütüldü.
Yapılan araştırmalarda, boyu bir metreden biraz daha uzun olan homo floresiensisin insanın bilinen ilk atası olan homo habilis ile zannedildiğinden çok daha fazla ortak noktasının bulunduğu tespit edildi. Üstelik elde edilen veriler, bu benzerliğin, insansı türlerin pek çok otorite tarafından kabul edilmiş atalarından olan homo erectusa olan benzerliğimizden bile daha fazla olduğunu gösteriyor.
Çalışma kapsamında araştırmacılar, dünyanın dört bir yanından insan kemikleri topladılar.
Pek çok farklı ülkede yapılan kazılarda eski ve yeni 100 kadar insan iskeleti elde eden bilim insanları, bugüne kadar konu üzerine yürütülmüş en kapsamlı çalışmayı da gerçekleştirmiş oldu. Kemikler üzerinde yapılan ayrıntılı analizler ve ulaşılan istatistikî sonuçlar, homo erectus ve homo floresiensisin iskelet yapılarının pek çok noktada, özellikle de çene ve leğen kemiği özelinde farklılık gösterdiğini ortaya koydu.
Çalışmayı yürüten isimlerden biri olan Dr. Debbie Argue, konu hakkında şunları söyledi:
"Bu çalışmayla birlikte uzun zamandır doğruluğu sorgulanmayan homo erectus ve homo floresiensis arasındaki yakın akrabalık ilişkisi boşa çıkmış oldu. Homo floresiensisin adalarda yaşayan Asyalı homo erectustan evrilmediğini kanıtlamış bulunuyoruz."
Peki tüm bunlar ne anlama geliyor?
Basitçe açıklamak gerekirse homo erectus, insansı maymunların evrim sürecinde yeni bir tür olarak görülmektedir ve hobbit olarak adlandırılan homo floresiensisin de uzun süre bu türden evrildiği düşünülmüştür. Tüm bu bilgiler de, hobbitlerin insanlarla yakın bir akrabalığının bulunmadığının düşünülmesine sebep olmuştur. Ancak yapılan yeni çalışma ile bu yerleşik inanış bozulmuştur.
Çalışma, bugüne kadar doğru olduğuna inanılan tarihsel sürece yeni bir açıklama getiriyor.
Geçtiğimiz günlerde "Journal of Human Evolution" dergisinde yayınlanan çalışma, hem homo habilis hem de homo floresiensis türünün Afrika'da yaşamış ortak bir atadan evrildiğini ve bu sebeple hobbitlerin (floresiensis) homo erectustan çok daha eski bir tür olduğunu sağlam kanıtlarla ortaya koymaktadır.
Kısacası evet, hobbitler bir bakıma gerçek ve bizim atamız olma olasılıkları çok yüksek.
Bu ihtimâl de, geçtiğimiz yıllarda Endonezya'nın Flores adasında rastlanan hobbit kemiklerinin tarihe bakış açımızı değiştirerek tekrar incelenmesi gerekliliğini doğuruyor. Bu türün ilk olarak nerede ortaya çıktığı ve adalara nereden ve nasıl göç ettiği gibi konular yakın gelecekte araştırılacak ve minik atalarımızın gizemi umuyoruz ki ilerleyen zamanlarda bütünüyle açığa kavuşturulmuş olacak...
|
|
|
Doğum Günü Pastalarına Neden Mum Dikilir Biliyor musunuz? |
Yazar: Spiritüeller - 09-05-2017, Saat: 20:54 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
 |
Doğum günlerinin en vazgeçilmezi nedir? Tabii ki de pastalar ve onların üzerinde tüten sevimli mumlar. Gerçek şu ki, doğum günü pastaları Antik Roma’dan bu yana varlar. Zaten birinin doğduğu kutlu günü güzel, lezzetli bir pastayla taçlandırmak da son derece mantıklı görünüyor.
Peki mum dikme olayı neyin nesi? Bunun kökeniyle ilgili birkaç teori mevcut.
Temel teori, pasta mumlarının bir Antik Yunan geleneği uzantısı olduğuna işaret ediyor.
Bu dönemde insanlar, tepesine mum dikilmiş pastalarla av tanrıçası Artemis tapınağını ziyaret ediyorlarlardı.
Yakılan mumların tıpkı ay ışığı gibi parladığı düşünülüyordu. Ay ışığı, Artemis ile oldukça ilintili bir semboldü.
Yine de başka açılardan da bakalım. Birçok eski kültür de, dumanın ölümlülerin dualarını yaratıcı katına taşıdığına inanır.
Yani ‘Bir dilek dile ve mumları üfle, böylece dileğin kabul olacak’ zinciri de buradan gelmiş olabilir.
Mumlarla ilgili bir başka inanış da kaynağını Almanlarda bulmuş görünüyor. 1746’da Kont Ludwig von Zinzindorf, haşmetli bir partiyle doğum gününü kutlamıştı...
Bu partide, üzeri mumlarla süslenmiş devasa bir pasta vardı. Şöyle tasvir edilmiş: “Herhangi bir fırının pişirebileceği büyüklükte bir pasta, üzerinde kişinin dünyada geçirdiği yıl kadar delik olan. Her delikte bir mum tüter, bir tane de tam pastanın ortasında.“
Pastanın tam ortasında kalan bu artık mum ise “yaşam ışığını” temsil ederdi.
Almanlar aynı zamanda Kinderfest’lerinde pastalı mumlu kutlamalarını yaparlardı. 1700’lerden bu yana çocuklara özel kutlanan bir festival bu.
Ne kadar farklı olursa olsun, ortak bir miras üzerine bina edilmiş batı medeniyetlerine ait bir gelenek olduğu ise kesin.
Bu sebeple tam olarak mum dikmeyi kime borçlu olduğumuzu bulmamız zor. Yine de birkaç soru işareti giderilmiştir diye düşünüyoruz.
|
|
|
İnsanlık 13,000 Yıl Önce Yok Oldu ve Bir Sonraki 2030 Yılında! |
Yazar: Spiritüeller - 09-05-2017, Saat: 20:12 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
 |
İskoç arkeolog Graham Hancock, son yirmi yıldır yürüttüğü akıl almaz çalışmalarla ilgi gören, her kitabı çok satanlar raflarında yerini alan bir isim. Onun son iddiası ise epey ilginç ve hem tarihe hem de geleceğimize bakışımızı kökten değiştirebilecek güce sahip...
Hancock, günümüzden 13,000 yıl önce gerçekleşen bir felaketin medeniyetin sonunu getirdiğine inanıyor.
Ve ona göre bu tarihten önce insanlık bugün olduğu gibi son derece gelişmiş bir durumdaydı. Üstelik Hancock, bu tarihi gerçeğe dair hikayelerin İncil'de ve çeşitli mitlerde yer aldığını ifade ediyor ve dünyamızda bu felakete ve öncesindeki gelişmiş medeniyetimize işaret eden kanıtlar bulunduğunu söylüyor.
Bu ilginç iddia, Hancock'ın son kitabı "Tanrıların Büyücüleri"nde uzun uzun anlatılıyor.
Burada geçen ifadelere göre dünyamız, 13,000 yıl önce gerçekleşen buz devri ile popülasyonunun büyük bir kısmını kaybetmiş ve ardından gezegene çarpan bir kuyruklu yıldız da akıl almaz büyüklükte depremlere ve tsunamilere sebep olmuş.
Kitapta sunulan kanıtlardan en önemlisi, ülkemizde bulunan bir yapıya işaret ediyor.
Şanlıurfa'da yapılan kazılar neticesinde ulaşılan ve dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğunu barındıran Göbeklitepe'yi örnek gösteren Hancock, bu yapının pek meşhur Stonehenge'in iki katı yaşında olduğunu ve büyük bir mimarlık ve mühendislik becerisi gerektirdiğini vurguluyor. Buradaki taşların üzerinde bulunan astronomiye dair oymalar ve yazıtlar bir yandan hikayeler anlatıyor, bir yandan da o dönemin gökbilimcilerine yol gösteren bilgiler içeriyor.
Daha da ilginci ise, bu hikayelerden birinde gezegene çarpan bir kuyruklu yıldızın konu edilmesi.
Elde ettiği tüm bu kanıtlar ışığında iddialarını kuvvetlendiren Hancock, bilim dünyasından pek çok ismin alaylı ifadelerine maruz kaldı. Pek çok bilim insanı, onun halüsinojen uyuşturucuları entelektüel uyarıcılar olarak görmesiyle dalga geçti ve araştırmaları yalnızca meraklı bir hippinin boşuna çabaları olarak görüldü.
Ancak geçtiğimiz hafta Edinburgh Üniversitesi arkeologları tarafından yayımlanan bir makale, Hancock'ın pek çok konuda haklı olabileceğini ortaya koydu.
Görünen o ki Hancock son yirmi senedir boş bir uğraşın peşinde sürüklenmiyor, gerçekten de tarihe bakış açımızı değiştirebilecek bilgilerin ardından gidiyordu. Üstelik Göbeklitepe'deki taşların üzerinde gerçekten de bir kuyruklu yıldızın M.Ö. 10,950 yılında dünyaya çarpışına dair hikayeler anlatılıyordu.
Üstelik Hancock'ın teorilerini çürütebilecek herhangi bir kanıt da henüz bulunabilmiş değil...
Bilim insanları, M.Ö. 11,000 yılı civarında dünyamızdaki son buzul çağının sona ermeye başladığı sırada çok büyük bir felaketin yaşandığı ve bunun âni bir iklim değişikliği yarattığı konusunda hemfikir. Ancak bunun öncesinde ya da sonrasında dünyamızda neler olduğu kesin olarak bilinmiyor; yalnızca ortaya bir takım teoriler atılabiliyor. Hancock ise tam bu noktada odağımızı 200 antik mite çeviriyor ve kutuplardan ekvatora kadar pek çok farklı noktada yaşamış farklı toplumların, hepsinin de mitlerinde gelişmiş bir medeniyetin sel ve yangınlarla ortadan kalkışından söz edildiğini vurguluyor.
Ancak tüm bunlar, yine de Hancock'ın iddialarını bilimsel olarak kanıtlamak için yeterli değil...
Çünkü tüm bu çalışmalar hâlâ birer varsayımdan ibaret ve Hancock'ın söylemleri geçmişimiz ve geleceğimiz hakkında çok büyük iddialar sunduğu için belirsizliğini koruyor. Bu iddiaların kanıtlanması içinse önümüzdeki dönemde daha fazla bilim insanının Hancock'a katılması ve konu üzerine daha detaylı çalışmaların yürütülmesi gerekiyor...
|
|
|
CERN'DEN ŞOK BULGU - ASLINDA EVREN YOK |
Yazar: Spiritüeller - 09-05-2017, Saat: 19:48 - Forum: EVREN VE BİLİM
- Yorum Yok
|
 |
Kainatın sırlarına ışık tutacak 10 milyar dolarlık CERN araştırmasında elde edilen bulgular bilim adamlarını şaşırttı.
Dünyanın en büyük parçacık hızladırıcısında evrenin oluşmasına neden olan Tanrı parçacığı Higgs Bozonu'nu araştıran bilim adamları elde edilen verilerden yola çıkarak, "Aslında evren yok, en azından hiç olmamalıydı" görüşünde birleşti.
CERN'deki verileri değerlendiren Avustralyalı uzay bilimleri fizikçisi Dr. Alan Duffy, "Yeni keşfe göre Higgs Bozonu parçacıkları Büyük Patlama'nın hemen ardından söndü" dedi. Bunun teoride kabul edilemez bir tahmin olduğunu kaydeden uzmanlar "Higgs Bozonu hemen sönseydi kainat olmayacaktı yani ne dünya ne evren ne de insan olacaktı" açıklamasını yaptı.
Dünyanın en pahalı deneyinin verileri fizikteki her şey için geçerli olan denklem teorisine de ters. Bilim adamları yine de verilerde bir şeylerin eksik kalmış olabileceği ihtimalini de gözardı etmiyor.
|
|
|
|