Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1377 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 1377 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 256
|
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 365
|
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 793
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 713
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,566
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,951
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,172
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,336
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,586
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,866
|
|
|
CEHENNEM GEZEGENİ |
Yazar: Spiritüeller - 24-12-2016, Saat: 22:57 - Forum: GEZEGENLER
- Yorum Yok
|
 |
Yüzeyi 1000 Santigrat derece sıcaklık olan yeni bir gezegen bulundu.
NASA’nın Spitzer Uzay Teleskopu’nu kullanan bilim insanları, Neptün büyüklüğündeki GJ 436b gezegenini incelerken, hiç beklemedikleri bir keşif yaptı.
Dünya’ya oldukça yakın olduğu ve Mars’ın ardından Dünya’ya en yakın ve daha küçük ikinci gezegen olma özelliği taşıdığı belirtildi.
Central Florida Üniversitesi (UFC) araştırmacılarının keşfettiği gezegene, UCF-1.01 adı verildi. GJ 436b ve UCF-1.01’nin bir yıldızn yörüngesinde bulunduğu ve aynı yıldız sisteminde başka gezegenler olabileceği ifade edildi.
Lav gezegenin keşfedildiği araştırma ekibinin başında yer alan Chicago Üniversitesi’nden Kevin Stevenson, “Mars’tan daha büyük ve Dünya’dan küçük bir gezegen bulduk. Ve kozmik ölçekte bakılırsa, hemen köşemizde duruyor” dedi. Stevenson, , UCF-1.01’in, “bir başka gezegenin önünden geçmekte olduğunu düşündüklerini, bu yüzden komşularının da bulunabileceğini” söyledi.
“KARŞIMIZA ÇIKIVERDİ”
Gök bilimciler için büyük gezegenleri keşfetmek küçüklere kıyasla çok daha kolay. Ancak büyük gezegenlerin birçoğunun kayalık yüzey ve Dünya benzeri atmosfere sahip olmayan gaz devleri olduğu için, gök bilimciler yaşamın oluşabileceği daha küçük gezegenleri keşfetmeye odaklanıyor.
NASA’nın Kepler gözlemevi, Güneş benzeri yıldızlar etrafında Dünya benzeri gezegenler arıyor. Kızıl ötesi detektörlerini kullanan Kepler, son üç yıl içinde üç binden fazla gezegen buldu, onlarcasının varlığını doğruladı. Kepler’in 100 ile 2 bin ışık yılı arasındaki mesafeleri gözlemliyor olması da, tespit ettiği gezegenlerin Dünya’mıza çok yakın olduğunu gösteriyor.
Stevenson’ın, “Bizim aradığımız gezegen bu değildi” dediği UCF-1.01, Dünya’nın yaklaşık çeyreği kadar, 8,400 km genişliğine sahip. Bir yılın sadece 1.4 gün olduğu belirtilen UCF-1.01’in, bu sebeple yıldızına son derece yakın bir konumda.
GİZLİ BİR ORTAĞI OLABİLİR
Stevenson, “UCF-1.01 ile yıldızını birbirinden ayıran mesafe, Ay ile Dünya arasındaki mesafenin sadece yedi katı (İki kozmik cisim arasındaki mesafe 356 ile 406 bin km arasında değişiyor). ABD’li gök bilimci, “Küçük gezegenin yüzeyindeki sıcaklığın 1000 Santigrat derece civarında olduğunu tahmin ediyoruz. Kısaca, yüzeyindeki kayaları bir lav okyanusuna çevirmeye yeter” dedi. ABD’li bilim insanı, “UCF-1.01’in henüz kütlesini bilmiiyoruz... Ancak orada olduğuna eminiz” ifadesini kullandı.
Gök bilimcikler UCF-1.01’in gizli bir partneri olduğunu düşünüyor. Böyle düşünmelerinin sebebi, daha büyük olan GJ 436b’nin yıldız sisteminde olduğu düşünülen diğer gezegenlerin yerçekimsel kuvvetlerinin etkisiyle “dikdörtgene” benzeyen bir yörüngeye sahip olması. Stevenson, UCF-1.02’in daha büyük olan komşusunun yörüngesini etkileyecek büyüklükte olmadığını belirtti ve “Bana kalırsa bir yerlerde UCF-1.02 gezegeni var” dedi.
|
|
|
AY'SIZ BİR DÜNYA NASIL OLURDU? |
Yazar: Spiritüeller - 24-12-2016, Saat: 22:53 - Forum: AY
- Yorum Yok
|
 |
Güneş sistemimiz oluşurken koşullar çok az farklı olsaydı, bizler için her şey değişik olabilirdi. Dünyanın madde dağılımı, büyüklüğü, enerjisi, dönme ekseni açısı, atmosfer ve mevsimler çok farklı olabilirdi. Dünyamızda hayat belki yine gerçekleşebilirdi ama farklı şekilde. Bu hali ile sanki her şey, en ince detayına kadar insan için özel olarak hazırlanmış gibidir.
Peki bu oluşum içinde Ay’ın görevi nedir? Nasıl oluştuğu ve Dünya’nın yörüngesine nasıl girdiği hala büyük bir sır olan Ay’ın bu mükemmel düzen içindeki yeri nedir? Yaşamın oluşmasına ne katkısı vardır? Ay olmasaydı ne olurdu?
Dünya’daki yaşam koşulları bakımından Ay’dan kaynaklanan hiçbir olumsuz etken yoktur. Yani Ay’ın varlığının hiç bir zararı yoktur. Ya yararı?
Ay’ın Dünya üzerindeki en büyük etkisi, çekim gücü nedeniyle onun kendi etrafındaki dönüş hızını yavaşlatıp, bildiğimiz günlük periyoduna getirmesidir. Ay’ın olmaması Dünya’nın dönüş hızının artmasına, yaklaşık 15 saatlik bir gün süresinin oluşmasına sebep olacak, günler kısalacak, canlılardaki biyolojik saat alt üst olacak, yaşam biçimleri ve yapılan farklılaşabilecek buna ayak uyduramayanlar yok olacak, fırtına, kasırga gibi atmosferik olaylar çok şiddetlenecekti.
Neyi değiştireceği bilinmez ama Ay’ın yokluğunda artık Ay ve Güneş tutulmaları da olmazdı. Dünya üzerindeki gel-git olaylarının yüzde 70'i Ay’dan, diğer yüzde 30'u ise Güneş ve gezegenlerden kaynaklandığı için Ay olmayınca, gel-git olayları da yüzde 70 azalırdı.
Denizlerdeki gel-git olayı en çok Kanada’da Fundy körfezinde meydana gelir. Bu sırada deniz 15,4 metre yükselir. Bu olay Manş sahillerinde 11,5 metre, Çanakkale Boğazı’nda 5-6 santimetre olup İstanbul Boğazı’nda pek hissedilmez. Ay’ın etkisiyle yalnız denizler değil karalar da hareketlenir. Kara parçalarında saptanan en büyük yükselme ise 50 santimetredir.
Astronomik gözlemlerde nasıl atmosferimiz iyi görüş almamıza mani teşkil ediyorsa Ay’ın ışığı da öyledir. Öyleyse Ay’ın olmaması bu konuda faydalı olacaktı. Dünya’nın yörünge hareketindeki Ay’dan kaynaklanan küçük salınım hareketleri yavaş yavaş ortadan kalkacak ama dünyanın dönme ekseni bundan pek etkilenmeyecekti.
Ay uzay boşluğunda başıboş gezen göktaşlarına karşı bir kalkan görevi yaptığından, yokluğunda Dünya yüzeyine daha fazla göktaşı düşebilecekti.
Ay olmayınca, etkinliklerini geceleri Ay ışığında sürdürebilen bir çok canlı türü de bunu yapamayacaklardı. Ay olmasaydı insanların dolunaydan etkilenmesi ve kurt adam hikayeleri de ortadan kalkacak ama en önemlisi romantik çiftlerin el ele tutuşup seyrettikleri, gökyüzündeki o muhteşem manzara olmayacaktı.
|
|
|
ENERJİMİZİ DÜŞÜREN İNSANLAR OLDUĞUNDA NE YAPMALIYIZ |
Yazar: Spiritüeller - 23-12-2016, Saat: 22:15 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
 |
Çevremizde, enerjimizi düşüren insanlar olduğunda ne yapmalıyız? Üstelik insanlara yardım etmeyi seven kişiliklere sahipsek bu durum daha da zorlaşmıyor mu? Karşımızda sürekli olarak kendi problemlerini bize anlatan bir arkadaşımız ya da yakınımız varken, ona sırt çevirmek onu yüzüstü bırakmak olmuyor mu? Peki ya yapılan konuşmalar sonrasında enerjimiz düşüyor ve kendimizi yorgun ve bitkin hissetmeye başlıyorsak o zaman ne yapmalıyız?
Enerjimiz, Yangında En Önce Kurtarılacak Şeydir
Enerjimizi yüksek tutmak, bizim hayattaki önceliğimiz olmalıdır. Çünkü ancak enerjimiz yüksek olduğunda hayata daha pozitif bakabilir, daha sağlıklı olabilir, daha iyi ilişkiler yaşayabilir, insanlara daha çok faydalı olabilir, daha iyi işler başarabilir, daha mutlu olabiliriz. Düşünsenize, enerjimiz düşük olduğu zamanlarda evden çıkmak, hatta yataktan bile kalkmak istemeyiz.
Benim bir dönem birlikte çalıştığım bir yaşam koçumun da bana söylediği gibi; “Herkes her şeyini koruyor, bir tek enerjisini korumuyor”. Bana göre de enerjimizi yüksek tutmak, bu hayattaki önceliğimiz olmalı.
Maskeyi Önce Kendimize, Sonra Arkadaşımıza Takmak
Peki madem önceliğimiz enerjimizi korumak, bir arkadaşımız bize gelip dertlerini anlattığında hiç mi dinlemeyeceğiz? Hiç mi destek olmayacağız?
Ben bu soruya şu örneği veriyorum; uçaklarda şöyle bir anons yapılır: “Herhangi bir acil durumda, oksijen maskesini önce kendinize, sonra çocuğunuza takın”. Yani, eğer siz öncelikle kendi enerjinizi yüksek tutmaktan sorumlusunuz. Sizin enerjiniz düşük olduğunda, bu durum ne sizin ne de arkadaşınızın işine yarar. Bu yüzden kendinizden vererek değil de sizden azalmayacak şekilde vermek en iyisi. Eğer arkadaşınızla yaptığınız konuşma sizden eksiltmiyor, enerjinizi azaltmıyorsa sorun yok. Ama enerjinizden gidiyorsa, o zaman bunu açıkça arkadaşınıza söyleyebilir, daha pozitif, sorun odaklı değil de çözüm odaklı konuşmalar yapmayı teklif edebilirsiniz.

Eğer önerileriniz de işe yaramıyorsa, enerjinizi yüksek tutmak mı yoksa arkadaşınızı hayatınızda tutmak mı sizin için daha önemli, buna siz karar vereceksiniz.
İdeal Arkadaş Modelimizi Belirlemek
Özel hayatımızda da iş hayatımızda da birlikte vakit geçirmekten hoşlandığımız insan modelinin farkında olmamız gerekir. Yani eğer biz baştan belirlersek nasıl insanlarla çalışmak isteyeceğimizi ya da nasıl özelliklere sahip arkadaşlarla olmak istediğimizi, enerjimizi emen insanlara karşı daha başlarda önlemimizi almış oluruz.
Enerjimizi düşüren insanlar kötüdür demiyorum tabiki. Sadece, benzer enerjilere sahip olmadığınız sürece, enerjinizi emecekler ve bunun size hiçbir bir faydası olmayacak.
Mesela ben, birlikte çalışacağım insanları seçerken, şu özelliklere sahip olmalarına önem veriyorum:
Benim dürüstlüğümden hoşlanırlar, söylediklerime değer verirler ve benim onlara verdiğim öneri ve yorumların tamamen sevgi ve şefkat kaynaklı olduğunu bilirler.
Birlikte yaptığımız çalışmalar boyunca işin eğlenceli yanını görebilirler.
Övgüde bulunmak, ve paylaşım konusunda oldukça cömertlerdir, diğer insanlara değer verirler.
Karşılıklı anlaşmamız gereği olan yükümlülüklerini zamanında ve severek yerine getirirler.
Açık, net ve dürüstlerdir. Birlikte yürüdüğümüz sürece, bana gerçek bir ortak gibi davranırlar, bir guru gibi değil.
Yaptığımız ortak çalışmalardan memnun kaldıklarında, çevrelerindeki kişilere de benimle çalışmalarını tavsiye ederler.
Görüşmelerimize zamanında başlama ve zamanında bitirme gibi detaylara özen gösterirler.
Birlikte çalıştığımız için memnuniyet ve coşku duyarlar.
Konuşulanları uygulama konusunda önemli ve sürekli eylem adımları atabilirler.
İyi bir espri anlayışları vardır
Benzer enerjilere sahip olduğum kişilerle çalıştığımda, birlikte çok daha kısa zamanda muhteşem işler başarabiliyoruz. Üstelik bunu yaparken enerjimiz arttığı için, oldukça da eğleniyoruz.
Hemen şimdi siz de, alın kağıdı kalemi elinize (ya da klavyeyi), birlikte vakit geçirmekten hoşlanacağınız, birbirinizin enerjisini emmek yerine yükselteceğiniz bir ilişkinin unsurlarını tek tek yazın. Bunu her türlü ilişkiniz için uygulayabilirsiniz.
|
|
|
ENERJİNİZİ VE IŞIGINIZI YÜKSELTMENİN 11 YOLU |
Yazar: Spiritüeller - 23-12-2016, Saat: 21:50 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
 |
Evrenin çekim yasası, vücudumuzun bir enerji alanı olduğunu ve etrafa yaydığımız enerjinin düşük olması halinde hayatımıza bu düşük enerjiyle bağdaşan insan ve olayları çektiğimizi vurgular. İçinde bulunduğumuz ortamları, kafamızda evirip çevirdiğimiz duygu ve düşüncülerle beslenen bu enerjiyi olabilecek en yüksek düzeyde tutmamız gerekiyor o yüzden. Tabii bu söylendiği kadar kolay olmuyor bazen. Bu konuda size yardımcı olacak bir liste sunmak istedim bugün:
1. Dikkatinizi başka bir konuya yöneltin. Etrafınızda sizi gülümsetecek, ufak da olsa mutluluk verecek bir şey bulup bir süre için tamamen ona odaklanın. Yüreğinize bir parça olsun ışık getirecek herhangi bir şey olabilir bu, çocuğunuzun saf ve neşeli gülümseyişi, son aldığınız hediye, çiçeğinizde yeni açan tomurcuklar, evinizde düzene koyup ferahlattığınız bir oda ya da köşe gibi.
2. Müzik belki de enerjiyi yükseltmenin en kolay yolu. Sevdiğiniz bir parçayı yüksek sesle dinleyin. Size bu şekilde “iyi gelen” CD’leri ayrı bir bölümde tutun ki zor günlerinizde haliniz yokken aramakla uğraşmayın.
3. Bereket enerjisi yüksek enerjilerden birisidir. Siz korku, endişe gibi düşük enerjilerde seyrederken hayatınızın bir parçası olamaz o yüzden. Bunun bilincinde olarak, zorlu zamanlarınızda kendinize odaklanmayı bırakın ve birisine güzel bir jest yaparak, ufak da olsa bir şey vererek verme ve paylaşma eyleminin sizde yaratacağı güzel duyguları yaşayın. Verdiğiniz zamanlar, sizde eksik olanlara odaklandığınız zamanlar değildir çünkü. Aksine “başkalarına da verebilecek kadar” bolluğa sahip olduğunuzu (bolluğu sadece para ile özdeşleştirmeyin) fark edersiniz, bu da “azlık” değil “çokluk, bereket” bilincini aktive edecektir. İstediklerinizi hayatınıza çekebilmeniz için çinde bulunmanız gereken enerji düzeyi bu.
4. Bir köşeye çekilip kendinizi dinleyeceğinize bol bol hareket edin, spor yapın, dans edin. Bu yolla beyniniz tarafından salgılanacak olan endorfin hormonu sayesinde frekansınız doğal olarak yükselecektir.
5. Pozitif olumlamalar yazın ve günde yüz defa ya da ne kadar yapabiliyorsanız o kadar tekrarlayın. “Huzurlu ve dinginim” “Bolluk içindeyim” gibi. Başlarda bunları söylerken inanarak söyleyemeseniz bile önemli değil. Beyninize yükleyeceğiniz doğru programlamaların ilerde ne gibi mucizeler yaratacağını siz de göreceksiniz. Ama bunu düzenli olarak her gün yapmanız önemli.
6. Meditasyon yaparak zihninize bir dur diyebilirseniz ne mutlu. O esnada beyninizin dalga boyu değiştiği için enerjiniz adeta yenilenecektir. Eğer meditasyon yapmayı bilmiyorsanız, sadece nefesinize odaklanmayı deneyin. Bir süre için sakinleşmek olsun amacınız ve derin derin, uzun nefesler alarak tüm dikkatinizi o ana verin. Bu şekilde nefes almanın sinir sistemine yarattığı etki büyük.. Sakinlik hissi yüksek enerji içerir, egonun yarattığı ikilem ve mutsuzluklara farklı bir perspektiften bakabilmenizi sağlar ve sizi rahatlatır.
7. Bu amaçla Yoga ve Reiki’den de faydalanabilirsiniz. Her ikisinin de titreşimi yükselten ve yaşam enerjisini çoğaltan gücü var.
8. Şikayet etmeyi ve dedikoduyu tamamen bırakın ya da en azından azaltın! Hakkında konuştuğunuz şeyler size istediklerinizi getirecek şeyler mi yoksa boş yere eleştiri, katı görüş, umutsuzluk içeren sözcüklerle mi “kirletiyorsunuz” enerjinizi?
9. Sevdiklerinizle kucaklaşın! Sarılmanın yarattığı etki mucizevi. Amerikan Psikosomatik Derneği tarafından yapılan bir araştırmanın bulguları 10 dakika süren pozitif bir fiziksel kontak sayesinde (ki kucaklaşma bunların en başında yer alıyor) vücutta stresin azaldığını ve ruhsal enerji seviyesinin yükseldiğini göstermiş.
10. Kendinize bir “hayal defteri” edinin. Şu anki enerjinizle yaratıp hayatınıza çektiğiniz her şeyi bir süre için bir kenara bırakın, ve bu deftere “nasıl olmasını istiyorsanız” o şekilde, sanki olmuş gibi tüm istediklerinizi bir bir yazın. Yazının yaratma gücü büyük ama düşüncelerinizi kalemle yazmanız gerekiyor. Çünkü klavyede yazmanın beyinde yarattığı etkileşim ve dolayısıyla da vücutta yarattığı duyguların bu etkiyi yaratmadığı biliniyor.
11. Bu defterin bir bölümüne de sahip olduğunuz için şükrettiğiniz her şeyin listesini yazın. Bunların sadece büyük şeyler olması gerekmiyor. Listeye her gün ekleyecek bir şeyler bulmaya çalışın. Siz farkına vardıkça ve yazdıkça şükredeceğiniz şeylerin giderek çoğaldığınız görerek şaşıracaksınız.
Sevgiyle kalın.
|
|
|
Dua, Havas ve Esmâ Okurken Dikkat Edilecek Hususlar |
Yazar: Emka - 23-12-2016, Saat: 20:59 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Duada elleri kaldırmak ve Allah-ü Teala'ya hamd etmek ve Resulullah (S.A.V.)'a salavat getirmek, sonra dileğini söylemek dua ederken göğe bakmamak, dua bitince ellerini yüzüne sürmek dua,nın edeplerindendir. Zira Resulullah (S.A.V.); “Allah-ü Teala'dan dileğinizi ellerinizin içiyle isteyiniz.” buyurmuştur.
Kurân-ı Kerîm ile Allah-ü Teala'ya sığınmak câizdir; zira Allah-ü Teala, Nahl suresi 98. ayetinde; “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah-ü Teala'ya sığınınız.” ve “İnsanların Rabbine sığınırım söyle” buyuruyor ve kendine sığınmayı emrediyor. Resulullah (S.A.V.), mübârek vücutlarından şikayetleri olsa veya bir şeyden incinseler üzerlerine Muavezeteyn'i yani Felak ve Nas sürelerini Kul Euzü'leri okuyup üflerlerdi.
Resulullah (S.A.V.); “Eûzü billâhil kerîm ve kelimâtihit-tâmmati min şerri mâ (k)halak” deyip. Allah-ü Teala'ya sığınırlardı. Bunun gibi Kurân-ı Kerîm ile Allah-ü Teala hazretlerinin Esma-i Hüsna'sı ile hasta olmuş ve nazar değmiş kimse üzerine okumak câizdir. Zira Allah-ü Teala Kurân-ı Kerîm'de şifâ ayetlerini bildiriyor ve Kurân-ı Kerîm'in mü'minler için şifa, rahmet ve bereket olduğunu beyân ediyor.
Resulullah (S.A.V.); “Şifa ediniz bazı seçkinleriniz müminler üzerine okuyup üfleyiniz. Zira kaderi geçecek bir şey olsa idi ancak göz ve kötü nazar geçerdi.” buyurdu.
Resulullah (S.A.V.), bu hadis-i şerifleri hazret-i Hasan ve Hüseyin hakkında buyrulmuştur.
Yalvararak ve sızlayarak dua etmek ibâdetlerin cümlesindendir. Peygamberimiz, buyurur ki: "Dua, ibâdetin özüdür." Bunu şunun için buyurmuştur: İbâdetten maksat kulluktur. Kulluk da, kulun kendi âcizlik ve zayıflığını, Allah'ın azametini düşünmekle olur. Duada bunların ikisi de vardır. Dua, ne kadar tazarruya yakın ise o kadar evlâ olur. Öyle ise duada sekiz edebe riâyet edilmelidir.
1:Kıymetli vakitlerde dua etmeye çalışmalıdır. Arefe günü, Ramazan ayı, cuma günü, seher vakti ve gece yarısı gibi.
2:Kıymetli halleri gözetmelidir. Muharipler, saf bağlayıp savaştıkları, yağmur yağdığı, farz namazların kılınacağı haller gibi. Zira hadiste gelmiştir ki: "Bu hallerde rahmet kapılan açık olur." Ve yine ezan ve kamet arasında; oruçlu olup iftar açarken; ve kalbinde incelik hissettiği hallerde. Zira kalpte hissedilen incelik, rahmet kapısının açık olduğuna delildir.
3:Dua ederken iki elini açmalı ve dua sonunda yüzüne sürmelidir. Zira hadiste gelmiştir ki: "Allah, kaldırılan eli boş çevirmekten kerimdir (yani boş çevirmez)." (Ebu Davud - Neseî) Peygamberimiz buyurur ki: "Dua eden, üç şeyden boş kalmaz; ya günahı afvolur, ya o anda ona bir-şey (hayır) verilir, ya da gelecekte ona birşey verilir."
4:Duada tereddüt etmemelidir. Belki yapılan duanın muhakkak kabul olacağı kanaatmda olmalıdır. Zira Peygamberimiz buyurur ki: "Yaptığınız duanın mutlaka kabul olacağına inanın." (Müslim - Buharî).
5:Duayı sızlayarak tazarru ve kalp huzuru ile yapmalıdır. Zira hadiste gelmiştir ki: "Gafil kalbin duası asla dinlenmez."
6:Duada ısrar edip tekrar tekrar etmelidir, devam etmeli, terk etmemeli ve "Ne kadar dua ettim, kabul olmadı" dememelidir. Zira duanın kabul zamanını ve hayırlısını Allah bilir. Duası kabul olunca, bu duayı okumalıdır: "İyi nimetlerini tamamlayan Allah'a hamd olsun." kabul geç olursa, "Her hal-ü kârda Allah'a hamd olsun." demelidir.
7:Önce teşbih edip ve sonra da salâvât getirmelidir. Peygamber Efendimiz duadan önce bu duayı okurdu: "Sübhane Rabbiye aliyyil alâl-vehhâb." (Ahmed, Hakim). Peygamberimiz buyurur ki: "Dua etmek isteyen, önce bana salâvat getirsin. Zira bu takdirde, sâlâvat sayesinde duası muhakkak kabul olur. Allah duanın bir miktarını kabul edip diğerini reddetmekten kerimdir." (Hâkim).
8:Tevbe edip her türlü zulümden zimmetini kurtarmalıdır ve kalbini tamamen Allah'a bağlamalıdır. Zira reddolunan duaların çoğu kalplerin gafletinden ve günahların zulmetindendir.
Ka'bû'l-Ahbar diyor ki:
Benî israil zamanında çetin bir kıtlık oldu. Musa ümmetiyle üç defa yağmur duasma çıktı. Kabul edilmedi. Bunun üzerine vahiy geldi ki:
"Ey Musa, sizin içinizde bir koğucu (söz taşıyan) vardır. O, sizin aranızda olduğu müddetçe duanız kabul olmaz." Musa:
"Allahım! O söz taşıyan kimdir? Onu aramızdan çıkaralım." Allah buyurdu ki:
"Ben koğuculuğu yasakladığım halde kendim nasıl yaparım." Bunun üzerine Musa o cemaata,
"Hepiniz koğuculuktan tevbe edin." dedi. Hepsi tevbe edince, Allah'ın emriyle yağmur yağmaya başladı.
Mâlik bin Dinar diyor ki:
Benî israil'de bir yıl şiddetli kıtlık oldu. Çok defa yağmur duasına çıkıp hacet dilediler. Kabul olmadı. Sonra o zamanın peygamberine vahiy geldi de, onlara bildirdi: "Bu pis bedeninizle, haramdan dolmuş karınla, haksız kanlara bulaşmış ellerle dışarı çıktınız. Böyle dışarı çıkmakla size gazabım arttı, benden uzaklaştınız, duanızın kabul olması nerde kaldı?...
Çeşitli makalelerden derlemedir.
|
|
|
ŞAMANLIK VE PARAPSİKOLOJİ |
Yazar: Spiritüeller - 22-12-2016, Saat: 17:11 - Forum: PARAPSİKOLOJİ GENEL
- Yorum Yok
|
 |
Yakın geçmişe kadar antropologlar ruhsal deneyim ve yeteneklerin inceledikleri kültürlerde bir rolü olup olmadığı hususunu göz önüne almazlardı. Bu eğilim yıllardan beri ihmale uğramış önemli bir konuydu. Bu gerçek en güzel şeklinde 1979 yılında David Read Barker tarafından yapılan bir çalışmayla sergilenmişti. Bir antropolog olan araştırmacı Antropoloji literatürünü bu açıdan baştan aşağı taramışsa da, çok az eserde ruhsal deneyim ve yetenekler konusuna değinildiğini görmüştür. Belirttiğine göre, Parapsikolojik eğilimleriyle tanınan ünlü Antropolog Margaret Mead bile çok az yerde ruhsal deneyim ve yeteneklerin kültürlerdeki (şu ya da bu tarzdaki) etkisine değinmiştir.
Antropolojinin kesin olarak ne zaman kültürlerdeki Parapsikolojik olaylarla ilgilendiğini bulup çıkarmak oldukça zor. Böyle bir eğilimin ilk belirgin örneğinin ortaya atılmasıyla ilgili olarak 1974’de yapılan Antropoloji ve Parapsikoloji Sempozyuma gösterilebilir. Bu sempozyum Mexico City’de Amerika Antropoloji Kurumu tarafından düzenlenen toplantıda yer almıştır. Görüşmeler bir sempozyumla sınırlı kalmadı, devam etti. Sonunda “Transpersonal Antropoloji Kurulu” diye bir alt komite oluşturuldu. Bu alt komitenin amacı Antropoloji ile Transpersonal Psikoloji ve Parapsikoloji ilişkilerini enine boyuna araştırmaktı. Bu alt komitenin hazırladığı rapor Parapsikoloji - Antropoloji ilişkileri konusuna güzel bir giriş oluşturuyordu. Aynı zamanda da bu çalışma Şamanizm’in ve Şamanik çalışmaların değişik bir açıdan ele alınması oluyordu.
Aslında Şaman sözcüğü başlı başına, antropologlar arasında uzun tartışmalara konu olagelmiştir. Bu konuda en çok yazmış isimlerden biri olan Mircea Eliade bile oldukça dar bir açıdan tanımlamıştır şamanı. Chicago Üniversitesi’ndeki otoritelerin tanımına göre Şamanizm ruhun bedenden salıverilmesi ve ekstaz halinin elde edilmesi merasimleridir (Eliade, 1964). İngiliz Sosyolog ve Antropolog olan I. M. Lewis, Eliade’yi bu tanımından dolayı şiddetle eleştirmiş ve Şamanizm’i, doğaüstü varlıklarla, yaşayan varlıklar arasındaki ilişkileri düzenleyen merasimler olarak tanımlamıştır (Lewis, 1971). Yukarıda aktardıklardım bu tür çalışmalar yapan herkes içindir.
Şamanik deneyim ve uygulama ne olursa olsun, onun bilimsel etüdünden hem Parapsikoloji hem de Antropoloji için çok şey çıkacaktır. Hiç değilse Şamanik uygulamalara giren bir kimse, şu ya da bu türden ruhsal yeteneklerini geliştirecektir. Bizim toplumumuzda medyom nasıl bir fonksiyona sahipse, teknolojik yönden gelişmemiş toplumlarda da Şamanlar aynı fonksiyonu sürdürmektedirler. Bulundukları topluluklarda kahin, fal açan, önceden gören - bilen, şifacı ve ölülerle yaşayanlar arasında aracı olarak etkinliklerine devam etmektedirler. Tıpkı ilk Parapsikologların 1890’larda yapmaya zorlandıkları gibi, Antropologlar da Şamanları bundan böyle bu fonksiyonlarını göz önüne alarak incelemek zorunda kalacaklardır. Onlar şimdiye kadar Şamanların bulundukları toplumdaki kültürel ve toplumsal rollerin üzerinde çok durmuşlar, fakat PSİ yönlerini hemen hiç ele almamışlardır.
Değişik kültürlerdeki Şamanların gerçekten ruhsal yeteneklere sahip olmaları biraz da verasetle ilgili bulunmaktadır. Bu veraset konusu dört gruba ayrılarak incelenebilir:
1.Her şeyden önce, şu bir gerçektir ki, pek çok kültürdeki Şamanlar, geleneksel olarak, paranormal güçlere sahiptir. Modern Parapsikolojide bunlara DDİ (Duyular Dışı İdrak) ve PK (Psikokinezi) denir.
2. Hatta bazı kültürlerde Şaman adayını testten geçirme adeti vardır. Genç Şamanın bir saygınlık kazanıp, otorite olarak kabul edilmesi için bu testi geçmesi şarttır. Böyle bir testte tamamen Şaman adayının ruhsal yeteneklerinin sınanması ve başarması söz konusudur.
3. Batılı etnograflar Şamanlarla mülakat yaptıklarında, çok güçlü bir tarzda ruhsal yeteneklerini kontrolleri altında tutabildiklerini görmüşlerdir.
4.Çok nadir durumlarda da tecrübeli Antropologlar, bu çok özel insanların ruhsal yetenekleriyle ilgili gösterilerini izleyebilmişlerdir.
Bu makalede okuyacaklarınız, Şamanizm’in ruhsal verasetine ışık tutacak otorite bilgileri vermek iddiasında değildir. Böyle bir araştırmanın hacmi çok daha büyük boyutlara varırdı. Fakat yeri geldikçe konunun bu yanına da değinilecektir.
Şamanik Gelenekler ve PSİ
Şamanizm’de Parapsikoloji alanına giren konuların en büyük bölümünü Şamanın tüm gösterilerini sergilediği geleneksel güçleri oluşturur. Halk arasında bu güçlerin gerçek ya da hayal ürünü olduğu konusunda yapılan tartışmalar karşısında nötr kalmış olan Eliade, 1964’de yayınladığı etüdüyle bu konuya büyük ışık tutmuştur. Eliade’nin belirlediğine göre benzer ruhsal gelenekler yaygın olarak değişik kültürlerde bulunmaktadır. Hatta bu benzerlikler Katolik Evliya Menkıbelerinde bile rastlanır. Toplumlar ve kültürler arası bu ruhsal geleneklerle ilgili benzerlikleri ileriki bölümlerde açıklayacağım. Şimdi dikkatimizi değişik kültürlere çevirelim ve onların Şamanik geleneklerinde “PSİ’nin rolünü anlamaya çalışalım.
Bunu, Şamanik geleneklerde önemli bir unsur olan “11” maddede toparlamış olacağız:
1. Ruhsal güçler, Güney Amerika’nın Araucanian Şamanları arasında önemli bir role sahiptir ki, onlar 1942’de Metraux tarafından incelenmişti. Yeni inisiye olmuş genç Şamanda aranan en önemli yetenek durugörü yeteneğidir. Çünkü bu yetenekle, karşısına gelen hastaların vücutlarının içini görmesi ve teşhislerde bulunması beklenir. Bu kültürde bir Şaman’ın en büyük dayanak noktası budur. Bütün gücüyle bu yeteneğinin açılması ve gelişmesi için dua eder ve sonunda da buna kavuşur.
2. Venezuela ve Orta Amerika’daki Cabirler incelendiğinde de, benzer geleneklere rastlanabilir. Buralardaki Şaman’lar geleneksel olarak kabile adamlarının içini dışını bilme yeteneğine sahiptirler. Bu bilgiye ölülerinin akıbeti de dahildir. (Andres1939) Bu çok benzer yeteneklerin Roma Katolik kilisesi Evliya Menkıbeleri literatüründe de bulunduğu ilginç değil midir? Onların mistik ve ermiş kişileri karşısındakilerin ruhuna kadar nüfuz edecek yetenekteydi. Bu bakımdan belki de Cabirler’in Şamanik gelenekleri dinsel geleneklerin geniş alanı içinde Şamanik uygulamaların gelişmesine yol açmıştır.
3. Rusya’daki (Kazakistan) Müslüman Şamanlar arasında ayin kabilinden celseler yapılır. Bu insanlar Türk asıllıdır. Başka kültürlerin Şamanlarında da olduğu gibi, bu Şamanlar da trans halindeyken bedensiz varlıkların tasallutu (posession) altına girerler. Başka varlıkların tasallutu altında bulundukları sırada, hiçbir acı belirtisi göstermeden akkor hale getirilmiş demirleri tutmaktalar ve vücutlarının çeşitli yerlerine şişler batırmaktadırlar. Bu gösterileri bittikten sonra yaralandıklarına dair vücutların hiçbir yerinde herhangi bir iz dahi görülmemektedir. (Castagne, 1930)
Bu tür uygulama, ya da gösterilerdeki ortak bir özellik yine dikkatimizi çekiyor ki, o da ateşten muafiyet (bağışıklık) İlahi gücün evrensel işareti olmaktadır. Yukarıdaki örneğin biraz değişik uygulamaları “ateşle yürüyüş” tarzında Fiji, İtalya, Romanya, Japonya ve Yunanistan’da da görülür, ama bu husus yine de Şamanik geleneğine yegane dayanağı olan bir gösteri değildir. Ruhsal araştırmalarıyla tanınmış bir rahip olan Herbert Thurston, kendi kilisesinin evliye esatirleriyle ilgili literatürü taramak suretiyle konuya ışık tutmaya çalışmıştır. (Thurston, 1955)
Öte yandan, Tennessee ve Güney eyaletlerindeki Holiness Kilisesi üyeleri üzerinde kişisel gözlemlerde bulunan Berthold Schwarz’ı da anmadan geçmek doğru olmaz. Bu kimseler özel törenlerinde ellerinde ve ayaklarında yanan nesneleri tutabiliyorlardı. (Schwarz, 1960)
Spirit medyomlukla ilgili literatürde ateşe karşı bağışıklık, tatminkar bir şekilde ele alınmıştır. Ünlü medyom D. D. Home’un (transa girerken) bu gibi gösteriler sergilediğini bilen bilir. (Dunraven, 1942)
Daha az tanınan başka medyomlar da bu yeteneği ortaya koymaktan geri kalmamışlardır. Fakat onlarla ilgili kayıtlar D. Home’unkiler kadar açık-seçik ikna edici ve güvenilir değildir. Bütün bunlardan doğal olarak, dinsel kökenli, değişik şuur hallerinin ruhsal yeteneklerin ortaya çıkmasına zemin hazırladığı sonucuna varabiliriz.
4. Belki de büyüleyici ruhsal yetenek Kuzey Sibirya’nın Arktik kıyılarında yaşayan Samoyed Şamanları arasında bir gelenek olarak yerleşmiş bulunuyor. Bu yöre aynı zamanda ‘Gerçek Şamanik Geleneklerin Vatanları’ndan birini oluşturmaktadır. Samoyed Şamanları gösterilerinden önce kendilerinin iyice bağlanmasına izin verirler ve sonradan mucizevi bir şekilde bu iplerden kurtulurlar. (Mikkailowski,1894)
Benzerlerine başka Şamanik geleneklerde de rastladığımız bu ustalıklı işin birçok spiritüalist medyom tarafından da gerçekleştirilmiş olduğu literatürde geçmektedir. İplerden kurtulma yeteneği belki de en iyi bir şekilde Davenport Kardeşler tarafından popülarize edilmiştir. Onlar bunu gösteri olarak, Spiritüalizmin en parlak günlerinde ABD ve İngiltere sahnelerinde ortaya koymuşlardı. Bu tür gösterilerin büyük bir kısmının hokkabazlığa dayandığı söylenebilirse de, klasik literatürde adı geçen birçok medyom (ki bunlardan biri Eusapia Palladino’dur) iplerden kurtulma yeteneklerini türlü kontrol şartları altında gerçekleştirmiştir. (Carrington, 1920)
5. Şaşırtıcı Şamanik geleneklerle dolu başka bir kültür de, Şamanlarının törensel celseler yaptığı Tunguzlardır. Tunguz Şamanlarının uygulamaları Rus Etnograf Sergei Shirokogoroff (1923) tarafından titizlikle incelendi. Bu araştırmacı özellikle böyle bir seansın tüm ayrıntılarını (sesler, levitasyonlar, ateşe bağışıklık hatta görünmez hale gelmek gibi) saptamak hususunda titizlik göstermiştir.
Bir Tunguz celsesiyle herhangi bir Spirit celsesinin birbirine çok benzediğini söylemeye gerek bile yok. Gerek Şamanların, gerekse Spiritüalist medyomların bu konuda zaman zaman hileye başvurduğuna dair örnekler varsa da, Tunguz Şamanları’nın bu konuda efsaneleşmiş yeteneklerinin bulunduğu da bir gerçektir. Medyom D. D. Home’un bu konuda kayıtlara geçmiş gösterileri arasında, aynı celsede “direkt ses”, ateşe bağışıklık ve levitasyon örneklerini içeren celseleri de olmuştur. Görünmez hale gelmek gibi meraklı bir fenomen “siddhis” (esrarengiz güçler) “yoga” da öğrencinin Spiritüel yolda ilerlerken elde ettiği bir aşamadır. Aynı fenomen Müslüman ermişlerine maledilir. Görünmez hale gelmekte ilgili birkaç örnek de modern Katolik evliya menkıbelerinde de geçer. (Rogo, 1980)
6. Günümüzde Filipinlerde ve Brezilya’da uygulaması yaygın olarak yapılan kansız ameliyatlar, aslında yaygın bir Şamanik şifa geleneğidir. Kuzey Asya’da Koryak Şamanlarının geleneksel güçlerinden biridir. Bu şamanlar, celselerinde özellikle seslerin (Spiritüalist celselerdeki “vua-direkt” olayı) duyulmasıyla tanınmışlardır. Ayrıca onlar kendilerine getirilen hastanın vücudunu açtıkları gibi, gereğini yaptıktan sonra, pek öyle gözle görülür bir yara izi geride bırakmaksızın, yine kapatırlar.(Jochelson, l905-1908) (Parapsychology Review, Ekim-Ocak, 1983)
7. İçinde Şamanik celselerin yapıldığı celseleri geleneksel olarak vuadirekt sesler, telekinetik olaylar, taş toprak yağması ve çadır sarsıntısı gibi tezahürlerle doludur. (Bogoras, 1904)
“Çukcelerin” bu konuda özel bir yeri vardır, çünkü onların celselerinin Spiritüalist celselerle benzerliği çok fazladır. Onlar Vladimir Bogoras’ın etütlerinden sonra tanınmışlardır. Araştırmacı, onların celselerinde bulunmuş ve özellikle çadır sarsılması olaylarını dikkatle izlemiştir. ABD ve Kanada’daki Algonkin kabilelerinde de celseler sırasında, çadırın bu tür görülmez güçler tarafından etkilendiği görülmüştür. Antropolog ve Parapsikologlar tarafından ihmal edilmiş olan önemli olaylardan biridir.
Şamanlara Uygulanan PSİ Testleri
Yukarıda örneklerini verdiğimiz toplumlarda Şamanların ruhsal gösterilerine verilen önemi, onların teknolojik olarak gelişmemiş oldukları gerçeği ile açıklamak isteyenler olabilir. Böyle bir yaklaşım bir açıdan doğru olabilir, o da insanların doğa-ötesinin mevcudiyeti konusundan şüpheleri bulunmamasıdır. Fakat bu demek değildir ki, bir Şamanın ya da Şamanların tüm gösterileri, hiçbir gözleme ve eleştiriye tabi tutulmadan kabul edilecektir. Unutmayalım ki, bir Şaman görev ve sorumluluklarını yaşayanlarla öte alem arasında karar veren bir hakem pozisyonunda, sınırlı sayıdaki yöntemlerle yerine getirmeye çalışmaktadır. Doğa-ötesi çağrıyı aldıktan sonra Şaman olarak, bu mirası elde etmiş olabilir. Bazı kültürler, gerçekten de, Şamanlarını denemek için testler geliştirmişlerdir. Ancak, bu testlerden başarıyla geçen Şaman aday toplumun Şaman’ı olarak kabul edilir.
İşte, Şamanlara uygulanan bu testlerden bir tanesi Tunguzlar arasında geliştirilmiştir. Bu testte genç ve tecrübesiz Şaman adayından bir bedensiz varlığı davet etmesi, bu varlığın biyografisini vermesi, yani nerede yaşadığını, daha önceden de hangi Şamanlara gelmiş olduğunu söylemesi beklenir (Shirokogoroff. 1923).
Mancku kabileleri, Şamanlarını sınamakta daha da katı ve acımasız davranırlar ve Şaman adaylarını yanar ateş üzerinde yürütürler. Bu testlerin en mükemmel ve mufassallarından birini Rodezya’daki Korekore Kabileleri uygular. Şamanlarını bir dizi çok sıkı denemeye tabi tutarlar ve bunlarda ruhsal yeteneklerini kullanmalarını beklerler. Bunların pek çoğu Tunguzlarınkine benzer. Bu kültürü incelemiş olan I.M. Lewis’in açıklamasına göre Şaman adayından, tüm testlerden geçtikten sonra en son olarak, kendisinin irtibatta olduğu bedensiz varlığın (kendisinde) tezahür etmesini ve kökeni hakkında doğru tarihsel bilgiler vermesini, mezarının nerede bulunduğunu bildirmesi, öteki bedensizlerle bağlantısını ve ruhsal hiyerarşideki yerini vurgulamasını beklerler (Lewis. 1971).
Bu demek değildir ki, bu testlerden geçenler, gerçekten de ruhsal yeteneklere sahiptir. Fakat testleri geçenlerin yine de sıradan adamlar olmadıkları açık olarak ortadadır. Şurası ilginçtir ki, normal-ötesini doğal olarak kabul eden bir toplum bile, kendilerinde ruhsal yetenek bulunanları çeşitli testlerden geçirmektedir. Bunun böyle olması bir hususu daha açığa çıkarmaktadır ki, Şamanların geleneksel (söz konusu) güçleri, sadece efsanevi söylentilerden ibaret değildir. Fakat, yaşamakta olan ve her halde asli bir geleneğin temsilcileri olmaktadırlar. Mademki bu Şamanlar istek üzerine psi yeteneklerini şu ya da bu şekilde sergileyebilmektedirler, o halde günümüz parapsikoloji deneyleri için bu insanlar biçilmiş kaftandır.
|
|
|
FREKANSIMIZI YÜKSELTMEK İÇİN NELER YAPABİLİRİZ? |
Yazar: Spiritüeller - 21-12-2016, Saat: 22:54 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Enerji Alanınızı Birikimlerden Temizlemek Frekansınızı Yükseltir
Işığınız bir elekten geçer gibi parlar, siz bu ışığın geçtiği kadarsınız. Ortak bir merkez tarafından bir soğan gibi yuvarlak katmanlarla çevrili olduğunuzu düşünün. En yakınınızdaki katmanlar fiziksel bilgiler içerir, bunun ötesindekilerde sırasıyla duygusal bilgiler, düşünce kalıplarınıza dair bilgiler ve en uzaktakilerde de ruhunuz ile hayattaki amacınızla ilgili bilgiler bulunur. Bunlar farkındalığınızdaki oktavlar gibidir. Ruh seviyesinde korku ya da blokaj yoktur -sadece berrak, meditasyon yapanların saf bir farkındalık duygusu yarattığını ifade etmek için kullandıkları tabirle şefkat dolu mücevher ışığı vardır. Ama fiziksel, duygusal ve zihinsel katmanlarda kafanızın karıştığı ve korktuğunuz eski deneyimlerden kaynaklı fonksiyon bozukluklarını, sabit fikirleri ve donmuş duyguları bulursunuz. Bu kısaltılmış kalıplar gölgelere benzer; kendi doğrunuzu ve sevginizi yaşamadığınız hareketsiz yerlerdir. Parçalandığınız ya da bir şeyden kaçtığınızda da delikler ve gediklerle karşılaşırsınız ve bunlar da bloklar gibidir.
Zihninizi sakinleştirdiğinizde, hiçbir şey düşünmezsiniz ve bir şey düşünmediğinizde hiçbir şeye direnç göstermezsiniz ve direnç göstermediğinizde ve hiçbir şeye direnç göstermeyen düşünceler beslediğinizde Varlığınızın titreşimi yüksektir, hızlıdır ve saftır.
Abraham/Esther Hicks
Şimdi ruhunuzun yaşamınızı, bedeninizi ve kişiliğinizi yaratmak için oktavlarla bilgelik, niyet ve enerji yolladığını hayal edin. Birçok gölge ya da katı yer ve kim olduğunuza dair alandaki boşluklar yüzünden bütünlüğünüzün sadece belli bir yüzdesi elekten geçen ışık misali açıklıklardan geçebilir. Yüksek boyutlarda her yerde bir gölge ya da gedik vardır, sizin yaşamınızda ve bedeninizde de benzer bir kasılma ya da bilinçsiz yerler olacaktır. Duygusal bir travmanın hatırası ve bunun etrafında oluşmuş inançlar bedenin üzerine gölgelerini düşürecek, belki de kronik ağrılara, hastalıklara ya da orjinal yaraya tekabül eden bir noktada incinmelere sebebiyet verecektir.
Bastırılmış duyguları ve inançları anlayıp rahat bırakarak şifa bulduğunuzda, alanınızdaki karanlık noktalar kaybolur ve ondan sonra ruhunuzun mücevher ışığı daha fazla parlayabilir. Burada dünya üzerinde frekansınız yükselir, daha bilge ve daha sevecen bir insan olursunuz, bedeniniz iyileşir ve hayatınız daha iyi bir hale gelir. Demek ki, ruhunuzu bloke eden duygu ve düşüncelerden, sağlıksız duygusal alışkanlıklarınızdan, arınırsanız frekansınızda doğal olarak yükselecek.
Ruhu bloke eden şeylerden sıkça karşılaşılanlar arasında önceden üzerlerini kapattığımız sağlıksız duygusal alışkanlıklar bulunur: Kurban, mağdur ya da egemen güç olmak, kendini ya da başkalarını suçlamak, inatçı ve söz dinlemez olmak, başkalarını kurtarmak ve kurtarılmayı istemek ve başka şeylerle oyalanmak, geciktirmeler ve ertelemelerle gerçeklerden kaçınmak…Bunlara bir de şunları ekleyin: Başkalarını kıskanmak, saldırmak/kavga etmek, şikayet edip olumsuz konuşmak (ben yapamam, nefret ederim) ya da çirkin bir dil kullanmak (küçümseyerek konuşmak, dedikodu yapmak) ve akla gelebilecek en kötü senaryoları detaylarıyla kurgulamak. Budist rahibe Pema Chödrön bu tepkileri yemi yutmuş balıklar gibi “oltanın ucuna takılmak” diye niteliyor.
Bu olta iğnelerinden kurtulduğunuz ya da bu davranışları değiştirip yerlerine sağlıklı duygusal alışkanlıklar koyabildiğiniz zaman, olan bitene karşı çıkmayı bırakıp olayları sadece olduğu gibi kabul ettiğinizde ruhunuzun mücevher ışığının size daha fazla enerji vermesine izin vermiş olursunuz. Ve bunu her yaptığınızda mevcudiyetiniz önemli bilgileri ortaya çıkarır, sevecen bakış açınızı güçlendirir ve bundan sonra ne yapacağınızı bilmenize yardımcı olur. Bir şeyin üzerindeki etiketi kaldırdığınız ya da sabit bir fikir ya da bir tanıma yatırdığınız enerjiyi geri çektiğiniz zaman bir gölgeyi daha silersiniz ve yaşamınıza daha fazla mücevher enerjisi dolar. Aynı şey “rol yapmayı kestiğinizde” ve sağlıklı beslenip bayağı bir kilo verdiğinizde, sigarayı bıraktığınızda ya da bedeninizi bağımlılık yaratan maddelerle kirletmekten vazgeçtiğinizde de geçerlidir.
Ruhu bloke edenler arasındaki diğer bir kategori ise erken yaşlarda hayatta kalmak için farkında olmadan edindiğimiz düşünceler, inançlar ve dünya görüşleriyle ilgilidir. Bunlar, kim olduğunuzla ve burada bulunma amacınızla hiç ilgili olmayabilirler. Bu üst üste binmiş tabakalar ilk olarak, anne-babanızın inanç yapıları ve bedensel duruşlarını farkında olmadan benimsediğiniz “radar” döneminizde ortaya çıkmıştır. Aslında gözü pek bir gazeteci olmanız gerekirken, bu tabakalar size kibar ve alçakgönüllü olmanız gerektiğini söylüyor olabilir. Bu düşünceler size ağırlık yapan ıslak battaniyelere benzer, bıraktığınız alışkanlıklara dönüp eskisi gibi davranmanıza neden olur. Bu fikirler aslında size ait değildir ve belki de onları kimden ödünç aldıysanız ona geri vermeyi hayal edebilirsiniz ya da enerji sahanızdan buharlaşıp uçtuklarını, yok olduklarını görebilirsiniz. Bu ödünç fikirleri tanırsınız çünkü sonlarında “meli-malı” ekleri bulunur ya da bunları kendi kendinize söylemeyi denediğinizde başka birinin sesinin yankılandığını duyarsınız.
ŞUNU DENEYİN!
Başka İnsanların Üzerinizde Oluşturduğu Katmanları Temizleyin
Uğruna yaşadığınız töre ve değerlerin bir listesini yapın, hatta doğru bulduğunuz olumsuz olanları bile bu listeye yazın. Hangileri annenizden geliyor? Babanızdan gelenler hangileri? Aralarında modası geçmiş ve aslında size uygun olmadığını düşündükleriniz var mı? Varsa bunları kimden aldıysanız o insana iade edin ya da yok olmaya bırakın.
Para, iş, ilişkileri ebeveynlik sağlık, yaşlanma, din, politika ve ölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve tavırlarınızı yazın. Bu fikirleri nereden, nasıl edindiniz? Bunlara ihtiyacınız var mı? Hepsini birer birer askıya almayı deneyin. Sabit fikirlere ve kurallara sahip olmak yerine her bir alanın size spontane olarak nasıl olabileceğiniz ve ne yapacağınızı öğretmesine izin vermek nasıl olurdu? Bu alanlar nasıl genişleyebilir ya da değişebilir?
Eğer cahillik ve ilgisizlik, mahrumiyet ve çaresizlik, unutkanlığı ve değersizlik duygusunu veya şikayet etmeyi artıran alışkanlıklarına takılıp kaldıysanız bu tür gedikleri doldurabilecek yegane şey anda mevcudiyettir: Her şeyin altında yatan, her şeye sinen sevgi dolu şefkat ve merhamet niteliğinde bir varoluş. Odaklanın, mevcudiyetinizle dolun ve sağlıksız duygusal alışkanlıklarınıza karşı “zihnen mevcut” olduğunuzu göreceksiniz. “Bilmem” dediğinizi işitince, “Bununla ilgili neler biliyorum?” demeye çalışın. Kendinizi bir arkadaşınıza, “Ben iyi dans edemem” derken bulduğunuzda bu düşünceyle ilginç, kendinize has ya da yaratıcı şekillerde hareket ettiğinizi düşünerek eğlenebilirsiniz. Dans etmenin size has haliyle yaşamak, bu hareketleri hayatınızın bir parçası yapmak nasıl olurdu? Hiçbir zaman yeterli paranız olmadığı kasetini yine başına sardığınızda kendinize şunu diyebilirsiniz: “Dur bir dakika! Şimdiye dek hayatta kalabilecek ve belli bir seviyede yaşayabilecek kadar param oldu. İyiyim ben. Durumumu istediğim zaman, daha enteresan bir şey elde edebileceksem değiştirebilirim. Şu an bana göre enteresan bir şey var mı? Ne yaratmak istiyorum” Siz kendi hikayenizin yazarısınız. Size gizemli bir şekilde bir yaşam hediye edildi ve aynı zamanda da kendi tavrınızı, ruh halinizi ve hareketlilik seviyenizi seçmekte özgürsünüz. Bu dünyada sizi gerçek siz olmaktan alıkoyabilecek güçte hiçbir kuvvet olamaz.
Nehirlerde hiç acele yoktur. Oraya, suyun kenarına gittiğinizde akış hızıyla hareket etmeye başlarsınız ve bu hız sizi bu gezegen üstündeki yaşamdan çok daha eski bir akışa bağlar. Bu hızı kabullenmek bir günlüğüne bile olsa bizi değiştirir, kendi kalp atışlarımızın sesinin ötesindeki ritimleri hatırlatır.
Jeff Rennicke
KISACA…Olumsuzluklara takılı kalmış olmak dört nedenle olur: Düşük kişisel titreşim, iradenin yanlış kullanımı, dalgalar ve döngülerle uyumlu yaşamamak ve anın içinde tam olarak mevcut olup tam bir farkındalık içinde bulunamamak.
Korktuğunuzda ve bu korkuyla sağlıksız duygu alışkanlıklarıyla savaş -ya da- kaç yöntemleriyle başa çıkmaya kalkıştığınızda kişisel vibrasyonunuz düşer. Kişisel vibrasyonunuz düştüğünde bir şeye takılıp kalmak kolaydır çünkü düşük frekanslar daha olumsuz deneyimlere neden olur. Bir dalgayı durdurmaya ya da arzu ettiğiniz gibi zorla hareket ettirmeye çalışırsanız yaşam akışınızda geri tepmeler ve deformasyonlara neden olursunuz. Bu deneyimi bir kenara bırakıp boşluk ya da olumsuz gerçekliklere konsantre olmaya çalışırsanız mevcudiyetin eksikliği deformasyonlara ve pürüzlere neden olur.
İrade gücünün doğru kullanımı zor kullanmak, kontrol etmek ya da direnmek değil şöyle olmalıdır: (1) Daha yüksek bir titreşim seçin, (2) İçinde bulunduğunuz dalga hareketine uyum sağlayarak “akışla” birlikte hareket edin, (3) O an her ne oluyorsa, “onunla kalmayı, onunla birlikte olmayı”, ruhunuzun bilgeliği ortaya çıkabilsin diye her durumda daha fazla mevcut olabilmeyi seçin… Ruhunuzu bloke eden düşünceleri ve kişiliğinize uygun olmayan ödünç alınmış düşünce katmanlarını yok ederek mücevher ışığınızın hayatınıza ve bedeninize dolması için daha temiz bir alan açabilirsiniz. Bunu yapmak için kuvvete ya da zor kullanmaya hiç ihtiyaç yoktur -frekansınız kendi araç gerecine bırakıldığında doğal olarak kendiliğinden yükselir. Kendinizi olumsuz titreşimlerden arındırmanız bugün kolaydır çünkü bedeninizdeki ve dünyadaki ivme kazanan frekans uzun süre takılıp kalmayı zorlaştırır ve korkulardan arınmak hemen anında mümkün olabilir.
Kaynak: Frekans - Penney Peirce
|
|
|
CANLI YAŞAMIN TEMELİ VE BİLİNÇLİ ŞİFA ENERJİSİ : SU |
Yazar: Spiritüeller - 21-12-2016, Saat: 22:49 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Biyofizikçi olarak bitkiler, hayvanlar veya insanlardaki canlılığı araştırıyoruz. İlk etapta bizi ilgilendiren şey madde değil, saf enerjidir. Konu sadece su değil, bilgi (enformasyon) ve bilinçliliktir. Tüm düşünceleriniz ve bunların kaynağı, su ve tuza bağlıdır. Burada, daha sağlıklı olmak için değil, daha bilinçli olmak için, belirli bir suyu içmeniz gerekmektedir. Bilinçli olursanız, otomatik olarak daha sağlıklı olursunuz.
Elektrik, enerjidir. Enerji, bir tarafta bilgi, öteki tarafta canlılık olarak ifade edilebilir. Bilgi sözcüğü; bir şeyi, tekrar kendi asli formuna döndürmek, bir geometriyi tekrar yapılandırmak demektir. Hiç bilgisayarınızın ana parçasının ne olduğunu, düşündünüz mü? Bilgisayarınızdaki, bu çok küçük mikroçipi? Bir kuvars kristalinin geometrisi, bilgilerinizin orada saklamasını sağlar. Bu kristaller, sadece silikon üzerine basınçla üretilir, bunlar doğal dağ kristalleri değildir. Ancak sonuçta, burada söz konusu olan sadece geometridir.
BİR SU MOLEKÜLÜ ÇİFT KUTUPLUDUR
Her su molekülünün, birbirinden farklı olması ve her zaman tekrar aynı tam mükemmel geometriyi ortaya koymaları ilginç değil mi? Çünkü bir su molekülü, 104,7 derecelik bir açıyla, mükemmel bir dörtgenden başka bir şey değildir. Bu geometridir ve geometri, molekülde var olduğundan, suyun çok belirli frekans örneği vardır. Bir su molekülü, çift kutupludur, aynı gezegenimiz Dünya'nın Kuzey ve Güney kutbu gibi. Bu şekilde, her su molekülünün de, elektromanyetik kuşakla çevrelenmiş, bir eksi ve bir artı kutbu vardır.
Su, iki kutuplu olduğundan, belirli yerçekimi ve kaldırma kuvvetlerine tabidir. Su da, yerçekimi gücü vardır. Su, yukarıdan aşağıya doğru akar. Su, kimyasal materyal olarak, yukarıdan aşağıya akarken, tekrar aşağıdan yukarıya, saf ışık enerjisi olarak akar.
MADDE YOĞUNLAŞMIŞ-YAVAŞLAMIŞ ENERJİDİR
Prof. Popp'un getirdiği izah şöyledir: "Maddenin tüm formları, donmuş ışık veya yavaşlamış enerjiden başka bir şey değildir. Sonuç olarak maddeyi, enerji oluşturur.
Çaresi olmayan hiçbir hastalık yoktur. Doktor, okul bilgileriyle ve tecrübeleriyle, daha fazla yardım edecek durumda olmadığını, prensipte söyleyebilir. Ancak hiçbirimiz, temelde bir hastalığın, çaresi olmadığını söyleyemeyiz. Eğer biz bir problem ortaya çıktığında enerjiyi tekrar asli durumuna dönüştürebilirsek, o zaman buna otomatik olarak madde de uyacaktır. Hem de, bedeninizi oluşturan elementlerle, su ve tuz ile.
SU SARMAL ŞEKİLDE HAREKET EDER
Bedenimizde, suyun günlük olarak, aşağı ve yukarı canlı bir güç olarak aktığı, yaklaşık 90.000km sıvı bant vardır. Suyun içinde zaten canlılığı sağlayan dörtgen yapı vardır.
Su, sarmal şekilde, hareket eder, hiçbir zaman lineer değildir. Banyoda, bir bakın, su girdap formunda, hareket eder. Spiral oluşturan suyun hareketinin, genetik kalıtım bilgilerini içeren bedenimizdeki DNA ile aynı olması, ilginç değil midir?
KLORLU-FLUORLU SU VE BEYİN KONTROLÜ
Beyin suyunuz, çok yüksek derecede kristal yapılanmadır. Saf küçük kristaller ki, buna molekül-küme adını veriyoruz. Birbirine bağlanmış olarak ve bu şekilde geometri olduğu için, belirli bilgileri iletebilen bu yapıyı, suda da buluyoruz. Bu sürekli olarak değişir. Düşünceleriniz nereden geliyor? Kimyasallarla, suyun basitçe etkilenebileceğini biliyor musunuz?
Amerika'da, yüzeyi %100 örten klorlu su içilir. Buna eğer fluor katıp; fluorun frekans örneğini ölçersek, o zaman size bu fluorun, artık hiçbir isteğiniz kalmayacak kadar, beyin fonksiyonlarınız üzerinde uyumsuzluk yarattığını kanıtlayabilirim. İsteksiz olursunuz. Düşünün bunu, iki nesil boyunca tüm halka yaptılar. O zaman ne elde ettiler? İsteksiz, materyalistlerle dolu bir halk, bu insanlar, o zaman her şeyi, istenildiği gibi yapacaklardır. Yani böyle bir nesli yönetmek ve yönlendirmek kolaydır. Buna su ile ulaşılabilir.
37 derecelik bir beden sıcaklığında, beyin suyunuz, buzlanmış bir durum alır. Bu, jöleye benzer yüksek dereceli bir yapıdır. Bu yapıya mikrodalga uygulandığında, beyninizin kan bariyerinden, hayvansal albümin geçtiğinde ve beyninize girdiğinde, birden kristaller yapılarını değiştirmeye başlar. Ve beyninizin suyu sıvılaşır. Nedenini iyi incelemeliyiz, nedeni, daima geometride gizlidir.
HER SU MOLEKÜLÜNÜN KENDİ KİMLİĞİ VARDIR
Bu kristalleri, örneğin kar tanelerini soluyoruz. Suyun, katı hali olan kar tanelerinin, bir elektron mikroskobuyla, fotoğrafı çekilmiştir. Burada çok küçük altıgen ve mükemmel bir düzeni vardır. İki aynı kar tanesinin, hiçbir zaman birbirine benzememesi çok ilginçtir. Kendini kristalize edebilmesi için, her su molekülünde, bir milyardan fazla biyofoton çalışır ve bunlar kendilerini sürekli olarak tekrar düzenlerler. Bu şekilde, her su molekülü, öbürlerinden farklıdır, her su molekülünün kendi kimliği vardır.
SUYUN HAFIZASI VARDIR VE DENGELEYİCİDİR
Şimdi bir deney yapalım. Kar tanesini doğal şartlarda eritelim ve bundan tekrar su yapalım. Sonra da tekrar donduralım, tekrar tam olarak aynı kar tanesini elde ederiz. Bu nasıl olanaklı oluyor? Çünkü kim olduğunu hatırlayabiliyor. Suyun, hafızası vardır. Su bir bilgi taşıyıcısıdır. Maddeleşmeye sebep olan enerjinin formunu değiştirmediğimiz zaman, madde de değişmeyecektir. Çünkü o kim olduğunu biliyor. Bu olay, sizin organizmanız için de geçerlidir. Bilim adamları, suyun doğal bir dengeleyici olduğunu ve bizim su vasıtasıyla, bizde eksik olan dalga boylarını alabileceğimizi kanıtlamışlardır. Bu şekilde, kaybettiğimiz her şeyi dengeleyebiliriz. İtalya'da, Enza Enstitüsü'nden, Dr. Cicollo, son yirmi yıl içinde, tüm dünyadaki şifalı suları incelemiştir. Şifalı suların, öteki normal sulardan kimyasal yapıları aynı olsa da, biyofiziksel açıdan farklı olduklarını tespit etmiştir.
SU VE SÖZCÜKLERİN ETKİSİ
Bir Japon bilim adamı olan Dr. Masaru Emoto, suyu, sözcüklerle değiştirebilecek durumda olduğumuzu, fotoğraf çekerek, 10.000 deneyle kanıtlamıştır. Burada, sözcüklerin gücünü düşünün. Çünkü her sözcük, önceden düşünülmüştür. Bu elektriktir, bu dalga boylarıdır. Bunlarla, düzen yada kaos yapabilirsiniz. Masaru Emoto, nötr suyu alıp, sözcüklerle, yani bilgiyle yükleyerek; -4 derecede dondurmuş ve elektron mikroskobuyla, fotoğraflarını çekmiştir. "Beni hasta ediyorsun" mesajı ile yüklediği suyun görüntüsünün, aynı kanserli hücre yapısını ortaya koyduğunu, tespit etmiştir.
Bu şekilde, yapısı bozularak dondurulmuş, hasta bir suyu alalım ve sıvılaştırarak tek bir sözcük olan "Sevgi" sözcüğüyle, yeni bir bilgi verelim. Bunu, tekrar -4 derecede donduralım ve elektron mikroskobuyla fotoğrafını çekelim. Birdenbire, bu mükemmel kristali, mükemmel geometriyi elde ederiz. Bu deneyi, tersten 10.000 defa yapabiliriz, bilimsel ve objektif olarak suyun, düşünceyle ne kadar etkilenebileceğini, yine kanıtlamış oluruz.
SU MÜKEMMEL ÇÖZÜCÜ VE ŞİFADIR
Su, mükemmel bir çözelti maddesidir ve her şeyi kendine bağlayabilecek durumdadır. Bu nedenle, su içmek, gerçekten çok önemlidir. Bedenimiz, kendi kendisini, iyileştirebilir. Çoğu kişi de bunu, oruç kürleri vasıtasıyla yapar. Bunu, bıçaksız ameliyat olarak adlandırabiliriz. Bedeninizin, tekrar temizlenmesini sağlayın. Bunun için de, bunları çözen bir şeye ihtiyacınız var. Su, bunu başarır.
Ve artık biyofiziksel olarak da kanıtlayabildiğimiz gibi, su, yüksek derecede bir yapıya sahiptir. Ve bu yapılardan dolayı, bedenimizdeki benzer titreşimleri içeren birçok hastalıkları, Alzheimer rahatsızlığına kadar, beyinlerimizin kıvrımlarına yerleşmiş olan hafif ve ağır metal tortularını bile sökebilir. İsrail'de, bir doktora gittiğinizde, orada, hangi rahatsızlıktan dolayı gitmiş olursanız olun, sizi, önce tekrar bekleme odasına yollayıp, yarım saat içinde içmek üzere size 2 Litre su verilir. Ve siz, bu suyu içtikten sonra, hâlâ şikâyetleriniz varsa, bundan sonra sizi muayeneye kabul ederler. Bu bir gelenektir. Birden bire ortaya çıkan hastalıkların, % 80'ini, sadece su içerek iyileştirilebileceğini görmüşler. Bunun, sadece suyun kalitesine bağlı olmadığı da tespit edilmiş.Bunun için su, çözelti maddesi olarak biriken tüm atıkları, dışarı taşımak için kullanılıyor. Örneğin, burnunuz aktığında, neler oluyor? Bedeninizde, daha önceleri birikmiş olan zararlı maddelerin, etkisizleştirilerek dışarı atılabilmesi için, salgılar oluşuyor ve burnunuzdan dışarı çıkıyor. Aynı olay, cildiniz için de geçerlidir. Bedeninize girmiş olan zararlı tüm maddeler, cildiniz vasıtasıyla, ifraz edilir. Tüm problem, aslında içeride, oraya girmemesi gereken maddeleri, su yine dışarı taşıma kapasitesine sahiptir. Burada, suyun miktarı kadar, kalitesi de önemlidir.
SUYUN CANLILIĞI
Su, 80 metrelik bir boru sisteminden geçtiğinde, canlılığını kaybediyor. Bu da, borunun kötü olmasından dolayı değil, borudaki basınçtan oluşuyor. Suyun evlerimize kadar taşınabilmesi için gerekli olan basınç, suyun kendi hareketliliğini bozuyor. Suda, çift helezon şeklinde spiral hareket var. Bu da, suyun kristalinin oluşmasını sağlıyor. Suyun spiral hareketine zarar verildiğinde, kristal yapısı da bozuluyor. Kristal şekil olmayan yerde, geometri de yoktur. Böylece, bilgi de oluşamaz ve neticede canlılık yok olur.
KANSEROJEN TARIM İLAÇLARI VE YERALTI SULARI
Tarım sektöründe, 300 çeşitten fazla inorganik kimyasal yapıya sahip, tarım ilacı kullanıldığını ve bunların neredeyse 280'inin kanserojen olduğunu, biliyor muydunuz? Kanser nedir? Kanser kaostur.
Tarımda kullanılan ilaçlar, yeraltı sularına karıştığından, tekrar bizim çeşmelerimize geliyor. 280 ilacın kanserojen olarak bilinmesine rağmen, sadece 63'ü ölçülüyor. Kalanların isimleri bile bilinmiyor ve bunlar için, hiç bir sınır değer konulmamış. Ve zamanla, bu ölçülen 63 ilacın değerleri yükseldikçe, tolerans değerleri de yükseltilmiş. Suyun kalitesi, düzeltilecek yerde, içindeki maddelerin tolerans değerleri ile oynanmaktadır. Aksi takdirde, bu suyu, size satmamaları gerekir. 1992'den beri de, zaten bu 300 tarım ilacından, sadece 18'i ölçülmektedir. Ve böylece, gerçekte neler içtiğinizi düşünebilirsiniz.
YERALTINDA OLGUNLAŞAN SU: TOPRAĞIN KANI
En iyi içebileceğiniz su, doğal temiz kaynak suları, artezyen suları, yeraltından kendiliğinden çıkan pınar sularıdır. Çünkü suyun da, kendine has bir olgunluk derecesi vardır. Su, yağmur olarak yere indiğinde, bunu olgunlaşmamış su olarak adlandırırız. Bu suda, solar(güneş) frekansları ölçülebiliyor. Fakat yer manyetik frekansların da oluşabilmesi için, suyun, yerin çok altına inmesi ve toprağın kanı haline gelmesi gerekiyor. Yeraltında, tamamen olgunlaşan ve tüm yer manyetik frekans desenlerini içine alan toprağın kanı, kendi başına, 1000'lerce metre derinliklerden, girdap şeklinde, yukarı çıkabilecek güce ve enerjiye sahip oluyor.
ŞİŞE MİNERAL SULARI İNORGANİKTİR
Siz şişeden, mineral suyu içtiğinizde, bunu bedeniniz alamaz ve işleyemez. Çünkü mineral suyundaki mineraller, inorganik yapıya sahiptir. Bunlar zararlı değiller, ancak hücreler için kullanılabilir değildir. Böylece, kanınıza kadar giren kalsiyumun, hücrelerinizde özümsenemediği için hiçbir faydası olamaz. Bazıları, bu maddelerin bir kısmı, belki alınabilir diye düşünse de, bu kesinlikle mümkün değildir. Bunu, kahvaltıda tabağınıza, bir çubuk demir koymuş gibi de düşünebilirsiniz. Sudaki mineralleri alabilirseniz, çubuktaki demirleri de yiyebilirsiniz. Bu da mümkün olmadığı için, suyun, içerdiği mineraller de önemli değildir. Önemli olan, suda, hangi frekans desenleri vardır. Ve bu mineraller, halen iyonize durumda mı, etrafları su kılıfı ile çevrili mi? Çünkü biz, bu suyun yapısını bozduğumuzda, içindeki iyonize ve suya, elektromanyetik dalga boyları veren elementlerin, başka elementlerle birleşmesini sağlamış oluruz. Bu da genellikle, boru basıncı veya suya katılan karbon dioksitlerle yapılır. Böylece suyun doğal oksijeni alınıp, nitrojen katılır. Hâlbuki bizim amacımız, bedenden nitrojeni uzaklaştırıp, oksijen verebilmek olmalıdır.
CANLI OLMAYAN SU VE KİREÇLENME
Molekül evliliklerinde, örneğin pozitif yüklü kalsiyum ile negatif yüklü hidrojen karbonatlar birleşirler. Aslında bunlar, su canlı olduğu sürece, yani bir yapıya sahip olduğu sürece, iyonsal yapılarından dolayı, birleşemezler ve bedene zararlı hale gelemezler. Çünkü su, aralarında bir duvar gibidir. Şayet kalsiyum ve hidrojen karbonat birleşirse, yeni oluşum kalsiyum bikarbonattır, yani kısacası kireçtir. Ve siz de bunu, evinizin borularından dışarı atabilmek için, en pahalı cihazları kullanırsınız.
Bunu yaparken, kendi bedeninizdeki kireçlenen damarlarınızı, hiç düşünmezsiniz. Yaşlandıkça damarlarımız ve beynimizdeki sinir iletişim bağları kireçleniyor. Sonuçta, doğal olarak bilgi iletmek için, köprü kurulamadığından unutkanlık başlıyor. Burada oluşan kireçleri çözebilmek için; canlılığa, bilgiye veya yapıya gereksiniminiz var. Suyun geometrisine ihtiyacınız var. O zaman, oluşan molekül birleşimlerini de kırabilirsiniz.
ORGANİZMADAKİ RAHATSIZLIKLAR SU İLE İYİLEŞEBİLİR
Biz, araştırmalarımız çerçevesinde, segmanter diyagnostik ve organometri ile medes diye adlandırdığımız, enerjetik seviyede ölçüm yapabilen, bilimsel bir cihaz sayesinde, organizmadaki patolojik rahatsızlıkların bile, sadece su ile yenilebileceğini kanıtlayabiliyoruz. Uzun yıllar boyunca, teşhis amaçlı takip altında bulundurduğumuz hastalar var. Bizler, biyofizikçi olduğumuzdan, bizim kendi kendimizi, yenileyebileceğimizi biliyoruz. Bedeninizdeki organlar, maddeden oluştukları ve çeşitli element bileşimleri içerdikleri için, her bir organın ayrı titreşim karakteri vardır. Örneğin bir akciğerin, doğal durumdaki titreşimi, yaklaşık 40 Hertz civarındadır.
Her gün içki alıyor ve ciğerlerinizi yıpratıyorsanız. Zorlanmadan dolayı, neredeyse ciğeriniz, 58 Hertz'e kadar yüksek titreşecektir. Eğer ciğerin enerji seviyesini, 40'tan 58 Hertz'e yükseltirsek, organın maddesel yapısının da değişmesi söz konusudur. Bu ise, organda bir bozulmaya sebep olacaktır. Bu olay da, aynı kanser de olduğu gibi, birden oluşmayacak, yıllarca organın maruz kaldığı tahribat, zamanla ortaya çıkacaktır. En başında, enerji seviyesinin değiştiğini, unutmayalım. Mesela bir hastamızın beyninin sağında bir tümör var. Tümör, organ seviyesinde kırmızımsı olarak görülmektedir. Bunu enerjetik seviyede ölçtüğümüzde; yani bu ölçümü, kanser, organ üzerinde görülmeden çok önce yaptığımızda, hastayı uyarabiliriz. Beyninde tümör olan hastaya, bedeninde eksik olan frekansları içeren bir su içirdiğimizde, çok farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Zarar görmüş olan yerler: epifiz, hipofiz, merkezi sinir sisteminde, sadece 17dak. sonra değişiklik oluyor. Fakat bu kadar kolay olamayacağını siz de tahmin edebilirsiniz. Tüm bir ömür boyunca, yanlış yaşayıp, mucize suyu içerek iyileşebileceğinizi sanmayın. Bu hasta tabiî ki tekrar eski yapısına dönecektir. Çünkü artık organ seviyesinde tahribat başlamıştır. Beden kendini, bu negatif duruma o kadar alıştırmıştır ki, 2-3 saat içinde, eski patolojik tabloya geri döner. Fakat bunun bize gösterdiği, suyun içinde öyle bir enerji var ki, eksik olan tekrar yerine getirilebiliyor ve yenilenme gerçekleşebiliyor. Bu hastaya, belki her gün, 2'şer litre bu sudan içirsek ve birkaç yıl devam etsek, bedendeki her yapıyı değiştirebiliriz.
Bedenlerimiz, 'kendisini yenileyici', bir alandan oluşuyor. Bedenlerimizin şekillerini oluşturan, neticede enerjidir. Örneğin, bir hastanın ayağını kestiğimizde, ayak parmağını algılayabiliyor. Çünkü enerjetik seviyede, o enerji var, buna da fantom(hayali) ağrılar deniyor.
CANLI YERALTI SULARINI KULLANIN
Suyunuzu doğadan almaya çalışın, has su içmeye çalışın. Günlük ihtiyacınız olan 2Ltr. su İçin. Güzel bir kaynak bulup, kimyasal analizini yaptırın. Çünkü zararlı kimyasal madde olmayan yerde, suyun yapısı var olduğu için, mikrop da oluşamaz. Böylece bu, suyun canlılık içerdiğine dair, elinizde bir garanti olur. Alabalıkların yaşadıkları akarsular, kesin temiz olur. Çünkü alabalıklar, çok hassas balıklardır. Suyun içinde, çekim ve itim dengesi bozulduğunda, suyun kalitesi bozulur ve alabalıklar bunu derhal algılar. Bu balıklar, suyun içinde, başka güçlerin de var olduğunun farkındalar. Levitasyon(itim) gücünü kullanarak, suyun içinde durabiliyorlar ve suyun içsel gücü olan saf ışık enerjisini kullanarak, akıntının tersine yüzebiliyor.
Bu kaynaklardan beslenen sulardan faydalanmalıyız. Bu tip sular, sadece geçen hafta yağmur yağarak orada birikmiş değil, yıllarca olgunlaşma sürecine bağlı olarak, 100-200-300 yaşında olabiliyor ve radyometrik ölçümlerle bu yaşını, tespit edebiliyoruz. Bazı fosil sular vardır ki, bunlar toprağın kanı olarak; 6, 7, veya 8000 yıl yeraltında beklemiş ve oluşmuşlardır. Bu suları bulup kullanmalıyız.
SUYU CANLANDIRAN CİHAZLAR VE KUVARS KRİSTALİ
Artezyen suyu bulduysanız, mutlaka cam şişelere koyun. Bu sulara ulaşamayanlar, suyu canlandırıcı cihazlar kullanabilirler. Bu cihazlar, borulardaki basınçtan dolayı bozulan suyun yapısını, tamir ediyorlar. Böylece, kristalize yapısı olmayan; yapı ve böylece bilgi içermeyen suyu, fiziksel bir yöntem ile tekrar canlandırabilir ve enerji verebiliriz.
Çeşme suyunun yüzey gerilimi, daima 73 Dune'dur. İyi bir kaynak suyun gerilimi, 58, 60, 62 Dune olabilir. Bizim kanımızın değeri, 42 ve 44 Dune civarındadır. Gıdaları özümlememiz için, bu değerin, kan değerimize en yakın olması daha uygundur. Ve bizim için en uygun olan, taze sıkılmış meyve suyudur. Taze meyve suyunun yapısı o kadar uygun ki, yüzey gerilimi, aynı kanımızın değeri gibidir.
Bunu tuzlu su (sole)ile de yapabiliriz. Doğal bir Sole'den, bir bardak doğal suya, 1 çay kaşığı ilave ettiğinizde, izotonik bir çözelti elde edersiniz. Bu çözeltinin değeri de, aynı kanımızın değerindedir. Çünkü mükemmel bir yapıya sahiptir. Kaynak artezyen suyu da, bu değere çok yakındır. Su, suyu canlandırma cihazlarından, çok hızlı geçtiğinden, çok kalıcı bir şekilde onarılamıyor.
Suyu canlandırma cihazları, çok pahalı olduğundan, bunun yerine, bir avuç kuvars kristalini, temiz kaynak suyuna koyarak, cam sürahi içinde bekletirseniz, suyu canlandıracaktır. Camın yapısı kuvars tozu içerdiğinden, zaten bir altıgen şekle sahiptir ve içine konulanı etkileyecektir. Ertesi gün suyunuzu içtiğinizde, koyduğunuz kuvars kristali, şeklini hiç değiştirmemesine rağmen, siz de tadındaki yumuşaklığı fark edeceksiniz.
Biz size, kristallerle suyunuzu canlandırdığınızda, elde edeceğiniz yüzey gerilim değerlerinin, canlandırma cihazlarının sonuçlarından, daha iyi veya en azından o sonuçlarla aynı olduğunu, bilimsel olarak kanıtlayabiliriz. Zira bu cihazların çoğu, kuvars kristali içermektedir.
Peter Ferreira - (ABD Biyofizik Araştırmalar Enstitüsü'nün Almanya Temsilcisi)
|
|
|
GİZLİ "KAPILAR" BULUNDU |
Yazar: Spiritüeller - 20-12-2016, Saat: 00:32 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Bilim adamlarının dünyanın manyetik alanında bulduğu "kapılar" bakın neler yapıyorlar!
NASA'ya göre Iowa Üniversitesi araştırmacısı Jack Scudder, "dünyanın manyetik alanında her gün yüzlerce kez açılıp kapanan gizli kapılar" buldu.
Scudder, bu kapıların zaman zaman uzun süre açık kalabildiğini ve "gezegenimizden 93 milyon mil uzaklıktaki güneşin atmosferine kesintisiz bir yol oluşturduğunu" söylüyor. X-noktası veya difüzyon alanı olarak adlandırılan kapılar, gök cisimlerinin manyetik etkisi ile oluşuyor. Kapıların "görünmez, kararsız ve yakalanması" zor olduğu, herhangi bir uyarı vermeden açılıp kapandığı söyleniyor. Kapılar açıldığında, faal parçacıkları yüksek bir hızdadünyanın atmosferinden güneşin atmosferine aktarabiliyor. Bu ise jeomanyetik fırtınalara yol açıyor.
Kapıları bulmanın şu anki tek yolu, Scudder tarafından keşfedilmiş bulunuyor. Scudder, NASA'nın Themis uzay aracı ve ESA'nın Cluster uydularından sağladığı bilgiyi kullanarak NASA'nın Polar uzay aracından gelen veriler arasında kritik ipuçları bulmuş. Scudder, uygun donanıma sahip bir uzay aracının bu ölçümleri yapabileceğini ve kapıları algılayabileceğini söylüyor. NASA, Magnetospheric Multiscale adındaki görevi kapsamında böyle bir uzay aracını hazırlıyor ve onu 2018'de uzaya gönderecek.
|
|
|
HAYALET GEZEGEN VULCAN |
Yazar: Spiritüeller - 20-12-2016, Saat: 00:28 - Forum: GEZEGENLER
- Yorum Yok
|
 |
26 mart 1859 günü Fransız doktor ve amatör astronom Lescarbault Güneşe Merkürden daha yakın bir gezegen gözlemlediğini açıkladı. Ona Roma Ateş Tanrısı Vulkan’ın ismini verdi. Gezegenini hareketlerini hesap etti ve bilgiler çağının ünlü astronomu Urbain Le Verrier’e gönderdi. Le Verrier zaten Merkür’ün rotası dışına sapmalarını daha önceden fark etmişti. Vulkan’ ın çekim gücünün buna sebebiyet verdiği fikri ona çok çekici geldi. Le Verrier raporları kontrol etti. Güneşin arkasına yakın siyah küçük bir diski gözlemlemiş diğer astronomların raporları ile karşılaştırdı. Bu bir Güneş lekesi olamazdı, çünkü lekeler daha yavaş hareket etmektedir. Le Verrier böylece doktoru ziyaret etmeye karar verdi.
Le Verrier Lescarbault’ un kullandığı teleskopu incelediğinde onun çok kalitesiz, cisimleri olduğundan farklı gösterdiğini gördü. Ancak yine de Onun Güneş sisteminde yeni bir gezegen keşfettiğine inanıyordu. Le Verrier ikinci kalite ekipman ile yaptığı hesaplamalar neticesinde Vulkan Gezegeninin Güneşten 21 milyon kilometre uzaklıkta olduğunu ve güneş etrafındaki yörünge dönüşünü yirmi günde tamamladığını tespit etti. Bir çok astronom gezegeni bulamayınca onunu olmadığına inanıldı.
Le Verrier 1860 mart veya nisan aylarında gezegenin güneşin önünden geçerken görülebileceğini söyledi. Ünlü astronom geçişin geceleyin yani güneş görülmez olduğunda gerçekleşeceğini de ilave etti; ancak Dünyanın diğer tarafı gündüz olacaktı ve güneş gözlenebilecekti. 1862 Martında Lummins isimli amatör bir astronom Volkanı gördüğünü açıkladı. Diğerleri ise bunun küçük bir kuyruklu yıldız olduğunu iddia ettiler. Büyük bir komete nazaran küçük bir kuyruklu yıldız zayıf bir gezegen gibi görünebilir. Le Verrier , gezegenin çoğunlukla güneş ışınları içinde kalması sebebiyle görülmediğini söyleyerek tartışmalara bitirdi.
Vulkan’ın gözlenmesi için en uygun zamanın güneş tutulması anı olduğunu söyledi. Gökyüzü karardığında güneşe yakın gezegenler daha rahat gözlemlenebilmektedir. En yakın tutulma 22 Mart 1877 yılında olacaktır. Böylece bir çok astronom belirtilen günde gözlerini güneşe odakladıysa da hiçbiri saklanmayı bu kadar seven gezegeni göremedi. Böylece Le Verrier’i savunanlar yeni bir açıklama getirdiler: Vulkan Güneşin ardına saklanmış olmalıydı. Bir yıl sonra Wyoming ve Colorado’dan iki Amerikalı astronom 29 Temmuzda Vulkan’ı bir güneş tutulmasında gözlemlediklerini duyurdular. Kırmızı renkte ve küçük bir gezegen boyutlarında olduğunu açıkladılar. Bu durum Vulkan’ın olduğunu savunanların beklediği haberdi. Fakat karşı çıkanlar, eğer Vulkan gerçekten varsa ve Merkür’ün yörüngesini saptırıyorsa ondan daha büyük olması gerektiğini ve belki de Venüs’ten bile büyük olacağı gerçeğine dikkat çektiler. Bu büyüklükte ve güneşe bu kadar yakın bir gezegen gökyüzündeki en parlak gezegen olmalıydı.
Dahası 1891 yılında Vulkan’ı keşfeden Doktor Lescarbault, Leo Takımyıldızında yeni bir yıldız bulduğunu açılamışsa da, daha sonra bunun bir yıldız değil Satürn’ün bizzat kendisi olduğu açığa çıkmamıştı. Konu Einstein’ın meşhur yerçekimi teorisi açıklanana kadar tartışılmaya devam etti. “İzafiyet Teorisi” olarak bilinen teori ile güneşe Merkür’den daha yakın bir gezegenin olamayacağı kanıtlanmıştır.
Alıntı...
|
|
|
|