Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,075
» Son Üye: rahmanmutlu
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1265 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1265 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 255
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 363
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 793
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 713
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,566
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,950
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,171
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,335
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,585
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,866

 
  Görünmez Olabilmek Mümkün Mü? Nasıl Görünmez Olabiliriz?
Yazar: Spiritüeller - 08-12-2016, Saat: 05:00 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

H.G.Wells, "Görünmeyen Adam" adlı romanında, bir fizikçinin insan vücudunun görünmez oluşunu sağlamasını anlatır. Çeşitli kereler sinemaya da uygulanan bu romanın dayandığı fiziksel tez, doğrudur; ama pratikte olması mümkün olmayan bâzı detaylar vardır.

Aslında insan vücudunu oluşturan herşey, başta su olmak üzere renksiz ve saydamdır. İnsanda renkli olarak sadece kana rengini veren hemoglobin ile deriye, saçlara ve göze rengini veren "melanin" isimli pigment bulunur. Bir ilaçla bunlar da renksiz hale getirilebilseler, insanın saydam yani görünmez olması mümkündür.

Bir cismi görebilmemiz için, onun üzerine gelen ışığı ya yansıtması, ya emmesi ya da kırması gerekir. Bunların üçünü de yapamazsa o cisme bakılınca görülemez.

Kağıdı oluşturan selüloz lifleri, saydamdırlar; ama kağıt, saydam değildir. Aynı şekilde, tuz da her biri saydam olan küçük kristallerden oluşur; ama bir kaba konulunca gözümüze beyaz görünür, yâni bir cismi oluşturan elemanların her biri saydamlaştırılsalar bile o cismin tümünün saydam olması mümkün olmayabilir.

Ölmüş insan ve hayvanların bazı iç organlarını temizledikten sonra metil salisilat içine koyan bilim insanları onları kavanoz içinde görünmez hale getirebilmişlerdir. Burada bütün numara, kırılma endeksinin büyüklüğünden dolayı metil salisattadır. Ne var ki bu işlemi canlı bir insanın tüm vücuduna uygulamak mümkün değildir.

Akvaryumu olanlar bilirler, bazı minik balıkların vücutları renksiz ve saydamdır. Dışarıdan bakılınca iç organları bile görülür. Tabiattaki yaşadıkları ortamda savunma amacıyla kamuflaj olarak kullandıkları bu saydam vücutlarında saklayamadıkları bir organları vardır. Hemen dikkati çeken minik, siyah gözleri.

Görünmez adamın görünmezliğindeki küçük; fakat gerçeklere aykırı en önemli nokta da gözleridir. Görünmez adam, görülmemeli; ama kendisi, etrafını görebilmelidir. Baktığı şeyi görmesi, görüntünün gözünün retinası üzerinde oluşabilmesi için ışığın göz tabakalarından kırılarak da olsa geçmesi, retinaya ulaşması gerekir.

Ancak o zaman da görünmez adamın, gelen ışığın bir kısmını emen, bir kısmını da yansıtan gözleri görünür. Romanda ise gözleri görür ama dışarıdan görünmez. Görünmez adam görünmeyen gözleri belli olmasın diye giyinikken onları kara gözlükler takarak saklar.

Ormanın karanlıklarında saklanan ve görülmesi mümkün olmayan bir hayvanı bile parıldayan gözleri ele verir. Tam bir görünmezlik olması için gözlerin olmaması gerekir.

Matematiksel Olarak Görünmezlik

Nicolae Nicorovici ve Graeme Milton, nesnelerin süper-lens adı verilen ışığı bükebilen maddelere yaklaştırıldığında gözden kaybolmuş gibi gözükebileceğini belirtiyor. Bilim insanları, bu etkiye 'anomalous localised resonance' (Anormal lokal titreşim) adını veriyor. Uzmanlar şimdilik sadece matematiksel temelini oluşturdukları bu sistemin pratik olarak uygulanmasının biraz daha zor olacağını kabul ediyor.

Milton ve Nicorovici'nin hazırladığı görünmezlik sisteminin matematik altyapısı şöyle işliyor: Müzik aletlerinin akort edilmesinde kullanılan diyapozon aleti, geniş bir şarap kadehinin kenarında tutulduğunda ortaya bir titreşim çıkıyor.

Görünmezlik sistemi, aynı titreşimi ses yerine ışık dalgalarıyla yapacak. Bilim insanları ilk etapta büyük bir nesneyi görünmez yapmak yerine, sistemi toz parçacıklarıyla deneyecek.

Işık Titreşimi

Görünmezlik cihazları, yeni keşfedilen kimyasal maddelerle üretilen ve ışığı doğası dışında farklı davranmasını sağlayan süper-lens teknolojisiyle yapılıyor. Toz parçacıkları süperlense yaklaştırıldığında, çok güçlü bir ışık titreşim yaymaları halinde ışık yaymıyormuş gibi gözükebilecek.

Deneyde toz parçacıkları, ışığı güçlü bir titreşim verecek frekanslarda dağıtacak; titreşim toz parçacıklarının yaydığı ışığı kapayacak ve onları görünmez kılacak.

Mesele, Büyük Nesneleri Görememek

Görünmezliği oluşturmak için esas olan toz parçacıklarını değil, büyük nesneleri de görünmez kılmak. Ancak, görünmezlik etkisi sadece belli frekanslarda tutuyor, bunun dışında nesneler parçalı olarak görünmez oluyor.

Görünmezlik Pelerini

Görünmezlik pelerini yakın zamana kadar kurgusal bir temaydı, günümüzde ise gerçekleştirilmiştir.

Bilimde Görünmezlik Pelerini:

19 Ekim 2006'da İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nden bilim insanlarının ortak çalışmalarıyla, bakır bir silindiri mikrodalgalar tarafından tespit edilmekten koruyan bir pelerin üretilmiştir.Pelerin metamalzemelerden yapılmıştır.Tasarımcılarının düzeltmeye çalıştığı küçük bir gölge oluştururlar. Alet, sadece 2 boyutta ve mikrodalga altında çalışır ve cisimler hala çıplak gözle görülebilmektedir.

İlk «görünmezlik pelerini» çalışmasının yapıldığı Duke Üniversitesi'nde elektrik ve bilgisayar mühendisliği profesörü olan David R. Smith şunu söylemiştir:

«Herkesin düşündüğü, Harry Potter'ın pelerini ya da Star Trek'in görünmezlik aygıtıyla yaptığı, görünmezliği elde edebileceğimiz henüz kesin değil. Gerçekten bir cismi gözden kaybedebilmek için, pelerinin, ışığı oluşturan tüm dalga boyları ya da renklerle eşzamanlı etkileşimde bulunması gerekmektedir.»

Bununla birlikte, bir grup Amerikalı bilim insanı tarafında yapılan yeni çalışmalar pelerinin Harry Potter'deki görünmezlik pelerinine çok benzer olacağını, fakat hücreler etraflarındaki ışığı bükeceklerinden gölge oluşmayacağını söylemektedir.Tasarım, saç fırçası şeklinde bir koninin üzerine ışığı pelerinin etrafından geçmeye zorlamak için belirli açı ve uzunluklarda yerleştirilen küçük metal iğneler gerektirmektedir.Bu da koninin içindeki herşeyin kaybolmasını sağlar, çünkü ışık artık üzerlerinden yansımamaktadır.Purdue'de elektrik ve bilgisayar mühendisi olan baş araştırmacı Prof. Vlademir Shalaev; "Bu, oldukça kurgusal görünüyor, farkındayım, fakat fiziğin yasalarıyla tamamen örtüşüyor, " demiş ve eklemiş; "İdeal olarak, eğer onu yaparsak kesinlikle Harry Potter'ın görünmezlik pelerini gibi olacaktır. Ağır olmayacak çünkü üzerinde çok az miktarda metal olacaktır.»

Kurguda Görünmezlik Pelerini:

Görünmezlik pelerinleri folklorda görece seyrektir; "Oniki dans eden prenses' gibi bazı masallarda geçseler de, daha yaygın olan tipi görünmezlik "şapkası'dır.Görünmezlik şapkası Yunan mitolojisinde yer almaktadır: Pluto'nun giyeni görünmez yapan bir kask ya da şapkaya sahip olduğu söylenmektedir. Perseus mitinin bazı versiyonlarında, Perseus bu şapkayı tanrıça Athena'dan ödünç alır ve uyuyan Medusa'yı öldürmek için yanına gizlice yaklaşmakta kullanır.Benzer bir kask, Tarnhelm, Norveç mitolojisinde vardır.Galler mitolojisinin önemli düzyazılarından biri olan Mabinogi'nin 2. bölümünde, Caswallawn(tarihi Cassivellaunus) Caradog ap Bran'ı, bir görünmezlik pelerini giyerek öldürür ve diğer resileri Büyük Britanya'nın yönetimine bırakır.

Çok yakın geçmişte, bir görünmezlik pelerini Harry Potter serilerinde kullanılmıştır.Ayrıca Edgar Rice Burroughs 1931 tarihli romanında A Fighting Man of Mars aynı fikri kullanmıştır.Erik the Viking filmindeki bir sahnede baş karakter, sadece pelerinin sahibi olan prensesin ahmak babasının üzerinde işe yaradığını fark etmeden, ödünç aldığı pelerinle daha çok komik bir betimleme yapar.Düşmanları bu tuhaf davranışı ve sahte görünmezlik iddiaları karşısında o kadar şaşırmışlardı ki onunla savaşamayacak kadar sersemlemişlerdi, böylece kolayca yenildiler

Star Wars'ta, Star Trek'de ve ayrıca Stargate'de görünen gizlenme aygıtı, bilim kurgusal formda benzer bir kavramı temsil etmektedirler.Bilim kurguda, görünmezlik kavramı bilim fantezi formunda, doğal bilimlere dayanan formlarında göründüğünden daha çok görünmektedir.

Nanoteknolojide Görünmezlik

Bir nesnenin görünmesi için, ışığın o nesnenin yüzeyinden yansıması gerekiyor. İngiltere'nin önde gelen üniversitesi Imperial College London profesörü John Pendry, olağanüstü optik özellikleri olabilen nesnelerin ışığı emerek yansımayı önleyebileceğini temelinde görünmezliğin bir yolunu araştırıyor. Meta-maddeler adı verilen bu tip ışığı emen nesneler, ışık demetinin etrafında dolaşmasını sağlayarak görünmezliğe erişiyor.

Meta-maddelerin içerdiği metal ve elektronik bileşenler özel olarak ışığı yansıtmayacak şekilde üretilebiliyor. Bilim insanları bunu elektrik ve manyetik alanlarla ışığın yönü arasındaki ilişkiyi yönlendirerek yapıyorlar.

Bilim ekibi, ışığı geri yansıtmayacak özellikte, küre biçiminde bir meta-madde tasarladı. Bilim ekibinden Duke University profesörü David Smith, teorik olarak gerekli maddelerin ne olduğunu bildiklerini, esas zorluğun bunları pratiğe dökmek olduğunu belirtiyor.

Pendry ve ekibinin tasarladığı görünmezlik nesnesi şimdilik sadece görünebilir ışığın dışındaki dalga boylarında çalışıyor. Görünür ışık dalga boyları için bir görünmezlik düzeneği için nano ölçekte meta-maddeler üretmek gerekecek. Ancak bilim insanları, nano ölçekte metallerin özelliklerini kontrol etmenin zorluklarına dikkat çekiyor. Uzmanlar, farklı işlevler gören görünmezlik düzeneklerinin gelecek yıllarda üretilebileceğini de sözlerine ekliyor.

Spiritualizmde Görünmezlik

Görünmezlik olayı insanlara her zaman çekici gelmiştir. H. G. Wells'in görünmeyen adamından Harry Potter'ın görünmezlik pelerinine kadar bütün bilim kurgucular, bunu hayal ettiler. Görünmezlik genelde mükemmel bir saydamlık olarak sergilendi. Oysa bu metot, bilinen ve bizim anladığımız doğa yasalarına ters bir düşünceydi. Üstelik saydam bir insan hareket ederken çok büyük güçlükler yaşayabilir ve temas ettiği herşeyde görünmeze dönüşebilirdi. Yani, görünmeyen bir insan için yemek ve içmekte bir sorun olmalı. Dolayısıyla, sindirim sistemi de görünmezliğe dönüştüğü için beslenmesi mümkün olamazdı. Çünkü, görünmeyen yiyeceklerinde bu yeni ortama uyum sağlamaları gerekiyordu. Bu sorunun sosyal ortamda ve giysilerde ortaya çıkacağını söylemek ise mümkün değil. Görünmezlik pelerini diye hayal edilen şey, aslında çevremizdeki fotonları yönlendiren ya da değiştiren bir aygıt olmalıdır. Bu uçuk düşünce, bilimsel açıdan pek mantıksız değildir ama yanısıra da bir sürü sorun getirir.Mesela eğer dışarıdan bir ışık gelirse, ışık sanıldığı gibi görünmeyen insanın içinden geçmeyecek, yansıyacak ya da yön değiştirecektir. Çünkü ışığın yasalarına göre hiçbir ışık görünmeyen insanın içine ulaşamaz.

Bu görüşler, geleceğe yönelik olarak ciddi ciddi tartışılıyor. Ekim 2006'da Londra İmperial College'da Prof. Sir John Pendry tarafından verilen bir konferansta tartışıldı. Bu ilginç konferansın ana konusu, basit bir görünmezlik pelerininin gerçekten yapılıp yapılamayacağıydı. İlgi uyandıran bölüm ise temel ışık fiziğinin bu konuda yardımcı olabileceğiydi. Üstelik temel fiziği bilen her yüksek okul öğrencisi bunun üzerinde çalışabilirdi. Sir John'un görünmezlik pelerini temelde bir gökkuşağına benzetiliyor. Yani ışığın bir prizmadan kırılması gibi. Aynı şeyi bir bardak suya soktuğumuz kalemde de görebiliriz yani görüntü asıl bulunduğu yerde olmayacaktır. Sir John ve onu destekleyen fizikçiler, ışığın bir objenin etrafında kırılmasıyla bunun mümkün olabileceği düşüncesindeler. Elbetteki bütün bunlar iddiaları kolayca açıklamıyor. Her bilim insanı gibi, Sir John'un ne demek istediğini tam olarak sadece kendisi biliyor.

Sonuç olarak eğer doğru ortam ve materyaller varsa gerçek bir görünmezlik pelerini yapmak mümkün hatta bunun yakın gelecekte denenebileceği de söyleniyor. Sir John bu vaatte bulunuyor.Bütün iddialar hâlen karmaşık ve ironik. Fakat ilgilenmeye değer. DARPA (The defense advanced research projects agency), Sir John'un görünmezlik pelerinini gelecek yıllarda gerçekleştirebilmesi için gereken desteği sağlıyor. Kimbilir, birgün belki de Harry Potter'in pelerini bir yerlerde satılacak. Ne kadar işe yarayıp yaramadığını da o zaman anlayacağızdır.

maxresdefault.jpg

Bu konuyu yazdır

  Ayna Meditasyonu (OSHO)
Yazar: Spiritüeller - 07-12-2016, Saat: 05:39 - Forum: MEDİTASYON - Yorum Yok

ÇEMBERİ TAMAMLA 

Bilincin dışarı doğru akıyor, bu bir gerçek, bir inanç sorunu değil. Bir nesneye baktığında, bilincin nesneye doğru akar.

Örneğin, bana bakıyorsun. Bunu yaptığında kendini unutursun, bana odaklanırsın. O zaman enerjin bana doğru akar, gözlerin bana doğru yönelir. Bu ilginin içten dışa dönmesidir. 

Bir çiçek görürsün ve büyülenirsin, çiçeğe odaklanırsın. Kendini unutursun, sadece çiçeğin 
güzelliğiyle ilgilenirsin.

Bunu biliyoruz, her an olur. Güzel bir kadın geçer ve birden enerjin onu izlemeye başlar. Işığın böyle dışarı doğru akışını biliriz.

Bu hikayenin sadece yarısıdır. Işığın dışarı doğru her akışında, sen arka plana düşersin, kendine ilgisizleşirsin.

Aynı anda hem özne hem de nesne olabilmen ve bunun yanında kendini de görebilmen için ışığın geri dönmesi gerekir. O zaman kişisel farkındalık ortaya çıkar. Genelde, yalnızca bu yolun ortasında, yarı canlı, yarı ölü yaşarız, durum budur. Işık yavaş yavaş dışarı akmaya 
devam eder ve asla geri gelmez. Şunu görüyorsun, bunu görüyorsun, enerjiyi hiçbir şekilde gören kişiye döndürmeden sürekli görüyorsun. 

Gündüz dünyayı görüyorsun, gece rüyalar görüyorsun, sürekli nesnelere bağımlı kalmaya devam ediyorsun. Bu enerji israfıdır.

Taocu inanışa göre, enerjiyi geri döndürmenin gizli ilmini öğrenirsen, ilgin dışa döndüğünde kullandığın bu enerjiyi kaybetmek yerine çok daha belirgin bir hale getirebilirsin. Bu mümkün; konsantrasyon yöntemlerinin hepsinin bütün hüneri budur.


tibet-cakra-meditasyonu-sakral-cakra_839...80x720.jpg


AYNA MEDİTASYONU

Bir gün, sadece bir aynanın önünde durarak küçük bir deney yap. Aynaya bakıyorsun, aynada kendi 
yüzün, aynada kendi gözlerin. Sonra bir an için bütün işlemi tersine çevir. Aynadaki yansımanın sana baktığını hissetmeye başla, sen yansımaya bakmıyorsun, yansıma sana bakıyor.

Çok tuhaf bir boşlukta olacaksın. Taocu kitaplarda sözü edilmese de, bu bana herkesin kolaylıkla yapabileceği en basit deney gibi görünüyor. 

Sadece banyondaki aynanın önünde durarak, önce yansımaya bak: sen bakıyorsun ve yansıma senin nesnen. Bu ilginin dışa dönmesidir: aksettirilmiş yüze bakıyorsun, kendi yüzüne tabi ki ama bu yansıma senin dışında bir nesne. Sonra konumu tamamen değiştir, işlemi tersine çevir. Yansıma olduğunu hissetmeye başla ve yansıma sana bakıyor. Anında bir değişim olduğunu, büyük bir enerjinin sana doğru aktığını göreceksin. 

Bunu yalnızca birkaç dakikalığına dene, canlanacaksın ve çok büyük bir güç içine girmeye başlayacak. Korkabilirsin bile, çünkü bu hiç tanımadığın bir şey; tam bir enerji çemberini daha önce hiç görmedin.

Başlangıçta ürkütücü olabilir, çünkü bunu daha önce hiç yapmadın ve hiç bilmediğin bir şey; çılgınca gelecek. Sarsılabilirsin, içinde bir titreme yükselebilir ya da kafa karışıklığı hissedebilirsin, çünkü şimdiye kadar yönün hep dışarı doğru oldu. 

İçe yönelişin yavaş yavaş öğrenilmesi gerekir. Ancak çember tamamlanmıştır. Bunu birkaç gün yaptığın takdirde, gün boyunca kendini çok daha canlı hissettiğini görerek şaşıracaksın.

Sadece birkaç dakika aynanın önünde durarak enerjinin geri dönmesini sağlıyorsun ve çember kapanıyor. Çember tamamlandığında büyük bir sessizlik vardır. 

Tamamlanmamış çember huzursuzluk yaratır. Çember kapandığında, huzur yaratır, seni merkeze getirir.

Merkezde olmak, güçlü olmaktır, güç senin gücündür. Bu yalnızca bir deney; o zaman bunu birçok şekilde deneyebilirsin.

Bir güle bakarken, önce bir süre güle bak, birkaç dakika, sonra işlemi tersine çevirmeye başla; gül sana bakıyor. Gülün sana ne kadar çok enerji verebildiğini gördüğünde şaşıracaksın. Aynı şey ağaçlarla, yıldızlarla ve insanlarla da yapılabilir. 

En iyisi bunu sevdiğin kadın ya da adamla yapmandır. Yalnızca birbirinizin gözlerine bakın. Önce diğer kişiye bakarak başla, sonra diğer kişinin enerjiyi sana geri gönderdiğini hissetmeye başla; armağan geri geliyor. Kendini yeniden dolmuş hissedeceksin, yıkanmış, banyo yapmış, yeni bir enerji çeşidinin tadını çıkardığını hissedeceksin.

Bu alıştırmadan yenilenmiş, canlanmış olarak çıkacaksın.

Osho

Bu konuyu yazdır

  KEHANETSEL RÜYALAR
Yazar: Spiritüeller - 07-12-2016, Saat: 05:11 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Bunlar uyurken yüksek benliğimizle kurduğumuz belli bir bağlantının sonucudur. Aslında, onlar başka bir realitede kendimizle buluşmamızın direkt sonucudur. Bu yüksek benliğimizin fiziksel benliğimize tohumlar ekmesinin ve fikirler iletmesinin bir yoludur. Onlar boyutlar arası zaman ve uzay düzeylerinde kendimizle buluşmamız açısından zaman yolculuğuna benzerler. Eğer böyle bir olay uyanık bir haldeyken vuku bulacak olsaydı, bilincimiz onun için herhangi bir başvuru noktasına sahip olamazdı.

Ancak, kehanetsel bir rüya normal realitemizde tam olarak rüyada gördüğümüz gibi nadiren gerçekleşir. Çünkü olay henüz mevcut realitede gerçekleşmemiş olsa da , o başka bir çoğul-evrende çoktan gerçekleşmiş olan bir deneyimdir. Zaman çizgisi perspektifleri tamamen farklı evrenlerle ilgili olduklarından, iki realite nadiren aynı şekilde gelişir.

Bu tip rüya tekamül tarihimizin bu zamanında en yaygın olarak görülen rüyadır ve birçoğumuz her gece böyle rüyalar görüyoruz. Onlar ayrıca nadiren bilinçli olarak hatırlanan rüya tipidir. Onların amacı bizi önümüzde uzanan şeyler konusunda uyarmaktır ki uyandığımızda bizi bekleyen seçimlere hazırlanabilelim. İşte bu yüzden, çoğu kez, vuku bulmak üzere ruhumuzun tüm farklı realitelerdeki deneyimini birleştirirler ve tazelenme dediğimiz şeyin temelidirler. Tazelenmek, canlanmak, gençleşmek için ruhumuzu yeniden birleştirmemiz gerekir.

Bu rüyalarla ilgili hatırlanacak önemli şey, onların sadece görüldükleri sırada doğru ve geçerli olduklarıdır. Biz her konuda her zaman seçime sahibiz. Bu kehanetsel rüyalar bilinçli olarak nadiren hatırlansalar da, bizde önümüzde uzanan olaylarla ilgili hisler bırakırlar. Güçlü psişik yeteneklere sahip olan birçok kişi aslında insanlarda bu rüyalardan kalan hisleri "okuyarak" bu enerjiyle bağlantı kurarlar. Biz her zaman seçime sahip olduğumuzdan, olayların zaman çizgisini gerçekten değiştirebiliriz. Dolayısıyla, canlı ama büyük ölçüde hatırlanmayan kabusların deneyimlenmesi bile o deneyimin sonucunu değiştirebilir.

Her rüya kişiye özeldir ve rüyadaki simgeler onun yaşam deneyimiyle açıklanabilir. Bu nedenle bu tür iletilere cevaben; benim de bir başkasının da sizin gördüğünüz rüyayı yorumlama olasılığımızın bulunmadığını söylemek istiyorum.

Gördüğünüz rüyaları hatırlayabiliyorsanız mutlaka bir mesaj taşıdıklarını bilmelisiniz. Dikkat edeceğiniz husus özellikle kehanetsel rüyalarda gördüklerinizin tam olarak gerçekleşmeyeceğini bilmeniz ve sembolik anlamlarını yaşam deneyimlerinizle yorumlayıp anlamlandırmanız gerektiğidir.

İki kişinin aynı rüyayı gördüğünü varsaysak bile, rüyaların her biri için farklı bir mesaj taşıdığını unutmamalıyız.

Duygusal olarak kehanetsel rüyalar

Steve Rother, duygusal olarak kehanetsel rüyaları; “genellikle duygusal bir deneyimle tohumlar eken harika rüyalar,” olarak tanımlar. 

Bu tür rüyaları detaylı olarak hatırlarız ve hatırlama sürecinde bile duygusal yoğunluğumuz sürer.

maxresdefault.jpg


Örnek

Rüyamızda tanımadığımız birisinin uçak kullandığını ve gökyüzünde güvenli bir biçimde uçtuğunu görmüşsek uyandığımızda aklımızda kalan sadece bu kadarı olabilir. Ama sessiz kalıp rüya hakkında düşünürsek farklı detayların aklımıza gelmesi olasıdır.

Rüyada görmediğimiz semboller belirir ve hatırladıkça duygu yoğunluğumuz daha da artar.

Pilotun eşine sadık birisi olduğuna dair bir veri almamışken, yüzük parmağındaki alyansa sık sık baş parmağı ile dokunup gülümsediği zihnimizde belirebilir.

Rüyada görmediğimiz halde birden pilotun çocuğunun fotoğrafının kokpitteki görüntüsünü anımsayabiliriz. Hatta eşine aldığı ve sefer dönüşü vermeyi planladığı mücevherin kutusunu bile hatırlamamız olasıdır.

Bu tür rüyaların da ayrıntıları uyandıktan sonra silinip gider, ancak, hissettirdikleri günler boyunca ilk anki gücünü korur.

Yakın bir gelecekte gerçekleşecek duygusal bir deneyimin tohumlarının atıldığı bu tür rüyaları birilerine anlatmak ya da yazmak için derin bir istek duyabiliriz.

Bu tür eylemler rüyanın yarattığı duygusal yoğunluğu sonlandıracağı için önerilmez.

Ancak, gizli sembollerin zihnimizde belirebilmesinin, rüyada görmediğimiz bazı iletilerin hatırlanabilmesinin de ancak dışa vurma yoluyla mümkün olduğunu söylemek gerekir.

Tavsiye

Tavsiyem, bir süre rüyanın duygusal etkisini yaşamak için ketum kalmanız, birkaç gün sonra gördüklerinizi sizi yargılamayacak birine anlatmanız ve anlatırken hatırladıklarınızı not alarak öz yaşam deneyimizin ekseninde yorumlamanızdır.

Bilinçaltınız sizi duygusal bir deneyimle karşılaşmadan önce uyarmak ve hazırlık yapmanız için semboller yoluyla ulaşmak ister. Bunun için basmakalıp yorumlara itibar edeceğinize, rüyayı kelimelere ayırıp anlamlarını bulmaya ve birleştirmeye çalışacağınıza, ne hissettiğinize odaklanmanız ve gördüklerinizin sizin özelinizde neyi çağrıştırdığına dikkat etmeniz daha yararlı olacaktır.

Yukarıda örnek verdiğim rüyayı siz görmüş olsaydınız size sorum şu olacaktı: "rüyayı görürken ve uyandıktan sonra ne hissettin?"

Hislerinizi anlatırken duygusal yaşam geleceğinizle ilgili ipuçlarını da anlatacağınıza kuşkum yok. Kelimelere takılmayın, sembollerin size ne hissettirdiğine bakın.

Mutlu hissediyorsanız, bilinçaltınız mevcut yaşam biçiminizi sürdürmeniz halinde güzel bir ilişkiye başlayacağınızı müjdeliyor, kötü hissediyorsanız sonu iyi bitmeyecek bir ilişkiden sizi korumak için uyarıyor diyebilirim.

Steve Rother

Bu konuyu yazdır

  Başmelek Gabriel-KANCALARINIZDAN KURTULMANIZIN ZAMANI GELDİ
Yazar: Emka - 05-12-2016, Saat: 08:09 - Forum: Gabriel (Cebrail) - Yorum Yok

Sizi geçmişte yapip da pisman oldugunuz bir şeyi dusunmenizi istiyoruz.Eğer yakin arkadasiniz ya da en yakininizdaki sevdiğiniz ayni seyi yapsa onlara ne soylerdiniz , dusunmenizi isteriz.Kendinize yaklastiğinizdan cok daha anlayışlı kibar ve merhametli yaklasacağinizi biliyoruz.Peki sizce baskalarina doğal bir şekilde verdiğiniz bu sevgi anlayis ve cesareti kendinize de vermenizin zamani gelmedi mi?

Kancalarınızdan kurtulmanızın zamani geldi.Sevgililer, kendnizi affetmek için deneyimlerinizden cikardiginiz dersleri özümsemek için ve kendi gercekliginizi, icinizde buyumekte olani daha iyi anlatacaginiz yeni yollar bulmak icin...Bu bir evrim surecidir ve bizim size duydugumuz anlayis,kabullenmeyle ve sevgi dolu gözlerle kendinize bakarak, kendinizi yönlendirmenizde ısrar ediyoruz.


~Başmelek Gabriel



Archangel-Gabriel.jpg

Bu konuyu yazdır

  Beyinden Beyine iletişim Gerçek Oldu
Yazar: Emka - 04-12-2016, Saat: 05:17 - Forum: Beyin - Yorumlar (1)

Beyinden Beyine 8000 km Uzağa İletişim Kuruldu

Uluslararası bir araştırmada bilim insanları iki insan arasında binlerce kilometre uzaktan beyinden beyine internetle bağlantı kurmaya başardı. Hindistan’dan bir araştırmacının beynine yerleştirilen bilgisayar ara yüzü (brain-computer interface -BCI) ile Fransa’daki aynı sistemi kullanan diğer bir araştırmacıya sadece düşünce gücüyle kelimeler yollandı. Diğer bir deyimle telepati kurmayı başardılar. Böylece yaklaşık 8046 km(5000 mil) uzaklığa beyinden beyine transfer sağlanmış oldu.

Gelecekte bu sayede sadece konuşmalar değil duygular aktarılabilecek. Bu sayede sevgilinize,arkadaşınıza veya ailenizden birine uzakta bile olsanız o anda beyninizde oluşan düşünceleri aktarabileceksiniz. Tabi bu aklımıza X-Men’deki Profesör X’i getiriyor. Son birkaç yıldır bilim insanları beyindeki düşünceleri okumakta gerçekten büyük aşama kaydettiler. Artık piyasada mevcut olan beyin-bilgisayar ara yüzleri sayesinde bilgisayarın USB portunuza bağladığınız bu cihazlarla yeni şeyler yapabiliyorsunuz. Daha gelişmiş sistemler ise beyne implant olarak yerleştirilerek daha fazla hakimiyet sağlıyor. Fakat bir yerden bir yere düşünce gücünüzü aktarmak yani telepati kurmanız için diğer tarafta da aynı sistemin olması gerekiyor. Bununla beraber, bir insandan diğer insanın beynine veri aktarımı oldukça zor bir konu. Artık bilim adamları bu kodu kırmış bulunuyor. 

Neuroelectrics’den bilim insanları elektroensephalogram adı verilen bir teknikle beyinden bilgisayara (BCI)aktarımı başardı. Diğer tarafta ise bilgisayardan beyne aktarım (CBI) için TMS(transkraniyal manyetik stimülasyon) kullanıldu. TMS sayesinde beyindeki bölgeler elektrik akımı yerine  manyetik akımla uyarılıyor. TMS ‘nin en büyük özelliği ise kafanızda bir delik açmak zorunda kalmadan kafanıza bağlanabilmesi. Beyinden bilgisayara düşünceler yollanıyor.(ayağını hareket ettiriyorum, kolunu hareket ettiriyorum vb.) Bunlar 1,0 dijital kodlara dönüştürülüyor. Biraz zamanla bütün kelimeler 10101010010 gibi kodlanıyor. Sonrasında bu kodlar internet veya başka bir sistemler alıcıya ulaştırılıyor. TMS giyen kişi kafasında “1” geldiğinde görsel korteksi uyarılarak fosfen üretiyor. Bu aslında retinaya ışık düştüğünde görülen flaşları gösteren fenomen. Eğer “0” gelirse fosfen sıfır olarak kodlanıyor.

32119032015163642-m.jpg

Bu konuyu yazdır

  İNSAN GÖZÜ KAÇ MEGAPİXEL
Yazar: Emka - 30-11-2016, Saat: 23:19 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Günlük hayatta “Vay be, adamın cep telefonunun kamerası 2.0 mp” ya da bende bir makine var “12 mp” gibi sözler duyarız ve “Vay be, teknoloji nerelere kadar geldi.” deriz. Hatta bazen “Ya bu kamera benim gözümle gördüğümden de net çıkarıyor görüntüleri.”  bile deme cüretinde bulunuruz. İşin aslını yapılan araştırmalar gösteriyor ve bakın teknoloji, hâlâ ne kadar âciz; ne kadar basit ve kainata kıyasla ne kadar geride kalmış. Açıklamayı size çeviriyorum:

Gözümüz, tek bir taslak üzerinde kurgulanmış anlık çekimleri yakalayan bir fotoğraf makinesi değildir. Daha çok bir video silsilesine benzemektedir. Gözümüz, küçük açılarla, anlık hareket eder ve etrafımızdaki detayları beyne yansıtmak için sürekli kendisini günceller. Ayrıca iki tane gözümüz vardır ve beynimiz, çözünürlüğü daha da arttırmak için her iki gözden gelen sinyalleri toplamaktadır. Daha fazla bilgi toplamak için de haliyle gözümüzü, gördüğümüz şeyin etrafında hareket ettiririz. Bu nedenlerden dolayı, göz ve beyin birlikteliği, retinadaki foto alıcıların sayıca fazlalığı sayesinde,bir makinede olabileceğinden çok daha yüksek çözünürlükte veriler elde etmemizi sağlar. Aşağıda verilen eşdeğer megapiksel değerler, insan gözünün bir manzarayı ne kadar netlikte gördüğünü açıklayan bilimsel bir detaydır.

Yukarıdaki insan gözünün çözünürlüğünü sağlamaya neden olan veriler ışığında,şimdi önce küçük bir örnekle başlayalım: Şimdi önünüzde 90'a 90 derecelik açıda (gözümüzün açıları yani) bir görüntünün olduğunu farz edelim, aynen pencereden dışarıdaki bir manzarayı seyredermiş gibi. Bu durumda piksel sayıları ortalama bir göz için:

90 derece * 60 arc-dakika/derece * 1/0.3 * 90 * 60 * 1/0.3 = 324,000,000 pixels (324 megapiksel) olur.

Gerçekte her an bu kadar çok çözünürlük elde etmiyoruz, ama gözümüz bir manzarada istediğiniz tüm detayları görmenize olanak sağlamak için sürekli istediğiniz detayın etrafında hareket eder. Ama insan gözü, bu açıdan çok daha fazla bir açı görür ki bu da 180 dereceye yakındır. Biraz küçük düşünüp 120 derecelik bir açıyla bakabildiğimizi varsayacak olsak bile:

120 * 120 * 60 * 60 / (0.3 * 0.3) = 576 megapiksel verisini elde ederiz.

İnsan gözünün görebileceği gerçek açı değeri şüphesiz ki çok daha fazla çözünürlüğe tekâbül eder. Bu yapıdaki (çözünürlükteki) bir veriyi kaydetmek içinse, çok fazla alana kayıt imkanı sağlayabilecek kadar gelişmiş bir kamera olması lazım.

Şimdi teorik bilgiyi bir kenara bırakıp , sözün özünü aktaracak olursak, pencere gibi sınırları olan bir alandan dışarıya baktığınızda gördüğünüz manzara, beyninizde 324 megapiksele eşdeğer olarak yer alıyor. Eğer görüntünüzü engelleyecek bir maniniz yoksa, 576 MP. Şimdi kameralardaki özellikler benim gözümde solda sıfır kaldı doğrusu. Aman bu yazıyı okumaya çalışırken gözünüze zeval gelmesin. Megapiksel ayarlarınız bozulmasın.

(Duyduğu hiçbir şeye, gözüyle gördüğünün de yarısına inanan birisi olarak) ne dersiniz? Burada yapılan hesaplar, doğru mu?

Öncelikle şunu belirtmekle başlamak istiyorum, insan gözü analog bir yapıdır ve dijital bir terim olan piksel boyutuyla ölçülmesi tam olarak mümkün değildir. Beyindeki görme merkezi gözlerden gelen ışık bilgisini aynen bir film perdesi gibi algılayamaz. Beyin gelen ışık bilgisini yorumlayarak görüntü oluşturur. Bu görüntü gözden beyne giden sinir hücrelerinin yani nöronların hızına bağlı olarak sürekli yenilenir.

Örneğin bunu FPS (frame per second) değeri olarak göz önüne alırsak, bir video filmindeki 30FPS değeri gözümüzün görüntüyü tümüyle akıcı olarak görmesi için yeterlidir. Fakat bu olay, insan gözünün 30FPS olduğu anlamına gelmez. İnsan gözünün de belli bir eşik değeri vardır ve o değerden daha hızlı geçen bir cisme baktığında onun hareketini yakalayamaz ve hiçbir şey geçmemiş gibi görür. Günümüzde kullanılan yüksek çekim hızına sahip kameralar kullanılarak bir merminin hareketi milisaniye mertebesinde rahatlıkla incelenebilmektedir.

İnsan gözünün hızı için basit bir test yapabiliriz. Öncelikle CRT(tüplü) bilgisayar monitörünüzün dikey tarama frekansını 60 Hz'e getirin. Bunun için, masaüstüne sağ tıklayıp özellikler > ayarlar > gelişmiş > monitör sekmelerini takip edip Hz ayarlarına ulaşabilirsiniz. 60 Hz'e getirdikten sonra ekrana 30cm mesafeden bakarken, monitörün yan tarafında bir nesneye odaklanın ama göz ucuyla da monitörü görün. Normalde düz bakarken hissetmediğiniz ekran yenilemesinin nasıl yukardan aşağıya taranarak sayfa sayfa geçtiğini bu şekilde fark edeceksiniz. Eğer normal bakarken de 60 Hz'i fark ediyorsanız bunu bir de 75 Hz'de deneyin. Kendim 75 Hz'e kadar fark edebiliyorum fakat 85 Hz ve üstünde artık sayfa sayfa geçişleri göremiyorum. Gözün bu hızı kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Gözleriyle sürekli detaylı ve hareketli şeyleri takip eden ve işi gereği yüksek dikkatle çalışan kişilerde daha hızlı göz refleksleri görülür.

Gözümüzün ışık algılayıcılarının bulunduğu retina, sinirsel yapıdan oluşan bir zardır. Retinadaki ışık algılayıcıları, sayısal kameraların algılayıcılarında olduğu gibi sayılabilir büyüklüklerdir. Hatta, retinanın çukur kısmında(fovea) bu algılayıcıların sayıları diğer bölgelere oranla daha fazladır ve retinanın üzerine düşen ışık beyine sıkıştırılarak iletilir. İşte bu nedenle gözümüz bazen bize oyun oynar ve şekilleri olmadığı gibi görürüz. Gözümüzdeki ışık algılayıcı hücre sayısı(ya da piksel deyin) belli bir kritik değerin üstünde olduğu sürece görme kalitesi etkilenmez. Çünkü görüntüyü beyin tamamlar. Hatta tek gözümüz olmasa bile görüntü çözünürlüğümüz azalmaz, yalnızca derinlik hissimiz bir miktar kaybolur. Retina “dekolmanı” olarak adlandırılan ve göz içindeki ışık hücrelerinin büyük kısmının harap olduğu durumlarda bile görüntünün bir kısmını eksik görmeyiz. Bunu şöyle benzetebiliriz: Elinizdeki kameranın merceğinin yarısını kapatıyorsunuz ama ekranda görüntüyü hala tam görüyorsunuz; çünkü kameranın işlemcisi eksik kısmı tamamlıyor.

Gözün görme kapasitesinin megapiksel olarak ifade edilebilmesi için, gözdeki reseptörleri piksel olarak düşünüp bir sahneyi beynin hangi detay seviyesinde oluşturabildiğini test etmek gerekir. İnsan gözü küçük bir organdır ve üzerine gelen ışığın çok az bir miktarı ile bütün her şeyi yapar. Fakat yüksek megapiksel kameraların mercekleri oldukça büyüktür ve buna bağlı olarak karanlık bir sahnede insan gözüne kıyasla çok daha fazla aydınlanmış alan görürler. Şunu net olarak söylemek mümkündür ki, eğer göz büyüklüğünde bir mercekle en yüksek megapiksel oranını alıp fotoğrafı çekip daha sonra insanın aynı manzaraya bakarak gördüklerini karşılaştırırsak eminim ki insan gözü daha fazla detayı algılayıp tanımlayabilecektir. Dijital makinenin çektiği fotoğraf ise, zoom yapılmadan insanın gördüğüne denk biçimde görüntülenip incelenirse çok daha az detay yakalayabildiği anlaşılacaktır.

Bu nedenle insan gözü yapay merceklerin görüntüsüyle kıyaslanamayacak kadar mükemmel yaratılmış bir organdır. Ama dijital bir veri olan megapiksel olarak ifade edilebilir. Bunun hesaplaması yukarıda bahsettiğim şartlar sağlanırsa, yaklaşık olarak bir değer ortaya koyularak gerçekleştirilebilir. Ama megapiksel teriminin aslında bir sahneden alınan görüntünün kaç piksel ile görüntülendiğini ifade eden bir kavramdan başka bir şey olmadığını aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Tabii ki ne kadar fazla piksel olursa o kadar detaylı görünecektir fakat bunun insan gözüne denk gelen oranıyla kıyaslamak için, konuyu başlıca bir araştırma konusu olarak ele alıp laboratuar şartlarında incelenmesi ve deneyler yapılması gerekir.

Göz düşünen canlı insanın en önemli organlarından biridir. İnsan algılamasının yaklaşık yüzde 80'i gözler tarafından sağlanır. Bu inanılmaz organın özellikleri hayret vericidir. Bütün vücuttaki duyu algılayıcılarının yüzde 70'i gözün retina tabakasında yer alır. Kıyaslayacak olursak Sony'nin 2001yılı itibariyle en gelişmiş dijital kamerasında 4.200.000 görüntü algılama noktasıyla işlev görürken insan gözü yaklaşık 120.000.000 renksiz algılama ve 6.500.000 renkli algılama hücresiyle 1 fotonluk hassasiyetle çalışabilmektedir. Göz kafatasında orbita adı verilen bir kemik yuvaya yerleşmiştir. Etrafı yumuşak yağ dokusuyla sarılıdır. Üzerine yapışan 6 adet kas göz hareketlerini sağlar.

15037107_339246223134796_4456213396575014468_n.jpg



İris nedir?

İris gözün rengini veren renkli tabakadır. Mavi, yeşil, kahverengi, ela gibi renklerde olabilir.İris adını eski Yunan mitolojisinden almıştır. Bu hikayelerde adı geçen ve güzelliği ile ünlü gökkuşağı tanrıçasının ismi gözün bu büyüleyici güzellikteki göz kasının da adı olmuştur. İris o kadar güzel bir yapıdır ki, çok az fotoğraf ve fotoğrafçı onun bu güzelliğini tam olarak ortaya koyabilir. Nitekim mikroskop altında mavi bir iris cerrahlara bir deniz gibi gözükürken, kahverengi bir iris çok muhteşem hayali bir gezegen gibi durmaktadır.

Bu konuyu yazdır

  Hipnoz İle Tedavi Kekemelik
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 22:46 - Forum: Hipnoz - Yorum Yok

Bir Kardeşimizin, bu konuda yapılacak bir şey olup olmadığı hakkında sorular sormuştu, yapılacak yöntemlerden bir tanesi olarak bu yöntemde öngörülebilir...

Konuşma zorluğu iki farklı nedenle oluşmaktadır.

A-Organik nedenler: Beyin yapısındaki sorunlar, ses tellerinin yapısal kusurları, ağız, dil, diş dudak kuburları. Bu tür nedenlerle yapıdan kaynaklanan tıbben organik kusurların çözümü ancak o sorunun çözümüyle konuşma işleminin düzelmesini sağlar. Hipnoz bu tür organik kusurlarda moral desteğinin ve kişisel eforun gelişmesini sağlar.

B-Psişik nedenler: Yapısal olarak kusurlu olmayıp, psişik nedenlerle konuşmayan, takılan ve kekeleyen kişiler bu grubu oluşturur.

Bu nedenleri açtığımızda, taklit, dikkati çekme, korku ve travma gibi başlıklar konuşma zorluğunu geliştirir.

Taklit: Ailede konuşma zorluğu yaşayan birileri varsa aile içinde küçüğün yanında, “babası, amcası veya annesi de küçükken kekelerdi”, gibi konuşmalar doğru değildir. Bu tür empozeler adeta hipnotik etki yapar ve “Demek ki ben de bir süre kekeleyeceğim”, düşüncesini beraberinde getirir.

Dikkati çekme: Küçük kendini kabul ettirmek, istediğine erişmek üzere kekeleme taklidiyle başladığı yanlışlığı uzun yıllar kabullenerek sürdürür.

Korku: Herhangi bir hayvandan veya olaydan etkilenerek korkan küçük konuşma zorluğuyla kekelemeye başlar. Aile, bu olayı ilgi odağı haline getirirse konuşma bozukluğu sürekli kekelemeye dönüşür. Geçici olması gerekirken ayrılmaz bir parçaya dönüşür.

Travma: Herhangi bir travma, kaza çarpma vb. nedenlerle açığa çıkan bedensel olmayan bir bozukluktur.

İstenmeyen ve başarıyı engelleyen bir yaşam tarzı olan kekemelik kişi için olduğu kadar, yakınları, iş arkadaşları ve ailesi içinde önemli bir sorundur.

Psişik konuşma bozukluğu olan kekemelik derece derecedir. Öylesine ağır konuşma zorluğu çekenler vardır ki, ismini bile söylemekte zorlanır, kasılır, tikleri artar, dövünür, uğraşır durur. Daha hafifleri vardır; zaman zaman heyecanlı, gergin anlarda, telefon başında vs nedenlerle başlayan, hatta bazı kelime veya harflerle açığa çıkan bozukluklar.

Ne türden olursa olsun, yeter ki organik nedenlerle dayanmasın. Kişinin konuşma merkezine hipnotik yaklaşımla erişildiğinde psişik nedenlere dayanan konuşma bozuklukları düzeltilebilmektedir. Buradaki kıstas ve yapılan görüşmelerde dikkat edilen konu, kişinin zaman zaman şarkı söylerken, şiir okurken ve rahat zamanlarında güzel konuşup konuşmadığıdır. Yapılacak beyin grafileri ve laboratuar araştırmalarıyla organik nedenlere dayanıp dayanmadığı öğrenilebilir. Dil, dudak, diş yapısında kusur var mı, ses tellerinde konuşmaya bağlı hastalık var mı, araştırılır. Hepsi olumlu sonuç vermişse, sorunun çözülmesi mümkündür. 

Hipnoza hazırlanıp alınan, konuşma zorluğu çeken kişiye aşağıda örneğini göreceğiniz şekilde seans uygulanır. Uygulayıcı, birinci bölümde moral desteği ve başarma imajı verir. İkinci bölümde ise hipnozu daha da derinleşerek “Benden sonra tekrarla” komutuyla devam eder. Bu işlem tamamlanınca üçüncü bölüme geçer. Başaracaksın anlayışıyla telkinleri özetleyerek tekrarlar.

Uygun metotlar altında hasta hipnoza alınarak sakinleştirilir ardından konuşmayla ilgili özgün telkinler başlar:
“...Sende yapısal hiçbir kusur yok, beyinsel olarak, dil, dudak diş yapınla ve ses tellerinle rahatça konuşabilirsin... Başkalarının yanında... Heyecanlı, gergin anlarda da... Kalabalıkta... Tüm ilginin sana çevrildiği anda da güzel konuşabilirsin... Sen de yapısal bir kusur olsaydı her zaman kötü konuşurdun... Şiir okurkan, şarkı söylerken her kelime ve harfi rahatça söylüyorsun... Sen de kusur olsaydı söyleyemezdin... Dilinde dudaklarında dişlerinde hiçbir kusur yok... Sen istersen her zaman güzel konuşabilirsin... Şimdi daha da rahatlamanı, daha da gevşemeni istiyorum... Sağ elini kapatarak derin nefesler almaya başla... Her nefesle daha da rahatlayacaksın... Bedenin daha da gevşeyecek... Göz kapakların daha da ağırlaşacak... İstesen de açılmayacak... Ama bilincin, sanki bir bilgisayar gibi... Tüm ilgi ve dikkati sözlerime verecek telkinleri kavrayacak ve hiç unutmayacaksın... Şimdi yedi defa daha derin ve olağanüstü güçlü nefesler almanı istiyorum... Her nefesle daha da rahatlayacak ve konuşma merkezini denetim altına alacaksın... Konuşmanı engelleyen tüm nedenleri avuçlarına hapsedebilirsin... Avuçlarını daha da sıkarak rahatlamanı istiyorum... Güzel çok güzel... Şimdi bedenin sanki bir hamur gibi oldu, istesen de kıpırdatamazsın... Göz kapakların kenetlendi... Sanki dikilmiş gibi, güçlü bir tutkalla yapıştırılmış gibi... Ama bilincin, çok açıldı... O kadar açıldı ki, tüm varlığınla dikkatini sözlerime veriyorsun... Hepsini hatırlayacak ve hiç unutmayacaksın... Her geçen seansta hipnozu daha derin yaşayacak... Her geçen gün daha güzel konuşacaksın; bir konuşmacı, bir hatip gibi. Kalabalıkta tüm dikkatler sana çevrilse, kürsüye çıksan bile... Sağ elini kapattığında üç derin nefes aldığında başkalarının yanında gözlerin kapanmasa da... Kendini benim yanımda gibi hissedeceksin... Sanki aynayla, benimle konuşuyor gibi olacaksın... Çevrende kimse yokmuş, yalnızmışsın gibi davranacak ve söze başlayacaksın... Kelimeler, ağzından, dudaklarından kolayca çıkacak... güzel konuşmanın, düşündüklerini söylemenin... soruları yanıtlamanın huzuruna kavuşacaksın... Bu andan itibaren konuşma merkezinin kontrolü avuçlarında... Heyecanlı da olsan, gergin de olsan valinin, kaymakamın, müdürün yanında da olsan... Sınavda da olsan, teftişte de olsan güzel konuşacaksın... Kim olursa olsun onu bir insan gibi düşünecek, mesleğine aldırmadan rahatça konuşacaksın...”

Birinci bölümün ardından ikinci bölüme devam edilerek kişiye tekrarlattırılır. “...Bende yapısal bir bozukluk yok... İstersem güzel konuşabilirim...” gibi.


İkinci bölüm tamamlanınca, kişi rahatlatılır. Artık iyice gevşemiştir. Üçüncü bölüme geçilerek kendi kendine de her gün en az birkaç defa konsantre olması, akşamları yatarken telkinleri hatırlaması ve yüksek sesle gazete, mecmua veya kitap okuyarak okuduklarını duyması istenir. Daha ilk seanstan başlayarak otohipnozu öğrenmesi ve kendi kendine telkinleri tekrarlaması öğütlenir. Birkaç çalışma içinde gerginlik azalır, sorunun derinliğine bağlı olarak kasılmalar azalmaya başlar. Sebat eden kişi bir süre sonra sorununu çözmüş olur.



kekeleme-tedavisi.jpg

Bu konuyu yazdır

  Hipnoz Gerçekmidir Gerçekten Varmıdır
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 22:34 - Forum: Hipnoz - Yorum Yok

Canı sıkkın bir insan, bir hipnoterapisti ziyaret eder. Doktor, hastanın şikayetlerini anlayışla dinler. Dinlediği esnada sürekli hastasının gözlerinin içine bakar. Hasta, günlük hayatının birkaç ayrıntısından bahsettikten sonra başka bir dünyanın içine girer. Çevresinin kuklası olur. Artık, acı ve depresyon sancıları tarafından rahatsız edilmez. Çok geçmeden hipnoterapist, onu amansız dünyanın saçmalığına geri getirir.

Hasta, evine döner; ama sadece birkaç saatliğine. Doktoruna sık sık yaptığı ziyaretler, hayatının seyrinin bir parçası olur.

Hipnotizmaya olan rağbet, 20. yüzyılda doruğa ulaştı. 1920'lerin sonlarında hastalara anestezi uygulanmaksızın ameliyatlar gerçekleştirildi. Fransız doktor A. A. Liebcault, hastalarına hipnoterapi uygulamayı denedi. Deney, başarıyla sonuçlandı ve olağan resmî hastane tedavi yöntemleri arasına katıldı.

Yine de şüpheciler, hipnoterapi diye bir bilim dalı olduğuna inanmayı reddettiler. İnanmayanlar, kategorik olarak histeri ile ilişkilendirdikleri bu duruma kesinlikle inanılmaması gerektiğini gerektiğini belirttiler. Doktorlar da hipnoterapi konusunda tereddüt ettiler.

20. yüzyılın ikinci yarısında hipnoterapi epey ilgi çekti. Ciddi bir araştırma konusu oldu. Çeşitli kitaplar yazıldı ve televizyon programları yapıldı. Gri fikirler, böylece pozitif renklere boyandı. Asıl büyük etkiyi oluşturan iki kitap "Birden Fazla Yaşam" ve "Geçmişle Yüzleşmeler"di. Birincisi, bir BBC yapımcısı olan Jeffrey Iverson ve ikincisi de Peter Moss tarafından yazıldı.

En meşhur deney, Arnall Bloxham tarafından gerçekleştirildi. Cardiff'li ev hanımı Jane Evans'ı gerilere götürdü. Jane Evans, geri gittiği zaman bir 12. yüzyıl Yahudisi Rebecca oldu. Hipnoz altında hayatını ayrıntılarıyla anlattı. Bir kilisenin temel kemerinin ve bir Yahudi katliamının tarifini yaptı. Açıklamaları yüzde 100 doğru bulundu.

Hipnotizma, sadece insanoğlu üzerinde değil, aynı zamanda hayvanlar üzerinde de denenen bir şeydir. Hipnotizmanın klasik örneği, gagası tepeşirle çizilmiş bir çizgiye indirilen bir tavukla ilgilidir. Tavuk da hipnoz altında olduğu sürece, çizgiden ayrılmayacağına inanıyordu. Doğrusu eleştirmenler, hipnozun bu büyük gücünü gördüklerinde hayrete düştüler.

Sonra gündeme polis karakollarında kullanımı geldi. Hipnotize edilmiş insanlar tarafından yapılan açıklamalar o kadar doğruydu ki, polis, çok geçmeden bu yöntemi suçluları bulmak için kullanmaya başladı. Vahşice tecavüze uğrayan, ama maalesef saldıran kişiyi hatırlamayan İsrailli bir kız, örneği de mevcut. Bununla beraber, hipnoz altına alındığında suçlunun net bir tarifini yaptı. Polis, kızın hipnoz altındayken verdiği tariflerin yardımıyla tecavüz eden kişinin yerini tespit etti ve onu cezalandırdı.

Yakın bir geçmişte Bob Willis (bovling oyuncusu), Roslaine Few (1970'lerin ilk yarısında yüksek atlama şampiyonu) ve Arthur Ashe (tenis yıldızı) tarafından bir sonraki yarışmalarında en iyi oyunlarını sergileyebilmeleri için oyun sonrası hipnoz tedavisi kullandı.

Her şeye rağmen hala hipnoz kavramını kabul etmeyen birçok araştırmacı ve bilim insanı bulunmaktadır. Onlara göre hipnoz diye bir şey yoktur ve hipnozu uygulayanların olayın işleyiş şeklini açıklayamamaları yüzünden inanmayanların eleştirileri cevaplandırılamamaktadır.

Ama anestezi olmaksızın hipnoz altında ameliyatların yapıldığı doğrudur ve hastalar herhangi bir acı ya da ameliyat sancısıyla karşılaşmamıştır. Ayrıca cinayet ve tecavüzlerin sırlarının hipnoz yardımıyla çözüldüğü de doğrudur. Hastaların söyleyemedikleri büyük travmaları ve sıkıntıları tedavi edilmiştir.


Bu durumların nasıl üstesinden gelindiğini kimse bilmiyor. Hipnoz deneylerini esrarengiz bir hava sarmalıyor.



hipnoz-1.jpg

Bu konuyu yazdır

  ŞAMBALLA'NIN TAHMİNİ YERLERİ
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 18:18 - Forum: Shambala (Şambala) - Yorum Yok

1. GOBİ ÇÖLÜ: Teosofistler ve kurucuları Madam Blavatsky'ye göre, antik bir Hint yazıtı olan Karma Purana'da Şamballa, kuzeydeki denizde bulunan bir adadadır. Ve Gobi Çölü eskiden bir iç denizdi.

2. AMU DERYA: Macar düşünür Körös, Şamballa'yı Amu Derya ırmağının kuzeyinde buluyordu.

3. BELOVODYE: 1923'de Kokushi Dağları'na bir araştırma gezisi yapıldı ama geri dönen olmadı.

4. KUN LUN: Çin Mitolojisi'ne göre Şamballa, Kun Lun Dağları'nın buzlu zirveleri arasındadır

5. TABU ÜLKESİ: Taoist Mitoloji, dünyanın en güzel yerinin Tabu Ülkesi olduğunu belirtir. Bu yer Tibet ile Szechwan arasındadır.

6. TARIM IRMAĞI: İtalyan Tibetolog Guiseppe Tucci'ye göre Şamballa ırmağın doğduğu bölgededir.

7. TASHİ LHUMPO MANASTIRI: Efsanenin doğuş yeri kabul edilen bu manastır bilindiği kadarıyla 1447'de kurulmuştur ve Kalacahkra bilgeliğinin merkezidir yani bilinmeyen uygarlıkların ve dönemlerin...

8. ALTAY DAĞLARI: Geoffrey Ashe'a göre, Şamballa için en uygun yer Altaylardır. Yazara göre Orta Doğu ve Yunan Mitolojileri bunu belirtmektedir.

9. MOĞOLİSTAN: "Şamballa'nın Kırmızı Yolu" adlı eserde, Şamballa'nın girişi Moğolistan sınırındadır.

10. HUMBOLD DAĞLARI: Nicholas Roerich ekibiyle beraber bu bölgede araştırma yaparken, bir UFO görmüştü, çok büyük ve güneş kadar parlak, diyordu ve tüm ekibin gördüğü dev UFO dağların arasında kaybolmuştu. Ayrıca Roerich'e Darjeeling-Ghuan'da bulunan bir yolda Ghum rahipleri Şamballa'lı olduğunu söyledikleri bir Lama ile tanıştırmışlardı.


Ayrıca Tibet'in başkenti Lhasa'nın ve Türkistan'daki Turfan kentlerinin altında Şamballa'ya giden tüneller olduğu iddia edilmekte, İngiliz dağcı Frank Smythe ise, Himalaya Dağları'nda 9000 m. yükseklikte iki büyük UFO gördü, dağcı UFO'ların dağların içine girdiğini iddia ediyordu. James Hilton'a göre ise, Şamballa veya Shangri-La kesin Himalayalar'dadır. Bir diğer iddia ise, 1900'lerin başında nedeni bilinmeyen atomik bir patlamanın olduğu Sibirya'daki Tunguska'nın Şamballa olduğudur.





Shambala.jpg

Bu konuyu yazdır

  Shambala Dünyada mı yoksa Uzayda mı?
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 18:12 - Forum: Shambala (Şambala) - Yorum Yok

Tibet söylenceleri Shambalanın Himalaya'nın dağları arkasında ve Tibet'in kuzeyinde olduğunu iddia etmekteler. En eski yazıtlara göre Shambala, “Badh Gayaren”in (Kuzey Hindistan'da eski budist kutsal bir yer) kuzeyinde saklıdır. Shambala'nın yeri Tibet manastırlarında yüzyıllardır tartışılıyor. Düşünceler o kadar farklıdır ki, bazı Lamalar Shambala'nın yerini Kuzey Tibet olarak belirlerken diğerleri Kuzey Kutbu olarak dahi gösteriyorlar, hatta New York bile aday olarak gösteriliyor. Shambala'nın normal gözle görülüp, görülemediği, en önemli tartışma noktalarından biridir. Eğer Shambala gercekten dünyada olsaydı, nasıl saklı kalabilirdi? Yeryüzüyle ilgili olan bilgilerimize göre büyüklüğü yüzünden Shambala'nın var olması ve bulunamaması inanılmazdır. 96 prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada gizli bir yer olabilir mi? Shambala'nın Lotus çiçeği şeklindeki bir dağ zinciri şeklinde olduğuna inanılıyor. Ama uydu araştırmalarına göre böyle bir yerin var olmadığı bilinmekte. Peki ama Shambala nerede? Manastırcı Budistler yani tutucular, Shambala'nın dünyada buluduğu düşüncesindeler. Buna karşı Halk Budizm'in yandaşları ise, Shambala'nın tanrıların oturduğu gökyüzünde olduğuna inanıyorlar.


Bazı çağdaş Tibetliler de aynı veya benzer görüşteler, Shambala'yı dünyada değil de, yıldızların arasında aramaya başladılar, yani bir gezegende. Tibet'in ruhani lideri “Dalai Lama” bile bu konuyu düşünüyor. Shambala acaba dünyadışı bir uygarlığın merkezi mi ve Tibet'lilerin bin yıllardan beri bundan haberleri var mıydı? Yoksa Shambala, zaman ve mekan dışı bir yerde bulunan gizemli bir imparatorluk mu? Varsayımlara göre Shambala bir başka boyut veya bir paralel dünyada olabilir mi? Eğer bu düşünce doğru ise Shambala, burnumuzun dibinde olsa bile göremeyiz. Yine de Tibet'te bugün dahi Shambala'ya giden yolu tarif etmeye çalışan “Rehberler” vardır. Ama bunu öylesine anlaşılmaz bir şekilde yaparlar ki, bu tarifleri takip etmek neredeyse imkansız olur. Yol anlatımları genelde Tibet'in ve Kuzey Hindistan'ın bilinen yerlerinde başlayıp, kuzeydeki bilinmeyen bölgelere gider. Yalnız tümü şaşırtıcı ve inanılmaz bir ayrıntıda uyum sağlarlar: Sonuçta her rehber, geziyi yapanı yola sadece havadan devam edebileceği bir yere götürür. Ama nasıl? Gezi orada kalır ve sürdürülemez. 1557 de bir Tibet'li prens tarafından yazılan bir şiirde gizem doludur: “Yüceler, seni ondan sonra altın müzikle birlikte omuzlarına çıkaracaklar ve seni pamuk gibi dağ zincirlerinin üstünden taşıyacaklar. Onların mucize güçleriyle şemsiye gibi havada uçaçaksın ve kartallar bile utanacak.” Acaba bu mısraların içinde ne anlam saklıdır?



maxresdefault.jpg

Bu konuyu yazdır