Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,075
» Son Üye: rahmanmutlu
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1102 kullanıcı aktif
» 1 Kayıtlı
» 1101 Ziyaretçi
rahmanmutlu

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 231
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 352
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 782
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 702
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,549
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,922
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,129
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,318
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,570
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,853

 
  Evren Bir Simülasyon Mu? 1: Bilgi ve Entropi
Yazar: Archilles - 20-05-2016, Saat: 18:27 - Forum: EVREN VE BİLİM - Yorum Yok

Evren Bir Simülasyon Mu? 1: Bilgi ve Entropi



Torunlarımızın zamanda yolculuğu başarıp geçmişe dönerek bizleri kontrol altına alma olasılığı nedir? Yaşadığımız evren, tıpkı bir bilgisayar oyunu gibi, bağıl bir gerçekliğe mi sahip? Bizlerden daha gerçek varlıklardan söz edebilir miyiz? Alvan R. Feinstein, “Aptalca sorular sorun. Eğer sormazsanız, aptal kalmaya devam edersiniz.” sözünü söylerken kendinden oldukça emin görünüyordu; ancak bu sorular her ne kadar günümüz biliminin cevaplama gücünün çok ötesinde olsalar da, hiç de aptalca değiller.
Evren tam olarak neden oluşur? Verilebilecek en aklı başında ve güvenli cevap, “Madde ve enerji.” olurdu. Bu ikisi ayrı şeyler mi? Hayır; madde, enerjinin yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan bir enerji formu. Tarihe kara bir leke olarak geçmiş olan ve Hiroshima ve Nagasaki’de patlatılan atom bombaları, atom çekirdeğini bir arada tutan enerjiyi serbest bırakırken, bilim insanlarının CERN’de enerji yoğunlaştırarak yeni parçacıklar, yani madde ortaya çıkarmaları da bunun, gerçek hayattan kanıtları olarak gösterilebilir. Ancak ortada, madde ve enerjiye hiç benzemeyen; ancak onlarla aynı kaynağı, her şeyin başlangıcı olarak modellediğimiz Büyük Patlama’yı paylaşan, hatta yeri geldiğinde madde ve enerjiyi bile kendisine dönüştürebildiğimiz bilgi gibi bir malzeme var.



Baş Aktris: Bilgi
Bir otomobil fabrikasındaki robotlara, otomobilin genel aksamının tüm içeriği sağlanmış olsa da, bu parçalardan hangilerinin hangilerine, nasıl ve hangi öncelikle kaynatılacağının ya da hangilerinin hangileriyle birleştirileceğinin bilgisi sağlanmadan, robotlar ortaya, kullanışlı hiçbir şey koyamaz. Vücudumuzdaki herhangi bir hücrede bulunan ve diğer tüm ribozomlar gibi, protein üretiminden sorumlu olan herhangi bir ribozom, kendisine proteinlerin yapıtaşları olan aminoasitler ve ATP molekülünün ADP molekülüne dönüştürülmesinden elde edilen enerji sağlanmış olsa da, hücre çekirdeğindeki yönetici molekül olan DNA’dan gelecek bilgi olmadan, hiçbir protein üretemez. Bilgi materyali, sadece bu gibi iyi tanımlanmış süreçlerde etkili değildir; sezon sonunda oynanan bir futbol maçında, başka bir maçtan gelecek herhangi bir bilgi, bir başka bilgi biçimi olan taktiklerin değişmesini ve dolayısıyla, doğrudan sürecin kendisinin değişmesini beraberinde getirebilir. Buradan da, bilgilerin birbirlerini değiştirebilen, dinamik ve devingen şeyler olduğu sonucuna varabiliriz.



Fizik biliminin geride bıraktığımız yüzyılının sonları, bize bilgi materyalinin, fiziksel sistemlerin ve süreçlerin en önemli aktörü olduğunu gösterir nitelikteydi. Fiziksel dünyada madde ve enerjinin, bilgiye oranla ihmal edilebilir düzeylerde olduğu –aslolanın bilgi olduğu fikri, İkinci Dünya Savaşı’nın bilimsel kanalında önemli rol oynamış, şimdilerde aramızda olmayan fizikçi, John Archibald Wheeler ile hayat bulmuştu. Söz konusu bakış açısının, “It from bit” [1] gibi bir de sloganı vardı ki, Wheeler’ı tanıyanlar, kara delik kavramını da ona borçlu olduğumuzu bilirler. Slogana ise şöyle bir açılım getirebiliriz: bilim, en temelde bize sadece farklılıklardanbahseder. Mesela kütlenin (başka bir deyişle enerjinin) evrende gösterdiği dağılımın farklılıklarının, uzay-zamanın şeklindeki farklılıklarla nasıl bir ilişkisinin olduğu, elektrik yüküne sahip herhangi bir parçacığın uyguladığı ve maruz kaldığı elektriksel kuvvetlerdeki farklılıkların, elektrik yükündeki farklılıklarla nasıl bir ilişkisinin olduğu gibi. Dolayısıyla, evrendeki tüm durumların, katışıksız birer enformasyona dönüştürülebileceği, hatta saf enformasyondan oluştuğu söylenebilir. Burada durup, büyük İngiliz astrofizikçisi, Sir Arthur Eddington’ın itiraf olarak görülmemesi gereken; tam tersine, gururlu bir söylev olarak görülmesi gereken sözlerine kulak vermemiz gerekiyor:
“Fizikte ele alınan nesnelerin doğasına ilişkin bilgimiz sadece, aygıtların göstergelerindeki işaretlerin okunmasından ileri gelmektedir.”
Ancak üzerinde durulması gereken bir nokta var ki, o da bu enformasyon kombinasyonlarının gerçekleştiği ortam ne olursa olsun, fiziksel olguların açıklanmasında hiçbir rol oynamadığıdır.It from bit sloganının nihai ve ayrıntılı bir açıklamasına göre Dünya, evren ya da varoluş; saf birer farklılık akışından, bilginin devinmesine olanak tanıyan dinamik ilişkiler ağından başka bir şey değildir.
Sloganın ilerletilmiş bir açılımı, bu mantığı daha da geliştirir ve evreni devasa bir bilgisayar simülasyonu olarak değerlendirir. Bu bakış açısını benimseyenler arasında, evrenin, iyi tanımlanmış yasalarla karmaşık fiziksel sonuçlar üretebilen hücresel bir otomat olduğu varsayımını kullanan, dijital felsefe kavramının yaratıcısı olan fizikçi, Ed Fredkin ile teorik fizikçi,Mathematica yazılımının ve Wolfram Alpha cevap motorunun yaratıcısı, aynı zamandaWolfram Research’ün de CEO’su, Stephen Wolfram da bulunuyor. Elbette, akademiden ve çeşitli ortamlardan, böyle çılgınca görüşlerin savunucularının çıkması şaşırtıcı olabilir; ancak kalburüstü denemeyecek açık oturumlarda ortaya koyulan laf salatasının da ötesinde, bu görüşün bilimsel temellerini incelememiz gerekirse nereye varırız?


[i]Teknolojimiz ne kadar gelirşirse gelişsin, üreteceğimiz her cihazın bir “bilgi depolama” limiti olacaktır. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle, gelecekte de böyle olacak.[/i]

Üzerinde bir avın tasvir edildiği, ilk çağlardan kalma bir tablet ya da duvar parçasından, son teknoloji bir hard diske[2] kadar, bir şeyler ifade eden tüm materyaller, bilgi taşırlar. Ancak bu -ilk bakışta aklıma gelen- iki ucun arasında bulunan tüm diğer bilgi taşıyıcıları, bir özellik bakımından bir hiyerarşiyi yansıtırlar: depolama kapasitesi. Bu kapasite, giderek artan bir ivmeyle, hatta sıçramalarla büyümeye devam ediyor. Peki, böyle bir süreç ne zaman durur? Kabaca bir bilgisayar yongası kadar, yani 1 gramdan az bir kütleye sahip ve 1 cm3’e sığabilecek böyle bir cihazın nihai bilgi kapasitesi nedir? Soru silsilesini tartıştığımız bağlama daha da yaklaştırmak istersek eğer, bütün bir evreni bu yolla tanımlamak ne kadarlık bir bilgiye mâl olur? Tüm bu bilgiyi bir bilgisayar yongasına sığdırabilir miyiz? Acaba William Blake’in de söylediği gibi, dünyayı bir kum tanesinin içinde görebilir miyiz,[3] yoksa tüm bunlar şiirsel dile hapsolmuş, romantik ışık oyunlarından fazlası değil mi?
Teorik fizikteki son gelişmeler, yukarıdaki soruların bazılarına cevap bulmamızı sağladı. Astrofizikte ve kozmolojide çok önemli bir yere sahip olan kara delik olgusu üzerinde çalışan fizikçiler, uzayın bir bölgesinin veya madde ya da enerjinin bir miktarının ne kadar bilgi içerdiğinin kesin limitlerini ortaya çıkardılar. Bununla ilgili bir başka çalışmaysa, en, boy ve yükseklik adında, algılayabildiğimiz 3 uzaysal boyuta sahip evrenimizin, bir hologram gibi, iki boyutlu bir yüzeye yazılmış olabileceğini söylüyor. Dolayısıyla bizim gündelik üç boyutlu dünya algımız, derin bir illüzyon ya da gerçekliğin iki alternatif yansımasından biri olma olasılığını taşıyor. Belki bir kum tanesi değil, ancak düz bir ekran, arkasından üzerine düşen görüntülerle beraber, çok güzel bir örnek olabilir.

[i]Çeşitli fenomenler, bilgi kapasiteleri ve büyüklüklerine dair bir grafik.[/i]

Baş aktör: Entropi
Bilgi ile entropi arasındaki bağlantıyı nasıl kuracağımıza gelince, kapsamlı bir entropi tanımına ihtiyaç duyarız. Ancak öncelikle şunu ortaya koymamız gerekiyor: entropi, bilgi içeriğinin ölçümü için kullanılan yaygın bir birim olma özelliğini taşır. Entropi olgusu, fizik biliminin, başlı başına ısı kavramıyla ilgilenen dalı olan termodinamiğin merkezinde bulunur. Termodinamik entropi, fiziksel bir sistemdeki düzensizlik olarak tanımlanabilir. Eğer odanızdaki gazeteler alfabetik sıraya göre dizilmişse ve yerindeyse, okumanız gereken makaleler yerlerde değil de masanızın üzerinde, yine belli bir sıraya göre dizilmişse, elbiselerinizin dolabınızla arası iyiyse ve dolabınızdaki her şey güzel görünüyorsa, işte odanızın entropisi gayet düşüktür! Yalnız, son örnekteki güzel kavramı italik yazıldı, çünkü orada yeri yok. Esasında güzel betimlemesi, estetik bir yargıya karşılık gelip, düzenliliğe veya düzensizliğe dair hiçbir şey söylemez; bu şaşırtmacaya dikkat etmemiz gerekir.
Avusturya’nın başkenti, Viyana’da bulunan ve Johannes Brahms, Franz Schubert, Ludwig van Beethoven ve Johann Strauss gibi büyük sanatçıların da mezarlarının bulunduğuZentralfriedhof’taki mezar taşında, dünyanın romantik bağlamda kullanılmış tüm kelimelerini yutabilecek kadar güçlü bir şeyi ifade eden S=k log W ifadesini taşıyan Ludwig Boltzmann, 1877’de bu ifadeye anlam kazandırmıştı. Söz konusu ifade, entropiydi. Tam olarak tanımına, akademik kaynaklar dışında pek rastlanmaz; genellikle neden bahsettiğinden haberi bile olmayan çevrelerin, sosyal medyada anlatmaya çalıştığı konu başlıklarının başında gelir.Entropi, istatistiksel mantığı kullanarak, fiziksel bir sistemi oluşturan devasa sayıdaki bileşenlerle, sistemin toplamda sahip olduğu özellikler arasında ilişki kuran, fiziksel bir kavramdır. Boltzmann, bu kavramı tam olarak, bir madde parçası hâlâ aynı makroskobik madde parçasıyken, mikroskobik bileşenlerinin alabileceği farklı durumların sayısıyla karakterize etmişti.

[i]Ludwig Boltzmann’ın anıt mezarı.[/i]

Örneklendirmek gerekirse, bu satırları okuduğunuz yerde, etrafınızda havayı oluşturan parçacıkların tamamının o yerdeki anlık dağılımı ile bu parçacıkların bulunabileceği olası durumların sayısını düşünebiliriz. Entropiyi bu, termodinamikteki bağlamından, bilgi teknolojisine (belki bilgi fiziğine) uyarlayan ise Amerikan uygulamalı matematikçi, Claude Shannon olmuştu. 1948 yılında yayınladığı çalışmalarında Shannon, örneğin bir mesajın ne kadar bilgi içerdiğini belirlemek için, Boltzmann’ın formülüyle aynı mantığı taşıyan bir formül geliştirmişti. Örnek üzerinden gidersek, bir mesajın Shannon entropisi, bu mesajı kodlamak için ihtiyaç duyulan ikili rakamların (binary digits) ya da diğer adlarıyla, bitlerin sayısıdır. Bize bilginin değeri ile ilgili herhangi bir fikir vermeyen Shannon entropisi, buna rağmen bilginin miktarıyla ilgili objektif bir ölçüm olanağı sunar ve bu özelliğiyle çok kullanışlıdır.
Örneğin ev telefonlarından modemlere kadar birçok cihaz, Shannon entropisiyle sıkı bir ilişki içerisinde çalışmaya devam eder. Önce termodinamik entropiyi, sonra Shannon entropisini söz konusu etmek istedim; çünkü bu ikisi, kavramsal olarak eşdeğer. Buna rağmen, iki entropinin, 2 çarpıcı farkı bulunuyor: birincisi, termodinamik entropinin, kimyagerler ya da bazı mühendislerce, enerji birimlerinin sıcaklığa bölünmesiyle ifade edilmesi söz konusuyken, Shannon entropisinin, iletişim mühendislerince, -özellikle boyutsuz- bitlerle ifade edilmesi. Bu fark, bizler açısından çok önemli bir yerde durmaktadır; zira iki entropi tipi aynı birimlere indirgense bile, büyüklükte inanılmaz bir farklılık gösterir. Bir silikon mikroçipi, örneğin 1 gigabayt miktarında veri taşıyabilirse, yaklaşık 1010 bitlik bir Shannon entropisine sahip olur.

[i]Bir kara deliğin entropisi, olay ufkunun yüzey alanıyla doğru orantılıdır. Açıkça belirtmek gerekirse, 1 Planck alanı, çeyrek entropi birimine karşılık gelir. Bilgi gibi düşünüldüğünde, entropi kara deliğin olay ufkunda her bir bit (dijital olarak her bir 1 ve 0) bir entropi birimini ifade ederken, aynı zamanda 4 Planck alanına karşılık gelir.[/i]
Ne var ki bu, bir yonganın oda sıcaklığında 1023 bit civarında olan termodinamik entropisinden inanılmaz derecede küçüktür (yaklaşık 10 trilyon katlık bir fark söz konusudur ve 1 bayt, 8 bite eşittir ). Bu uyuşmazlık, entropilerin, farklı derecelerdeki özgürlükler için hesaplanmış olmasından ileri gelir. Bir hareketlinin hızının herhangi bir bileşeni veya pozisyonu gibi, bir sistemi tanımlayan değişkenlerin hepsi, o sistemin özgürlük derecesidir. Yonganın Shannon entropisi sadece, silikon kristalinin içine gömülü olan her bir mini transistörün, toplamdaki durumuyla ilgilidir (her bir transistör AÇIK ya da KAPALI durumlarından birindedir; 1 ya da 0 da denebilir). Termodinamik entropi ise aksine, her bir transistörü oluşturan milyarlarca atomun hepsinin –ve bu atomların taşıdığı elektronların durumlarıyla ilgilenir.
Peki, nedir nihai özgürlük dereceleri? Madde atomlardan oluşuyor; atomlar çekirdekten ve elektronlardan oluşuyor; çekirdekler proton ve nötronlardan; bunlar ise kuarklardan oluşuyor. Bugün birçok fizikçi, elektronların ve kuarkların, süpersicim diye adlandırdıkları ve en temel varlık formu olarak varsaydıkları, boyutsuz yapılardan oluştuğunu düşünüyorlar. Bu da fizik biliminin deneysel kanadını, daha temel yapıları aramaya zorluyor. Maddenin kökeninde bugünün fiziğiyle hayal edebildiğimizden daha fazlası olabilir mi? Soru en net haliyle, bu.
Öncelikle şunu bilmeliyiz ki, bir madde parçasının nihai bilgi kapasitesini, tıpkı termodinamik entropide olduğu gibi, maddenin nihai bileşenlerinin doğasını, diğer bir deyişle, yapının en derin seviyesinin doğasını bilmeden hesaplayamayız. Kuarklara, hatta olası daha temel yapılara da bilgi depolanabileceğini düşündüğümüzde, depolama gücümüzün sonsuza yakınsandığına tanık olabileceğimizi söyleyebiliriz. Bu durum için de her geçen on yılda, kütleçekimi fiziğinden ipucu niteliğinde bilgiler sızıyor.



[i]Atom çekirdeği ve çevresinde bulunan elektronların “olası” yörünge hareketini açıklamaya çalışan bir ilustrasyon.[/i]
Kara Delik Termodinamiği
Kütleçekimi fiziğinden sızan bilgilerden, bizi, tartıştığımız bağlamda en çok ilgilendirenleri, tabii ki kütleçekiminden başka bir şey olmayan kara deliklerden geliyor. Kara delikler, konsept olarak, atom çekirdeğindeki proton ve nötronları oluşturduğu öngörülen kuarklardan farksız; zira bir modelin, Genel Görelilik teorisinin sonucu olarak, evrende bir yerlerde olması gerektiğisöylendi; deneyler yapıldı ve tutarlı sonuçlar elde edildi. Albert Einstein’ın 1915’te, bir anlamda kütleçekiminin geometrisini yazdığı bu modeline göre, kütleçekimi, uzay-zamandaki eğriliklerden ortaya çıkıyor. Uzay-zamandaki eğriliklerse, madde ve enerjinin varlığından dolayı meydana geliyor. Einstein’ın denklemlerine göre, yeteri kadar yoğun madde ya da enerji, uzay-zamanı o denli eğer ki, uzay-zaman yarılır ve kara delik oluşur. Görelilik yasaları, en azından klasik fizikte (yani kuantum fiziğinin dışında), kara deliğe düşen her ne olursa olsun, geri çıkmasını yasaklar. İşte bu geri çıkışın yasaklandığı sınır, hayatî önem arz eden olay ufkudur ve her kara deliğin bir olay ufku bulunur. Yani bu sınırı geçen her ne olursa olsun, klasik fiziğe göre geri çıkışı, imkânsız olur. Bu sınırı bir çizgi olarak düşünmek yerine, bir küre olarak düşünmemiz yerinde olur. Yani uzayda küre şeklinde bir hacim düşünüyoruz; bu hacmin sınırları, kürenin kendisi. Bu sınırlardan içeri düşen hiçbir şey geri dönemiyor. Daha büyük kütleye sahip kara delikler, hacim olarak daha büyük olay ufuklarına sahip olurlar ve daha büyük hacim de, daha büyük yüzey alanı demektir.
Kara deliğin içinde maddeye ne olduğunu bilmiyoruz; zira olay ufkunun içinden dış uzaya hiçbir detaylı bilgi çıkışı olmuyor. Kara deliğin olay ufkundan sonra sonsuza kadar görünmez olan maddeden geriye, yine de kuantum mekaniksel bağlamda kalıntılar kalabiliyor ve bu maddenin enerjisi de, yine Einstein’ın bulgusu olan E=mc2 uyarınca, kalıcı olarak kara deliğin kütlesindeki bir artış olarak yansıyor. Eğer delik dönerken madde yakalanırsa, bu yakalanan maddenin açısal momentumu [4] da kara deliğin açısal momentumuna eklenir. Bir haraç çetesine katılan; katılmak zorunda kalan bir çocuk gibi; cebinde ne varsa boşaltır çetenin kasasına. Böylece bizler, çocuk çeteyle karşılaşmadan önce çetenin kasasındaki ve çocuğun cebindeki paraların toplamının, çocuk kendi parasını çetenin kasasına aktardıktan sonraki paraların toplamına eşit olduğunu görürüz. Yani bazı nicelikler korunur. Bu paragrafa başlarken açıkladığım madde ve enerji kavramları, bir şekilde kara deliğe katılıyor ve toplamda, evrendeki kütle ve enerji sabit kalmış oluyordu. Bizler bunları, kara deliğin uzay-zamana yaptığı etkiden hesaplayabiliyoruz. Ancak bir sorun var! Bir başka temel fizik yasası olan termodinamiğin ikinci yasası, kara deliklerde ihlal ediliyormuş gibi görünüyor.



[i]Karadelik, olay ufku, karadelik ışıması… Hayal etmekte zorlandığımız bu konuları kafasında günlük hayattan olağan sahneler gibi canlandırabilen Hawking ve alaycı gülümsemesi…[/i]

Termodinamiğin ikinci yasası, doğadaki süreçlerin çoğunun geri çevrilemez olduğunu söyler; hiçbirimiz, masanın üzerinden düşen bardağın kırıldıktan sonra, masanın üzerine geri dönerek eski halini aldığına tanık olmamışızdır. Buna tanık olmayışımızın tek sebebi, termodinamiğin ikinci yasasıdır. Esasında bu yasaya göre, çevreden izole edilmiş (yani enerji girişi ya da çıkışı olmayan) bir fiziksel sistemin entropisi asla düşemez; en iyi durumda bile entropi sabit kalır, genellikle de artar. John Archibald Wheeler’ın da zamanında ilk kez vurguladığı gibi, bir madde kara deliğe düşüp görünmez olduğunda, entropisi boşa gidiyorduve bu da termodinamiğin ikinci yasasının ihlali demekti.
Bu problem için ipucu ise 1970 yılında, hâlâ kara delikler hakkında söz sahibi olan, Stephen Hawking’den gelecekti. Hawking, Wheeler’ın öğrencilerinden biriyle yaklaşık zamanlarda ve bağımsız olarak, kara deliklerin birleşmesi sürecinin sonunda ortaya çıkacak olan kara deliğin olay ufkunun yüzey alanının, birleşmeden önceki kara deliklerin olay ufuklarının yüzey alanları toplamından asla düşük olamayacağını ortaya koymuştu.

HAWKING RADYASYONU NEDİR?Bekenstein’ın, kara deliklerin de bir entropisi olabileceği, hatta artacağı yönündeki tezine, başta Hawking olmak üzere birçok bilim insanı, mesafeli durmuştu. Kara deliklere eklenen maddeyle beraber olay ufuklarının da büyümesi, Hawking tarafından da onaylanıyordu; ancak olay ufkunun entropiyle olan bağlantısında anlaşmazlık söz konusuydu. Hawking, Bekenstein’ın savı üzerinde düşünerek değerini anladı ve bu ona, kendi adıyla anılacak özel ışımayı keşfetmesi için bir ilham kaynağı oldu. Kara delikler ışıyabilir, ışınım yayabilirlerdi! Hawking radyasyonu olgusu, “Bir kara delik, varsayımsal olarak hiçbir şey ondan kaçamıyorsa nasıl enerji yayabilir?” sorusunun üzerine doğdu.Uzayın her yeri, kuantum fiziğinde sanal parçacıklar olarak bilinen parçacık çiftleriyle doludur ve bu parçacıklar, Heisenberg’in belirsizlik ilkesi uyarınca, boşluktan enerji ödünç alarak, inanılmaz derecede kısa bir süreliğine var olup, tekrar ödünç alınan enerjiye dönüşerek yok olurlar. Kara deliğin olay ufkuna yakın bir yerde sanal bir parçacık çiftinin oluştuğunu düşünelim; boş uzayda her zaman böyle parçacık çiftlerinin oluştuğunu ve anında yok olduğunu biliyoruz. Ancak böyle bir çift gayet özeldir; çünkü olay ufkuna yakın bir yerde oluşup kaybolurken, çifti oluşturan bir parçacık, kütleçekiminin karşı koyulamaz gücüne yenik düşer ve bu çift, sonsuza kadar ayrı düşer. Biri kara deliğin içine doğru emilirken, diğeri evrenin içine doğru sürgün edilir. Süreç boyunca kara delik, önce yavaşça, sonra ise hızlanarak kütle kaybeder. Kara deliklerin sıcaklıkları, sadece fotonlar gibi kütlesiz parçacıklara olanak tanıyacak derecede düşüktür; dolayısıyla Hawking radyasyonu ya da ışıması da, elektromanyetik bir ışımadır.
 

[i]Bir karadeliğin olay ufkunun hemen üzerinden yayılan Hawking Radyasyonu.[/i]

Bundan ilham alan teorik fizikçi, Jacob Bekenstein, 1972’de, kara deliklerin entropilerinin, olay ufuklarının yüzey alanına eşit olduğunu önerdi. Bekenstein, ardıl yorumlarında ise, kara deliklere düşen maddenin “kayıp” entropisinin, ya tamamen geri ödendiğini ya da fazlasıyla geri ödendiğini öne sürdü. Genellemek gerekirse, kara deliklerin toplam entropisi ve kara deliklerin dışında kalan sıradan entropi asla düşemezdi. Söz konusu genelleme, birçok testten geçmişti. Bir yıldız, kara delik oluşturmak üzere çöktüğünde, kara deliğin entropisi, yıldızın entropisini katlayarak aşar. 1974’e gelindiğinde, Hawking, bugün bile öneminden hiçbir şey kaybetmemiş olan, kara deliklerin, bir kuantum mekaniksel süreçle, kendiliğinden yaydıkları bir termal radyasyonun (ısıl ışımanın) olması gerektiğini gösterdi. Dolayısıyla, birkaç yıl önce savunduğu görüşünden vazgeçmek zorunda kaldı; söz konusu ışıma nedeniyle, kara deliklerin kütleleri, dolayısıyla olay ufuklarının yüzey alanları azalabiliyordu.
Bekenstein’ın geliştirilen genellenmiş ikinci yasası, izole edilmiş tüm fiziksel sistemlerin bilgi kapasitesine sınırlar getirebilmeyi mümkün kıldı. Evrensel entropi sınırı olarak bilinen bu varsayıma dayalı sınır, “Belirli bir büyüklükte ya da kütlede ne kadar entropi taşınabilir?”sorusuna cevap olarak getirilmişti. 1995’te, holografik sınır fikriyle ortaya çıkan ünlü teorik fizikçi, Leonard Susskind, uzayın belli bir hacmini işgal eden madde ve enerjinin ne kadar entropi barındırabileceğini sınırlamayı öneriyordu. Susskind, çalışmasında, yaklaşık olarak küresel, izole edilmiş, kendisi kara delik olmayan ve kapalı, A kadar bir alana tam olarak sığan bir kütle düşünmüştü. Eğer bu kütle, çökerek bir kara deliğe dönüşseydi, bu delik, A’dan küçük bir olay ufkuyla bitecekti. Dolayısıyla, bir önceki başlıktan da hatırlayabileceğimiz gibi, kara deliğin entropisi, A/4’ten daha küçük olacaktı.sürecinin sonunda ortaya çıkacak olan kara deliğin olay ufkunun yüzey alanının, birleşmeden önceki kara deliklerin olay ufuklarının yüzey alanları toplamından asla düşük olamayacağını ortaya koymuştu.
Ne var ki, Bekenstein’ın genellemesi, bu sorun ile baş edebilmişti. Gelişen radyasyonun entropisi, kara deliğin entropisindeki düşüşten daha fazla olduğundan, Bekenstein haklıydı. Daha sonra, olay ufkunun, kara deliğin içindeki bilginin, dışarıdaki olaylardan etkilenmesini engellediği modellendi. Hawking radyasyonu, kara deliğin entropisiyle olay ufkunun yüzey alanı arasındaki sabit oransallığı hesaplamaya yardımcı oldu: kara deliğin entropisi, Planck alanı cinsinden ölçülen olay ufkunun yüzey alanının tam olarak dörtte biriydi. Planck uzunluğu, yaklaşık 10-33cm olup, kütleçekimine ve kuantum mekaniğine göre temel uzunluk birimidir; Planck alanı ise bunun karesidir. 1 metrelik bir uzunluğun karesi nasıl ki 1 m2 ise, Planck uzunluğunun karesi de 10-66cm2 olur. Başka –ve daha basit bir deyişle, 1 cm’lik bir çapa sahip kara deliğin entropisi, yaklaşık 1066 bittir. Bu, kabaca 10.000.000.000 km3 suyun termodinamik entropisine karşılık gelir.
Bu hazırlığı da yaptıktan sonra, pek de aptalca olmayan soruları cevaplamaya başlayabiliriz. İlkesel olarak 1 cm’lik bir cihaz, 1066 bitlik bir bilgi taşır. Gözlemlenebilir evrenin en az 10100entropi biti taşıdığını göz önüne alırsak, bu bilgi, 1 ışık yılının 10’da 1’ine, yani yaklaşık 1 trilyon km’ye denk gelen bir çapa sahip küresel bir hacme sığabilir. Bu da Güneş’e olan uzaklığımızın yaklaşık 6000 katı kadar bir mesafe ediyor. Evrenin entropisini tahmin edebilmek, tahayyül edilemeyecek derecede zor bir iştir; daha büyük sayılar söz konusu oldukça, evrenin kendisi kadar büyük bir küresel alana yaklaşılabilir. Holografik sınırın ilginçliği de burada başlıyor: Mümkün olan maksimum entropi, hacim yerine, yüzey alanına bağlı! 

Bilgisayar yongalarından düzenli ve büyük bir yığın yaptığımızı düşünelim. Transistörlerin sayısı (yani toplam bilgi depolama kapasitesi) yığının hacmiyle beraber artacaktır; tüm yongaların toplam termodinamik entropisi de öyle. Bisküvinin kremasına gelmiş bulunuyoruz: yığınımızın işgal ettiği uzayın teorik nihai bilgi kapasitesi, sadece yüzey alanıyla artıyor; dikkat edelim, bu, teorik olarak belirlenmiş bir üst limit. Yığının hacmi, yüzey alanından daha hızlı artacağından, bir noktada, tüm yongaların entropisi, holografik sınırı aşabilecektir. Bu da demek oluyor ki, genellenmiş model de dâhil, bu konudaki tüm aday modellerimiz kaybediyor. Acaba? Elbette hayır; kaybeden, yığının kendisi olacaktır. Bu içinden çıkılmaz duruma ulaşana kadar yığın, kendi kütleçekimi sebebiyle kendi üzerine çökecek ve bir kara deliğe dönüşecektir. Sonrasında eklenen tüm ek yongalar, kara deliğin kütlesini ve yüzey alanını artırarak genellenmiş modeli doğrulamaya devam edecek şekilde devinir. 


Kaynak : kozmikanafor

Bu konuyu yazdır

  Uzay ve Zaman 11.Boyut
Yazar: Archilles - 20-05-2016, Saat: 18:03 - Forum: EVREN VE BİLİM - Yorum Yok

11. boyut
Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Her Şeyin Teorisi" adını verdikleri bir evren formülüyle yanıtlamayı umuyorlar. İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, içinde eşizlerimizin bulunduğu fantastik bir "hiper uzay"ın kapılarını açıyor. Biz diğer evrenleri göremiyoruz; ancak, Hawking teorisinde, paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi ve özlemlerimizi etkileyebileceğini ileri sürüyor.Diğer boyutlar, yuvarlanmış küçük küreler şeklinde uzay-zamanın bütün noktalarında yer alıyor Şu sırada, siz bu cümleleri okurken, paralel evrenlerdeki eşizleriniz de bu cümleleri okuyor olabilirler. Onlar da, bu teoriyi okuyunca, büyük olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır.İlk bakışta çılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi görünse de, bu teori tamamen matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Üniversitesi'nin Matematik Bilimleri Merkezi'nde profesör olarak görev yapıyor. "Amyotrofik lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, ünlü fizikçinin vücut kasları her geçen gün biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O günden bu yana bilgisayar aracılığıyla iletişim kuruyor. Şu anda tamamen felçli, ancak zihni, inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikçi, evrenin var oluşunu açıklamak amacıyla yıllardır üstünde çalışılan "Her Şeyin Teorisi"sinin (Theory of Everything) formülünü oluşturmayı başardı ve buna "M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (magic, mysterios, mother) büyülü, esrarengiz ya da her şeyin (bütün teorilerin) anası olarak değerlendirilebilir. 

Teori, uzayı, içlerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent olarak görüyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "gölge insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız belki de, gerçekte iç içe geçmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki birbiriyle iletişim halinde olan, birbirine paralel çok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik bir kesiti.

Bu, sadece birçok esrarengiz olguya aniden bambaşka bir açıdan baktığı için değil, aynı zamanda sıradan yaşamımızın bu kadar basit olmadığını göstermesiyle de büyüleyici bir evren tasviri. Birçoğumuz, yaşadığımız olaylara hep daha fazla anlam yükleme eğilimindeyiz. "Yaşamımda, ne olduğunu bilmediğim bir değişiklik olacağını hissediyorum" dediğimiz anları hepimiz yaşamışızdır. Korkular, hayaller, özlemler, fikirler... Ortada neden yokken, birden bire nasıl çıkıyorlar, nereden geliyorlar?

Genç iş adamı, her pazar sabahı eşiyle birlikte tenis oynuyordu. O gün de, bütün diğer pazar sabahları gibiydi. Daha farklı geçeceğini gösteren en ufak bir belirti yoktu. Ancak, bir süre sonra iş adamı oyunu savsaklamaya başladı. Servis atışları hep fileye takılıyordu. Konsantrasyonu tamamen dağılmıştı. Huzursuzluğu giderek arttı. Birden aklına annesi geldi ve bu düşünceyi bir türlü kafasından silemedi. Eve döndüklerinde telefonları çaldı, arayan babasıydı. Öğlene kadar her yerde onu aramıştı. Annesi bir kalp krizi geçirmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. İş adamının konsantrasyonu, bu olayı sezinlediği için mi dağılmıştı? Peki nasıl sezmişti bunu? Böyle bir olaya, şimdiye kadar sadece parapsikoloji uzmanları açıklama getiriyorlardı. Bilim adamları, ciddiyetsizlikle suçlanmamak için böyle konuların üstünde durmamayı tercih ettiler. Uzay-zamanın bükülmesiyle oluşan "solucan delikler"in zaman yolculuğunu mümkün kılabileceği düşünülüyor.

Stephen Hawking'in geliştirdiği evren teorisi, hesaplamalara dayalı yepyeni bir açıklama getiriyor. Hawking, mantıksal olarak, beynimizde hiçbir şeyin bir bütünden bağımsız gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Yani, tenis kortundaki olayları şöyle açıklayabiliriz: Görülebilir evrenimizin dışında, iç içe geçmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen daha çok sayıda evren var.İş adamı, annesinin geçirdiği kalp krizini telefonla öğrenmediğine göre, dolaylı yollardan öğrendi; yani eşizlerinden biri aracılığıyla.

Eğer Hawking haklıysa, daha pek çok olgu paralel evren teorisiyle açıklanabilecek. Hiçbir neden ya da bulgu olmadığı halde neden bazen korkuya kapılıyoruz? Eşizlerimiz o anda bu korkuları yaşadıkları için mi? Neden bazı insanlarla ilk kez tanıştığımız halde, sanki onu uzun süredir tanıyormuşuz duygusuna kapılıyoruz? Başka bir dünyada onu uzun süredir tanıdığımız için mi? Ya ilk bakışta aşk? Aslında böyle bir şey belki de yok ve her şey başka bir evrende yaşanan bir aşkın o an için hissedilmesinden ibaret. Gerçekten de, bir bilimkurgu senaryosuna benziyor. Stephen Hawking, bu fantastik fikre nasıl ulaşmıştı acaba? 

Bilim adamı, böyle bir evren teorisine nasıl ulaştığını, "Ceviz Kabuğundaki Evren" adını verdiği son kitabında açıklamış.

Bu adı verirken İngiliz oyun yazarı William Shakespeare'in "Hamlet"inden esinlenmiş. Eserde Hamlet, "Ey Tanrım, ceviz kabuğunun içine hapsolsam da, kendimi bütün âlemlerin kralı gibi görebilirdim, keşke şu kötü rüyalarım olmasaydı..." diyordu. Hamlet'in bu derin iç çekişi, sanki düşünür Hawking'i tarif ediyor. 

Hastalığı onu, ceviz kabuğu olarak nitelendirilebilecek hareketsiz vücudunun içine hapsetmiş. Ancak, o aklıyla, sonsuzluğa, yani evrene hakim olmak istiyor. Hawking, Hamlet'in sözlerini şöyle yorumluyor; bütün fiziksel engellere karşın, sadece beynimizin gücüyle uzayı araştırabilir ve teknik açıdan ulaşılması mümkün olmasa da, teorik olarak, ilginç bölgelerin kapılarını aralayabiliriz. 

Hawking'in geliştirdiği formül, makroskobik evreni ve temel parçacıkların mikroskobik dünyasını tanımlamakla kalmayacak, "Büyük Patlama" ve onunla birlikte zaman ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Böylece insan, evrenin en büyük gizemine, daha doğru bir yaklaşım gösterebilecek: Evrenin, var olmak için bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor? 

Bugün 59 yaşında olan fizikçi, bazı basın organları tarafından Albert Einstein ile bir tutuluyor. Ancak birçok meslektaşı, bu karşılaştırmanın Einstein için bir haksızlık olduğunu belirtiyor. Ne de olsa bilim adamı, evreni açıklamaya yönelik geliştirdiği "görelilik teorisi"yle, tam bir devrim yaratmıştı. Ama Hawking yeni bir teori kurmamış, Einstein'ın kuramını temel alan bir teori geliştirmişti.

Bilim olimpiyatında Hawking, 1974'te keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile ön plana çıktı: Fizikçi, temel parçacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl davranacağını hesapladı. Belirli kütleye sahip bir yıldız, ömrünün sonunda, kendi çekim kuvvetinin etkisiyle çöküyor ve uzay ile zamanın anlamını yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara deliğe dönüşüyor. Kara deliğin çekim alanı o kadar güçlü ki, ışın da dahil hiçbir şey çekim alanından kurtulamıyor. Fizikçiler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking, çevresindeki her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın yaydıklarını gösterdi. İçinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik" durumundayken, Büyük Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in buluşunu daha da önemli kıldı. Bu sayede bir gün, belki de yaratılış hikâyesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiçlik" ile "varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor.

Bilim adamları, bir "tekillik" durumunun olup olmadığını; bir büyük patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman ve uzay boyutlarının bu patlama sonucu ortaya çıkıp çıkmadığını uzun süre tartıştılar.
Çünkü, İngiliz fizikçi Isaac Newton'ın 300 yıl önce kabul ettiği gibi, zamanın sonsuz bir geçmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı. 
Newton'ın teorisi, Albert Einstein tarafından geliştirilen "Genel Görelilik Teorisi"yle geçerliğini kaybetti. Yeni teori, zaman, uzay ve maddeyi bir birinden ayrılamaz bir bütün olarak düşünüyordu.

Bütün kütleler, ister dev gökadalar ister küçücük asteroitler, uzay-zamana şekil veriyorlar. Bu şekillenme, madde ve ışığın uzaydaki hareketini belirliyor. Önce Roger Penrose, sonra da Hawking, 1969'da Büyük Patlama'nın gerçek olduğunu ispatladıktan sonra, çekim kuvvetine dayalı teoriyi daha da geliştirdiler.

Yoğunluk, Büyük Patlama sırasında kuşkusuz çok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki bütün kütleler bir aradaydı. Patlama gerçekleşince, çevreye hayal edilmesi güç büyüklükte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parçacıklara ve maddenin kaderini belirleyen dört kuvvete dönüştü. Kozmologlar asıl sorunu, işte bu dört kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formülü, bütün zamanlar ve evrendeki bütün olaylar için geçerli olmalı; yani son bir denklem, mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili bütün kuvvetleri içermeliydi. Bugüne kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece üç kuvveti kapsıyordu: elektromanyetik kuvvet (elektronları atom çekirdeğine bağlıyor), "güçlü kuvvet" (atom çekirdeğini bir arada tutuyor) ve "zayıf kuvvet" (radyoaktif parçalanmayı sağlıyor)... Buna karşılık, bütün çabalara rağmen, dördüncü kuvvet olan kütle çekimi, bir türlü "Her Şeyin Teorisi" ne dahil edilemedi. Nedeni ise, çekim gücünün sadece maddelerde bulunması. Büyük Patlama sırasında kütle, maddesel olmayan bir nok-tada, "hiçlik"i ifade eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı. Araştırmacıların, "tekillik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri için her iki teoriyi "Kuvantum Çekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Çekim Kuvvetinin Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir türlü başaramıyorlardı. 


uzayzaman.jpg

"Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da, atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parçacıklar, bazı matematiksel işlemlere tabi tutulduklarında, ortaya anlamsız ve sonsuz değerler çıkıyordu. Ayrıca standart model, ne parçacık kütlelerini ne de doğal kuvvetlerin şiddetini açıklıyordu. Bunlar formülde sabit değerler olarak yer alıyordu. 
80'li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwarz ve Michael Green'in uğraşıları sonucu bir çözüm yolu bulundu. Onlara göre anlamsızlıklar, parçacıkların, denklemlerde sonsuz küçük noktacıklar olarak ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parçacıkların iplikçikler gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl önce geliştirilen, ancak daha sonra hesapları çıkmaza sokan "sicim teorisi", atomaltı parçacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim) şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10 (üzeri -33) santimetre uzunluğunda, minicik iplikçiklerdi. Sicimler şimdiye kadar gözlenemedi; ancak, büyüklüğü matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir atomun büyüklüğüne olan oranı, bir atomun bütün Güneş Sistemi'ne olan oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kütle çekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da bilinenler arasında. Hawking, buradan yola çıkarak "kütle çekiminin kuvantum teorisi"ni geliştirdi. 
Stephen Hawking, sicimlerle ilgili çok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni üç veya dört boyutlu kabul ettiğimiz sürece, geliştirilen "Kütle Çekiminin Kuvantum Teorisi" bizi tek bir evren formülüne götürmüyor. Dolayısıyla çözümü, çok boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar yaparak, sicimlerden çok boyutlu kuvantlar elde etti. Bunlara "membran" adını verdi ve daha da kısaltarak "bran" olarak kullandı. Bu bran'lar, birden fazla boyutta varlık gösteriyorlardı. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı.

Peki bütün o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: Büyük Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut.

MTeorisi'ne göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiper uzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya vb. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: "Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şöyle vermiş: "Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de hiper uzayda süzülen üç boyutlu bir bran'dan öte bir şey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni bran'lar doğu-yor.

Fizikçiler, bu olaylara "kuvantum fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşumuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor. 
Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlar'la ilgili, insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için, hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor. Başka bir deyişle, daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından üretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece yansıması olabilir miyiz? Hawking'e göre bu soruların yanıtı evet! 
Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız. 

Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, üç boyutlu bilgiler, iki boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram levhasını kırdığınız ve parçalardan birini ışık altında incelediğiniz zaman, içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamını görürsünüz. Çünkü, nesneye ait üç boyutlu bilgilerin tamamı, yüzeyin her noktasında ayrı ayrı kodlanmış bulunuyor.

Dünyamız eğer bir hologram ise, bütün bilgiler, yine Dünya'nın her yerinde ayrı ayrı bulunuyor olmalı. Bu açıdan bakıldığında, bu matris bütününün bir parçası olan kişinin, normalde görülemeyen bilgileri bazen fark etmesi çok da olağanüstü sayılmaz. Belki de kâhinler, böyle bilgileri algılayabilen ve okuyabilen insanlardır. 

Hawking bu düşüncesinde yalnız değil. Bu varsayımı geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda, Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hâlâ yaşadığı paralel evrenler olabilir" diyor.

Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir evrene geçmeyi hayal ediyor. Fizikçi, bilimkurgu dizisi "Star Trek"e, konuk sanatçı olarak katıldığı bölümünde, Isaac Newton ve Albert Einstein ile poker oynamış, Marylin Monroe da dizinde oturarak ona şans dilemişti. Bilim adamı "Her türlü hikâye gerçek olabilir; bir evrende Marylin Monroe, diğer evrende de Kleopatra ile evli olabilirim. Böyle olduğuna dair elimizde bir kanıt yok. Keşke olsaydı, o zaman poker oyununda çok para kazanabilirdim" diyor. 

Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik bakış açısı gerçek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Ancak formül tamamlandığında da Tanrı'nın evren formülüne ulaşmış olacaklarını, bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor. 

Kaynak : focusdergisi

Bu konuyu yazdır

  Bilimsel Olarak 10 Boyutlu Evren
Yazar: Archilles - 20-05-2016, Saat: 17:58 - Forum: EVREN VE BİLİM - Yorumlar (1)

  Evrenin Büyük Patlama’yla başlangıcının zaman çizelgesi. Sicim Teorisi’ne göre evrenimiz muhtemel evrenlerden sadece teki 

  Bilimsel açıdan düşündüğümüz zaman,  “farklı boyutlar” ,dediğimizde aklımıza paralel evrenler gelebilir. Bizimkine paralel evrenlerde farklı gerçeklikler ya da benzeri gerçeklikler yaşanabilir. Her şeye karşın, boyutların gerçekliği ve Evrenin düzeninde aldığı rol , gerçekte popüler değerlenmeden oldukça farklıdır. Interstellar ‘Yıldızlararası’ filminde de kahramanımız farklı boyutlarda yolculuk yaparak sonunda da geleceğe gidiyordu.

  Boyutlar basitçe farklı yüzeyleri algılayarak gerçekliği analiz etmemizi sağlayabilir. Günlük hayatta üç boyut  yani en, boy ve derinlik algımız evrendeki cisimlerin hepsi için geçerlidir. Bilim insanları gözle görülebildiğimiz bu üç boyutun dışında başka boyutlar da olabileceğine inanıyorlar. Hatta, Süpersicim Teorisi evrende farklı boyutların olabileceğini öngörüyor. Bu farklı yaklaşımlar evreni, doğanın temel kuvvetlerine ve bütün temel parçacıklarına hükmederler. 

  Bir boyutlu(sadece x ekseni)  bir cismin en iyi tarifi düz bir çizgidir ve fazla bir özelliğe sahip değildir. Buna ikinci bir boyut eklersek yani y eksenini (yükseklik) eklediğimizde 2 boyutlu (kare ,dikdörtgen) gibi bir şekil elde edersiniz. 3 boyut içinse z ekseni yani derinliğe ihtiyacınız vardır böylece nesneye boyut katarsınız. En mükemmel örnek olan küpü ele alırsak, en, boy ve yükseklik dolayısıyla hacim oluşur. Bu üç boyutun dışında yer alan 7 boyut ise doğrudan anlaşılamaz. Fakat evrendeki doğrudan etkisi ve gerçekliği algılanabilir.

 Bilim insanları dördüncü boyutun zaman olduğunu ve bilinen maddenin herhangi bir noktada tüm özelliklerine hükmettiğini düşünüyorlar. Üç boyut boyunca nesneler zamana göre evrende bir boyut oluştururlar. Daha derinlere inildikçe boyutların birbiriyle etkileşimleri  özellikle fizikçiler için oldukça alengirli konulardır. 

  Süpersicim Teorisine göre beşinci ve altıncı boyutlarda muhtemel evrenleri oluştuğu düşünülmektedir. Eğer beşinci boyuta doğru bakabilseydik, bizimkinden biraz farklı olabilecek yani bizimkinden benzerlikleri ve farklılıkların olabilecek muhtemel dünyalar görebilirdik. 

  Altıncı boyuta geldiğimizde muhtemel evrenlerin olduğu bir düzlem görebilirdik. Böylece bütün muhtemel boyutları kıyaslayabilir, bizimki gibi diğer evrenlerin başlangıç koşullarını(Büyük Patlama vb.)  görebilirdik. Teoride beşinci ve altıncı boyutlara hükmedebilirseniz zamanda geriye veya geleceğe yolculuk yapabilirsiniz. 

  Yedinci boyutta ise farklı başlangıç koşullarına sahip muhtemel dünyalara ulaşım olanağınız olabilir. Oysa beşinci ve altıncı boyutlarda başlangıç koşulları aynıyken,  sonraki hareketler farklıydı. Burada ise her şey zamanın en başından farklı gerçekleşiyor.

  Sekizinci boyuta geldiğimizde bu gibi her biri farklı başlangıç koşullarına sahip ve sonsuza kadar dallanan muhtemel evrenlerin muhtemel tarihsel düzlemine ulaşırdık. Bu nedenle bunlara sonsuzlar deniyor. 

  Dokuzuncu boyuta geldiğimizde ise, farklı fizik kanunları ve başlangıç koşullarına sahip  bütün muhtemel evren tarihlerini kıyaslayabilirdik. Onuncu ve son boyutta ise hayal edilebilir her şey muhtemeldir. Bunun ötesi ise biz ölümlüler tarafından hayal edilemiyor ve boyutlara ilişkin doğal bir limit oluşturuyor.

 İşte dört boyuta eklenen bu altı boyut algımızın dışında olsa da Sicim Teorisi için gereklidir. Normalde uzayda sadece dört boyutu algılayabilsek de diğer boyutların çok küçük bir yere sıkışmış olabileceği ya da bizim yaşadığımız dünyanın 3 boyutlu bir katman olarak bir tabakaya denk gelebileceği ve bildiğimiz tüm parçacıkların yerçekimiyle sınırlanmış olabileceği düşünülüyor. (Brane teorisi) Eğer ekstra boyutlar sıkıştırıldıysa diğer altı boyut Calabi–Yau manifoldu şeklinde olabilir. Algımızın çok ötesinde evrenin  çok başlarındaki oluşumu etkileyebilir. Bu nedenle bilim insanları evrenin başlangıcına teleskoplarını doğrultmuş durumdalar. Bu sayede diğer boyutların kainatın evrimini nasıl etkilediği anlaşılabilir. 

Her Şeyin Teorisi yani büyük birleştirme teorisinde evrenin 10 boyuta kadar olabileceğini düşünülerek parçacık fiziğindeki standart model ve yerçekimini varoluşu birleştirilmeye çalışılıyor. Kısacası bütün bilinen kuvvetlerin evrenimizle nasıl etkileştiği ve diğer muhtemel evrenlerin nasıl işlediği açıklanmaya çalışılıyor.


Kaynak : Gerçek Bilim 

Bu konuyu yazdır

  YÜZDEKİ ŞİFA NOKTALARINI ÖĞRENELİM
Yazar: EvrimBilge - 20-05-2016, Saat: 17:21 - Forum: SAĞLIK - Yorum Yok

maxresdefault.jpg


Uzak Doğu kökenli olan yüz refleksolojisi, vücudun belli bölgelerinde toplanmış enerjiyi çözüyor ve bedenin kendi kendisini iyileştirme gücünü harekete geçiriyor. Stres, migren ve fıtık gibi birçok rahatsızlıktan yüz refleksolojisiyle kurtulabilirsiniz.

Bu konuyu yazdır

  Reiki Nasıl Uygulanır ?
Yazar: EvrimBilge - 20-05-2016, Saat: 17:13 - Forum: Reiki - Yorum Yok

CI8MQv8WEAA9srK.jpg





Reiki uygulamasına başlamadan önce niyet edilir. Eller vücut üzerindeki farklı noktalara yerleştirilerek bu bölgelere özgü rahatsızlıkların şifalandırılmasına çalışılır. Her bir teknik aşağı yukarı üç-beş dakika arası sürüyor.



• Reiki'nin yararları ve uygulandığı yerler 



• Fiziksel, duygusal, zihinsel ve spiritüel şifa 

• Sizi spiritüel enerji kaynağına güçlü bir şekilde bağlar 

• sadece belirtileri değil, nedenleri iyileştirir 

• yaşam için şefkat ve saygı geliştirir 

• akut ve kronik hastalıkları iyileştirir 

• tüm şifa işlemlerini hızlandırır (ameliyat vs) 

• ağrıyı giderir 

• daha çok neşe ve içsel huzur ve denge 

• kötü alışkanlıkların ve bağımlılıkların iyileştirilmesi 

• daha çok enerji 

• stres yönetimi 

• ilaçların yan etkilerini azaltır veya yok eder 

• gerekli ilaç miktarını azaltır veya ortadan kaldırır 

• diğer tıbbi ve tıbba bağlı uygulamalara bütünleyicidir 

• spiritüel farkındalığı ve ilerlemeyi artırır 

• bağışıklık sistemini güçlendirir 

• bedeni toksinlerden temizler ve çakraları temizler 

• berrak düşünmeyi ve yaratıcılığı güçlendirir 

• enerji bloklarını temizler 

• sakin, huzurlu ve sarsıntısız bir geçiş yapmaya (vefat) yardımcı olur 

• hayvanları, bitkileri ve gezegeni iyileştirmek 

• barış görüşmelerine yardım etmek 

• kristalleri temizlemek ve mekanların enerjisel temizliği 

• durumları/koşulları geliştirmek 

• hedeflere ulaşmak 

• isteklerinizi tezahür ettirmek 

• muska, tılsım, mühür, talismanları vs. yüklemek 

• zarara karşı korunmak 

• pozitif enerji göndermek istediğiniz her şey.
 

Bu konuyu yazdır

  Kabus Görmek Ve Nedenleri
Yazar: EvrimBilge - 20-05-2016, Saat: 15:26 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Kimse derin bir uykudan yatağında bir yılan ya da alevler içinde kaldığını görerek uyanmak istemez. Kötü rüyalar -hatta daha kötüsü kabuslar- sinir bozucu olmakla kalmayıp bütün bir uykuyu, hatta bazen hayatınızı etkisi altına alabilir. Genelde çocuklarda daha yaygın olmasına rağmen kötü rüyalar hayat boyu sürebilir. İşte kabus görmemizin altı nedeni:
[b]1) Kaygı ve Stres [/b]
Genellikle travmatik bir olay sonucunda ortaya çıkan kaygı ve stres, kabus görmenin temel nedenlerinden. Önemli bir ameliyat veya hastalık, sevilen birinin kaybı, kötü bir kazada kurban veya tanık olmak kabus görmenize neden olabilir. Fakat kabusun nedeni sadece travmatik olaylar değil. İşle alakalı veya ekonomik kaygılar, boşanma veya taşınma gibi büyük yaşam değişiklikleri, kısaca gündelik kaygılar da kabus nedeni olabilir.
[b]2) Acı ve Baharatlı Yemekler [/b]
Neyi ne zaman yediğimizin gördüğümüz rüyalar üzerinde büyük etkisi var. Acı ve baharatlı yemekler vücut sıcaklığını ve metabolizma faaliyetlerini arttırarak uykuda rahatsız olmanıza sebep olabilir. Bu aynı zamanda yatma vaktinden kısa bir süre önce yemek yiyenlerin genelde kabus görmelerinin de nedeni.
[b]3) Yiyeceklerdeki Yağ Oranı [/b]
Kesin olmamakla birlikte, araştırmalar gösteriyor ki, gün içinde ne kadar yağ oranı yüksek yiyecek tüketilirse, kötü rüya görme olasılığı da o kadar artıyor. Daha çok organik besinlere ağırlık verenler, gün boyu abur cubur tükenlere oranla daha seyrek kabus görüyorlar.
[b]4) Alkol [/b]
Alkol, kısa vadede, uykuya daldırmakta etkili olsa da, erkenden uyanmaya sebep olduğu için zararlıdır. Fazla alkol tüketimi, kabus görmenin sebeplerinden biridir. Aynı zamanda, kabuslar, alkolu bırakan bünyelerde de sıklıkla görülmektedir.
[b]5) İlaçlar [/b]
Antidepresanlar, yatıştırırlar, ve uyuşturucular gibi kimi ilaçlar, yan etki olarak kabusa sebep olabilir. Örneğin, bir araştırmada, “Ketamin” adı verilen ve uyuşturucu olarak kullanılan maddeye bakıldığında, kötü rüyalara sebep olduğu anlaşılmıştır. Benzer biçimde, sıtma hastalığının yaygın olarak görüldüğü bir ülkeye seyahat eden bir kişi “Lariam” adı verilen maddeyi kullandığında, ilginç kabuslar görebilir. Genellikle kabuslar, hap kullanımı kesildiğinde, ortadan kaybolmaktadır.
[b]6)Hastalık [/b]
Grip gibi ateşli hastalıklar, bazen kabuslara sebep olabilir. Uykuda nefesin kesilmesi ya da çok uyumak gibi diğer uyku bozuklukları da kabus görme sıklığını arttırır. Kötü rüyalar ya da kabuslar, belirli ölçüde olduğu sürece normal karşılanırken, uzmanlar, şiddet ve sertlik içeren rüyaların sıklıkla görülmesi halinde, bir terapiste danışılması gerekliliğini savunuyorlar. Ancak, tatlı uykular için yapılabilecek ilk adım, bu altı faktörü ortadan kaldırmaya çalışmaktır.
İngiltere’de yapılan bir araştırma, kadınların erkeklerden daha çok kabus ve duygusal rüyalar gördüğünü ortaya koydu.
170 gönüllü üzerinde yapılan araştırmada, yakın zamanda gördükleri rüyaları anlatmaları istenen deneklerden erkeklerin yüzde 19’u, kadınların ise yüzde 30’u kabus gördüğünü söyledi.
Başka bir araştırma da, erkeklerin kadınlara nazaran daha rahat bir uyku çektiklerini gösterdi.
Kadınlardaki bu olumsuzluklara tek neden olarak, adet dönemlerinde vücut ısısındaki değişiklik gösterildi.
Edinburgh Uyku Merkezi Müdürü doktor Chris İdzikowski ise araştırmanın sonuçlarına şaşırmadığını belirterek, bu araştırmadan kadınların daha fazla kabus gördükleri mi yoksa bu kabusları daha iyi hatırladıkları mı sonucunun çıkarılması gerektiğine dikkat çekti.

Bu konuyu yazdır

  EVRENSEL ENERJİ
Yazar: Mutlakguc - 20-05-2016, Saat: 14:39 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Evrensel enerji nedir?

    
     İlahi kaynaktan tüm evrene ve yeryüzüne inen sonsuz ve sınırsız güç kaynağı; tüm canlıların bedeninden yaşamı boyunca akar durur.. bu sınırsız güce evrensel yaşam enerjisi denir... 

     Evrensel enerji kesintisiz olarak, insan bedenine çakralar ve meridyenler aracılığı ile akarak hücrelerimizi ve organlarımızı besler, tazeler, güçlendirir... 

     Bu enerjinin akışı engellenirse bedende bazı aksaklıklar ortaya çıkabilir. Negatif düşünce ve duygular enerjinin akışında bozukluk meydana getirir... Bu bozukluklar ilk önce bedenin katmanlarında ve sonrada fiziksel bedende ortaya çıkar...



Evrensel enerjiyi daha bilinçli ve verimli kullanmak için bazı tekniklerden yararlanıla bilinilir... Bunlar nefes çalışmaları, yoga, enerji teknikleri ile çalışmak gibi...



     Enerji teknikleri neden bu kadar çeşitli diyecek olursanız; aslında enerji tekdir. Tek bir kaynaktan yayılmaktadır. Enerji tekniklerini kullanmak, aynı enerjinin değişik frekanslardaki hazzını ve özelliklerini yaşamayı denemektir.   



     Tüm frekansların özü ise ,hepsinde aynı olan sevgidir...

   

     O da kaynaktır...   



     Kaynağa giden yollar farklı olsa da amaç varmayı denemektir...



     Hepinize yolculuğunuzda kolaylıklar dilerim... 

  
     Işığınız bol...  yolunuz aydınlık olsun...  

    
 

Bu konuyu yazdır

  Osmanlı'da Resmi Kayıtlara Geçen Gizemli Varlık
Yazar: Emka - 20-05-2016, Saat: 13:13 - Forum: EFSANELER - Yorum Yok





Osmanlı'da Resmi Kayıtlara Geçen Gizemli Varlık OBURLAR


Balkanlardaki Türk kasabası Tırnova'da (Tırnava olarak da bilinir) geçen bu olay, Osmanlı tarihindeki bu tip enteresan 3-4 olaydan biri.
Rivayet göre; bazı ölü yeniçeriler geceleri mezarlarından çıkıp şehri talan ediyor, insanlara korku salıyor. Bunun üzerine mezarları tek tek tespit edilen "vampir yeniçeriler", tarihi mitlerden farklı olarak kalbe değil de göbek üzerine kazık çakılması ve ateşe vermek yerine çıkarılan kalplerin suda haşlanması gibi "ritüeller" ile yok ediliyorlar.
Olay o kadar ciddi bir boyuta geliyor ki; dönemin kadısı Ahmet Şükrü Efendi'nin bu dehşet veren olayı anlattığı mektubu, Osmanlı Devleti'nin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi'nin 6 Ekim 1833 yılında yayınlanan nüshasına da giriyor.

Kaynaklar;
İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı kitabı
Murat Bardakçı 14 Eylül 2003 tarihli hürriyet köşe yazısı
Zeynep Aycibin-Osmanlı Devleti’nde Cadılar Üzerine Bir
Değerlendirme 

Bu konuyu yazdır

  Reenkarnasyon Gerçekten Varmı ?
Yazar: Mutlakguc - 20-05-2016, Saat: 11:56 - Forum: Reenkarnasyon - Yorum Yok

Insanlar tekamül etmek için tekrar dogarlar. Ruh bütün evrenlere dagilmis olan Tanri Kanunlari'ni, insan bedenini kullanarak arastirir ve ögrenmeye çalisir. Fakat bu bilgi tek bir hayat içerisinde elde edilemez, çünki bilgi sonsuzdur. Ruhlar, evrenin her yerinde tekrar tekrar dogarlar. Her tekrardogusunda biraz daha bilgi ve tecrübe kazanarak yükselir. Gerileme yoktur, yani insan gene insan olarak dogar; ceza olsun diye bitki ya da hayvan bedeninde dogmaz. Ruh, insan degildir; ruh, bitki ya da hayvan da degildir. Bunlar tekamül araçlaridir. Bunun için ruh, bitki, hayvan ve insan bedenlerini kullanir. Her tekrardogus yeni bir role bürünmektir. Ruh, her seferinde dünya sahnesinde yeni bir rol oynar ve isi bitince çekilir.
Geçmis hayatlarimizi neden hatirlamiyoruz? Çünki unutan bedene ait hafizadir; ruha ait olan hafizamiz hiç bir seyi unutmaz. Yeni bir bedenle, yeni bir hayata baslayan ruhun, dünya hayatinda basarili olmasi için geçmis yasamini unutmasi gerekir. Geçmis yasamlari hatirlamak, simdiki hayatimizin sebebini bilmek demektir. Halbuki dünya hayatinin gayesi, deneye yanila çaba göstermek ve tecrübe kazanmaktir. Bu sebeple geçmis hayatlarimizi unutmamiz büyük bir kolayliktir.

Geçmis hayatlar kendiliginden ve deneysel olarak hatirlanabilir.
Gerçek adalet tekrardogusla saglanir. Çünki evrenin idaresi; bazi insanlara uzun ömür, zenginlik, saglik, güzellik ve sans dagitirken, bazilarina kisacik bir ömür, fakirlik, hastalik, çirkinlik ve bahtsizlik vererek keyfi davranan bir tanrinin elinde olmadigi gibi, tesadüflerin elinde de degildir. Evrende her sey Tanri'nin koydugu Kanunlar'la islemektedir. Tesadüf yoktur. Iste, gerçek adalet, Sebep-Sonuç Kanunu'na göre saglanir. Daima bir Tanrisal Dengelenme vardir. Yukaridaki maddi degerler, ruhun bilgi ve tecrübesini artirmaya yarayan vasitalar olup, hepsi dünyada kalacak olan göreceli degerlerdir.
Insan kaderini kendi olusturur. Çünki Tanri, varliklarini bu kabiliyette yaratmistir. Maddesel evrende her sey Sebep-Sonuç Kanunu'na göre yürür. Bu kanun geregi, ne ekersek onu biçeriz. Yasadigimiz bütün olaylar, basimiza gelen her sey, daha önceki hayatlarimizda yaptiklarimizin dogal sonucudur. Bir hayatin sonucu, gelecek hayati hazirlar. Bir hayat kendisinden önceki hayatin sonucudur. Tanri kimsenin alnina kara yazi yazmadigi gibi, kimseyi kayirmaz; dili, dini, cinsiyeti, irki ve milliyeti ne olursa olsun, bütün insanlar O'nun nazarinda birdir. Insan, kendi bilgi ve görgüsüyle sinirli hür bir iradeye sahiptir; yani seçme yapabilir. O halde Sebep-Sonuç Kanunu'na göre iyilik de, kötülük de insandandir ve asla bir adaletsizlik söz konusu degildir. Ne kadar istirapli olaylar yasarsak yasayalim, ne baskalarini ne de Tanri'yi suçlama hakkina sahip degiliz. Çünki her seyin sorumlusu insanin kendisidir. Seçmenin sorumlulugu insana aittir.
Insana hatalarindan dolayi ceza degil, telafi imkani verilir. Çünki mükemmel olan Tanri, mükemmel olan ruhu, maddesel tecrübesizliginden dolayi azarlamak ve cezalandirmak için yaratmamistir. Evrenin hiç bir kösesinde ruhu yakabilecek bir ates mevcut degildir. Dünyada beden vasi tasiyla tekamül etmekte olan ruh, dünyanin sartlari geregi ancak deneye yanila, hata yaparak bilgi edinebilmektedir.
Aslinda hepimiz kostümlü ruhlariz
Reenkarnasyon inancina göre ruhlar, dünyaya her gelislerinde degisik bir 'kostüm' giyiyor. Bu, bir önceki hayatlarinda yaptiklarina göre, insan da olabiliyor, havvan ya da bitki de... Kisacasi ruh, ilk hayatta 'ne ektiyse', ikinci hayatta 'onu giyiyor'...

Ayten Görgün
Reenkarnasyon... Yani ölümden önceki ve sonraki hayatlar... Bazilarina göre bilim, bazilarina göre hurafe... Insanoglu binyillarca ölümün herseyin sonu mu yoksa yeni bir hayatin baslangici mi oldugunun yanitini aradi. 
Bu Dogu inanci Bati dünyasinda da hizla taraftar buldu. Geçtigimiz yil Fransiz La Nouvel Observatuer Dergisi'nin yayimladigi anket sonucuna göre Avrupa'da her bes kisiden biri yeniden dogduguna ya da dogacagina inaniyor. Polonyalilar yüzde 32 ile birinci sirada. Ingiltere ve Fransa yüzde 24, Italya ve Almanya ise yüzde 19. Ayrica Amerika'da reenkarnasyona inananlarin yüzde 25'i düzenli olarak kiliseye gidiyor, yüzde 26'si koyu Protestan, yüzde 28'i koyu Katolik.
Neleri bulacaksiniz?

Bu yazi dizimizde reenkarnasyonu konunun taraflarindan dinleyip, herkesin aklina takilan sorularin yanitlarini bulacaksiniz...
Bunlarin arasinda 'Ölümden sonra hayat var mi?', 'Yeniden dogus mu kisilik parçalanmasi mi?', 'Ruhlar bedeni kullaniyor mu?', 'Ruhlar ölmek bilmiyor mu?', 'Reenkarnasyon Nirvana'ya ulastirir mi?', 'Kur'an ve Incil'de reenkarnasyon var mi?', 'Batili ünlü reenkarneler kim?', 'Hipnozda neler yasanir?' gibi sorularin yanitlari da var...

Fransizca kökenli bir kelime olan reenkarnasyon, ölümden sonra ruhun insan, hayvan ya da bitki biçiminde bedenlenerek bir ya da daha çok kez yeniden dünyaya gelmesi anlamini tasiyor. Bu inanca göre ölenlerin ruhlari evrimlerini tamamlayana kadar dünyaya defalarca gelip gidebiliyor. Bedeni kostüm olarak kabul eden ruhlar, dünyaya her gelislerinde degisik kostüm giyiyor. Insan olarak bir takim deneyimler yasayan ruh, öldükten sonra yaptiklarina göre yeniden bedenleniyor. Ikinci üçüncü hayatlarinda yasayacaklari, geçmis hayatlari tarafindan belirleniyor. Yani ruh, 'neyi ekerse onu biçiyor'.

Ölümsüz olan ruhtur

Tarihi binlerce yil öncesinin Hint felsefesine kadar giden reenkarnasyon, bazi dinlerde de eskiden beri var olan bir inanç.
Asya kökenli din ve felsefelerin karakteristik özelligi olan reenkarnasyona en çok ilkel dinlerde rastlaniyor. Hinduizm ve Budizm'de, reenkarnasyon için her varligin insan bedenine ulasincaya kadar 8 milyon 400 bin degisik yasam formundan geçmesi gerektigine inaniliyor.
Bazi inanç sistemlerinde yeniden dogusun insan bedeninde, bazilarinda ise hayvan ve bitki olarak gerçeklesecegi savunuluyor. Ama ruh hep bir bedenden ötekine geçerek yasamaya devam ediyor. 
Bu ögreti yeni dinlerde de kabul görüyor, ahlak ve yasamin anlamini reenkarnasyonun sundugu iddia ediliyor.


'Nirvana'ya nasil ulasilir?
Reenkarnasyona inanan baslica dinler Hinduizm, Caynacilik, Budizm ve Sihlik gibi Asya dinleri.
Bu dinlerin kabul ettigi 'karman' adi verilen ögretiye göre herkesin simdiki yasamindaki davranislarinin sonucu sonraki yasaminda ortaya çikiyor. Hinduizm'e göre reenkarnasyon çevrimi (samsara), ancak kisinin 'kurtarici dogruyu' yani Atman (bireysel ruh) ile Brahman (mutlak ruh) arasindaki özdesligi kavramasiyla son buluyor.
Mutlak ruh inancini paylasan Caynaciliga göre 'karman'in yogunlugu kisinin eylemleriyle belirleniyor. Bu nedenle her ruh göçünden sonra eski 'karman'in yükü yeni 'karman'a ekleniyor. Bu çevrim çesitli dinsel disiplin uygulamalari yoluyla ruhun kendisini özgürlestirmesi ve kurtulmus ruhlar arasina katilmasiyla sona eriyor.
Budacilik ruhlarin bedenden bedene geçtigi inancini paylasiyor. Insan ruhu ölümle birlikte yok oluyor. Ama ölünün 'karman'i yasiyor ve bir ana rahminde bir 'vicnana'ya (ruhun yeni bir bedene göç eden bölümü) yani ruh göçü çemberinden kurtularak arzularin tümüyle söndügü 'nirvana'ya (insani aci çekme, yanilsama ve bilgisizlikten kurtaran ve bu dünyadaki tüm isteklerin silenmesi ile gerçeklesen durum) erisiyor.

Batili ünlü reenkarneler
Birçok yazar, bilim adami, doktor, filozof, psikolog, sair, siyasetçinin reenkarnasyona inanmasi ve bunu çesitli eserlerinde islemeleri bu inanca ilgiyi arttiriyor.
Batili ünlü reenkarnelerin basinda Eflatun, Pisagor, Dante, Goethe, Nietzche, Jung, Empodogles, Napolyon, Salvador Dali'ye kadar birçok isim var. Bugün dünyanin dört bir yanindan çok sayida insan reenkarne olduklarini belirterek deneyimlerini paylasiyorlar. Bu inanç, Türkiye'de de oldukça yaygin. Dr. Bedri Ruhselman'in Metapsisik Tetkikler ve Ilimler Dernegi'nin kurmasi ile yayilmaya basliyor. Dernegin kurucusu Ruhselman, 1898 Istanbul dogumlu ve Çerkez kökenli. Dr. Ruhselman'in yazmis oldugu kitaplar içinde 'Ruh ve Kainat' adli bir eser de bulunuyor.
Reenkarnasyon, Ergün Arikdal tarafindan 1994'de kurulan, Insanligi Birlestiren Bilgiyi Yayma Vakfi (BILYAY)'in da ele aldigi konulardan biri. Vakif, 1960'dan bu yana her ay kesintisiz olarak yayin hayatini sürdüren Ruh ve Madde Dergisi'ndeki makaleler, Ruh ve Madde Yayinlari'ndan çikan kitaplar ve vakfin içindeki 3 bin eserlik kitapligi ile reenkarnasyon olaylarini anlatiyor.
Türkiye UFO ve Paraanormal Olaylari Arastirma Organizasyonu, Gizemciler Arastirma Grubu, Ruhsal Evrim Arastirma Grubu gibi birçok topluluk da, Türkiye'de reenkarnasyonla ciddi anlamda ilgilenen diger gruplardan.

Bizzat yasayanlar anlatiyor
'Önceki hayatimda bir hayvandim...'
Serbest gazeteci Pinar Yilmazerler, reenkarnasyona inananlardan. Önceki hayatinda 'ne' oldugunu nasil anladigini da, söyle anlatiyor:
'Sarlatan olmayan birinin beni uyutmasini, önceki hayatimda ne oldugumu ögrenmek isteyecek kadar reenkarnasyona inaniyorum. Bu konuyla ilgili çok sey okudum. Insanlarin reenkarnasyon öyküleri de bana saçma gelmiyor. Ayrica bedenler çözülse de ruhun hiçbir sekilde yok olmadigini düsünüyorum. Kanimca ruh yüzyillar boyu baska insanlara aktariliyor. Ben de yogun bir sekilde ilk defa bulundugum yerlerde 'Buraya daha önce de gelmistim' ya da yasadigim birseyi 'Bu ani daha önce de yasamistim' düsüncesini hissediyorum. Ya da hiç tanimadigim bir insandan durup dururken negatif elektrik aldigimi hissediyorum. Önceki hayatimda da bir hayvan oldugumu düsünüyorum. Çünkü aci çeken bir hayvani gördügümde aciyi adeta içimde hissediyorum. Bir de biçaklanmaktan çok korkuyorum. Biçaklanmanin yeri bile belli. Kalbimden degil karnimdan. Rüyalar da geçmiste yasadigimizin bir habercisi. Ayrica çocuk yaslarda ortaya çikan resim yapmak, enstrüman çalmak gibi yetenekler, önceki hayatlardan geliyor. Mozart dört yasinda piyano çalmaya baslamis. Niye sen ya da ben degil de henüz o yastaki dahi çocuk o oluyor?..'




Reenkarnasyon ve ilgili kitaplar
Özellikle 1990'lardan itibaren raflara reenkarnasyon ile ilgili kitaplar sikça eklendi. Bu kitaplarin bazilari ise söyle: Bilgelik Bilinci, Dogmadan Önceki Hayatimiz, Ruhçuluk ve Reenkarnasyon, Dünyadaki Kavga, Evrensel Yasa: Tekrar Dogus, Geçmis Yasamlar, Hayat, Ölüm ve Ötesi, Iman Esaslari Açisindan Reenkarnasyon, Karsi Tarafin Isigi, Kozmik Oyun, Zaman Kaymasi, Olagandisiyi Yasamak, Ölüm Dirilis ve Reenkarnasyon, Ölüm Yeni Bir Dogustur, Ölümden Sonraki Hayat, Paramhansa Yogananda ile Bilgelige Yolculuk, Reenkarnasyon, Fiziksel Astral, Evrim, Ruhçu Yanilgi, Ruhsal Alemin Isigi, Ruhunuz Daha Önce Benimle Yasadi, Sehitlerle ve Belgelerle Türkiye'de Tekrar Doganlar, Sevinç ve Güzellik Alemleri, Tibet'in Ölüler Kitabi, Yaraticinin Azameti ve Kur'an'daki Reenkarnasyon.
Internette eski yasam siteleri
Reenkarnasyon ile ilgili internette de sayisiz site var. Örnegin temizsite.com adli web sitesi, eski yasaminda kim oldugunu ögrenmek isteyenlere mizahi yoldan yardimci oluyor. Bunun için siteye girip dogum tarihinizi gün, ay ve yil olarak yazmaniz yeterli. Örnegin siteye göre ben, eski yasamimda bir erkektim. Önceki yasamimda Rusya'da M.S. 1575'de sezaryanla dogdum. Kuyumculuk ve saatçilik yaptim.'
Bir digeri de ne zaman öleceginizi söyleyen deathclock.com adli site. Bu site de sizden dogum tarihinizi yazmanizi istiyor. Klavyede enter tusuna bastiginiz anda size öleceginiz tarihi gün, ay ve yil olarak veriyor. Hatta sitenin bir sayaci da var. Sayaç, salise salise ömrünüzün tükenisini gösteriyor.

Mini dizi sözlügü:
o Budizm: Kuzeydogu Hindistan'da I.Ö. IV yüzyilin dinsel kusku, arayis ve çalkanti ortaminda bazi dini uygulamalara tepki olarak dogan dini inanis.
o Caynacilik: Adini Cina (muzaffer) sözcügünden alan dini bir görüs. Caynacilik da Budizm gibi reform hareketi biçiminde ortaya atildi. Budizm'in çagdasi. Cayna ahlaki üç temel ilkeye dayaniyor. Dogru görüs, dogru bilgi, dogru davranis.
o Hinduizm: Hindu halklarinin son 2 bin yildir gelistirdigi inanç ve görenekler ile toplumsal ve dini kurumlarin bütünü.
o Sih dini: Hindistan'da XV. yüzyil sonunda Guru Nanak tarafindan kuruldu. Sihizm, tek tanriya ibadeti gerektiren bir dindir. Tüm insanlarin esit olduguna inanir.
o Karma: Geçmis eylemlerin gelecekteki iyi ya da kötü sonuçlar doguracagini anlatir. 
o Karman: Hint dinlerinin kabul ettigi ortak temel ilke. Insan yasaminin, birçok yasamlarin olusturdugu zincirin halkasi oldugu görüsüne dayanir. Bireysel yasamlarin her biri, kisinin daha önceki yasamdaki eylemleri tarafindan belirlenir.


'Avusturyali Silvia'ydim...'
Muhabirimiz Ayten Görgün, bir hipnoz seansiyla eski hayatina 'gitti'. Beyinde açilan bir ekranla baslayan bu yolculuk, 'sonunu' görmesiyle bitti... Iste adim adim, bu tüyler ürperten deneyim...
Londra'daki Horoscope of Art Okulu'nda 'okült bilimini' inceleyen ve 'Magnetizma Hipnoz' adi verilen bir teknikle 1 dakikada hipnoz eden Esin Uzer, beni de uyuttu.
Seans öncesi biraz tedirgindim. Bazi arkadaslarim böyle bir deneyimi yasamami dogru bulmuyordu. Esin Hanim önce kolay uyup uyumayacagimi test etti, ardindan 'aurami' açacagini söyleyerek, Hindistan'dan getirdigi bitkilerden hazirlanmis aurosomat isimli mis gibi kokan bir koku gezindirdi üzerimde.
Bir koltuga uzandim. Elime bir tür manyetik dalga yayan rose quartz isminde açik pembe renkli bir kristal verdi. Yesim tasiyla ellerimi ovdu. Esin Hanim, çakralarimda bir sorun olmadigini, uzun yillar yasayacagimi söyledi. Elini basima koyup manyetik enerji dedigi enerjiyi taç sakramdan vererek uyuttu.
'Önce renkler geldi..'
Gözümün içinde bir ekran açildi ve orada kare seklinde üzerime dogru gelen renkler gördüm. Sirasiyla kirmizi, mavi ve yesil. Ve sonra seans basladi:
Göbek bagini gördün mü?
Evet.
Nasil hissediyorsunuz?
Yalnizim, sessiz bekliyorum.
Huzurlu bir bekleyis mi bu?
Evet.
Simdi geçmis yasaminda geriye geri geri gidiyoruz...
Bir malikane var.
Nerede bu?
Avusturya olabilir.
Peki o ev size mi ait?
Hayir.
Kime ait?
Sahibi var, bilmiyorum.
Evle baglantiniz ne?
O malikanede yasiyorum.
Ne yapiyorsunuz?
Hizmetçiyim.
'Beni satiyorlar'
Adiniz nedir?
Silvia.
Peki aileniz nerede?
Yoklar orada.
Hangi sehirdeler, siz hangi sehirde dogdunuz?
Getirildim sanki oraya.
Bunu anlatir misin lütfen?
Herhalde oraya satildim.
Kim tarafindan?
Tüccar tarafindan.
Peki zenci misiniz?
Beyazim.
'Kocam çiftçi'
Kaç yasina kadar oradasiniz?
18 yasima kadar..
Hep o evde mi yasadiniz?
Ayrildim.
Nasil?
Evlendim.
Kiminle?
Çiftçiyle. Simdi küçük bir evde oturuyorum, yine oraya yakin.
Çocuklar?
Iki tane.
Isimleri nedir?
Dante ve Christin.
Ne kadar yasadiniz?
65 yasima kadar..
65 yasina kadar hep ayni evde hizmet ettiniz; öyle mi?
Çiftlikte 18 yasina kadar oradaydim, sonra evlendim kendi evimdeyim.
Kendi evinizde hayatiniz nasil bir hayatti?
Çiftlik hayatiydi.
'Ve ölüyorum..'
Hayvanlar falan mi var?
Hayvan görmüyorum.
Hayatiniz nasil geçiyordu?
Mutfaktayim, is yapiyorum.
Nasil bir kadinsin?
Zayif, uzun boylu.
Yüzün?
Daha bir Avrupali, yani sey, daha bir kumral.
Peki nasil öldün? 
Kaya düstü.
Nasil oldu anlatir misin?
Ben kayanin altindaydim.
Ne yapiyordun orada?
Yol, yürüyorum.
Yürüyorsun, kaya düsüyor?
Evet.
Karnina mi isabet etti?
Evet, ama gencim yani 65 yasinda degilim.
Nasil öldün diye soruyorum.
Karnima düstü kaya parçasi.
Ama 65 yasinda öldüm dedin?..
Ama ben simdi Istanbulda'yim.
Efendim?
Yani, kaya Istanbul'da.
Geçmis yasaminda Silvia olarak nasil öldügünü soruyorum...
Simdi daglar, kayalar var, yol var. Yoldan gidiyorum kaya düsüyor.
Kaç yasindasin?
Kendimi genç görüyorum, yani 35'lerinde falan.
'Hiç aci çekmiyorum..'
35 yasinda mi öldün yani? Silvia kaç yasinda öldü?
Aslinda ben Silvia'nin yasliligini görmüyorum, Silvia hep genç.
Seni kim buldu?
Köylüler geliyorlar.
Kaya bir yerini ezdi mi?
Karnimi ezdi.
Sonra?..
Kalkamadim.
Eve mi götürdüler?
Eve götürdüler.
Çok aci çekiyor musun?
Hiçbirsey hissetmiyorum.
Peki ölüm ani nasil bir duygu? Aci birsey mi?
Hiç aci degil.
Peki öldükten sonra seni herhangi biri karsiladi mi?
Ben yataktayim etrafimda çocuklar ve komsular var.
'Yukarisi nasil?'
Bedenden ayrilma. Peki var mi bununla ilgili bir hatira?
Ben bakiyorum simdi.
Bedenine disaridan bakiyorsun.. Ne hissediyorsun?
Hiç, sey yani rahat.
Rahatladin. Sonra peki?
Yukari.
Yukari dogru giderken spiritüel bir varlik var mi?
Yok. Görmüyorum..
Yukarisi nasil bir yer?
Bulutlu yagmur yagacak gibi.
Ölüm aci bir deneyim mi?
Degil.
Diyecegin birsey var mi?
Elimdeki tas çok büyük.
Anlayamadim; hangi tas?
Su an tuttugum tas büyüdü.
Tamam enerji büyüdü onun için. Simdi aç gözlerini! Uyan uyan uyan...
'Yeniden dogdum..'
Ve uyandim. Yarim saat boyunca sanki her an uyanabilecek gibi hissettim kendimi ama gözlerimi de açamiyordum. Rüya gibiydi. 
Hipnoz altinda gördüklerim deneyim mi, hayallerim mi bilemiyorum. Esin Hanim'a göre ben tecrübeli bir ruhmusum, yani birçok hayatim varmis. Kafam epey karisti. Tek bildigim, seans sonunda parmagimi kaldiracak enerjim kalmamisti. Ve o gece deliksiz bir uyku çektim, tipki yeni dogmus bir bebek gibi...

Islamiyet'e göre 'reenkarnasyon'
Kur'ani Kerim'de insanin ruh ve beden bütünlügü esas aliniyor. Insan ruh ve beden olarak yasami bir bütün seklinde yasayip, ölümden sonra da yine ruh ve beden bütünlügünde ahirete gidiyor.
Ancak Bakara ve Mü'min surelerindeki ayetler nedeniyle bazi arastirmacilar Islam'da reenkarnasyonun oldugunu ileri sürüyorlar.
Bakara Suresi'nin 28. ayetinde "Allah'i nasil inkar edersiniz. Siz ölüler idiniz, O sizi diriltti, sonra öldürecek ve yine diriltecektir, sonunda O'na döndürüleceksiniz", Mü'min Suresi'nin 11. ayetindeyse, "Rabbimiz bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin" deniyor.
Arastirmacilarin "Islam'da reenkarnasyon vardir" iddialarina gerekçe olarak da "Siz ölülerdiniz" ifadesi gösteriliyor.
Ancak Kur'ani Kerim'de, bu surelere ragmen tekrar bedenlenmenin olmayacagina dair ayetler de bulunuyor.
Mü'minun Suresi 99 ve 100. ayetleri "Diriltilecekleri güne kadar arkalarinda geriye dönmekten alikoyan bir engel vardir" diyor.

'Dönen, yasaga döner...'
Yine En'am Suresi'nin 27 ve 28. ayetlerinde de dünyaya geri dönmek isteyenler için sunlar söylenmis:
"Eger geri döndürülseler, yine kendilerine yasak edilen seylere dönerler. Dogrusu onlar yalancilardir."
Incil'de ise, öldükten sonra kisilerin herhangi bir yoldan eski evlerine ya da kentlerine geri gelemeyecegi hususu açikça ifade ediliyor. Incil'de ruhlar ve reenkarnasyondan bahseden Arasöz 12'ye göre, insanin ölümden sonra diger bir kisi ya da hayvanin bedeninde yasamaya devam etmesi söz konusu degil.


Mini dizi sözlügü
o Okült bilimi: Astral (manevi) alemde gizli olan herseyi inceleyen bilim.
o Hipnoz: Belirli bir teknikle kisiyi trans haline geçirip, beyin fonksiyonlarina telkinler vermek. Magnetik ve sözlü olmak üzere iki türü var.
o Aura: Insanlarin etrafini kundak gibi çevreleyen ruhsal enerji. Bunlarin geçirilen tekamül (ruhsal gelisim) karsiliginda alinan puanlara göre renkleri var. Hayvanlarin bu renkleri görüp, insanlara buna göre tepki gösterdigi öne sürülüyor. Kirmizi renk agresifligi anlatiyor. Katillerin, tecavüzcülerin aurasinin da koyu gri ya da siyaha yakin patlican moru oldugu ifade edilir.
o Çakra (shakra): Vücutta bulunan yedi enerji merkezi bu adla aniliyor. Kozmik enerjinin vücuda çakralardan girdigi söyleniyor. Basimizin üstünde taç, alnimiz üstünde üçüncü göz, bogazda bogaz çakrasi, gögüste gögüs, hara bölgesi denilen karinda karin, cinsel organlarin bulundugu yerde kök, vücudu topraklamaya yarayan ayaklarin altinda da taban adli çakralar var.
o Manyetik enerji: Herkeste bir manyetik enerji bulunuyor. Bunlarin dereceleri var. Kiminde 30, kiminde 100 Walt. Yüksek enerjisi olanlar bir digerini etkileyebiliyor. Bu tür insanlar esyalari yerinden oynatabiliyor, metalleri bükebiliyor, çakralari bozulmus kisilere enerjilerini transfer edebiliyor.
o Spiritüel: Sprit ruh demek. Spiritüel de ruhsallik anlamina geliyor.

Yeniden doganlarin bulusma yeri Hatay!
Reenkarnasyon konusunda arastirma yapan pek çok bilim adami solugu Hatay'da aliyor. Çünkü 'tekrar dogdugunu' iddia eden birçok kisi bu ilde yasiyor. Baska bedenlerde yeniden hayat bulanlar, 'geçmis günleri' anlatiyor...
Psikiyatri, önceki yasamlarinin oldugunu söyleyen insanlara 'dissosiyatif bozukluk' (çogul kisilik) hastaligi tanisi koyuyor. Istanbul Üniversitesi Tip Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dali ögretim üyesi Doç. Dr. Ilhan Yargiç da toplumda bu hastaligin görülme sikliginin sanildigindan çok daha fazla olduguna dikkat çekiyor. 
Bu konuda yapilan arastirmaya göre; Türkiye'deki nüfusun binde dördünde çogul kisilik bozuklugu var. Örnegin; Istanbul'un nüfusunu 12 milyon olarak kabul edersek sadece Istanbul'da 48 binden fazla kisi bu durumda.
Bu arada basta Avrupa olmak üzere dünyanin birçok ülkesinde geçmis yasam deneyimleri, ölüm ve hastaliklarinin bir sonraki yasama etkileri üzerine arastirmalar sürüyor.
'Beyin kaydediyor'
Çok yeni bir veri olarak; Ingiliz nörolog Prof. Dr. Wilder Penfield, beynin yasam süresi içinde en küçük resimleri dahi kaydedip ani olarak saklandigini söylüyor. Bu da reenkarnasyon ögretisini güçlendiriyor: "Ölüm aninda beyin ile ruh arasindaki enerji bilgilerle beraber ruhsal frekansa geçer. Ruh bu birikimiyle öte âleme gider."
Ayrica baska ülke, zaman ve kisiliklerde yasadiklarini söyleyen, hatiralarini anlatan, mezarinda eski esyalarini buldugunu iddia eden insanlarin sayisi gün geçtikçe artiyor.
Bu ilin sirri ne?
Hatay ili, öldükten sonra dirilenleri inceleyen yabanci arastirmacilar için önemli bir kaynak. Avustralyali Dr. Yurgen Kail reenkarnasyon arastirmalari için Hatay'a gelip yeniden doganlarin öykülerini topluyor. Son 10 yildir kendini reenkarnasyona adayan yeniden dogus arastirmacisi Cevdet Rende'nin yakinda çikacak olan "Tekrar Doganlar" adli kitabindan Hatay bölümündeki öykülerin bazilarini sunlar:
o Ali Kara: Suriye'de ölüp Türkiye'de dogdugunu söylüyor. Hatay Raskiye köyü, 1972 dogumlu. Bir önceki hayatinda adi Cabir Rismen. Bilal ve Rahibe'nin oglu olarak Cennata köyünde dünyaya gelmis. 1947-1960 yillari arasinda yasamis. Kullandigi traktör devrilince ölmüs.
o Mehmet Aslan: 1987 dogumlu. Bir önceki hayatindaki annesi yeni dogan çocugu Mehmet'i rüyasinda görüyor. Arayip buluyor ve çocugu ailesinden istiyor. Mehmet, bir önceki hayatinda Ata Eryilmaz imis. Ata'nin anne babasi Habib ve Raya Eryilmaz'in iki çocugu var. Ata ve Nebil. Nebil 15 günlük iken ölüyor. Ata ise üniversiteyi kazandigi yil Asi Nehri'nde boguluyor.
o Ipek Kart: Hatay Döver köyünde, Besime adinda bir hamile kadin; öldürülüyor. Kocasi cezaevine konuluyor. Besime ise Inci-Sabri Kart çiftinin kizlari olarak Hatay'da dünyaya geliyor. Ilkokula giden Ipek'in güncesinden okuyoruz:
"Bundan önce de hayatim vardi. Döver köyünde, yeni evli, 8 aylik hamile bir kadindim. Adim da Besime Yayar idi. Esimle dügünümde takilan takilar yüzünden hep kavga ederdik. Altinlarimi bozdurup kamyon almak istiyordu. Beni sürekli dövüyordu. Bir gün yine altinlari istedi karsi çiktim dövdü. Evin damindaydik kocam beni itti, dengemi kaybettim asagiya düsüp öldüm. Ama geri döndüm, simdi adim Ipek Kart ve 12 yasimdayim."


'Beni bu topraklara diger hayat getirdi'
Çocuklugundan beri reenkarnasyona inanan piyanist-besteci Anjelika Akbar anlatiyor: "Inaniyorum çünkü, bu evrene kendimizi ve evrenimizi bilmek için geliyoruz. Bu uzun bir süreç ve bunu tek bir hayat içinde gerçeklestirmek mümkün degil. Milyonlarca yil bir ruh geliyor gidiyor ve tecrübe ediyor. Insan her geçmis hayatindan yari yariya tanidiklarini getiriyor. Örnegin annemiz muhakkak bir önceki hayatinizda sizin iliskide oldugunuz biri olabilir. Hiçbir sey tesadüf degil. Ben de ta hayatin baslangicindan beri varim. Önceki hayatlarimda kim oldugumu söylemeyecegim. Nasil ki simdiki özel hayatini anlatmazsiniz bunun gibi bir sey bu. Küçüklügümden beri birçok seyi yasiyorum onun üzerine hem Rusya hem de Hindistan'da yillarca egitim gördüm. Hepimizin binlerce hayati var. Örnegin ben Türkiye ve Anadolu'yu çok seviyorum. Çünkü bu topraklarda ilk defa yasamiyorum. Hayat beni buraya bir daha getirdi. Burada kaç hayatimdan arkadaslar buldum..."
'Reenkarnasyon Islamla bagdasmaz'
Islam ile reenkarnasyonun hiçbir birlesecek yani yoktur" yorumunu yapan M.Ü. Ilahiyat Fakültesi Dekani Prof. Dr. Zekeriya Beyaz söyle diyor:
"Kur'an-i Kerim'de reenkarnasyonu reddeden çok sayida ayet var. Çünkü Islam'da insanlarin öldükten sonra dirilecegi ve ahirette ebedi bir hayata kavusacaklari temel inançtir. Ayrica insanlarin daha önce baska varliklar olarak dünyaya geldigini isaret eden en küçük bir ifade yoktur. Bakara Suresi'nin 28, Müm'in suresinin 11. ayetlerindeki 'sizi iki defa öldürdük iki defa diriltecegiz' ifadeleri dünya hayati ve ahireti anlatir. Bunlarda reenkarnasyonu isaret eden herhangi bir anlam yok. Biri dünyaya insan haline gelisidir, digeri öldükten sonraki dirilistir."

'Önceki hayatimda Kraliçe Sisi'ymisim'
Sisi lakabli organizatör Seyhan Soylu anlatiyor: "Dinsel boyutta Kur'an-i Kerim'de 'Topraktan geldik topraga gidecegiz' deyimi reenkarnasyonun, yeniden var olmanin, bedenlenmenin ve tekamülün yerine getirilmesi anlamina gelir. Bilimsel açidan da ruh 200 gramdir. Bedenimiz bir elbise gibi ruhumuzun üzerine giyilen bir kiyafettir. Ve çesitli tarihlerde kiyafetlerimizi hep degistirmisizdir. Yurtdisinda ve Türkiye'de de baktirdim, daha önce Avusturya kraliçesi Sisi oldugum çikti. Seyhan Soylu'nun kisaltilmisi olarak Sisi'yi bunun için kullandigimi ögrendim. Viyana'da bulundugum sirada da Avusturya Kraliçesi Sisi'nin sarayina gittim ve orada da 'deja vu' (bir ani daha önceden yasamis olmak, görmek) yasadim. Bu demektir ki Tanri ve bilim boyutunda reenkarne var. Buna inanmayanlar dinsel terimle kâfir bilimsel terimle ise ahmaktir."

'Trafik kazasinda ölmüs olmaliyim'
Oyuncu Hande Ataizi reenkarnasyona inananlardan, söyle konusuyor: Önceki hayatimda kimdim bilmiyorum ama sunu söyleyebilirim; trafik kazasindan çok korkuyorum. Otomobil kullanmasini bilmiyorum, ögrenmek de istemiyorum. Sanirim bir önceki hayatimdaki reenkarnem trafik kazasinda yasamini yitirdi. Ruhlarimizin tekamül edip daha medeni ve ilerlemis bir gezegende yasayacagimizi düsünüyorum. Bu ögreti Hindistan'da yoksulluk içinde yasayan halki sindirmek için çikarilmis olabilir. Ama önemli olan su ki reenkarnasyona inanmak beni mutlu ediyor.
 
'Maddiyatçi insan, hayvan olur'

Dogan Dogan 21 yasinda. 5 yil öncesine kadar ateistti. Bir gün reenkarnasyon ile tanisti ve tüm dünyasi degisti. Artik Tanri'ya inaniyor, eskiden o bar senin bu bar benim gezerken simdi bir grup arkadasiyla bulusup ibadet ediyor. Söyle anlatiyor: "Pek çok kitap reenkarnasyondan bahsediyor. Ihtiras içinde, maddesel beklentisi olan insan dünyaya tekrar döner. Para için öldürebilen, asiri içen, uyusturucu kullanan insanlar sonraki yasaminda hayvan ve benzeri canli olmaya mahkûmdur. Biz ruhuz, vücudumuz tipki bir araba gibi. Bizler arabanin sürücüsüyüz. Ne ekersek onu biçecegiz. Bir illüzyon içindeyiz ve bu tiyatroyu iyi oynamaliyiz. Korkularimiz bir önceki yasamimizin bu yasamimiza yansimasi."

Bu konuyu yazdır

  İşte İstanbul Haritasındaki Müthiş Sır
Yazar: Emka - 20-05-2016, Saat: 04:32 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

maxresdefault.jpg







istanbul haritasının gizemi,istanbul haritası sırrı fatih sultan mehmet silüeti hakkındaki çarpıcı keşif…





İstanbul haritasına yandan baktığınızda kıyamda durmuş bir insan silüeti göreceksiniz, haritaya biraz daha dikkatli baktığımızda istanbul’u fetheden, FATİH SULTAN MEHMET’in silüeti olduğunu göreceksiniz…




çevrildiği zaman ortaya insan yüzü çıkıyor.



Dünya üzerindeki konumu yatay olan İstanbul haritası dik çevrildiğinde insan yüzünü andıran ve çok net belli olan bir silüet ortaya çıkıyor.






iŞTE O BÜYÜK MUCİZE…

Bu konuyu yazdır