Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,075
» Son Üye: rahmanmutlu
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 2150 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 2150 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 321
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 387
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 810
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 735
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,618
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 9,004
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,266
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,364
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,614
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,896

 
  KRYON-BEKLENMEDİK DEĞİŞİM
Yazar: Emka - 08-07-2017, Saat: 15:16 - Forum: KRYON - Yorum Yok

Bu Canlı Kanallık VANCOUVER, BC, KANADA’da Verildi.



Lee Carrol Kanalıyla

Selamlar,sevgililer, ben Manyetik Hizmetten Kryon’um. Bu mesajların başladığı her seferinde, biraz ayarlanma anı olur (selamlamadan sonra gerçekleşen duraklamadan bahsediyor.) Ayarlama partnerim içindir, sizin için değil. Bunun nedeni mesajların neredeyse başka bir boyutta verilmesidir. Bir İnsan Varlığının gerçekten aniden konuyu değiştirip, sandalyedeki bir İnsanı dinlemeyi bırakması ve bunun yerine diğer taraftan gelen çokboyutlu bir mesajı dinlemesi zordur. Ama, mesajların kaynaklandığı yer burasıdır.
Bugünün mesajı öncekinden biraz farklı. Yine İnsan ırkını kutlayarak başlıyorum, çünkü üstesinden geldiniz. Bu, gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptığınız anlamına gelen konuşma dilidir [kültürün bir cümlesi]. Neredeyse son anda, yıldızların zamanlaması sizi mükemmel döngünün sonuna getirdi ve savaşı bitirerek bundan geçtiniz. Dehşet ve kavga veya gezegenin öngörülmüş sona ermesi olmadan bundan geçtiniz ve ne yaptığınızı gerçekten bilmiyorsunuz ve bugün kendinizi yepyeni bir enerjide buluyorsunuz. 2012 den bu yana, sadece siz değil, bir çok şey tepki veriyor ve değişiyor ve konuşmak istediğim şey budur.

Kristal Izgaradaki Değişimler

Temellerden biriyle, bu gezegenin Kristal Izgarası ile başlayalım. Sizlerle bu ızgaranın “hatırlayan bir ızgara” olduğunu tartıştım. Size onun aktif olduğunu [her zaman değişiyor] ve İnsan Varlıklarının duyguları ve şefkatleri tarafından aktive edildiğini anlattım. Onun hızlı – yol ızgarası olduğunu anlattım – yani, eğer o değişirse, o zaman bunu ona yerleştiren insanlar bu değişimi hisseder. Şimdiye kadar, ızgara insanlıktan bunaltıcı şekilde negatif olan girdiler aldı, çünkü İnsan doğasının tepki verdiği şey budur. Bu başlangıçtan beri var olan duygulardır – korku, ıstırap ve dehşet. Bana inanmıyorsanız, haberlerinizi izleyin. Bunun İnsan Varlıklarının en çok çekildiği ve ilgi gösterdiği şey olduğu görünüyor. Dehşet ve drama çoğu zaman pazarlarınızı, filmlerinizi ve kitaplarınızı yönlendiren şeydir. Bu sözünü ettiğimiz İnsan doğasıdır ve bu değişmeye başlıyor. İnsanlığın duygularını “hatırlayan” bir ızgara size bir savaş alanındaki dehşetin duygularını ve ya bir mezarlıktaki üzüntüyü verir. Ona ne konulduğunu hatırlar.

Yeni enerjide bu gezegenin Kristal Izgarasına ne olur? Size daha önce bir ipucu verdim sanırım. Sevgililer, bu neredeyse ızgaranın yeniden yüklenmesine benzer ve onun daha önce hatırladığı negatif ve dramatik şeyler ve bunları hatırlatan yerler azalmaya başlar ve yok olur. Bu neredeyse gezegeniniz için, sizin için tümüyle farklı bir fizik yaratan zamanlamaya benzer. Hızlı – yol ızgarasıdır, yani, sizler şimdi ona yeni damgalamalar yapıyorsunuz. Bir şeyi yeniden yüklediğiniz zaman, daha önceki her şey gider. Sonra yeni, taze bir başlangıç yapar ve sevgililer, tam şu anda olmakta olan budur. Kanıt, birçoğunuzun karanlık olan yerlerde hissetmeye başlayacağınız şeydir, çünkü bu değişecek ve hassas olanlar bunu ilk fark edenler olacak.


Zaman

Basit, lineer bir kavram ile başladım, çünkü Kristal Izgara bir örnektir. O oldukça lineerdir ve bunu anlayabilirsiniz, ama zaman ile ilgili ezoterik sorular soranlar var. Bu yeni enerjide zamanın kendisi de değişiyor mu?
Eğer bugünkü seminere katılmadıysanız, bu anlaması zor bir kavram olabilir. Seminer zamanın dairesel kavramını verdi ve bilgiler bilimsel bir şekilde sergilendi. Zaman çemberi hissettiğiniz bir şey değildir, çünkü sizin için zaman bir tren yolu gibi düz bir çizgidir. Sadece tek bir yolda gidersiniz ve bu yol geçmiş, şimdi ve gelecektir. Ama gerçeklik şu ki bu fraktalizedir (kırılmıştır). Bir çember içinde gider ve üzerine yerleştirilmiş enerjiye sahiptir, ki ona tepki verir. “Fraktallar” bütünün parçası olan onun parçalarıdır, ama yol boyunca kendisinin benzer parçalarını bırakırlar.

Fraktal zaman ezoterik görünebilir, çünkü bu nasıl yaşadığınız değildir, ama şeyleri nasıl algıladığınızı etkiler. Gezegende olaylar olurken, yol üzerinde tümsekler yaratırlar, tekrar çembere girdiğiniz zaman, tümsekleri hissedersiniz veya gelmekte olduklarını duyumsarsınız. Bu çoğu zaman daha önce olan şeyi tekrar yaratır. Bu, “zaman kendini tekrarlar” cümlesinden sorumludur. Belirli bir tarzda, tekrarlamaz. Bu fraktal zamandır. Bu etki incelenmiştir ve bunun arkasında şüphe edilen atomik parçacık vardır [Higgs Singlet]. İşte soru: Bu yeni enerjide zaman fraktallarına ne olur? Yoldaki tümsekler aynı mıdır, yoksa farklı mıdır? Geleceği tetikleyebilen geçmişin zaman çizgisinde olaylara ne olur?
Size bir şey anlatmak için buradayım: Bütün zaman çizgisi, fraktalların hepsi yeniden yüklenmeye başlıyor [tazeleniyor] ve onlar yok oldukları zaman, zamanın kendisi değişmeye başlar. Neden bu olur? Çünkü İnsan bilinci onun parçasıdır. Eğer fraktal zamanı yeniden başlatırsanız, bu geçmişteki şeylerin eski enerjide yaptıkları gibi sizi bugün veya yarın etkilemeyeceği anlamına gelir. 

Eski enerjide, onlara takılıp düşmeye devam ediyordunuz ve onlar gelmeye devam ediyordu. Bu savaş ardına savaşa yol açtı. Sonra insanlık bir süre dinleniyordu ve bunu tekrar yapıyordu. Bu gerçekleşti, çünkü bu bekleniyordu. Bu İnsan doğası idi. Birçokları, “Bu İnsanların yaptığı şeydir” diyor.
Eğer durum buysa ve şeylerin zamanlaması farklı olmaya başlıyorsa, bu, yeni bir zaman çizgisi yazmakta olduğunuz anlamına geliyor. Yeni tümsekler yaratıyorsunuz, ama tümsekler aslında dramatik negatif tümsekler yerine, pozitif tümsekler olabilir. Fraktallar bu yoldur. Ne yaparsanız yapın aynı şekilde çalışacaklar, eski enerjideki eski fraktalların burada olmayacak olması istisna. Onu temizlediğinizi söyleyebilirsiniz. Tartışmalı mı? Evet. Fizikte de tartışmalıdır.
Ne oluyorsa olsun, zaman zamandır. Fraktalların süreci de aynıdır ve çağlar boyunca aynı oldu. Size bunun değişmekte olduğunu anlatıyorum. 

KryonLee.jpg


Neden? Katalizör: Yeni İnsanın Bilinci.

“Yoldaki Tümseklerin” Değişken Etkisi – Geçmiş
Bir adım ileri gidelim. Eğer fraktallar değişiyorsa, bu İnsanların geçmiş hakkında tepkisini etkileyecek mi? Ve yanıt, oh evettir! Bunu tekrar okuyun.
Aniden bu geçmişe tamamıyla yeni bir tepkinin başlangıcı olabilir. Daha önce düşman olanlar arasında barış tohumları ekmek yakındır, çünkü geçmiş yapmış olduğu etkiyi yapmayacak. Ama bunu en çok hissedecek olanlar gençlerdir, çünkü onlar aslında geçmişi hiç deneyimlemediler. Onlar sadece geçmişe tepki veriyorlar ve onlara anlatılan şey bu.
Gezegende en derin olan geçmişin etkisini nerede görüyorsunuz? Yanıt Orta Doğudur. Orta Doğu insanları ve şu andaki kültürleri size anlattığım şeyin gerçeğini beklemiyorlar. Partnerimle birlikte, bir sahnede tek başına oturarak büyük bir tiyatroda idim. Işık sandalyede oturan partnerime odaklanmıştı, 900 İsrailli Kryon’dan gelen mesajı duymayı bekliyordu. Mesaj onların vatanları ile ilgili olacaktı, ama Kryon’un ne söyleyeceğini hiç bilmiyorlar. Sonra onlara anlattım.

Onlara önce kendi bölgelerine barış getirmek için “görevlendirildiklerini” veya seçildikleri anlattım ve böylece ikinci olarak Dünyada barışın başlangıçlarını yaratacaklardı. Bunu yaratmak için görevlendirildiler, çünkü onlar bunu yapabilecek tek kişiler idi. “Duruma” çözüm dışardan gelmeyecekti. Batıdan gelmeyecekti, sadece onlardan gelecekti. Aldığım tepki, hissedebildiğim bilinç “Nasıl?” idi. Çağlardır, istedikleri şey buydu! Bu topraklara geri dönmelerine ve bir ulus yaratmalarına izin verildği 1940 lardan bu yana, tek istedikleri şey buydu. Ama her iki taraftaki eylemlerden dolayı, bu sadece daha da kötüleşti. Nasıl? “Aniden tüm etrafımızdakiler ile bu bölgede barışa sahip olabilmemiz için, büyülü bir düğmeyi nasıl açarsın, Kryon?” Yanıt, zaten buna başlamış olduklarıydı ve bunu 21 Aralık 2012’de yaptılar. Geçmişin algısıyla resetleme başladı, çünkü fraktallar gitti veya yeniden yazılmakta ve şu soruları soran çocuklar olacak, “Bana tekrar anlat, baba, neden onlardan nefret etmem bekleniyor? Bunu gerçekten anlamıyorum. 

Şimdi beni kontrol etmesi beklenen geçmişte neler olduğunu bana tekrar anlat? Bana tekrar anlat, baba, geçmişte işlevsiz olan her şeye neden öykünmemiz lazım? Anlat bana, baba, bizim için işe yaramayan geçmişi neden silip yok edemiyoruz? Neden onların gözlerine bakıp, ‘Olan her şeyi bırakalım’ deme sürecine başlayamıyoruz?, bana anlat.”
Gelecek nesil için, bunu izleyin diyorum! Her iki taraftaki eski liderlerin gittiği ve ‘kim kime ne yaptı’ya çok daha az vurgu olacağı ve bunun yerine temiz bir başlangıcın bilincinin olacağı bir zaman gelecek. Geçmiş geleceği gütmeyecek. Nasıl bir kavram! Bu, Orta Doğuda barış için katalizördür ve eğer bu işaretleyiciyi geçmeseydiniz, bir şans olmayacaktı.
Neden dünya savaşları gelip geçti ve bu savaşları yaşayan düşmanların hepsi son 60 yılda iyi partnerler ve komşular olarak bir araya geldiler? Çok eski ve kadim bir savaşı sürdüren ve 1,000 yıldan fazladır “kim kime ne yaptı”nın kullanımından çıktığı hiç görülmeyen Orta Doğu ilgili şey nedir? Yanıt sizi şaşırtabilir.

Eğer siz ekinoksların presesyonu – 2012 işaretleyicisini – geçmeseydiniz, uygarlığı zor duruma düşürecek olan Orta Doğu idi. Kadim zamanlardan 1980 lere kadar, kutsal metinleriniz ve diğer çağların alimleri tarafından kehanet edilen Armageddon Savaşını tetikleyecek olan Orta Doğu idi. Bu kehaneti gerçekleştirmek gerekliydi ve zamanın sonunda kendi rolünü oynayacaktı. Sonra, bu gerçekleşmedi. Birçokları bunu hala hissediyor, çünkü onlar geleceğin felaketlerine yatırım yapıyorlar ve bunun kesin olduğunu bilerek çok zaman harcadılar. Bunu getirecek olanların gençler olmasının nedeni budur, çünkü bu onlarda yerleşmedi. Dahası var.

Işık ve Karanlık Dengesi

Gezegende ışık ve karanlık dengesi kendisini yeniden düzenlemeye başlıyor ve daha fazla joker yaratacak. Jokerler “beklenmedik değişimlerdir”, pozitif veya negatif olmayan şekillerde şok eden, olmuş olan şeyin paradigmasında değişimler yaratan şeylerdir. Bunlar çoğu zaman hem bilinçte hem de bilimde geleceği zorlar.
İnsan Varlıklarının beklemediğiniz yerlerde ve şekillerde değişimler yapması formunda bir çok joker geliyor. Birleşmiş Milletlerde New York şehrinde zamanı geçmiş olan bir joker var. Bu gezegene yardım etmek ile ilgli muhteşem fikirleri olan eski bir organizasyon, ama kendi eski enerji politikalarında yapışıp kalmış. Orada ne olacak? Eğer çok kısa sürede görmezseniz, işlev yapmaya son verebilir. Jokerler garanti değildir. Etrafındakilerin özgür seçimlerine uymak için zamanlıdır. Jokeri yapan şey budur – tamamen beklenmeyen olaylar. Şunu düşünün: Dünyada barış yaratmak için kurulan bir organizasyon daha fazla işlevsiz olabilir ve hatta başarısız olabilir, veya bir joker gelebilir ve onu neredeyse hiç fonsuz yeniden yapılandırabilir. Jokerin yaptığı budur.

Bunu iş dünyasında, bankacılıkta veya siyasette görebilirsiniz. Radikal olan, daha önce hiç denenmeyen yeni fikirler yakında var olabilir. Bu tür şeyleri bekleyin, ama bunlar sizin üzerinizde büyümeli. Bazı başlama ve durmalar olabilir. Bunu yapmayan tohum ekiciler olabilir. Sonra başkaları gelebilir ve tohumların büyümeye başlamasını sağlayabilir. Bu, dün kabul edilmeyen fikirlerin aslında şimdi veya gelecekte kabul edilebileceği anlamına gelir. Bunun nedeni, siz evrimleşirken onlarda yeni bilgeliği görecek olmanızdır. Tüm bunlar zamanda büyüme sürecinin parçasıdır.

Şu anda değişim modelinde bulunduğunuz yer burasıdır. Büyüme sürecinin başlangısındasınız. Tüm bunlar yeni ızgara ile, iptal edilecek bir kaç zaman fraktali ile ve tarihi enerjilerden temiz bir sayfa ile. Hazır mısınız?
Dinleyin: Şu anda gezegeninizde gerçekleşmekte olan şey ile ilgili hiç bir kehanet yazılmadı. Şu anda size sonra olacak şey hakkında iyi, sağlam bir kehanet veren herhangi bir yerde büyükler veya kanallar yok. Bunun nedeni, eski enerji tünelinden, eski kehanetlerden henüz çıkmış olmanız ve onlardan özgür olmanız. Bu, gezegende daha önce hiç deneyimlemediğiniz yeni bir enerjidir. Neden söz ettiğimi bilmiyorsanız, gidip kehanetleri okuyun.

Zamanınızın en iyi, en popüler ve en çok kabul edilen kehanetlerine göre, tam şu anda nerede olmanız bekleniyordu? Yanıt, “ölü”.
Dünyanın tam şu anda nerede olması varsayılıyordu? Yanıt, “radyoaktif”. Muazzam nükleer değiş tokuşun olduğu bir gezegende hiç kimse var olamaz. Bu, gezegendeki İnsanlar için “elveda”dır. Kıyamet – sonrası dünya bir fantezidir. Çok fazla radyasyon olduğu zaman, yaşamazsınız. Bu havadaki, okyanuslardaki her şeyi etkiler ve binlerce nükleer patlama tarafından havaya kaldırılan toz gezegeni dolaşır ve onlarca yıl güneşi bloke eder. Karanlık – yaşam gitti.

Sevgililer, bu hiç gerçekleşmeyen kıyamettir. Bunun yerine, burada çocuklarınızla ve umudu olan yeni bir gezegen ile duruyorsunuz. Neden size hayran olduğumu merak ediyor olabilirsiniz, ama gerçekten bunu bilmiyorsunuz, henüz değil. Bir veya iki nesil sonra, biri elini kaldıracak ve diyecek ki, “Öncekilerden farklı olduğumuzu fark etmekten kendimi alamıyorum.” Beklenen felaketin eski bilincini yeniden yazmak bu kadar sürer. Birinin elini kaldırıp, “Bakın, güneş doğuyor. Bu farklı” demesi için iki nesil geçmesi gerekebilir. İnsanlar değişim için yavaşlar, ama tutumların değiştiğini ve üzerinde yürünecek yeni bir yola sahip olduklarını fark edebilirler.

Şu anda görevinin ne olduğunu bilmek ister misin, yaşlı ruh? Görevin, şefkatini ve dengeni kullanarak etrafındakileri cesaretlendirmektir. İleri gidemedikleri gerçeği veya gezegende her şeyin dehşet verici olduğu hakkında ya da geçen geceki haberler hakkında konuştuklarını duyduğun zaman, onlarla sevgi dolu bir şekilde konuş. Doğru zaman olduğunda, şöyle diyebilirsin, “Ben gerçekten bununla aynı yerde değilim. Önümüzde pozitif bir zamanımız olduğunu hissediyorum. Şeyler farklı. Bunu hissedemiyor musunuz, bunu göremiyor musunuz? Daha parlak bir geleceğimiz olduğunu düşünüyorum. Sadece bununla sabırlı olmaya ihtiyacımız var ve başkalarının bize verdiği, bizi etkileyen ve herşeyden korkmamıza neden olan dramada yuvarlanmayı bırakmalıyız.”

Dinleyin: Buna “tohum ekme” deniyor ve yüzünüze karşı gülebilirler. Ama, yaptığınız tohum ekmenin onların bilincine yapışan şefkatli, dengeli bir kalıntısı vardır. Bu çekicidir. Daha sonra yalnız olduğunuz zaman, size geri gelebilirler ve şöyle diyebilirler, “Neden bu şekilde hissediyorsun, bana anlat. Dediğin şeyi hatırlıyorum ve hoşuma gidiyor. Sadece neden bu şekilde hissettiğini bilmiyorum.” O zaman onlara ekinoksların presesyonu hakkında veya belki kadim insanların söyledikleri şey ve bunun zamanımızla ilgili olduğu hakkında daha fazla şey anlatabilirsiniz.
Onlara görünüşe göre batıda bilinmeyen, kadim takvimler tarafından sunulan gezegenin tarihinin birazını verin. Biraz araştırma yapmalarını söyleyin. Gerçek umudun olduğunu ve etraflarına bakmalarını anlatın. Uygarlığın bin yılın değişiminden geçtiğini ve şimdi 17 yıl sonra, hiç bir felaketin gerçekleşmediğini fark etmelerini isteyin. Kadim insanların söylediklerine inandığınızı, çünkü aslında olan şeyin bu olduğunu anlatın. Önümüzde pozitif değişiklik şansı olduğu tohumlarını ekin. Genç insanlar bazen anne babalarının onlara gelecek hakkında anlattıkları şeyler ile ilgili kafaları karışmış olarak gelecekler. Genç bir insana, “Gelecek onların bildiklerinden çok daha parlak ve onlar hala geçmişin gölgesindeler” diyebilecek olan tek kişi siz olabilirsiniz.

Sahnede partnerim ile birlikte 900 İsraillinin önünde oturuyorum ve onlara şöyle dedim: “Sizin için dünya siyah beyaz oldu. İsrail siyah beyaz oldu, ama renk geliyor.”
Bütün fikir onlar için yabancıydı, çünkü bu daha önce asla olmadı. Her zaman siyah ve beyaz İsrail oldu. Sonra onlara dedim ki, “Bu size bağlı”. Şimdi neden bu şeylerin yeni enerjide değişmek için eğilime sahip olduklarını anlatıyorum. Potansiyel bu değişim için olgunlaştı, ama, bunun zamanlaması burada olan İnsanlara bağlı. Bunu işittiniz mi? Ruh özgür seçiminizi veya bu değişime ne kadar hızlı adapte olacağınızı kontrol etmiyor.

Bu, İsrailliler ve sizin için ne kadar süre gerektirecek? Onlar hakkında bu mesajı nasıl alacaksınız? Birçokları bunu çekiştirecek, YouTube’ta tartışacak, ne kadar aptalca veya ne kadar saçma olduğu yorumunu yapacak. Bu özgür seçimdir, ama size bir şey söyleyeyim: Eğer bu tür tepki görürseniz, bu tüm kıyamet fikrinden kaçmamış olan bir İnsan Varlığıdır. Bu, önce yeniden yazılması gereken şeyin bilincidir. Birisinin neredeyse 20 yıl önce gerçekleşmesi gereken şeyin gerçekleşmediğini kavramasından önce kaç yıl geçmeli? O zaman belki onlar neden olduğunu sorarlar.

Siz kişisel olarak ne bekliyorsunuz? Sevgili yaşlı ruh, bu yerden zihninde bu sorularla ayrılmanı istiyorum. Gerçekte ne bekliyorsun? Güneşin doğmasını ve burada gezegeninde daha hafif enerjinin, ışığın mı kazanmasını bekliyorsun? Orta Doğuda beklenmeyen şeyi mi bekliyorsun? Jokerlerin yaptığını görebiliyor musun ve korkusuz veya endişesiz olabiliyor musun? Eğer bu yerde isen, bu ilk adımdır.
Burada gerçekte olan bitenleri kavramaya çalış. Yeni bilinci olan yeni bir gezegen var ve yeni yollar büyümeye ve evrimleşmeye başlıyor. Bu en sonunda savaşın sonu olacak. Bu beklemediğiniz bir şeyin gelişinin başlangıcı olacak. Renk geliyor. Mesaj budur.

Birey İçin Kişisel Olarak

Bu muhteşem bir mesaj. Buna inanıyor musunuz? Kafanız karışmasın, çünkü yaşamınızın söylediğim her şeyle işbirliği yapması gerekmiyor. Uyanışınızın ve yeniden ayarlanmanızın zamanlaması size eşsizdir. Bunu işittiniz mi? Hepsi tek bir hap alan yaşlı ruhlar grubumuz yok. Her biriniz o kadar eşsiz ve o kadar farklısınız ve farklı nedenlerle farklı zamanlarda uyanacaksınız ve evrimleşeceksiniz. Bazen gelmekte olan şeyin eşzamanlılığı buna henüz izin vermez ve siz aşağı yukarı sıçrayıp, “Ne zaman? Neden şimdi değil? Bunu anlamıyorum?” diyorsunuz.
Sevgililer, daha önce söylediğim gibi, tren vardığı zaman bunu anlayacaksınız. O zaman trene binebilirsiniz. Ama eğer çok kısa sürede uyanıp yapabildiğiniz kadar kısa sürede istasyona giderseniz, tren orada olmadığı için hayal kırıklığına uğrarsınız. Bırakın eşzamanlılık sizin için çalışsın, size karşı çalışmasın. Her şeyde sabırlı olun.

Beklerken ne yapacaksınız? Neden orada oturup, “Beni sevdiğin için teşekkür ederim Tanrım” demiyorsunuz? Beklerken ne tür pozitif değişimler yapabileceğinizi düşünün. Bu, korkuları ve endişeyi ve şefkatli ve güzel olmayan her şeyi temizlemeyi başlatır. Belki başlamak için gecikme olmasının nedeni budur! Buna değdiğini hissediyor musunuz?
Polyanna kanalı olmakla suçlandım. Bunu kabul ediyorum. Bunun nedeni, neyin geldiğini biliyor olmam ve bunu daha önce gördüm. Özgür seçim anahtardır ve bununla dilediğiniz şeyi yapabilirsiniz. Ama, bunu daha önce gördüm. Bunun nereye gideceğinin varsayıldığını biliyorum ve sizler yol üzerindesiniz. Sevgililer, henüz başladınız ve bu sadece başlangıç. Tüm bunlarla ne yapacaksınız? Bazıları söylediklerimi sindiremiyor, ama daha sonra bunu kavrayacaksınız. Bunu göreceksiniz ve anlayacaksınız. Diğerleriniz bunu tam şu anda anlıyorsunuz. Yine, hepiniz farklı yollardasınız.

Ruh kim olduğunuzu biliyor. Ruh isminizi biliyor ve siz karanlıkta değilsiniz. Desteksiz değilsiniz. Bu nasıl hissettiriyor? 28 yıl önceki kanallığın başlangıcında, size vermeye devam edeceğim metaforu verdim: Tuvalate gidip kapıyı kilitleyip ışığı kapatın – yalnız olmaya çalışın! Yapamazsınız! Sizinle bu gezegene gelen iyiliksever melekler hala sizinle birlikteler. Bizden kurtulamazsınız! Bu sizi perdenin diğer tarafının ihtişamı ile çevreleyen içinizdeki Tanrıdır ve etrafınızda taşıdığınız, yalnız olduğunuzu düşünürken sahip değilmişsizin gibi yaptığınız Yüksek Benliktir.

Ben insanlığı seven Kryon’um.

Ve öyledir.

KRYON

(Çeviri: Saffet Güler)

Bu konuyu yazdır

  OSHO - ESRARENGİZ ÜÇÜNCÜ GÖZ İLMİ
Yazar: Magnetho - 08-07-2017, Saat: 15:10 - Forum: OSHO - Yorum Yok

Hiç kullanmadığımız için uykuda olan altıncı bir duyu daha mevcuttur. Ve hiçbir toplum, kültür ya da eğitim sistemi insanların bu altıncı duyuyu faaliyete geçirmelerine yardımcı olmaz. Doğuda bu altıncı duyuya “üçüncü göz” denir. O içe doğru bakar. Ve tıpkı içe bakmanın bir yöntemi olduğu gibi içi duymanın, içi koklamanın da bir yöntemi vardır. Dışa dönük beş duyu olduğu gibi, onların karşılığı olan içe dönük de beş duyu vardır. Kişi toplamda on duyuya sahiptir ancak içsel yolculuğu ilk olarak üçüncü göz başlatır ve daha sonra diğer duyular açılmaya başlar.

Alıntı: ALTIN GELECEK

Üçüncü göz olarak adlandırdığımız altıncı merkez iki gözün arasında yer alır. Bu sana tüm geçmiş yaşamlarına ve tüm gelecek olasılıklarına dair bir berraklık verir. Enerjin üçüncü gözüne ulaştığında aydınlanmaya öylesine yaklaşırsın ki aydınlanmaya dair bir şey kendini göstermeye başlar. Üçüncü göz adamı bunu yayar ve yedinci merkeze doğru bir çekim hissetmeye başlar.

Alıntı: PROVOKATÖR MİSTİK

Üçüncü göz yalnızca bir metafordur ve kendini bilme, kendini görme deneyimini temsil eder. Üçüncü gözün bir kez açıldığında kendini ve bilincini tüm genişliğiyle gördüğünde Tanrının tapınağına çok yaklaştın demektir; merdivenlerde durmaktasındır. Kapıyı görürsün ve tapınağın içine girip içeride ne olduğunu görme isteğine karşı koyamazsın. Orda evrensel bilinci, aydınlanmayı, nihai bağımsızlığı bulursun. Orada sonsuzluğu bulursun.

Alıntı: BEDEN İLE ZİHNİ DENGELEMEK

ESRARENGİZ ÜÇÜNCÜ GÖZ İLMİ

Alına sürülen sandal ağacı macunu veya kırmızı renkli işaretlerden söz etmeden önce aktarmak istediğim iki olay var. Bunlar bazı şeyleri anlamanı kolaylaştıracaktır. İkisi de tarihi gerçeklere dayanırlar.

1888 yılında, Hindistan’ın güneyinde yaşayan yoksul bir ailenin Ramanuja adını verdikleri bir oğulları oldu. O ileride çok ünlü bir matematikçi olacaktı. Çok fazla okuyamamış olsa da eşsiz bir matematik dehasına sahipti. Çok iyi eğitim almış olan matematikçilerin çoğu yıllar boyunca onlara eğitim verip rehberlik eden hocaları sayesinde ün yapmışlardı. Oysa Ramanuja üniversiteye bile gitmemiş ve kimseden de eğitim veya yardım almamıştı. Yine de matematikten anlayanlar dünyaya onun gibi bir matematikçinin daha gelmemiş olduğunu söylerler.

Büyük güçlükler sonucunda bir memur olarak iş bulmuştu ancak kısa sürede inanılmaz bir matematik yeteneğine sahip olduğu etrafta duyulmaya başladı. Birisi ona Cambridge Üniversitesi’nden zamanın en ünlü matematikçisi olan Profesör Hardy’e mektup yazmasını önerdi. Ramanuja mektup yazmadı ama çözmüş olduğu iki geometri kuramını Prof. Hardy’e gönderdi. Hardy bu durum karşısında büyük bir hayrete düştü; bu kadar genç birisinin bu kuramları çözebileceğine inanamıyordu. Hemen Ramanuja’ya bir yanıt yollayıp onu İngiltere’ye çağırdı. İlk tanışmalarında Hardy matematik alanında kendisinin bile onun karşısında bir çocuk gibi kaldığını hissetti. Ramanuja’nın dehası ve kapasitesi öylesine büyüktü ki, bu zihinsel güçle ilgili olamazdı çünkü zihin yavaş işler, düşünmek zaman alırdı. Oysa Ramanuja sorduğu sorulara anında yanıt veriyordu. Soru tahtaya yazıldığı ya da ona sözel olarak aktarıldığı anda hiç durup düşünmeksizin yanıt vermeye başlıyordu. Zamanın en büyük matematikçisi bunun nasıl mümkün olabileceğini bir türlü anlayamıyordu. Bir yüksek matematikçinin altı saatte çözebileceği ve yine de kesin yanıtı elde edip etmediğinden emin olamayacağı bir problemi Ramanuja anında ve hatasızca çözebiliyordu.

Bu onun yanıtlarını zihin yoluyla elde etmediğini kanıtlıyordu. Fazla bir eğitimi yoktu, hatta üniversite sınavında başarısız olmuştu. Zihinsel yeteneği olduğuna dair başka bir işaret de olmadığı halde matematik konusunda insan ötesi bir yeteneğe sahipti. Burada insan zekasının ötesinde bir durum söz konusuydu.

Otuz altı yaşında tüberkülozdan öldü. Hastanede kalırken Hardy iki-üç matematikçiyi de beraberinde götürüp onu ziyarete gitti. Bir şekilde Hardy’nin arabasını park ettiği yer Ramanuja’nın görüş alanına giriyordu ve onun plaka numarasını okudu. Hardy odasına girdiğinde ona plakasının benzersiz bir numaraya sahip olduğunu söyledi: Bu dört özel unsura dayanıyordu. Ramanuja bunu söyledikten sonra öldü. Onun ne demek istediğini anlamak Hardy’nin altı ayını aldı. Yine de söz ettiği dört unsurdan üç tanesini çözebilmişti. Ramanuja, ölürken bu dördüncü unsurun keşfedilmesini sağlamak üzere bu rakamın araştırılmasını vasiyet etmişti. O dördüncü bir unsur olduğunu söylediğine göre, böyle bir unsur mevcut olmalıydı. Ölümünden yirmi iki yıl geçtikten sonra bu dördüncü unsur bulundu. Ramanuja haklıydı.

maxresdefault.jpg

Ne zaman bir matematik problemine göz atsa, iki kaşı arasında yer alan bölgede bir şeyler olmaya başlıyordu. İki gözü o noktayı merkez olarak alacak şekilde yukarı doğru dönüyordu. Bu nokta yogada üçüncü göz olarak tanımlanır. Ona üçüncü göz denir çünkü bu göz etkin hale gelirse olay ve durumları farklı boyutlardan ve bütünlük içinde görebilmek mümkün olur. Bu, evinin içinde küçük bir delikten dışarıya bakarken birden kapının açılmasıyla gökyüzünü olduğu gibi görebilmeye benzer. İki kaşın arasında küçük bir aralık mevcuttur ve bu Ramanuja’nın durumunda olduğu gibi bazen açılır. O bir problemi çözerken gözleri üçüncü gözüne doğru yöneliyordu. Bu olguyu ne Hardy anlayabilmiştir ne de diğer Batılı matematikçiler. Yakın gelecekte anlayabileceklerdir.

Sana üçüncü gözle ilişkisini daha iyi anlayabilmen için alına sürülen kırmızı işaretle bağlantılı bir olay daha anlatacağım.

Edgar Cayce 1945 yılında öldü. Bundan kırk yıl önce yani 1905′te bilincini yitirip, üç gün boyunca komada kalmıştı. Doktorlar tamamen ümitsizdi ve onun bilincini nasıl geri getireceklerini bilemiyorlardı. Onlara göre öyle derin bir uykudaydı ki büyük olasılıkla asla uyanamayacaktı. Her türlü ilaç denenmiş olduğu halde bilincin geri döneceğine dair herhangi bir işaret belirmemişti.

Üçüncü günün akşamında doktorlar yapılacak bir şey kalmadığını ilan ettiler: Dört ila altı saatte ölecek, yaşamaya devam ederse de zaman geçtikçe hassas damar ve hücreler dağılmaya başladığı için beyni hasar görmüş olacaktı ki bu ölümden de beterdi. Ancak Cayce, komada olduğu halde aniden konuşmaya haşladı. Doktorlar gözlerine inanamıyorlardı: Cayce’in bedeni uykuda olduğu halde kendisi konuşuyordu! Bir ağaçtan düşüp omurgasını incittiğini ve bu yüzden bilincini yitirdiğini söylüyordu. Altı saat içinde tedavi edilmediği taktirde beyninin zarar görüp ölümüne yol açacağını da ekliyordu. İçmesi gereken bitkisel bir karışım olduğunu öne sürüyor ve onu içtiği taktirde on iki saat içinde iyileşeceğini iddia ediyordu.

Önerdiği otlar Edgar Cayce’in bilebileceği türden değildi ve bu karışım daha önce böyle bir vakayı tedavi etmek için kullanılmamış olduğundan doktorlar ilkin bu söylediklerinin beynin hasar görmüş olmasından kaynaklandığını düşündüler. Ancak Cayce özellikle bu otları saydığı için denemeleri gerektiğine karar verdiler. Bu maddeler bulunup Cayce’a verildi ve on iki saat içinde tamamen iyileşmesini sağladı.

Bilinci geri geldikten sonra kendisine bu olaydan söz edildiğinde Cayce böyle bir ilaç önermiş olduğunu hatırlamıyordu; bu otların ne isimlerini biliyor ne de kendilerini tanıyordu. Ancak Edgar Cayce’in hayatındaki bu olay çok az rastlanan bir durumun başlangıcı oldu. Tedavi edilemeyen hastalıklara çare bulma konusunda uzmanlaştı; hayatı boyunca yaklaşık otuz bin kişiyi iyileştirdi. Önerdiği reçete her zaman doğruydu; onun verdiği ilacı alan istisnasız her hasta iyileşiyordu. Ancak Cayce bu durumu açıklayamıyordu. Yalnızca ne zaman bir hastalığa çare aramak için gözlerini kapasa, iki gözünün de iki kaşının ortasına doğru çekiliyormuşçasına yukarı döndüklerini söylüyordu. Gözleri orada sabitleniyor ve her şeyi unutuyordu; yalnızca bir noktadan sonra çevresindeki her şeye karşı kayıtsız kaldığını ve o noktaya ulaşana kadar tedavi yöntemine erişemediğini hatırlıyordu. Harikulade ilaçlar bulmuştur ki bunlardan ikisi anlamaya değerdir.

Rothschild’lar Amerika’da yaşayan çok zengin bir aileydi. Bu ailenin bireylerinden bir kadın uzun zamandır hastaydı ve tedavilerden hiçbirine yanıt vermiyordu. Son olarak Edgar Cayce’a gitti ve Cayce ona bilincini yitirdiği duruma geçip bir ilaç önerdi. Biz bu durumu bilinç yitimi diye adlandırmak durumundayız; oysa bu gizemli oluşumu bilenler, onun o anda tamamen bilinçli olduğunu söyleyecektir. Gerçekte, bilme düzeyimiz üçüncü göz boyutuna erişene dek bilinçsizlik devam eder.

Rothschild bir trilyoner olduğundan bu ilacı bulabilmek İçin Amerika’nın altını üstüne getirecek parası vardı ama yine de bulamadı. Kimse gerçekte bu ilacın var olup olmadığını bile kestiremiyordu. İlaçla ilgili bilgi edinmek üzere uluslararası gazetelere ilanlar verildi. Neredeyse üç hafta sonra İsveç’ten bir adam bu isim altında bir ilacın var olmadığını, yirmi yıl önce babasının bu isim altında bir ilacın patentini aldığı halde asla üretimine geçmediğini yazdı. Aynı zamanda babası ölmüş olduğu halde bu ilacın formülünü gönderebileceğini de ekledi. Böylece ilaç hazırlandı ve kadına verilip iyileşmesi sağlandı. Cayce bu ilacı piyasada var olmadığı halde nasıl bilebilmişti?

Başka bir olayda yine bir hastaya belli bir ilacı önerdi; araştırmalar yapıldığı halde ilaç bulunamadı. Bir sene sonra gazetede bu ilaca ulaşılabileceğini duyuran bir ilan çıktı. Bir sene öncesinde laboratuarlarda test edilme aşamasındaydı ve henüz ismi verilmemişti ama Cayce bu ismi de bilmişti. Bu ilaç da o hastaya verildikten kısa bir süre sonra tamamen iyileşmesini sağladı.

Cayce bazen de bulunamayan ilaçlar öneriyor ve hastalar ölüyordu. Bu konuda kendisine soru sorulduğu zaman çaresiz olduğunu ve elinden bir şey gelmediğini söylüyordu. “Bu ilaçları kimin gördüğünü ve ben bilinçsizken kimin konuştuğunu bilemiyorum. O insanla hiçbir alakam yok.” Ama kesin olan bir şey varsa, o da ne zaman o durumda konuşmaya başlasa gözlerinin yukarı doğru çekildiğiydi.

Biz derin uykudayken gözlerimiz de uykunun derinliğine bağlı olarak yukarı doğru çekilir. Günümüzde psikologlar uykuyla ilgi birçok deneyler yapmaktalar. Uykun ne kadar derinse gözlerin de o kadar yukarıya çıkıyor; gözler ne kadar aşağıdaysa o kadar hareketli oluyorlar. Gözler gözkapağının altında hızla hareket ediyorsa bu çok hareketli bir rüya gördüğün anlamına geliyor. Artık derinlemesine yapılmış deneylerle bilimsel olarak kanıtlandığına göre hızlı göz hareketi (Rapid Eye Movement) yani REM hızla gelişen bir rüyanın göstergesi. Gözler ne kadar aşağıdaysa REM de o kadar büyük oluyor; gözler yukarı çıktıkça da REM düşüyor. REM sıfır seviyesine indiği zaman uyku da en derin noktasına ulaşmış oluyor. O noktada gözler sabit şekilde iki kaşın arasındaki noktada duruyor.

Yogaya göre derin uykudayken samadhi yani derin meditasyonla aynı duruma ulaşıyoruz. Gözlerin sabitlendiği yer samadhi’de olduğu gibi derin uykuda da aynıdır.

Sana bu iki tarihsel olayı yalnızca iki kaşının arasında dünyevi hayatın geri çekildiği ve diğer âlemin devreye girdiği bir nokta olduğuna işaret etmek için anlattım. O nokta bir kapıdır. Kapının bu tarafında bu dünya akıp giderken diğer yanındaysa bilinmeyen, doğaötesi bir dünya mevcuttur.

Tilak, yani alına sürülen kırmızı işaret ilkin o bilinmeyen dünyayı simgeleyen bir işaret olarak kullanılmaya başlanmıştı. Herhangi bir yere uygulanamaz ve yalnızca elini alnına koyup o noktanın nerede olduğunu bulabilecek olan kişi sana tilak’ı nereye uygulaman gerektiğini söyleyebilir. Tilak’ı herhangi bir yere koymanın faydası yoktur çünkü o nokta herkeste tam olarak aynı yerde değildir. Üçüncü göz herkeste aynı yerde bulunmaz; çoğu insanda iki kaş ortasının üzerinde yer alır. Eğer kişi geçmiş yaşamlarında uzun süre meditasyon yapmış ve küçük bir samadhi deneyimi yaşamışsa üçüncü gözü daha aşağıda yer alacaktır. Eğer hiç meditasyon yapılmamışsa alındaki nokta daha yukarılarda bulunur. Bu noktanın bulunduğu yere bakılarak geçmiş yaşamında meditasyonla ilişkin belirlenebilir; daha önceki yaşamlarında samadhi halinin başına gelip gelmediği anlaşılabilir. Eğer bu sıklıkla başına gelmişse nokta daha aşağı inmiştir; gözlerinle aynı seviyeye gelmiştir ki daha da aşağı inemez. Eğer bu nokta gözlerle aynı hizaya gelmişse kişi küçücük bir olayla samadhi’ye girebilir. Gerçekten bu olay öyle küçük bir şey olabilir ki önemsiz bile görünebilir. Ve çoğu zaman birisi görünür bir neden olmaksızın samadhi’ye kaydığında bu bizi şaşırtır.

Bir Zen rahibesiyle ilgili bir öykü vardır. Bir kuyudan su çektikten sonra başında bir çanak dolusu suyla geri dönüyormuş. Çanak bir şekilde düşmüş ve bununla birlikte kadın samadhi’ye ermiş, aydınlanmış. Olay hiç kayda değer görünmüyor. Çanak düşüp kırılıyor ve samadhi gerçekleşiyor. Görünürde iki olay arasında mantıklı bir bağlantı mevcut değil.

Böyle bir olay daha var, o da Lao Tzu’nun hayatında gerçekleşmiş. Sonbaharda bir ağacın altında oturuyormuş ve ağacın yaprakları dökülüyormuş. Lao Tzu bu yaprakları izlerken aydınlanmış.

Dökülen yapraklar ve aydınlanma arasında bir bağlantı yoktur ama böyle olaylar gerçekleştiğinde geçmiş yaşamlarda kat edilmiş olan yollar sayesinde manevi yolculuk neredeyse tamamlanmış olduğundan üçüncü göz aşağı doğru inmiş ve gözlerle aynı hizaya gelmiş durumdadır. Bu durumda en küçük bir olay bile teraziyi kıpırdatacaktır; bu herhangi bir şey olabilir.

Kırmızı işaret ve sandal ağacı macunu tam olarak doğru noktaya uygulandığında bu birkaç şeyin göstergesidir. Öncelikle ustan sana tilak’ı belli bir yere koyman gerektiğini söylerse orada bir takım şeyler hissetmeye başlarsın. Bunu daha önce düşünmemiş olabilirsin ama gözlerin kapalı bir şekilde otururken birisi yakından gözlerinin arasındaki noktayı parmağıyla gösterse, sanki birisi seni parmağıyla işaret ediyormuş gibi hissedersin. Bu üçüncü gözün algılamasıdır.

Tilak üçüncü gözünle aynı büyüklükteyse ve tam olarak doğru yere yerleştirildiyse yirmi dört saat boyunca o noktayı hatırlar ve bedeninin geri kalan kısmını unutursun. Bu hatırlama sonucunda tilak’ın daha fazla; bedenininse daha az farkında olursun. Daha sonra öyle bir an gelir ki beden hakkında tilak’tan başka hiçbir şey hatırlanmaz. Bu gerçekleştiğinde üçüncü gözünü açabilirsin. Bu egzersizde bedeni unutup yalnızca tilak’ı hatırlarken tüm bilincin kristal gibi berraklaşıp üçüncü göze odaklanır. Üçüncü gözü açan anahtar odaklanmış bilinçtir. Bu tıpkı bir mercek aracılığıyla güneş ışınlarını kâğıdın üzerinde odaklamaya benzer; bu yöntemle kâğıdı yakabilecek kadar ısı toplarsın. O ışınlar konsantre hale geldiğinde ateş oluşur. Bilinç tüm bedene dağılmış olarak kaldığında yalnızca yaşamayı sürdürme görevini yerine getirebilir. Ancak tümüyle üçüncü gözün üzerine odaklanıldığında üçüncü gözle görmeye mani olan engel yanıp gidecek ve içsel gökyüzünü görmene olanak sağlayan kapı açılacaktır.

Demek ki tilak’ın ilk görevi sana bedenindeki doğru noktayı gösterip yirmi dört saat boyunca orayı hatırlamanı sağlamaktır. Bir başka kullanım nedeni de gelişimini görebilmek için ustanın o noktayı elini alnına koymadan bulabilmesini sağlayıp işini kolaylaştırmaktır. Çünkü bu nokta aşağı indikçe sen de tilak’ı  biraz daha aşağıya yerleştirirsin. Her gün o noktayı hissedip üçüncü gözün varlığını nerede hissediyorsan tilak’ı oraya doğru hareket ettirmen gerekir.

Ustanın binlerce öğrencisi olabilir: Öğrenci onun önünde eğilirken usta tilak’ın nerede durduğunu gözlemler ve öğrencinin gelişimiyle ilgili soru sormaya gerek duymaz. Öğrenci gelişme mi gösterdiği yoksa bir engele mi takılıp kaldı bu, tilak’a bakılarak anlaşılır. Öğrenci bu noktanın aşağı doğru indiğini hissedemiyorsa bu bilincini bütünüyle odaklayamadığı anlamına gelir. Ve eğer tilak’ı yanlış yere yerleştirmişse noktanın tam olarak nerede olduğunun bilincinde olmadığı anlaşılır.

Bu nokta aşağıya indikçe meditasyon yöntemleri de değiştirilmelidir. Bir doktor için hastanede yatan hastanın iyileşme grafiğini gösteren çizelgeler ne anlama geliyorsa, usta için de tilak aynı anlamı taşır. Doktorun hastanın durumunu öğrenmesi için, düzenli olarak hemşirenin hastanın ateşini, tansiyonunu, nabzını kaydettiği çizelgeye bakması gerekir. Aynı şekilde tilak da öğrencinin durumunu göstermek için büyük bir deneydi; ustanın hiçbir şey sormasına gerek kalmıyordu. Nasıl yardım edileceğini ya da neyin değiştirilmesini gerektiğini anlayabiliyordu. Tilak bu yüzden önemliydi; meditasyonda yapılması gereken değişikliklerin miktarını belirliyordu.

Bunu şöyle anlayalım. Hepimiz bir cinsellik merkezine sahibiz ve bu merkezi algılamak daha kolaydır çünkü hepimiz cinselliğimizin farkındayız. Oysa üçüncü göz çakramızın pek de farkında değiliz. Yaşamdaki tüm arzularımız bu cinsellik merkezinde doğar. Bu merkez etkin hale gelmeksizin cinsel arzu duymayız. Oysa her çocuk cinsel kapasiteyle ve cinsel arzuyu tatmin etmeye yönelik bütün bir mekanizmayla doğar.

Kadınların üretken süreleri boyunca gereksinim duyacakları tüm yumurtaları içlerinde barındırarak doğuyor olmaları ilginç bir gerçektir. Tek bir yumurta bile sonradan üretilemez. Kadının doğduğu ilk günden itibaren sahip olduğu yumurta sayısı, kaç çocuk doğurma potansiyeli olduğunu belirler. Ergenliğe eriştikten itibaren yumurtalıklarından her ay bir yumurta bırakılacaktır. Eğer bu yumurta erkeğin döllemesi sırasında bir spermle buluşabilirse, çocuğun tohumu atılmış olur. Daha sonra ceninin gelişim aşamasında başka bir yumurta bırakılmaz ve bu durum çocuk doğup birkaç aylık olana kadar da böyle devam eder.

Ancak cinsellik merkezi etkinleşene dek cinsel arzu da oluşmaz. Bu merkez etkinleşmeden önce cinsellik için gereken her şey bedende hazır olduğu halde cinsel arzu uyanmaz. Kişi on üç – on dört yaşına geldiğinde bu merkez etkin duruma geçer. Bu merkezden haberdarız çünkü biz onu etkin hale getirmesek de doğa getirir. Eğer bunun tersi olsaydı çok az kişi bu merkezin farkında olurdu. Aklından cinsellikle ilgili en küçük bir düşüncenin geçmesiyle bile nasıl olup da tüm üreme sisteminin etkin duruma geldiğini hiç düşündün mü? Düşünce zihinde, yani cinsel merkezden uzakta uyanıyor olsa da anında cinsel merkezi etkin duruma getirir. Cinsellikle ilgili her fikir veya düşünce cinsellik merkezini kendine çeker. Tıpkı suyun aşağı doğru akması gibi, her düşünce kendisiyle ilintili merkezin çekimine girer.

Üçüncü göz, irade gücünün merkezidir. Şimdi onun işlevini anlamaya çalışalım.

Bu yaşamda üçüncü göz çakraları etkin hale gelmemiş insanlar binlerce yönden esir olarak kalacaklardır. Bu merkez olmaksızın özgürlük söz konusu olamaz. Siyasi ve ekonomik özgürlükten haberdarız ama bunlar gerçek özgürlükler değildir çünkü irade gücüne sahip olmayan, üçüncü göz çakrası açılmamış olan bir kimse her zaman şu veya bu şekilde esir olarak kalacaktır. Esaretlerin bir türünden kurtulmayı başarabilir ama bu kez başka bir şeyin kölesi olacaktır. Kendi kendisinin efendisi olmasını sağlayacak olan irade merkezine, irade gücüne sahip değildir. Kendi kendine emir verme gücü yoktur; bedeni ve duyularının emirlerine uyar. Midesi aç olduğunu söylerse, açtır. Bedeni hasta olduğunu söylerse, hastadır. Cinsel merkezi sekse ihtiyacı olduğunu söylerse, cinsel arzusu uyanır. Bedeni yaşlı olduğunu söylerse, yaşlanır. Beden emir verir ve o da uyar.

Ancak irade gücü merkezi faaliyete geçtiği anda beden emir vermeyi bırakıp itaat etmeye başlar; tüm düzen tersine döner. Böyle bir kimse kanından akmamasını istediği zaman kanı durur, kalbinden, nabzından atmamasını isterse onlar da durur. Böyle bir kimse bedeninin, zihninin ve duyularının efendisi olmuştur. Ancak üçüncü göz çakrası faaliyete geçmeden bu olanaksızdır. Bu merkeze ne denli farkındalık getirirsen kendinin de o denli efendisi olursun.

Yogada bu merkezi uyandırmak üzere birçok deney yapılmıştır. Alında tilak taşımak da bunlardan biridir. Kişi zaman zaman farkındalığını bu noktada yoğunlaştırırsa büyük sonuçlar elde edebilir. Tilak taşındığında dikkatin sürekli bu noktaya çekilecektir. Tilak konduğu anda o nokta bedeninin gerisinden ayrılmış olur. Bu nokta çok hassastır ve tilak doğru yere konduğu zaman onu hep hatırlamak durumunda kalırsın. Belki de bedenindeki en hassas noktadır. Tüm çaba bu hassasiyeti tetiklemeye yöneliktir.

Sana üçüncü göz çakrası hakkında faydalı olacak birkaç şey daha anlatacağım. Ajna çakra’dan yukarı doğru çizilen çizgi beyni ikiye böler: Sağ ve sol beyin. Beyin o çizgide başlar. Beynimizin bir yarısının kullanılmadığı; en zeki insanlarda, dâhilerde bile beynin en fazla yarısının kullanıldığı, diğer yarının kullanılmadığı ve gelişmediği gözlenmiştir. Bilim adamları ve psikologlar bunun nedenini bilememektedirler. Beynin o yarısı ameliyatla alınsa bile her şey normal olarak işlemeye devam edebilir; kişinin beyninin yansının alındığından haberi bile olmayabilir. Oysa bilim adamları doğanın gereksiz hiçbir şey üretmediğinin bilincindedirler. Bir kişinin beyni hatalı olabilir ama tüm insanlığın değil! Ama tüm insanların beyinlerinin yarısı kullanılmamış, faaliyet dışı ve tamamen hareketsizdir.

Yoga beynin bu kısmının yalnızca üçüncü göz çakrasının etkin duruma gelmesiyle faaliyete geçeceği iddiasını korur. Beynin yarısı üçüncü göz çakrasının altındaki, diğer yarısıysa üstündeki merkezlerle bağlantılıdır. Üçüncü göz çakrasının altındaki merkezler çalışırken beynin sol tarafı kullanılır. Onun üzerindeki merkezler harekete geçtiğindeyse beynin sağ tarafı etkin duruma gelir. O diğer yarının faaliyetleri hiç yaşanmamış olduğunda bunun kavranması da imkânsızdır.

Daha önce trans halindeyken hastalıklara çare bulan Edgar Cayce’ten söz etmiştim. O, Amerika’daki tek vakaydı, oysa Tibet’te insanlar yalnızca transa, samadhi’ye geçebilen İnsanlardan tıbbi öneri alırlar. Tibetliler üçüncü göz çakrasına ameliyatla dışarıdan ulaşmaya çalıştılar. Ancak bu noktaya dışarıdan ulaşmak, Hindistan’da yapıldığı gibi yoga yöntemleriyle içsel olarak ulaşmaktan oldukça farklıdır. Beynin uykuda olan kısmı içsel olarak etkin duruma geçtiği zaman, bilincin gelişiminden dolayı etkinleşmiş olur. Bu merkez, bilinçsel arınma gerçekleşmeksizin dışsal olarak açıldığında beynin o yarısının faaliyete geçmesiyle elde edilecek başarıların kötüye kullanılma olasılığı doğar çünkü adam aynı kalmış, bilinci meditasyon yoluyla içsel bir dönüşüme uğramamıştır. Bilincin meditasyon sonucunda değişim geçirmesi gerekmektedir.

Dışsal müdahaleler Hindistan’da da yapılabiliyordu ama Hintliler buna hiç yeltenmediler çünkü yogayı uygulayan kimseler bilincin içsel olarak dönüşümü gerçekleşmeksizin böyle güçlerin etkin duruma gelmesinin ve onları kötüye kullanacak olan kimselerin eline geçmesinin ne denli zararlı sonuçlar doğurabileceğini biliyorlardı. Bu tıpkı bir çocuğun eline bir kılıç vermeye benzer. Çocuk kılıçla yalnızca diğerlerini değil kendini de öldürebilir. Demek ki yeni güçler etkin kılınmadan önce bilincin dönüşüme uğraması şarttır.

Rus bilim adamı Pavlov bu alanda birçok deney gerçekleştirmiştir. Her şeyin birbiriyle bağlanabileceğini, yaşamlarımızın da yalnızca bu bağlantıların toplamından ibaret olduğunu savunmuştur. Deneylerinden biri oldukça ünlüdür. Köpekleri beslemekle ilgili bir deneydir. Pavlov köpekler yemeğe bakarken salyalarının harekete geçmesi için yemeği onların biraz uzağına bırakıyordu. Daha sonra bir zil çalıyordu. Zil ve tükürük salgısı arasında hiçbir bağlantı yoktu ama yemek köpeklere ne zaman sunulsa tükürük salgılamaya başlamalarının ardından zil çalıyordu. Bu on beş gün boyunca tekrarlandıktan sonra zil ve salya arasındaki zihinsel bağ oluşturulmuş oldu. On altıncı günde ortada yemek olmadığı halde zil çaldığında köpeğin salyaları akmaya başladı. Zilin çalınması köpeğin hafızasında yemeği çağrıştırıyordu: Zil yemeğin simgesi haline gelmişti.

Aynı bağlantı kanunu tilak için de geçerlidir: Mutlulukla bağlantılı olarak kullanılmıştır. Ne zaman mutlu bir olay yaşansa tilak kullanılıyordu ve bu yüzden tilak ve mutluluk zamanla öylesine birbirine bağlandı ki tilak unutulmaz hale geldi. Böylece ne zaman mutlu olunsa akla ilk gelen şey üçüncü göz çakrası oluyordu. Her zaman mutlu anları anımsamaktan hoşlanırız ve bu olaylar olup bittiğinde gerçekten mutlu olmuş olsak da olmasak da mutlu anılarla yaşarız. Küçük mutluluklar bile abartılır; mutlu olayları büyütürken, mutsuzluk vermiş olanları da küçültürüz.

Sevgilinle ilk karşılaştığında ne kadar da mutluydun! Bugün geriye dönüp baktığında bu ne büyük bir olay gibi görünür. Oysa onunla bugün gerçekten karşılaşsan mutluluk bir anda büzüşüp küçülür. Sonraki yirmi dört saat boyunca onu kafanda yine büyütürsün. Hayatın içinde öyle çok mutsuzluk mevcuttur ki bu mutlu olayları büyütmeseydik yaşamamız da oldukça güç olurdu.


OSHO

Bu konuyu yazdır

  Yaşamı Boyunca İnsan Yerine Konmayan Julia Pastrana’nın Hüzünlü Hayat Hikayesi
Yazar: Emka - 08-07-2017, Saat: 13:44 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorumlar (1)

Geçtiğimiz yüzyıllar çok çeşitli hastalıkların birer bilmeceden ibaret olduğu anlara sahne oldu. Dünya tarihinde bu gibi hikayeler beyaz perdeye dahi aktarılarak, bu gibi kişilerin yaşamları boyunca çektikleri sıkıntılar hiç değilse sinema izleyicisi tarafından değer gördü. Bunun en bilinen örneklerinden biri “Fil Adam” Joseph Merrick‘tir. Bir benzer ama bir o kadar da kendine has farklılıklarıyla 1800’lü yıllarda Meksika’da yaşayan Julia Pastrana’nın da kaderi ne yazık ki Merrick’inkinden farklı değil. Pastrana yaşamı boyunca asla bir insan olarak görülmediği gibi bundan kazanç elde etmek isteyen insanların en büyük sömürü kurbanı oldu. Yaşamının dışında, öldükten sonra cesedinin bile ticarete alet edilmesi, Pastrana’nın hüzünlü hikayesine kulak kabartmamızı sağlıyor.



Julia Pastrana 1834 yılında Meksika’nın Sinaloa eyaletinde doğdu.



6c487d261e8dc78cfa42bdc8b11129c7-500x600.jpg



Hayatı yoksulluk içinde geçtiği için erken yaşlardan itibaren çalışmak zorunda kaldı.



Julia çok erken yaşlarda çeşitli hastalık belirtileri gösterdi, ömrü boyunca da bu hastalıklar onun yaşamını önemli ölçüde etkiledi.



Blowoff-Julia-Pastrana-0b-494x600.jpg



Çok küçük yaşlardayken görülen hipertrikozis hastalığı Julia’nın yüz, göğüs ve bacaklarında anormal miktarda kılların çıkmasına neden oldu.



Hipertrikozis ile birlikte diş etinde ortaya çıkan büyüme çene yapısını da bozuyordu.



cropped-7.Engraving-e1481412861499-1.jpg



Dönemin sağlık şartlarının gelişmemiş olduğunu hesapladığımızda ve aynı dönemlerde benzer vakaların olmadığını düşündüğümüzde Julia’nın sağlık problemlerine hekimler çare olamıyordu.



Bir dönem, yaşadığı Sinaloa eyaletinin valisinin hizmetçisi olarak çalıştı. Fakat sonra, dış görünüşünün eyaletin iş ve yatırım olanaklarını tehdit edebileceği düşüncesiyle vali işine son verdi.



julia_00.jpg





Bu işsizlik Julia’nın, o yıllarda insanların büyük ilgi gösterdiği ucube sirk ve gösterilerine sürüklenmesine neden oldu.



Bilim henüz onun durumuna yeterli açıklamalar getiremediğinden, Julia el mahkum bu ucube sirklerinde çalışarak yaşamını sürdürdü.



julia_01.jpg



Julia daha önce görülmemiş bir görünüme sahip olduğundan, türünün ilk örneği olarak kabul ediliyordu.



Yalnızca kendi kazancını düşünen iki Amerikalı iş adamı onu işe alıp gösterilerinde sunmaya başladı.



julia_02.jpg



Julia gösterilerde “sakallı kadın” ismiyle sunularak yoğun ilgi görüyordu.



julia_03.jpg



Kitleler onu görmek için sirklere akın ediyordu.



Amerika’da birkaç kez sahnelendikten sonra gösterilerinden birinde, sonradan kocası ve aynı zamanda yeni menajeri olacak Theodore Lent onu fark etti.



julia_05.jpg



Onu bir kazanç kaynağı olarak gören ve kendi himayesinde gösterilerde sunmak isteyen Theodore 1857 yılında Julia’yla evlendi.



Julia, kocası ve yeni menajeri Theodore ile Amerika ve Avrupa’da birçok ülkede gösterilere çıktı.



julia_z_pastrana.jpg



Gittikleri yerlerde izleyiciler tarafından karşılaştığı durum hep aynı oldu; hayranlık başta olmak üzere, merak ve maalesef tiksinme…



Dönemin gazetelerinde bile kendisiyle ilgili hiç hoş olmayan başlıklar atıldı.



ugliest-people-julia-pastrana-2.jpg



“Gorile benzeyen kadın”, “aşırı iğrenç kadın” gibi…



Oysa onun dış görünüşünün içinde yatan çok önemli yetenekleri vardı.



Julia-Pastrana-600x400.jpg



Julia’yı yakından tanımış İngiliz doğa tarihçisi Francis Buckland 1868 yılında, Julia’nın hayatını kaleme aldığı kitabında, görüntüsünün aksine parıldayan bir sese sahip olduğunu yazdı.



Julia’nın yetenekleri yalnızca sesiyle sınırlı değildi; o aynı zamanda üç dil konuşabiliyordu ve dans etmek gibi önemli bir yeteneğe sahipti.




remembering-julia-pastrana-the-ape-woman.jpg


Julia, 1859’da son gösterisi için bulunduğu Moskova’da hamile olduğunun farkına vardı.



ugliest-people-julia-pastrana-1-600x450.jpg



860 yılında doğan bebeği normalinden epey büyük olmakla birlikte annesi gibi vücudu kıllarla kaplı ve çenesi çıkıktı.



Yaşama henüz hazır olmayan ve doğumdan birkaç saat sonra hayata gözlerini yuman bebekte de, hipertrikoziz belirtileri görüldü. Bebeğinin doğumundan beş gün sonra komplikasyonlar(ilaç veya hastalığın doğurduğu yan etkiler) uüzünden Julia da hayatını kaybetti.



julia-pastrana.jpg



Çocuğunun ve eşinin yasını tutmak yerine, bunu bile ticari bir girişime çeviren paragöz Theodore, Julia’nın ve bebeğinin cesetlerini mumlayarak sergilemeye devam etti.



ugliest-people-julia-pastrana-4-600x536.jpg



Theodore’un ölümünden sonra Norveçli bir panayır operatörü tarafından Julia ve bebeğinin cesedi yıllarca sergilenmeye devam etti.



Ta ki 1976 yılında cesetler çalınana kadar…



ugliest-people-julia-pastrana-dead-600x406.jpg



Julia’nın cesedinden arta kalan bir kolu ve bebeğinin zarar gören cesedi bir depo içinde bulundu.



ugliest-people-julia-pastrana-5.jpg



Polis cesedi Oslo Üniversitesi’nin adli tıp kurumuna yolladı, ceset burada soğukta saklandı.



Sonrasında Oslo Üniversitesi’nin “Temel Medikal Bilimler Enstitüsü”nde anatomik incelemeler yapmak için korunma altına alındı.



z_c63aca6f01243e7f67d41750819eb57f-600x375.jpg



Uzun müddet Oslo Üniversitesi tarafından koruma altına alınan ceset 2013 yılında Meksika’ya gönderildi.



Yaşamı boyunca hiçbir zaman insancıl bir davranış ve değer görmediğinden cesedi Meksika’da son olarak normal bir şekilde gömüldü ve böylece bu sömürü hikayesi son buldu.



z_8471468158_de158e4d5c_b-600x398.jpg



Julia Pastrana’nın hayatını konu alan Marco Ferreri yönetmenliğindeki 1964 yapımı “The Ape Woman” filmini izlemenizi tavsiye ederiz.


z_donna_.jpg


KAYNAK: listelist

Bu konuyu yazdır

  Meditasyon Ve 7 İnanılmaz Faydası
Yazar: Magnetho - 07-07-2017, Saat: 23:44 - Forum: MEDİTASYON - Yorum Yok

Meditasyon, Latince meditatio kelimesinden türetilmiş, sözcük anlamıyla birçok Batı dilinde “derin düşünme” anlamına gelmekte olan bir terim olup, sözlüklerde, “kişinin iç huzuru, sükûnet, değişik şuur halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme teknikleri ve deneyimlerine verilen ad” olarak tanımlanır.

Peki nedir meditasyon, ne işe yarar ?

Meditasyon genel anlamda, vücut, beyin, ruh ve davranış arasında etkileşime odaklanır. Meditasyon yaparak kendimize kazandırabileceğimiz bir çok fayda bulunmaktadır. Bu faydalardan yedisi ile devam edelim;

1. Yaratıcılığınız Artar
Leiden Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, meditasyon yaparak yaratıcılığımızı arttırabileceğimiz sonucuna ulaşıldı. Meditasyon sayesinde belirli bir görev üstlendiğinizde yeni fikirler üretebilmeniz daha kolaylaşıyor.
Konulara olan bakış açımızın değişmesiyle , farklı düşünceler ortaya atarak, karşınıza çıkan bir çok probleme karşı bir çok çözüm üretebileceksiniz.

2. Kaygı Seviyeniz Azalır
Düzenli olarak meditasyon yapan kişilerin kaygı seviyesinde azalma görülmüştür. Meditasyon yaptığınız esnada vücudumuzda sinirlere ulaşan yollarda gevşeme sağlanır ve böylelikle hissedilir bir rahatlama oluşur.
Beynimizin ön kısmında bulunan bir bölge, yaşadığımız, hissettiğimiz ve deneyimlediğimiz bilgileri işlemeye yarar. Hayatımızda edindiğimiz tüm korkularımız ve rahatsızlıklarımız bu yoldan geçer. Bu sebeple, ne zaman kendimizi rahat hissetmesek veya korksak beynimizin bu bölümü tepki verir ve böylelikle kendimizi huzursuz hissetmemize yol açar.

Meditasyon sayesinde, beynimizin bu bölümüne giden bağlantıyı rahatlatarak karşımıza çıkan bu gibi durumlarda farklı tepkiler verebileceksiniz. Ayrıca bu sayede potansiyel sinir bozucu durumlarda daha sakin olduğunuzu göreceksiniz.

3. Hafızanızı Güçlendirir
Meditasyon ile uğraşanlar, dikkat dağıtıcı öğeleri daha kolay göz ardı edebilirler. Arka planda dikkat dağıtıcılar olmadığı zaman, beynimizde daha net mesajlar iletiriz. Bu sayede hatırlamamız gereken bir şey olduğunda daha hızlı hatırlayabiliriz.

download-images-5868563199_Ruhsal-Detoks.jpg

4. İlişkilerinizi Geliştirir
Meditasyon, ruh halinize pozitif katkı yapar ve sosyal ilişkilerinizin daha kuvvetlenmesine yol açar. Böylelikle başkalarına karşı daha merhametli olur ve daha kolay empati yapabilir bir hale gelebilirsiniz. Siz de sosyal hayatınızda veya iş hayatınızda ilişkilerinizi geliştirmek istiyorsanız, en iyi cevap meditasyon olacaktır.

5. Sağlığınıza İyi Gelir
Eğer hipertansiyon hastalığınız varsa, meditasyon sayesinde kan basıncınızı azaltarak kendinizi daha iyi hissedebilirsiniz. Ayrıca araştırmalar göstermiştir ki düzenli meditasyon yapanların gripten kurtulma süresi yapmayanlara göre daha kısa sürmektedir.

6. Uyku Kaliteniz Artar
Meditasyonun, uyku kalitesini ve miktarını arttırdığı araştırmalar ile kanıtlanmıştır. Yatmadan önce oluşturulacak bazı rutinler ve uyuduğumuz odanın havasının temiz olması da önemli etkenlerdendir.
Eğer depresyon veya sürekli yorgun hissetme gibi uykunuzu olumsuz etkileyen sorunlarınız varsa meditasyon yaparak bu sorunları daha aza indirgeyebilir, uyku kalitenizi arttırabilirsiniz.

7. Libidonuzu Arttır
Uyku düzeniniz ne kadar kaliteli ise cinsel hayatınız da öyledir. Çiftlerin birlikte zaman geçirememesinin en önemli sebeplerinden biri gün sonunda yorgun ve stresli olmalarıdır. Stresli olduğumuz zamanlarda vücudumuz kortizol hormonu salgılar, adrenalin ise bu durumla başa çıkmaya çalışır. Böyle bir durumda kan basıncımızda artış olur, bağışıklık sistemimiz üzerindeki baskı artar ve libidomuz çapraz ateş arasında kalır. Düzenli meditasyon tüm bu olumsuzluklara karşı ilacınız olacak, birlikte geçireceğiniz gecelerin kalitesi artacaktır.

Sonuç
Kendinizi bunalmış hissedebilir, meşgul olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz. Meditasyona ayıracak zamanınız olmadığını düşünebilirsiniz. Öncelikle günlük beş dakika ile başlayabilirsiniz. Kendinizi daha rahat hissettikçe, zamanı arttırma isteğiniz de artacaktır. Meditasyonun şaşırtıcı faydalarını hissetmek için yeterli olan tek şey başlamak.

Nasıl yapılır ?

Meditasyona başlamak istiyorum ama bilmiyorum diyenler için başlangıç teknikleri;

-Kendinizi rahat hissedeceğiniz bir yere oturun
-Gözlerinizi kapatın
-Tüm dikkatinizi nefes alıp verişinize odaklayın
-Nefes alıp vermeniz esnasında vücudunuza odaklanın
-Göğüs kafesinizin, karnınızın, göğsünüz ve omzunuzun hareketlerini gözlemleyin
-Kendinizi incelerken kafanız rahat değilse sadece nefes alıp vermenize odaklanın
-Nefes alıp verme esnasında nefesinizin kontrolünü sağlamaya çalışmayın

-Sadece ve sadece içinizdeki huzura ve nefes alıp vermenize odaklanın.

Bu konuyu yazdır

  Kutsal Adanın Gizemli Melek İlahileri
Yazar: Magnetho - 07-07-2017, Saat: 22:03 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Aynoroz Adası Güneydoğu Avrupa’da Yunanistan’ın Halkidiki yarımadasından Ege’ye doğru uzanan 3 dar ve uzun yarımadanın en doğuda olan bir yerleşim yeridir.

Resmi adı Aynoroz Özerk Keşişsel Devleti,olan bu yerin Yunanistan toprakları içinde 390 km² alanda özerk bir devlet yönetimi vardır

10.yüzyılda dinsel bir topluluk olarak doğan Aynoroz; Bizans, Osmanlı ve Yunan, egemenlikleri boyunca bağımsızlığını korumayı başarmıştır.

En önemli yeri Athos Dağlarıdır.Bu dağın diğer bir adı Yunanistan resmi bölgeler sisteminde Kutsal Dağ Rahipleri Özerk Bölgesi olarak geçer. Birbirinden kala surlarıyla ayrılmış geniş avlulu 20 ortodoks manastırdan oluşur. Aynoroz, 20 manastırı temsil eden 20 kişilik bir meclisle yönetilir.

kutsaladanin-696x385.jpg

20 manastırın da mimari yapısı aynıdır. Yüksek surlarla ve bir kuleyle etrafı çevrilmiştir.

Aynoroz’da yaşayan yaklaşık 2000 kişinin hepsi erkektir. Bunlar manastırda çalışanlar ve din adamlarındır. Komünal bir yaşam tarzları vardır.Çünkü 1000 yıldır bu topraklara bir tane bile kadın ayak basmamıştır.Yaklaşık 1045’ten beri bölgeye bir tane bile kadın girmemiştir.

Tek ulaşım denizyoluyla yapılır ve isteyen her erkek bile yarımadaya giremez.

Bölgenin tarihine bakacak olursak Athos dağı ve yarımada adını Trakyalı bir devden alıyor. Poseidon’a dev kayalar fırlatmayı hobi edinmiş olan bu dev, kayayı denize düşürünce Athos dağının oluştuğu söyleniyor.

Athos, Poseidon’un gazabına uğrayanlardan biridir.Diğer bir söylenceye göre, tam tersi olarak Poseidon Athos’a dev bir kaya fırlatıyor ve Athos’un altında kaldığı bu dev kaya Athos dağı oluyor.

Yarımadanın kutsal olmasına Meryem Ana vesile olmuştur.Adanın kutsal olmasının sebebi ise, söylencelerde Meryem Ana’nın kötü bir deniz yolculuğundan sonra bu güzel bölgede karaya çıkması ve bölgeyi çok beğendiği için tanrının burayı ona hediye etmesiyle yarımadanın “Bakire Meryem’in Bahçesi” olarak anılmayı başlamasıdır.Aynoroz’da dünyevi zevklere yer yoktur.

MountAthosMap.png

10.yüzyıldan sonra manastırlar yapılmaya başlanıyor. İlk dönemlerden beri keşişleri huzuru ve adanmışlığı için kadınların girmesi yasaklanıyor.  Birleşmiş Milletler Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilmiştir.

Bölgenin kutsal durumu ve savaşlardan görece hasar almaması, tarihi ve muhteşem sanat eserlerinin, metinlerin ve ikonların çokça bulunmasını sağlamıştır.

Efsaneye göre Hz. İsa bu bölgeden geçerken Tanrı dan burayı koruması altına almasını istemiştir. Birkaç sene önce bu bölgeden kaydedildiği söylenen bir ses kaydı hızla Tüm Dünyaya yayıldı.

2010 yılında Yunanistan’daki kutsal Athos Dağları’nda bir turist tarafından kaydedilen ve kaynağı bilinmeyen bu seslerin meleklere ait olduğu iddia ediliyor.Kimi çevrelerde ciddi kuşkular uyandırmakla beraber. Bilim ve din Dünyasında tartışmalara neden oldu. Sesler bütün manastırların kapalı olduğu sessiz gece saatlerinde kaydedilmişti.

“Kutsal Litürji komisyonu sırasında Kilise’nin büyük aziz Rab ibadeti olduğu vakit , bir ziyaretçi ilahi şarkılar söyleyen kutsal melekleri gördüğünü söyler . Kutsal Athos Dağında hac esnasında manastırlarından birine yakın otelde konaklayan genç bir adam gece yarılarında kiliseden gelen ilahi sesleri duydu.

Aynı zamanda kiliseye baktığında penceresinin olduğu yerde çok tuhaf ve aydınlık bir kütle gördü ve daha yakından bakıp duymak için aşağıya kiliseye gitti ama kapılar kilitlenmişti ve ses içeriden kapılı kapılar ardından geliyordu .

Bu sırada pencerenin olduğu yerdeki aydınlık kütleye dikkatle baktı ve onun Melek silüetinde olduğunu gördü. Onu gören Silüet bir miktar daha orda kaldı ve sonra hızla yok oldu. Bu sırada genç adam sesleri teybe almayı başardı ve sesler kaydedildi. Meleklerin ilahisi adı verilen sesler incelendiğinde inanılmaz tiz bir tonda ve yüksek oktavda olduğu belirtildi.

Ve ilahi olduğu söylenen sesler içinde özellikle “hayat veren, Trinity ve üçlü-kutsal sözcükleri saptandı . Ayrıca Yaşlı Paisus ‘un “Manevi Mücadele” isimli kitabında bu olayın benzerinin olduğu söylendi ,

Kimilerine göre bu dağlarda rüzlarların oluşturduğu ses titreşimleriydi. Kimilerine göre cinlerin insanlara oynadığı bir oyun Kimilerine göreyse bu yüce yaratıcıyı haykıran meleklerin ilahisiydi.


Ses dikkatli dinlendiğinde ezanı andırmaktadır. Uzmanlara göre Garip şekilde verilen verilen kısa esler ilahiyi söyleyen varlığın neredeyse hiç nefes almadığını göstermekte. İnsanın tüylerini ürperten ahenkli ilahi ,kutsal bir çağrı yapıldığı inancını doğuruyor.

Bu konuyu yazdır

  NASA Cennetin Fotoğrafını Yayınladı
Yazar: Magnetho - 07-07-2017, Saat: 21:55 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

NASA sürekli uzaydan fotoğraflar paylaşıyor ama yakın zamanda paylaştığı bir fotoğraf oldukça kafa karıştırıcı.

Fotoğrafın değerini anlamak için özel bir büyüteçle bakmak veya özel bir yakınlaştırma uygulaması ya da aleti kullanmak gerekiyor.

nasa-696x394.jpg

Aşağıdaki video sizi uzayın küçücük bir parçası olan 100 milyar yıldız arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Videoda içerisinde gezindiğiniz fotoğraf, 40.000 ışık yılı uzaklıkta olan 411 farklı fotoğrafın bir araya getirilmesinden oluşuyor.

Bu tek fotoğrafı bilgisayarınıza indirmeye kalksanız, son teknoloji ile çekilmiş 3 saatlik yüksek çözünürlükteki bir filmi indirmekle aynı yeri tutar çünkü fotoğraf 4.3 GB büyüklüğünde.


Düşünün, bu sadece bir fotoğraf! Bu fotoğraf Andromeda’nın çekilmiş en net fotoğrafı. Eğer tamamını bir ekranda göstermek istiyorsanız bunun için de 600 HD bir televizyona ihtiyacınız var ki fotoğraf tümüyle ekrana sığabilsin.

Bu konuyu yazdır

  TÜRK KİME DENİR?
Yazar: Magnetho - 07-07-2017, Saat: 16:17 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Türk Milleti'nin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. "Türk" sözü tarihin en eski çağlarından beri kullanılıyordu ve belirli bir kavmin yada kavimler birliğinin adı olarak mevcuttu.
Türkler'in köklü ve çok zengin bir tarihe ve kültüre sahip olması nedeniyle birçok bilim adamı "Türk" adının nereden geldiği hakkında araştırmalar yapmış, bu araştırmalar neticeside Türk adı ilk defa MÖ. XIV. yy'da "Tik" vveya "Tikler" adıyla geçmeye başlamıştır. Diğer bir görüşe göre ise Türk adı MÖ. XIV. yy'dan öncede varolduğudur. Zira Türk ırkının tarihi insanlığın tarihi kadar eskidir. Bu gerçeği kavmi ve milli mitolojilerde ve tarihi oluşumlarda izaheden eski kayıtlarda görmek mümkün olmaktadır.
Türk ırkının çok eski olması nedeniyle Türk adının nerden geldiği hakkında birçok iddia ve görüşler ileriye sürmüşlerdir. Buna göre,

-Heredotos'un doğıu kavimleri arasında zikrettiği TARGİTAB'lar. 

-İskit topraklarında doğdukları söylenen TYRKAE'ler 

-Tevratta adı geçen Togarma'lar.

-Eski Hint kaynaklarında tesadüf edilen TURUKHA'lar veya THRAK'lar 

-Esiki Ön Asya çivili metinleride görülen TURUKKU'lar.

-Çin Kaynaklarında MÖ. I.yy'da rol oynadıkları belirtilen TİK veya Dİ'ler
Bizzat "Türk" adını taşıyab Türk kavimleri olarak gösterilmektedir.

İslam kaynaklarında yer alan İran menşeli "Zend - Avesta" rivayetleri ile İsrail menşeli "Tevrat" rivatetleride Nuh Peygamber'in torunu olan Yafes'in oğlu "Türk" ile İran rivayetlerideki Feridun'un oğlu "Türac" vveya "Tur"un soyu türk adını taşıyan ilk kavim olarak gösterilmek istenmiştir.

"Avesta"da yer alan "Ebül Beşer"den (1) ,Cemil ve oğu Ferdiun'dan bahsedilmektedir. "Ferdidun ülkesi Salm, Irak ve Turak (Türk) ismindeki üç oğlu arasında pay etmiştir. Salma!a bugünkü İran ve havalisi, Irak'a bugünkü Irak ve havalisi ,Turak'a ise Orta Asya ve Çin havvalisi düşmüştür. Feridun ölünce Irak, Salm'a saldırarak İran ve havalisini almış,dahasonra Turak'a saldırmıştır.

Irak, Turak'ı yenememiş, savaş bunların torunlarına uzanan dek senelerce sürmüştür. Sonunda Turak'ın torunu "Afrasyap"(2) Irak torunun "Muncihir"i mağlup ederek Ceyhun nehri sınır kabul edilen bir anlaşma yapmıştır. Bu tarihten sonra ceyhun nehri doğusunda "TURAN", batısına da "İRAN" denmiştir.

Tevrat rivayetleride ise Nuh tufanından sonra Nuh peygamber dünyayı üç oğlu arasında pay etmiş.Yafes'e Orta Asya ve Çin ülkeleri düşmüş,Yafes ölürken tahtını sekiz oğullarından biri olan "TÜRK" e bırakmıştır.

maxresdefault.jpg

Görülmektedirki Hz. Adem devrina yakın zamanlarda Turak(Türk)'den İran-Turan savaşlarından ve Alp Er Tunga gibi büyük bir Türk Başbuğunndan ve Saka İmparatorluğu Kağa'nından bahsedilmektedir. Yukarıda mitoloji ve tarihi kayıtlar içerisinde yer alan "Türk" kelimeleriden ,Türk adının nekadar eski olduğu ortyaya çıkmaktadır. 

MÖ XIV. yy'da yer alna "Tik"ler ile dünyada mevcut olan medeniyetlerin en eskisi olan MÖ. VII. yy. da Orta Asya'da kurulan "Anav" medeniyeti de Türkler tarafından kurulmuştu. O halde Türkler MÖ. XIV. yy'da Tik'ler , MÖ. VII. yy'da Anavlar ,MÖ IV yy'da Sakalr ile tarih kayıtlarında yer almaktadır.
Türk kelimesinin yazılı olarak kullanılması ilk defa MÖ 1328 yılında Çin tarihide "Tu-Kiu" şeklinde görülmektedir.

MÖ. I yy'da Roma'lı yazarlardan biri olan Pompeius Meala'nın Azak Denizi kuzeyinde yaşayan halktan "Turcae" olarak bahsetmesi ile ilk defa yazılı olarak karşılaşıyoruz.
Türk adının tarih sahnesine çıkışı MS VI yy'da kurulan Kök-Türk Devleti ile olmuştur. Orhun kitablerinde yer alan "Türk" adı daha çok "Türük" şeklide gösterilmektedir. Bundan dolayı Türk kelimesini Türk Devleti'nin ilk defa resmi olarak kullanılan siyasi teşekkülün Kök-Türk imparatorluğu olduğu bilinmektedir. Kök-Türkler'in ilk dönemlerinde Türk sözü bir devlet adı olarak kullanılmışken,sonrada Türk millietini ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştır.
MS. 585 yılında Çin İmparatoru'nun KÖK-TÜRK Kağanı İşbara'ya yazdığı mektupta"Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmesi, İşbara Kağan'ın ise Çin İmparatoruna vverdiği cevabi mektupta "Türk Devleti'nin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana 50 yıl geçti" hitapları Türk adını resmileştirmiştir. 

Kök-Türk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" şeklide geçmektedir. Türk Budun'un ise Türk Milleti olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade ,siyasi bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.

Türk adına çeşitli kaynak ve araştırmalarda türlü manalar verilmiştir. Çin kaynakları Tu-küe (Türk)'ü miğfer olarak , İslam kaynakları ise ses benzetmesine dayanarak terkedilmiş,olgunlukçağı ve benzeri manalar vererek yeni anlamlar üretmiştir.
XIX. asırda A. Vambery'nin ilmi izaha yakın olan fikrine göre ise Türk kelimesi "TÜREMEK"ten gelmektedir. Zira Gökalp bunu "TÜRELİ" yani kanun ve nizam sahibi olarak açıklamıştır.

Ancak Türk sözünün cins isim olarak "GÜÇ-KUVVET" manasında olduğu, buradaki Türk kelimesinin milletin adı olan "Türk" kelimesi ile aynı olduğu A.V. Le Coq tarafından ileri sürülmüştür. Bu iddia Kök-Türk kitabelerinin çözücüsü olan V. Thomsen tarafından kabul edilmiş,aynı iddia G. Nemeth'in tetkikleri ile de ispat edilmiştir.

Ayrıca Türk kelimesinin cins isim olarak "ALTAYLI" (Ceyhu ötesi Turanlı) kavimlerini ifade etmek üzere 420 yıllarına ait bir Pers metninde,daha sonradan 515 hadiseleri dolayısıyla "Türk-Hun"(Kudretli-Hun) tabirleride geçtiği bilinmektedir.

İran kaynaklarında Türk sözü "Güzel İnsan" karşılığında kullanılırken, XI. yy'da Kaşkarlı Mahmut "Türk adının Türkler'e Tanrı tarafından verildiğini " belirterek,"Gençlik,kuvvet,kudret ve olgunluk çağı" demek olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Tarihçiler ise Türk kelimesinin "Güçlü-Kuvvetli" anlamına geldiğini kabul etmektedirler

Turk soyu 

Tarihte Türk ırkı hakkında çeşitli tasvirler yapılmıştır. Çin,Latin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Bunun sebebi ise Türkler'in tarih boyunca en çok temasının Mogollar'la olmasıdır. Moğol kitleleri yıllarca Türkler'in idaresinde yaşamış,göçlere,savaşlara Türkler'le beraber katılmışlardır. Bunun sonucunda bu kaynaklar Türk ile Moğol tipini birbirine karıştırmıştır.
Son yarım asır içinde yapılan ilmi çalışmalar ve araştırmalar sonucu Türkler'in beyaz ırka mensup bulundukları, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan "Europid" adı verilen grubun "Turanid" tipine mensup bulundukları anlaşılmıştır. Kafa yapıları Brakisfal (yuvarlak kafalı)dır. Türklerin kendilerini başta "Mongolid" Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolik çizgilere sahip oldukları tespit edilmiştir. Türkler'in hakim vasfı beyaz renk,düz burun,değirmi çene,hafif dalgalı saç,orta gürlükte sakal ve bıyıktır.
Turan tipine örnek olan Orta Asya, Maveraünehir ve diğer Yakın Doğu Türkleri beyaz tenli ,koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü,endamlı,sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğin timsali olarak gösterilmiş hatta İran edebiyatında Türk sözü "Güzel İnsan" manasında kullanılmıştır. Tevrat'ta nakledilen bir rivayette ise Türk soyunun Ham ve Sam'dan değil, Yafes'den türemiş olarak beyaz ırktan geldiği gösterilmiştir.

Türk Yurdu

Yeryüzünde 350 milyonu aşan sayıları ile çok geniş bir bölegeye yayılan Türkler'in ilk anayurdu'nun tesbiti birçok bilimadmını asırlarca meşkul eden büyük bir konu olmuştur. Bilim adamları ve araştırmacılar yaptıkları çalışmalar sonucu Türkler'in ilk Anayurdu ile ilgili bir çok iddialar ortaya tmışlardır.

Tarihiçler , Çin kaynaklarına dayanarak Altay Dağlarını,

Etnologlar,İç Asya'nın kuzey bölgelerini,

Dil araştırmacılar,Altaylar'ın veya Kingan Dağları'nın doğu ve batısını,

Kültür Tarihçileri , Altay-Kırgız Bozkırları arasını,

Sanat tarihçileri , Kuzeybatı Asya sahasını,

Antropologlar ise Kırgız Bozkırı-Tanrı Dağları arasını ilk Türk Anayırdu olarak iddia etmişlerdir.

Bütün bu araştırmalara göre ilk türk yurdunun kesin sınırlarını çizmek mümkün olmamaktadır. Zira Türkler'in ilk zamanlardan itibaren çok geniş bir sahaya yayılmaları bu tesbitte güçlük çıkartmaktadır.

Bununla beraber son yıllarda yapılan dil araşturmaları ve yukarıda yapılan çalışmalar göz önüne alındığında , ilk Türk yurdunun "Altay Dağları'ndan, Urallar'a kadar uzanan , Hazar Denizi Kuzeydoğu Bozkırlarından,Tanrı Dağları'nı kapsayan çok geniş bir bölge olduğudur."

Tarihi akış içerisinde meydana gelen göçler sonucu Anayurtları'ndan çok uzak mesafelere ve geniş bir coğrafialana yayılan Türkler, bugün Balkanlar'dan doğuya Çin Seddi'ne ,Kuzeyde Sibirya Bozkırları'ndan Güneyde Horasan, Afganistan,Tibet'e kadar olan bölgeleri yurt tutmuşlardır. 

Bu konuyu yazdır

  DOKUZ ASIRDIR GİZLENEN TÜRK KİTABESİ
Yazar: Magnetho - 07-07-2017, Saat: 16:07 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Mescid-i Aksa Camisi’nde bulunan ve 920 yılı aşkın süredir gizli tutulan Selçuklu kitabesi ortaya çıktı.

Tarih araştırmacısı Dr. Mehmet Tütüncü, Kudüs’teki Mescid-i Aksa Camisi’nde bulunan ve 920 yılı aşkın süredir gizli tutulan Selçuklu kitabesinin varlığını ortaya çıkardı.

‘‘SELÇUKLULAR’DAN KALAN TEK ESER’’

Mescid-i Aksa’nın batı duvarında yer alan ‘Mihrab-ı Zekeriya’ adlı bölmede gizlenen 4 satırlık Türk kitabesinin 2006-2007’deki restorasyon sırasında çekilen fotoğraflarına ulaşan Tütüncü, “Kutsal mekandaki Türk kitabesi 4 satırdan oluşuyor. Kitabe 920 yılı aşkın süredir üzeri kaplı halde gizli tutulmuş. Kudüs İslami Müzesi Müdürü Khader Salameh, 2006-2007 yılında tamirat yapılırken sökülen mermerlerin arkasında kitabenin farkına varıp fotoğrafların çekiyor. Bu fotoğraflara ulaşmayı başardık. Ancak Müze Müdürü Salameh, ortaya çıkan kitabeyi açıkta bırakmak yerine, kitabe yeniden karanlığa gömülüyor. Dışişleri ve Kültür Bakanlığı girişimlerde bulunarak Selçuklu dönemine ait tarihi esere sahip çıkmalı. Selçuklular’ın Kudüs’teki idaresinden elimizde kalan tek kültür mirası bu kitabe. Kitabede Sultan Melikşah ve kardeşi Suriye Meliki Tutuş’un ismi geçiyor” dedi.

920-yildir-gizlenen-turk-kitabesi-8546150.Jpeg

‘‘MERMER YERLEŞTİRİLDİ’’

Tütüncü, eline geçen fotoğrafların kitabenin tek delili olduğunu belirterek, şunları söyledi:

“2006-2007 yılında Zekeriya Mihrabı’nın tamiratı yapılıyor. Kudüs İslami Müzesi Müdürü Khader Salameh, 2007’deki incelemelerde restorasyonda sökülen mermerlerin arkasındaki duvarda bazı kazılmış yazılar bulunduğunu fark ederek fotoğraf çekiyor. Fotoğraf çekiminden sonra her nedense kitabenin önündeki mermerler tekrar yerine yerleştirilerek, Türk kitabesi gizleniyor. Asıl vahim olanı, Salameh, 920 yıllık geçmişe sahip olduğu tahmin edilen kitabenin açıkta bırakılarak sergilenmesi teklifini kabul etmemesi.”


Kaynak: Milliyet

Bu konuyu yazdır

  FBI 'A GÖRE EN TEHLİKELİ BURÇLAR
Yazar: Emka - 07-07-2017, Saat: 15:18 - Forum: Astroloji - Yorum Yok

FBI'ın veritabanı üzerinden suçlulara dayalı yapılan analizler sonucu burçların suç işleme eğilimlerinin belirlendiği iddia ediliyor. Ancak yıllardır tartışılan bu konu FBI'ın resmi sitesinde yer almıyor. Tehlikeliye doğru olan sıralama şöyle.

1)İKİZLER: İstatistiklere göre en zararsız burç olarak kayıtlara geçmiş durumda... Değişken tavırlarından dolayı listede tehlikeliler arasında yer alması beklenirken, en az zararlı burç olarak kayıtlara geçmiş.

2)KOVA: İnsanları ve olayları manipüle etme yetenekleri yüksek olan bu burcun mensupları, yaptıkları psikopatlıkların üstünü örtebildikleri ve yalan söyleme yetenekleri ile asla yakalanmadıkları için bu kadar masum gözüküyor da olabilirler. 

3)ASLAN: Çoğu zaman ortamdaki ilgiyi üzerinde toplamak isteyen hırslı bir burç olarak bilinir. Aslan burcunda olup cinayet işleyen kişiler verdikleri ifadelerde ise, burcun karakterine uygun bir şekilde işledikleri cinayetleri “ilgi çekme” amaçlı işlediklerini dile getirmişler 

4)TERAZİ: Adaletli, sabırlı ve kibar yapısıyla bilinen bir burç olan terazi burçları, işledikleri cinayetleri keyiften değil adaleti sağlama amaçlı işledikleri dile getirmişler. 

5)BAŞAK: Yaptıkları işi en ince ayrıntısına kadar düşünen ve titiz hareket eden bu burç, kanıtları yok etme ve yakalanmama konusunda başarılı olduğu düşünülüyor. Ayrıca cinayetten çok “dolandırıcılık” konusunda sabıkaları varmış. 

burclar.jpg


6)BALIK: Birçok kişi balık burcunun duygusallığı konusunda hem fikir. Ancak istatistiklere göre iyi kalpleriyle nam salmış balık burcu sanıldığı kadar masum değil ve seri katiller bu burçtan çıkmış

7)OĞLAK: Bu burç sayısal olarak ortalama civarda katil ve psikopat barındırsa da, içinde bulunan katiller gelmiş geçmiş diğer katiller arasında en çok sayıda cinayeti işleyenlerden oluşuyor. 

8)KOÇ: Ani ve birden parlayan öfkeleri ile bilinen asi ve inatçı bir burç olan koçlarda cinayetlerin çoğu cinnet anında gerçekleşiyor ve sonrasında pişmanlık duyuyorlar. 

9)BOĞA: Saf kötülük ya da psikopatlıktan değil, ancak kendilerine çıkar sağlama amaçlı cinayetler işlemekten çekinmiyorlar. Bunu destekleyen bir diğer istatistik ise boğaların dolandırıcılık gibi parasal konularda daha çok suçlu çıkarması. 

10)YAY: Açık ara suç aleminin kralı olan yay burcunun listede ilk sırada olmamasının tek sebebi cinayetlerin çoğunu kendisinin değil emrindeki diğer kişilere işletmiş olması. Yay burçları mafya babalığı, uyuşturucu baronluğu, hatta devlet başkanlığı gibi akıl almaz konumlar elde edebiliyorlar. 

11)AKREP: Kendilerine yapılan kötülüğü asla unutmayan ve merhametsizliğe misli ile karşılık vermesi ile ünlü akrep burcuna mensup suçluların korkutucu yanı ise işledikleri cinayetlerin çoğunu kurban için acı verici ve sadistçe yöntemlerle gerçekleştirmeleri. 

12)YENGEÇ: Listedeki sürpriz şampiyon. Yengeç burcu en çok psikopatı barındıran burç olarak zirvede yer alıyor. Ani parlayan yapılarıyla yengeç burcu en çok cinayet işleyen birinci burç oldu. Ayrıca bu burcun işlediği cinayetlerin çoğu diğer burçların aksine kıskançlık gibi duygusal temellere dayanan şeylerden kaynaklı

.

Bu konuyu yazdır

  Hipnozla Davranışlarınızı Kontrol Altına Alın!
Yazar: Magnetho - 07-07-2017, Saat: 13:49 - Forum: Hipnoz - Yorum Yok

Davranışlarımıza ve hareketlerimize yön veren bilinçaltı sistemimiz, kulağa karmaşık geldiği kadar artık pek çok şeyi çözüme kavuşturacak kadar da basit.

Düşünce ve davranışlarımızın kökenine ev sahipliği yapan, hal ve hareketlerimizin, eğilimlerimizin sebeplerini açıklayan bilinçaltını Hipnoz yöntemiyle kontrolümüze alıp davranışlarımıza yön vermemiz mümkün mü?

Anne karnından itibaren bilinçaltına kayıt almaya başlayan beynimiz etrafından gördüğü, duyduğu, farkında olduğu veya olmadığı her şeyi belleğine kaydeder. Zamanla dışavurum olarak göstermiş olduğumuz davranış, alışkanlık ve eğilimlerimizde kendini gösteren bu kayıtlar biz farkında olmasakta yaşam şeklimizi alışkanlıklarımızı belirliyor hale gelir. Örneğin sigara alışkanlığını bırakamayan kişinin sunulan tüm kolaylıklara rağmen bu alışkanlığını bırakamaması bir bilinçaltı problemi olabilirken, özgüven problemi yaşayan birinin de gerekçesi benzer olabiliyor. Bu noktada bilinçaltına ulaşabilmek adına Tıpta kullanılan hipnoz yöntemi pek çok hususta işe yarayabilir.

Hipnoz, bilince ve bilinçaltına kolayca hükmedebildiğimiz yapay uyku halidir. Hipnoz yapan uzman, önce kişinin dikkatini bir obje de toplar. Bu hareket eden ya da duran bir cisim, bir nokta ya da spiralli bir şekil olabilir. Bu şekilde talimatlarınıza uyarak bir maddeye yoğunlaşan kişiye, bir yandan suni uyku ortamı oluştururken öte yandan iletişiminizi sürdürürsünüz. Kişi sadece sizin sesinizi duyar, diğer sesleri duymaz ya da duysa bile itibar etmez. Hipnoz sayesinde kişinin bilinçaltının uzaktan kumandası artık sizin elinizdedir. Onu istediğiniz yere götürür, istediğiniz zamana gidebilirsiniz. Siz ne telkin verirseniz onu hayal etmesine sebep olursunuz. Örneğin hipnoz transına soktuğunuz kişiye şu an Newyork’tasınız dediğimizde kendisini orda zanneder. Şu an plajdasınız ve yüzüyorsunuz denilirse, kendisini öyle hisseder. Yani senaryosunu sizin çizdiğiniz suni rüya hali yaşatırsınız.

Kötü alışkanlıklara “hipnoz” tedavisi…

Hipnoz, günümüzde büyük cerrahi müdahaleler dışında sağlık alanında pek çok sorunun çözümünde kullanılmaktadır. Diş çekimi ve tedavileri, ağrısız doğum, küçük cerrahi müdehaleler hipnozla yapılabilir. Yaşadığımız çağda bırakılması en zor alışkanlık haline gelen sigara içinde çözüm sunan hipnoz, bırakmak isteyen kişinin samimiyetine bağlı olarak hızlı bir geri dönüş sağlamaktadır. Ama burada önemli olan kişinin sigarayı bırakmayı gerçekten istemesidir. Sigarayı bırakma konusunda samimi olmayanların hipnozla bırakabilme ihtimalleri düşüktür.  Yine kekemelik hipnoz seansları ile düzeltilebilir. Tırnak yeme, altını ıslatma ortadan kaldırılabilir. Geçtiğimiz yıllarda İngiltere’de doğum operasyonu ardından aldığı kiloları veremeyen hasta, Uzman tarafından hipnoz seansında midesinde kelepçe olduğuna ikna edilerek bu şekilde birden az yemeye ve kilo vermeye başladı. Bu yöntemle aldığı kilolardan 3 ayda 35 kilo vererek kurtulan kadın, bilinçaltını kontrol altına alarak yeme alışkanlığına yön vermiş oldu.

hipnoz.jpg

Hipnoz yapan kişi mutlaka eğitimli olmalı!

Hipnoz, psikoanalitik terapilerde de kullanılmaktadır. Ancak bu tedavilerle uğraşan hipnozör kesinlikle psikoanaliz eğitimi almış psikiyatrist olmalıdır. Aksi takdirde kaş yapayım derken göz çıkartılabilir ve bireye zarar verilebilir. Tecrübesiz bir hipnozör cinsel yetersizlik yaşayan erkek hastasının çocukluk yıllarına inipte araştırayım derken, onda eşcinsel eğilimler ortaya çıkarmıştı. Bu nedenle hipnozla psikoanalitik müdahale mutlaka uzak durulması gereken bir durumdur. Günümüzde her önüne gelen doktor olsun olmasın hipnoz yapabilmektedir. Halbuki eğer kişide bir psikoz eğilimi varsa hipnoz seansı esnasında şizofrenik bir tablonun gelişmesine neden olunabilir. Ya da eğer trans esnasında kişiyi çok gevşetilmişse, düz kasların çözülmesine bağlı olarak tansiyon düşüklüğü ve bayılma yaşanabilir. Bu nedenlerle hipnoz yapan kişinin tıp alanında eğitimli olması yapan ve yapılan bireyler açısından yararlıdır.

Kendi kendine hipnoz (otohipnoz) mümkündür. Sürekli başkalarını hipnoz eden kişiler, kendilerini de transa sokmayı başarabilirler. Telekinezi, levitasyon hatta  astral seyahatin zaman zaman otohipnozla karıştırıldığını iddia edenlerin sayısı hiç de azımsanmayacak sayıdadır.

Hipnoz yapılan kişi, bilinçaltı yönelimlerine ters gelen absurd telkinler esnasında uyanabilir. Kişi verilen telkinleri, söylenen sözleri hatırlar. Ancak derin hipnoza girmiş ise yani delta dalga boyutuna gidilmiş ise telkinleri ve yapılan şeyleri hatırlamayabilir. Bu nedenle hipnoz olurken yanınızda tanıdığınız ve güvenilir bir kişiyi de mutlaka bulundurunuz.

Hipnoz olan şahsın, uyanmaması gibi bir durum söz konusu değildir. Hatta hipnozör kişiyi hipnoz edip bıraksa ve uyandırmadan gitse bile, transa giren şahıs bir süre sonra normal uyku moduna geçecek ve bir süre sonra da uyanacaktır. Hipnoz yapan kişiye bilinçaltınızı açmaktasınız ve bilinçaltınızın uzaktan kumandasını vermektesiniz. Bu yüzden tanımadığınız ve güvenmediğiniz kişilere hipnoz yaptırmayınız.

Toplumda yüzde 10 kadar kişi, her tekniğe rağmen hipnoz olmaz. Özellikle emir vermeye alışmış sert mizaçlı kişiler (yöneticiler, komutanlar) genelde transa girmekte sorun yaşar. Aynı şekilde dikkat dağınıklığı olanları da transa sokmak mümkün değildir.

Bu konuyu yazdır