Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,075
» Son Üye: rahmanmutlu
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1954 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1954 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 317
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 385
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 809
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 734
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,617
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,999
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,250
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,362
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,612
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,894

 
  17 AĞUSTOS 1999 DEPREMİ VE GİZLENEN GERÇEKLER
Yazar: EvrimBilge - 05-07-2017, Saat: 22:24 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde, İsrail’li Subaylar TSK devir teslim törenlerinin hiç birine katılmamışlarken, neden 17 Ağustos 1999 tarihindeki Donanma Komutanlığı’nın devir teslim törenine katıldılar?

Furkan Dergisi Temmuz 1999 sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyledir. “Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta..”

Depremden sonra bir çok teoriler ortaya atılmıştı fakat içlerinde en ilginç olanı Future Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikaye şöyleydi : Kaliforniya San Andreas fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler halinde dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı mucit Nicola TESLA tarafından geliştirilen bu “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi.

ABD dünyanın ve kendi insanlarının tepkisini almamak için bu projeyi barışçı “deprem indirgeme” sistemi diyerek, bir yandan tepkileri azaltıp diğer yandan fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenlerle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra değişik zamanlarda Kafkaslar’da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında denendi ve büyük aşama kaydetti.

Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem kuşağındaki ülkelere sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversitelerle ortak projeler geliştirildi, yüzlerce bilimadamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarında yürütülüyordu. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına olanak verilerek halkın bu konu hakkında bilgi sahibi olması istendi. Kobe’de ve başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler çıkar gruplarınca terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi ve bunda da başarılı olundu.

Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Zaten bölge bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri takip edenler, depremden hemen sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.

ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları,Kaliforniya San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrail’li uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük Üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı. (Zaten İsraillilerle yapılan askeri tatbikat bu operasyon doğrultusunda önceden planlanmıştır. Çünkü dünyanın ve Türk Milletinin dikkatlerini çekmemek için tatbikat adı altında HAARP-TESLA Deprem Makinesini getirip rahatça kurdular.) Böyle bir makinenin deneneceğini zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı biliyordu, fakat ABD (Siyonistler tarafından yönetiliyor) ve İsrail’liler (Siyonistler) bizimkileri makinenin denenmesi için şu şekilde ikna ettiler : olası İstanbul merkezli bir depremde 100.000 kişinin ölümü, yüz milyar doları aşan maddi kayıp ve Türkiye’nin en az 25-30 yıl geri gitmesi demektir, diyerek bizimkileri ikna ediyorlar.

İsrailliler Amerikalı’larla gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu farketmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hawk) saat 03:00’te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00’te düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye girecekti. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece sabaha karşı birşeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Herşey bir anda olup bitmişti. Cenab-ı Hakk’ın Doğası kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde ŞAMPANYA patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürperdi. Bu asrın en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yapılan bir felaket...

Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz! Q planına geçiyoruz. Şimdi..Hemen! Hadi, hadi!!!)

İşte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve ABD Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.

Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. (bu bize Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ki, bu olayları kimin yaptığını anlamamız için işaretler gönderiyor) Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı.

Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı rica etti. Kısa sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah KAPLAN tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı : “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.”

Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenlik’in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. [patronlarından (İsrail-Siyonistler) aldığı emir gereği] Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti.

Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu. Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

Deprem için 1900’lerin başından beri Nicola TESLA adındaki Sırp asıllı bir bilimadamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (TESLA Makinesi) kullanıldı. Makinenin ABD Kaliforniya San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. (ABD’lilerin asgari zarar ve ölümlerinin azaltılması için bazı denekler gerekiyordu, onların gözünde bir hayvandan bile daha değersiz olan bizim gibi insanlar üzerinde denenmesi normaldi.) Neden Türkiye diye soracak olanlar için ise; - Türkiye de ne yaparsan yap kimsenin umurunda olmaz, birkaç tane yetkiliyi ikna ettikten sonra her türlü deneyi yapabilirsiniz, bilinçli insan sayısı azdır, genelde okumamış cahildir, araştırmazlar kadercidirler, Kaliforniya San Andreas fay hattının dünyada tek eşi benzeri özelliklere sahip olan ikiz kardeşi Kuzey Anadolu fay hattıdır, karakterleri aynıdır.

Ancak ABD-İsrail’in bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir bilimadamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi amaçları doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu bilimadamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.

17_agustos_1999_depremi_ve_gizlenen_gerc..._3124e.png

Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip birşeyler olduğunu farketmişlerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arası bir kimliği yoktu. Ama İsrailli subaylar ve üst düzey yetkilileri oradaydı! Peki ne arıyorlardı Gölcük’te?...

Bunun nedenini şimdi daha iyi kavrayabiliyoruz. Çünkü bu proje İsraile ihale edilmişti. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu (Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı hariç). Bize güvenen de yoktu zaten. Ancak o gece nedense hiç kimse İsraillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. (İsrailliler bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi hayranlar, bizi çok mu seviyorlar, bizi çok sevdikleri için mi Türkiye’nin doğusunu kendi toprakları olarak gösteriyorlar. Arz-ı Mev-ud, Vaad edilmiş topraklar Büyük İsrail Devleti). Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeleri çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Bizde “Bak şu İsrail’e, olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik.

Bu operasyon neden gündüz değil de gece olmuştu? Çünkü olacakları kimsenin görmemesi ve gözlemci riski ise en az düzeyde olduğu için gece oldu. Gece saat 03:00’te operasyonun başlaması için yeşil ışık yakıldı. TESLA Cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içerisinde gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı.

Ancak hesapta doğanın (Cenab-ı Allah’ın) oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4’e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8’i gösteriyordu. Ve büyük bir patlamayla her şey kontrolden çıktı. TESLA deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yer altı labaratuvarının tam üstündeki, herşeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı. (demek ki deprem 8’den daha şiddetli oldu) (ABD’li ve İsrailli Siyonistler bir insan olarak Cenab-ı Allah’ın doğa olaylarına karışamayacaklarını anlayamamışlardı,)

Bir tedbir olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiri ile haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesildi” (Türkiye’de bütün her yerin telefonları dahi kesilse önemli kurumların kesilmez çünkü uydu telefonları vardır. Ama uydu iletişimini dahi kestiler) şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. (Cumhurbaşkanı’nın şaşkınlığı normaldir çünkü o na böyle bir şeyin olacağı ihtimali söylenmemişti. Bu olay duyulur ise Türk halkına nasıl izah edeceğini bilmediği için şaşkınlık içinde idi.) (Hoş bu olay ortaya çıksa bile bu olayı terör örgütü veya mafyanın yaptığı açıklaması yapılacaktı.)

Ne yapacaklarını bilmedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz” dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta.

Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Herşey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran TESLA makinesinin kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30’da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.

Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu.

Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden (olmayan vicdanlarının azabı çektikleri için, yıllardır bu milletin sırtından geçindikleri için) olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı.

(Eğer olay ortaya çıkmış olsa idi bu olay PKK terör örgütünün üzerine atılmak sureti ile geçiştirilecekti. Bu doğrultuda CNN haber spikeri Patronları olan ABD-İsrailli Siyonistlerden aldığı emir doğrultusunda Ecevit’e şu soruyu yöneltiyordu.) CNN haber spikerinin “depremin ardında PKK mı var?” sorusuna, Ecevit ona “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var? Bu deprem Cenab-ı Allah tarafından gönderilen bir doğa olayıdır!!” demesi gerekir iken, diyemiyordu. Sadece spikerle göz göze gelmemeye dikkat ederek “sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu.

Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti, insanlarla konuştu, bizleri çok sevdiği imajı verdi, bebekleri kucağına alıp sevdi, onlara hediyeler ve yardımlar verdirdi. (bizlerde; ABD-İsrailli Siyonistler bizi ne kadar çok seviyorlar mış dedik) ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı.

Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bilgiler, bazı bakanların özellikle MHP kanadının yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın:

“Türk hükümeti, ABD’nin Deniz Hastanelerini kullanmıyor...
Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200’den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi.

Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslar arası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu.

Türkiye’de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı.

ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi.

Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600’den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.”

Ne ölenler geri gelir, ne de anılarımız.

Ancak İzmit’te, Gölcük’te Yalova’da Halıdere’de Avcılar’da, Bolu’da Düzce’de ve daha nice yerleşim merkezinde enkaz altında hayatlarını yitiren binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuzda mı olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı onbinlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya’da Jony’ler, Susan’lar ve Alice’ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını dünya bilmesin mi?

Emekli Bir Subay:

17 Ağustos depremi kuşkusuz hepimizi derinden sarstı. Deprem bütün ülke halkını derinden üzerken, depremin açtığı yaralar hâlâ tam haliyle sarılabilmiş değil.

Açıkça söylemek gerekirse 17 Ağustos Gölcük depreminden sonra ben de yukarıdaki senaryoya benzer şeyler düşünmüştüm. Daha sonra sağduyusuna güvendiğim bir dostuma “acaba onların işi olabilir mi?” diye sordum. Önemli bir devlet kurumunda uzman olarak çalışan dostum “Açıkçası ben de aynı şeyi düşündüm” diye cevap verdi, son derece sakin bir şekilde...

Bu konuyu yazdır

  DÜNYAYI İSTİLA ETMEYE ÇALIŞAN KÖTÜLÜĞE MEYİLLİ İNSANIMSI SÜRÜNGEN IRK : REPTİLİANLAR
Yazar: EvrimBilge - 05-07-2017, Saat: 21:21 - Forum: REPTİLİANLAR - Yorum Yok

Bunlar aslen Alpha Draconis yıldız sisteminden gelmişlerdir.İnsanlığa karşı bir güç olarak yer altı üslerinde yaşamaktadırlar. İnsana benzeyen sürüngenimsi akıllı, şekil değitirip insan şekline giren varlıklardır.İngilizcede “Reptilian Humanoid” denmektedir. Aralarında birkaç türleri vardır.Binlerce yıldır dünyaya gelmektedirler. Reptilianları açık bir şekilde dünyaya haber yapan İngiliz yazar David Icke’dir.. Sümer Uygarlığında bunların izleri vardır. Sümerler bunlara, “Annunnaki”demişlerdir. David Icke’a göre, bu yaratıklar 1.5- 3.7 metre yüksekliği arasında olup, kan içen, şekil değiştirendir.  4.boyut varlıklarıdır.Telepati yetenekeleri vardır. İnsanları etkilerler. Amerikan Hükümetinde çalışmış baş mühendis Phil Schneider’a göre, “Uzaylı Griler, Reptilianlar ve Amerikalı Görevliler gizli yer altı üslerinde ve 51.Bölgede işbirliği halinde çalışmaktadırlar .

Şimdi başka bir kaynaktan alınan, Reptilianlar hakkındaki bilgilere devam edelim;

Reptilianlar (kertenkele sürüngen ırkı):
4. Boyutta yaşayan ve Orion kendine hizmet birliğine bağlı, insanların beyinlerini de kontrol edebilen bencil kötü demonik yani şeytansı varlıklardır.Draco yıldız sisteminde yaşarlar ve 5. boyut varlıklarıdır.

Reptilyanlar insanların akrabası hatta bir kısmımız da onların akrabası onların kanında çok fazla miktarda bakır bulunduğu için. İlluminati  söylentisine göre bunlar öbür DDV lere karşı bir güç oluşturmak istemekteler fakat Pleadeslilerin engellemesi onlar için bir sorun teşkil etmekte.

Peki kimdir bu reptilyanlar? Reptilyanlar neredeyse insandan daha eski bir ırk olup dördüncü boyutta yaşamaktalar ve bu boyutu da görevleri icabı ziyaret etmekteler.
Hepimizde yüzde on onbeş reptilyan DNA sı var. Stewart ekliyor dünyadaki parayı yöneten gizemli12 aile reptilyan bu reptilyanlar aynen ejderha ya benzerler ve  kendilerine hizmet ederler zaten insanları bu reptilyanlar yararlanmak üzere başka bir gezegene taşımak istemekteler.

Blue beam peojesini kullanarak insanları etkileyecekler ayrıca Montauk projesine katılan insanlar başka boyuta gidip gelerek bu reptilyanları görmüşlerdi.

İsviçreli çiftçi Billy Meier ile iletişime geçen Pledian’lar iyi varlıklar ve belki de veya büyük bir olasılıkla reptilyanların bizi tamamıyle kontrol etmesini önlemekteler.

Tercüme yaptığım kaynakta aynen şu cümle yeralmakta "there is some kind of military action is going on at somewhere" büyük bir savaş bütün galaksimiz içinde devam etmekte.
Bize yardım eden dostluk ve iyilik birliği müttefiklerimiz ve bu müttefiklerimizin liderleri de Pledian’lar. Pledian’lar galaktik olarak bizim kardeşlerimiz olduklarını söylemekteler. Peggy Kane isimli medyum bir gün beyninde bir hışırtı sesi duyar daha sonra beynindeki ses Peggy ye şöyle der "biz Pledian’larız ve seninle konuşmak istiyoruz" Bugünlerde Vatikan demonik olayları ve reptilyan durumunu gündeme almayı düşünmeye başladı.

Reptilian ile olan savaşta dünya kilit noktası ve savaşta son on yıldır sona gelinmek üzere. Dünya da insan kılığında dolaşan Pledianlılar da var reptilyanlar da var. Peggy (David Icke’ın karısı) bazen bağlantının kesildiğinden bahsetmekte ve bu bağlantıyı kesenler de tabii ki reptilyanlar.

Reptilianlar biz insanların evrendeki bizim güçlü müteffiklerimizle bağlantımızı kesmek veya sabote etmek için  kaynağı aydan gelen bir  elektomanyetik  ağ net yayını yapmaktalar ve böylelikle de insanlığın ellerini kollarını bağlamak istemekteler. Ay ve Mars reptilyanların bizim güneş sistemimizdeki en önemli üsleri.

Kaynakta ayrıca şu mesaj yeralmakta -"uyanın arkadaşlar her uyanan kişi reptilyan ağını zayıflatmakta" hem Pledianlılar hem kasyopyalılar bilgi ve aydınlanmanın koruduğundan bahsetmekteler. Büyük insanlık uyanışı onları yokedecek. Daha öğrenecek çok bilgi var ama yakında hepsi açığa çıkacak.

Sky 2 kanalında Iran ve ABD arasında savaş çıkarmak isteyen reptilyan yandaşları ya da kendileri Iran a  ABD den füze attılar bu  füzeyi bbr UFO düşürdü. Bizim gezegenimiz bu adiler için çok önemli çünkü biz onların birincil yiyecek kaynaklarıyız. Colleen Thomas Pledian annesi yani mesajcı messenger. Bu hanım bu füzenin kesinlikle reptilyanlar tarafından ateşlendiğini söylemekte.

Bu reptilyanlar eski Mısır’da timsah tanrısı olarak anılmaktaydı.

Onların (Reptilianların) milyonlarca yıldır DNA ları değişmemiştir. Reptilyanlar  Dracolar zamanında Lyrian sistemine saldırdılar ve kaçan insanlar bizim güneş sistemimize geldiler.
Samanyolu galaksisini bir uçtan diğerine katederek kaçan kolonistler bizim Güneş sistemimizi buldular.

Ne yazık ki Reptilyanlar bu kolonistleri takip ettiler ve buldular. Yoketmek için ilginç bir silah buldular, onlar içinde buz parçacıkları olan kuyruklu yıldız adı verilen meteorları   (buzlu meteorları) yönlendirerek bir füze gibi kullanma yeteneğine sahiptiler.  Bu silahlar ile saldırmalarının neticesinde Uranüs gezegeninin yörüngesinden çıkmasına sebep oldular Uranüs gezegeni Güneş sistemimizdeki tek yörüngesi kuzeyden güneye olan gezegendir.
Diğer gezegenler batı dan doğuya doğru dönerler. Bu buz kütleleri ile yapılan saldırı Jupiter ile Maldek gezegeninin yörüngelerinin şaşırmasına neden oldu Jüpiter  Maldek gezegeninin patlayıp yokolmasına yol açtı. Satürn'ün halkasındaki buz kütleleri ve taşlar, Maldek gezegeninin kalıntıları olduğu gibi aynı zamanda Jupiter ve Satürn'ün uyduları da Maldek gezegeninin parçalarıdır. Maldek çok büyük bir gezegendi. .....Bu buz kümecikleri de daha sonra Venüs gezegenini oluşturdu.  Burada kaynakta Venüs ün bu yüzden bulutlarla kaplı olduğundan bahsediyor ama o bulutlar halen var.

Reptilyanlar hem şekil değiştirebilmekteler hem de hologram kullanarak şekil
değiştirebilmekteler. Onlar ve griler bizim negatif enerjilerimizden ve üzüntülerimizden beslenmekteler. 

Şimdi de Dünyada çok önemli bir yere sahip “Yabancı Irklar Kitabı” ve bunun videosundan Reptilianlar ve yaşadıkları gezegenler hakkında bahsedilen iki bölümü inceleyelim:

Donald-Trump-Reptilian-shapeshifter.jpg

ALFA DRAKONYALILAR:
Alfa Drakonia ‘da koloniler kurduğu söylenilen Reptilian varlıklar. Bütün Reptilianlar gibi bunlar  da  binlerce yıl önce Terra’da ortaya çıktıklarını , kendi mülkiyetleri için Yeryüzünü tekrar ele geçirme girişimlerini devamlı haklı çıkarma olayını da iddia ederler. Onlar aşikar bir şekilde , yavaş yavaş kapanmaya başlayan “fırsat penceresi” ( Uluslararası insan topluluğunun gezegenler ve yıldızlararası bir güç olmaya başlamadan önceki zaman aralığı ) gibi gittikçe gizli süzülme modundan örtülü istila moduna dönüşen planlanmış bir istila topluluğudur...Onlar, sonunda Yeryüzü tarafından diğer gezegenlerin Terra sömürgesine neden olabilecek ve nüfus, kirlenme, yiyecek ve çevre problemlerine bir çözüm olabilecek kitlelerden ileri teknolojiyi saklı tutarak  pencereyi açık tutmaya uğraşıyorlar.
Terralılar,küçük yaştan alışılmış “savaşçı” içgüdüsüne sahip olduklarından, Drakonyalılar onların yıldızlararası yeteneklere erişmesini ve bu nedenle kendi imparatorluk işlerine bir tehdit olmalarını istemezler. 


DRAKONYALILAR (REPTILIANLAR):
Yerleri, Ana Sistemleri: Alfa Drakonis, Drako,Thuban ’ın Alfa Yıldızı olduğu,  astronomik takım yıldızın ismidir. Bu takım yıldız ,Drakon İmparatorluğunun evidir. Thuban, yılanın Arapça kelimesidir. Bunlar,en azından 3 tane olan Reptoid türlerinin en meşhurları ve en korkulanıdır.Bunlar oldukça gelişmiş varlıklardır fakat insanları düşman ve tamamen aşağı derecede olarak gördüklerinden negatif,düşman ve tehlikeli karakter olarak görülmektedirler.  Söylendiğine göre onlar, Dünyayı çok eski ileri karakol görmekte ve onu tamamen kontrol etmek istemektedirler; çünkü onların gezegeni yeterli destekte  hayat sağlayamıyor.Onlar, teknolojik olarak en gelişmiş türlerden biri biri sayılıyor; fakat gelişmeleri için  bir avantaj olarak kullandıklarından veya yapılacak işleri planladıklarından “gölgeler” halinde çalışmayı tercih ediyorlar.Drako kastının en üst sınıfı, beyaz derili Drako varlıklardır. Bazı deneyim yaşayanlar, beyaz derili Drakoların, yeşil-kahverengi derili Drakolar, Reptoidler ve çeşitli gri tiplerle etkileşimde bulunduklarını rapor ettiler.Bu durumlarda, Drakolar,griler ve Reptoidler dahil insan olmayan bütün diğer varlıklar, beyaz derili Drakolara, sanki kralları veya generalleri gibi davranmaktadır.  Onlar boyutlar arası seyahat edebilirler, çoğu ırklar yapamaz, ve onların yüksek rütbeli üyelerinin bazılarının aynı zamanda görünmez olma gücü vardır. Onların, her gezegenin liderliği içinde süzülme yöntemiyle en az 500’ü sömürgeleştirilmiş, binlerce gezegende varlıkları vardır. Yeryüzünde 3 ana üsleri vardır: Biri Bermuda Üçgeni Yakınında, diğeri Danimarka kıyılarından uzakta bir yerde, ve biri de Yeni Zelanda kıyılarından uzakta bir yer. 

Bunlar insan şekline giren cinlerdir. İslami kaynaklarda da ahir zamanda cinlerin yeryüzünde daha çok görüneceğine dair rivayetler vardır. Deccalin ordusunun çoğunun insan şekline girmiş cinlerden oluşacağı arifler tarafından bildirilmiştir. Cinlerin de şekil değiştirme kabiliyeti vardır. Asırlar boyunca cin hikayeleri incelendiğinde bunların çoğu zaman hep geceleri göründüğü anlaşılır. Çünkü Güneş radyasyonundan etkilendikleri için. Bununla beraber bir hikmet gereği zaman içinde bazı durumlar, olgular değişebilir. Cinlerin ahir zamanda açıkça insanlara görünmesi gibi. Bu konu vesilesiyle medyumlar hariç insanların pek azının bildiği ilginç birdurumdan da burada bahsedelim. Erkek bir insanla, cin kadın evlendiğinde çocuk cinlerden olur ve onların dünyasına ait olur; Erkek bir cin ile kadın insan evlendiğinde doğan çocuk insan olur ve insanların dünyasına ait olur. İşte bir hadisi şerifte bildirilen “Belkıs’ın ebeveynlerinden biri cin idi.” Rivayetinde Kraliçe Belkıs’ın annesinin insan , babasının cin olduğunu anlıyoruz.
                                                                                            
Bu arada, bu konuda önemli bir olay söz konusu!.
Bir açıklamasında Rasûlullah aleyhisselâm diyor ki:
"Âhir zamanda cinler, yer yüzünde açık seçik bütün insanlara görünecek!."
Bu, ya insanların beyninin, cinlerin dalga boyuna açık olması sebebi ile gerçekleşecek. Veya belli bir araç geliştirilecek ve bu araç vasıtasıyla... Mesela, TV gibi bir araç oluşacak, bu araç vasıtasıyla cinlerin varlıkları bütün insanlar tarafından görülebilecek...

Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm bir açıklamasında buyuruyor ki:
“İnsanların sayısının on katı cin; cinlerin sayısının da on katı melek yer yüzünde dolaşmaktadır.” (5) Tarih boyunca edinilen bunca bilgi ve yaşanan olaylardan sonra şu anlaşılıyor ki, Kainatta insanoğlunun gözüne görünmeyen veya bilinmeyen milyarlarca varlık vardır!..

Bir internet  sitesi editörünün açıkladığı bilgilere göre de; bunlar Amerikadaki laboratuvarlarda insan geni ile yılan geninin birleştirilmesinden veya insan embriyosu ile timsah embriyosunun genetikle birleştirilmesinden oluşturulmuş yeni bir tür melez ırktır (mutant) . Bunlardaki şeytani amacın şöyle olduğunu açıklıyor:

“ Amaç ABD de 51. bölgedeki geliştirilen UFO benzeri araçlara bindirilmiş bu tür varlıklarla yeni bir hegamonya oluşturacakları ÇAKMA UZAYLI istilası gerçekleştirmek...bu korku peşinde tüm devletleri birleştirmek...ve TEK DÜNYA DEVLETİ ni kurmak.

UZAYDAN geldiğini iddia edecekleri bir DECCAL i de KUDÜS merkezine oturtmak .
Bazı ünlülerin gözlerine zum yapılarak bunların bir çeşit uzaylı oldukları ve gözlerinin de sürüngene benzediği vurgulanıyor sürekli ...
 Gözlerinin o şekilde olması aslında şeytani öğretilerin etkisi altında olmalarıyla
alakalı. Yapmayı planladıkları şey bu tür bir korkuyu besleyip hazırlamak..ileride de eğer bu embriyo insan +sürüngenleri yaşatabilirlerse ... UFO benzeri araçlarla farklı yerlere gönderip korku oluşturmak ve istila gerçekleştirmek ... Ve tüm devletlerin bir DÜNYA DIŞI saldırı için birleştirilmesinin zorunluğu...


SONUÇ: Birçok haberler, bulgular,işaretler ve yaşanmış gerçekler incelendiğinde üç seçeneğin de makul olduğu görülüyor. Babası ve kendisi yıllarca Amerikan Hükümetinde çalışmış jeolog ve yapı  mühendisi Phil Schneider’ın birçok açıklamaları ve Prenses Diana’nın “Kocasının bazı geceler yaratığa dönüştüğünü” söylemesinden kısa bir süre öldürülmesi dikkate alındığında Reptilianların varlığı açıkça ortaya çıkıyor. İngiliz Kraliyet Ailesinin 1800’lü yıllardan beri Reptilianlar olduğu  dünyada birçok kaynak tarafından bildirilmiştir! Diğer ayrıntıları ve az bilinen gerçekleri okuyucuların ve araştırmacıların  kendisine bırakıyoruz. Yorum yapmak isteyenler görüşlerini bildirirlerse müzakereye katkıda bulunmuş olurlar! “Bunları öğrenince ne işime yarayacak?” gibi yaygın bir soru soranlara tavsiyemiz, “Kendinizi kurtarmak için Allah’ın gösterdiği yolda dürüst ve adaletli bir şekilde yaşayın; ve Kıyametin büyük alametlerine hazırlanın!” olur. Selam ve iyi dileklerle.

Bu konuyu yazdır

  Ses Kayıtlarında Duyduğumuz Kendi Sesimizden Neden Nefret Ederiz?
Yazar: Emka - 05-07-2017, Saat: 18:51 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Londra Üniversitesi, yaptığı araştırma ile ses kaydı yaptığımızda kendi sesimizden nefret etmemizin sebebini ortaya çıkardı.
Kendi sesimizi dijital ortamda kaydettikten sonra tekrar dinlediğimizde, ilginç şekilde ‘ne kadar iğrenç bir sesim varmış’ diye düşünürüz. Londra Üniversitesi, işte bunun sebebini merak etti ve ortaya ilginç veriler çıktı.

Başkaları konuşurken beynimiz, havadaki ses titreşimlerini alır ve bunları duyduğumuz ses haline getirir. Fakat kendimiz konuştuğumuz sırada beynimize bu titreşimler iki kaynaktan gelir. Birincisi ağzımızdan çıkan ve havada ilerleyen titreşimler, diğeri ise içimizdeki ses tellerinin titreşimidir.


11235cc6b738d3b13f3414109c12e67eaaa05b2e.jpg


Laringoloji profesörü Matin Birchall, bu fenomeni Times’a verdiği demeçte şu şekilde açıklıyor: Biz konuşurken kendi sesimiz sinüslerimizden, kafamızdaki boş alanlardan ve kulaklarımızdan geçtiği için, biz onu başka insanların duyduğu şekilde duymayız." Fakat sesimizi bir kayıtta duyduğumuzda sesin tek kaynağı havadaki titreşimler olduğu için kendi sesimizi dinlediğimizi unutup sanki bir başkasını dinliyormuş gibi dinleriz. Bu da kendi sesimizi biraz garipsememize, hatta nefret etmemize sebep olur.

Bu konuyu yazdır

  Bağırsak Mikroplarının Duygusal Davranışlarımızı Etkilediği Ortaya Çıktı!
Yazar: Emka - 05-07-2017, Saat: 18:26 - Forum: SAĞLIK - Yorum Yok

Bağırsak mikropları ile beyin arasında doğrudan bir bağlantı olduğu anlaşıldı. Yapılan testlere göre karnımızda yer alan mikroplara göre duygusal hallerimiz de şekilleniyor.
Bağırsak mikropları vücudumuzda ne işe yararlar hiç düşündünüz mü? Sindirimi mi kolaylaştırırlar, yoksa karın ağrısı, mide ağrısı gibi rahatsızlıkları mı ortaya çıkarırlar? Bunların hiçbiri değil. Yapılan araştırmalar sonucunda bağırsaklarımızda bulunan bakterilerin direkt beynimizle ilgisi olduğu anlaşıldı.

Kaliforniya Los Angeles Üniversitesi liderliğinde yapılan araştırmada karnınızla beyniniz arasında olağandışı bir bağ olduğu kanıtlandı. Daha net bir şekilde açıklamak gerekirse, bağırsak mikropları ruh hali ve genel davranış ilişkilerini etkiliyor.

Önceki araştırmalarda kemirgenlerde anksiyete ve depresyon ile ilgili hastalıklar dahil olmak üzere tüm duygusal yanıtlar, karında bulunan bakteriler aracılığı ile bulunmuştu; ancak yeni bulgular sağlıklı insan bireylerinin de bu bakterilerle duygularını belirlediklerini gösteriyor.

4033ebee502a24fdd0a29c3dc60c581612a5d062.jpg


Araştırmacılar deney için 40 farklı kadından dışkı topladı. Kadınlar daha sonrasında MRI cihazına bağlandı ve duygusal tepkiler uyandırmak üzere tasarlanmış bireylerin, ortamların ve çeşitli nesnelerin görüntüleri gösterildi.

Bu araştırma sonucunda beyin oluşumunu etkileyen iki ana bakteri olduğu anlaşıldı. Bunlardan birincisi Prevotella isimli bakteri. 40 kadının 7’sinde gözlemlenen bu bakteri, beyinde olumsuzluk, kaygı ve sıkıntıyı gözler önüne serdi. İkinci önemli bakteri ise Bacterioidler oldu. Toplamda 33 kadında gözlemlenen bu bakteriye sahip kadınlar olumsuz görseller gösterildiğinde bile olumsuz duygular yaşamaya daha az yatkınlardı.


Bu deney sayesinde duygularımız konusunda bağırsak mikroplarının doğrudan etkisi olduğunu gördük. Bu araştırma, bilim insanlarını bazı hastalıkları çözümleme konusuna bir adım daha yaklaştırdı. İleride duygusal rahatsızlıkların önüne insanlar daha doğmadan geçilebilir.

Bu konuyu yazdır

  İndigo Çocuklar Ne Zaman Doğmaya Başladı! Amaçları Nedir Hangi Özelliklere Sahiptir!
Yazar: EvrimBilge - 05-07-2017, Saat: 14:28 - Forum: İndigolar - Yorum Yok

Yeni çağ dediğimiz ve dünya beşeri için yeni bir tekamül düzeyinin arifesinde olduğumuz şu günlerde, her şeydeki hızlı değişime paralel olarak, yeni doğan çocuklarda da değişiklikler gösterdi.

80’li yılların başlarından beri, belirgin niteliklere sahip çocuklar dünyaya gelmeye başladılar.

İndigo çocuk, bir dizi yeni ve olağandışı psikolojik nitelik sergileyen ve genelde daha önce belgelenmemiş bir davranış biçimi gösteren çocuktur. Bu yeni kalıpları görmezden gelmek potansiyel olarak bu değerli çocuklarda dengesizlik ve düş kırıklığı yaratmak demektir. İndigo çocukların en belirgin özellikleri şunlardır;

Zeka mı Yoksa Doğuştan İşlenen Kodlar mı?

İndigolar çocukken bile erişkinlerin tüm duygu ve düşüncelerini okur, olayları ve sebeplerini anlarlar. Çoğunlukla, öğretmenlerinin o kadar ilerisindedirler ki, öğretmenleri söylenenleri kavrayabilmek için kendi titreşimlerini yavaşlatmak zorunda kalır. Adeta, beyinleri daha hızlı çalışmaktadır ve diğer çocuklarla birlikte aynı sınıfta olmak bile onlar için sonsuz bir sabır gerektirir. Bu nedenle kendi ilgi alanlarında yaratıcı bir eğitim alamıyorlarsa, okuldan uzaklaşır veya ders başarıları düşebilir.

“Zeki, çok bilmiş, ukala, büyümüş de küçülmüş, kendini geliştirmiş” gibi görülseler de, benim kanatimce bunları kendiliklerinden yapmadıkları “onlara doğuştan bir kod verildiğidir”.

Çünkü öyle bir duygu içindedirler ki erişkin dünyasına (kültür, dil, din, sanat) her adım attıklarında “ben bunu zaten biliyorum” derler ve yaşından çok çok önce her türlü bilgiyi aç bir şekilde özümserler. Bunları anlamada ve yorumlamadaki becerileri genelde “ zeka kaynaklı” olarak adlandırılsa da zekaları kesinlikle yüksek olmakla beraber, bu durum zeka kaynaklı değildir.

Yüksek Sezgi Gücü

Dünyaya daha önceden gelmiş ve yaşamış hissederler. Onlar için herşey hem yeni hem eskidir. Çok sık Deja-Vu yaşarlar (“ben bu anı önceden yaşamıştım” hissi).

Rehber rüyalar görürler, çocukluklarında doğaüstü olaylar yaşamış olabililer. Ama sonrasında zekalarını o kadar ön plana çıkarırlar ve bu durum insanlar tarafından o kadar rağbet görür ki (aynı zamanda hayatta kalma mücadelesi dolaysıyla), sezgilerini geri plana atarlar.

Aslında her zaman sezgileri tarafından uyarılırlar ve bu durum onların “büyük hatalar yapmalarını” engeller. Ama yine de zihinlerini dinledikleri için, kendileri ile savaşları bir türlü bitmeyebilir.

Yine de insanları sezgisel olarak tanımada, onların hislerini okumada ve doğru yorumlamada doğal bir ustalıkları vardır. Bu durum onların, “diğerleri için, diğerlerinden çok” üzülmelerine yol açabilir.

indigolar-ne-zaman-do%25C4%259Fmaya-ba%2...hiptir.jpg

Liderlik

Bu çocuklar binlerce yıldır insanoğlunun aklına gelmemiş değişiklikleri kolaylaştıran liderler olabilirler. İndigolar bir savaşçı ruhuna sahiptirler, çünkü onların ortak amacı insanlığa artık hizmet etmeyen eski yaklaşımları toptan ortadan kaldırmaktır.

Bunu otorite kurmak ya da “özel olmak” amacıyla yapmazlar ama yönetim ve organizasyona karşı kendiliğinden eğilimleri dolayısı ile doğal liderdirler.

Aile Durumları

Genellikle “iyi” denilebilecek anne babalara ya da düzenli ailelere sahip olmazlar. Bu durum dolaysıyla çok acı çekebilirler ama bu tamamen İLAHİ PLANIN bir parçasıdır. Yaşamlarında çektikleri acılar, onların dünya ve diğer insanlar üzerinde gereken değişikliği yapmalarını sağlayacak ateşli bir doğaya ve kızgın bir mizaca sahip olmalarına neden olur.

Sistem Yıkıcılar

Her zaman farklıdırlar, arkadaşları arasında çocukken sevilmekle beraber kendilerini her zaman onlardan farklı hissederler. Ergenlik çağına geldikçe “yalnız” ve uyumsuz olabilirler. Çünkü onlar diğer arkadaşların arasına katılmak için gerekli olan davranış kalıplarını benimseyemezler.

Adaletsizliğe ve bağnazlığın her türüne (bilimde, dinde, sanatta, insan ilişkilerinde görülen) karşı çıkarlar. Sürekli “neden?” diye sordukları için otorite figürleriyle de karşı karşıya gelirler.

Yerleşik kültür ve toplum normlarına uymamaları, diğer insanlar tarafından sistem yıkıcılar (herhangi bir sisteme uyum sağlayamayanlar) ve tehlikeli kişiler olarak görülmelerine neden olur, okul ve iş hayatında sorunlar yaşarlar (uzlaşma becerisini geç yaşlarda edinirler) Halbuki onlar, bululundukları yaş grubu ve çevreleri tarafından anlaşılsalar, yüksek anlayışları ve farkındalığı getirdikleri görülür.

Bazen o kadar aykırı olurlar ki, ergenlikleri erken cinsellik ve yanlış tercihler, alkol veya uyuşturucuya sürüklenebilir. Enerjileri oldukça yüksektir ama kimi zaman doğru şekilde yönlendirilmediği için, bu enerjilerini kendilerine ya da başkalarına zarar vermede kullanabilirler.

Aşırı hassasiyetlerinden dolayı, anlaşılmadıklarında ya da anlaşılmadıklarını hissettiklerinde içe kapanabilir ve uzun zaman dış dünyaya kapılarını kapatabilirler. 30 lu yaşların başında ise değişmeleri ve tüm yaşadıklarını sindirerek insanlık için hizmet etmeleri beklenir.

Dışlanmışlık ve Uyumsuzluk Hissinden Dolayı Kendi Değerini Bilememe

Ben, indigoların “kimi zaman küstahlığa kaçan kendine güven” imajlarına rağmen, “kendi değerlerini bilme konusunda” büyük sorunlar yaşadıklarını düşünüyorum.

Disiplin edilmedeki zorlukları ve değişik bakış açıları nedeniyle daha küçüklüklerinden beri dışlanırlar ve eğer destek verici bir anne babadan yoksunlarsa -ki çoğunlukla öyledirler- kendilerini eleştirmeye başlarlar. Çünkü toplum sürekli onlara “yanlış oldukları” ve “değişmeleri gerektiğini” söylemiştir.

Bu dışlanmayı okul, iş ve özel hayatlarının her boyutunda yaşayabilirler. İndigo eğer bir kadınsa, asla “erkek için ideal” ve “toplumun beklediği” gibi bir kadın olamaz. Kesinlikle sorumluluk duyarlar ama bunları sırf “öyle olması gerektiği için” yapma konusunda bir inatları vardır. Erkekleri de tamamen aynıdır.

İşte bu nedenle İndigolar her zaman bir şekilde yalnızdırlar. Çünkü karşı cins onlara bu özelliklerinden dolayı hemen çekilmekle beraber, yine aynı özelliklerinden dolayı hızla uzaklaşır 

Yeni Nesil: Kristal Çocuklar

Şimdi 2. nesil çocuklar geliyorlar. Onlara “Kristal Çocuklar” diyoruz ve 1990 dan sonra doğanlar kabul ediliyorlar. Onlar İndigo çocukların tersine ateşli savaşçılar değil, sakin, doğaüstü güçlerle donatılmış, bulundukları yere huzur getiren ve düzeni yumuşaklıkla değiştiren çocuklar olacaklar.


 

Bu konuyu yazdır

  RÜYALAR HAKKINDA İLGİNÇ GERÇEKLER
Yazar: Spiritüeller - 05-07-2017, Saat: 13:47 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Rüyaların %90ını unuturuz
Gördüğümüz rüyaların sadece çok az bir kısmını hatırlarız. Oysa bize ne kadar uzunmuş gibi gelir…

Gözleri görmeyenler de rüya görebilir
İlginç de gelse gerçektir. Gözleri hiç görmemiş kimseler tamamen sembolik şeyler görür…

Herkes rüya görür
Görmediğini zannedenler büyük yanılgı içindedir! Sadece hatırlamazlar…


Rüyamıza giren bir yüzü, mutlaka bir yerde görmüşüzdür
Tanımadığımızı sansak da, belki yolda yürürken farkında olmadan yanımızdan geçmiş biridir!


Bazen siyah beyaz rüyalar görürüz
Eskiden daha sık rastlanan bir durum olsa da, bu da ilginç bir bilimsel gerçek.


Gördüğümüz her şeyin sembolik bir anlamı vardır
Bize anlamsız da gelse mutlaka bir anlamı vardır.

Rüyalar duygu durumlarını yansıtır
Keyfimiz yerindeyse iyi, değilse kötü rüyalar görmemiz çok olasıdır.

R%25C3%25BCyalar-Hakk%25C4%25B1nda-%25C4...7ekler.jpg


Gecede 4 ila 7 rüya görürüz
Kişiden kişiye değişmekle birlikte birden fazla görürüz. Oysa biz çoğunlukla tek rüya hatırlarız.


Hayvanlar da rüya görür
İnanmıyorsanız uyurken onları izleyin…


Rüyalar arasında işbirliği vardır
Yarım kalan rüyanız bir süre sonra devam edebilir ya da bir önceki gece gördüğünüz rüya ertesi gün başka bir rüyaya bağlanabilir.

Kadınlarla erkeklerin gördükleri rüyalar farklıdır
Kadın erkek farkı rüyalar da bile ortaya çıkar. Yaşantıların ve hayata bakışını farklılığı rüyalara da yansır.


Önceki yaşantılarımız etkilidir
Ne yaşadıysak rüyamızda da onların yansımalarını görürürüz

Rüyada öldüğünü gören vardır
Mümkün olmadığı söylense de görülebilir. Halk arasında ömrün uzadığına işarettir.


Rüyada cinsel haz alınabilir
Rüyada cinsel birleşme yaşanabilir ve haz duyulabilir.


Rüyada koku duyup tat alabiliriz
Çoğunlukla gerçekten aldığımız koku rüyamıza yansır. Örneğin pişen yemeğin kokusu…

Bu konuyu yazdır

  DÜNYADA OLAN 50 İLGİNÇ GERÇEK
Yazar: Spiritüeller - 05-07-2017, Saat: 13:31 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

1- Dünya nüfusunun yüzde 70'i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.  
2- Kenya'da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.
3- Mc Donalds'ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan tacını tanıyanlardan fazla.  
4- Brezilya'daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla.  
5- Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç kalıyor.  
6- 150'den fazla ülkede işkence var.  
7- Dünyanın üçte biri savaş halinde.  
8- Sigara içenlerin yüzde 82'si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.  
9- Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39 yıl yaşıyor.  
10- Afrika'da 30 milyon kişi AIDS. 
11- Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek için yaşanıyor.  
12- ABD'de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.  
13- Her yıl 10 dil ölüyor.  
14- Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.  
15- İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.  
16- Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor.  
17- Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya yakalanıyor.  
18- Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.  
19- İngiltere'de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol'un (televizyonda yayınlanan bir müzik yarışması) ilk sezonunda 32 milyon kişi oy kullandı.  
20- ABD, pornografiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.  
21- ABD, "haydut devlet" diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha fazla askeri harcama yapıyor.  
22- Dünyada 27 milyon köle var.  
23- Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç haftada bir Ay'a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.  
24- Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa'ya satılıyor.  

dunyadan_50_ilginc_gercek_h492_ae708.png

25- Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali, zengin aile çocuklarına göre 3 kat daha fazla...  
26- Yeni Zelanda'dan İngiltere'ye uçakla getirilen bir tane kivi, atmosfere kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.  
27- ABD'nin, BM'ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.  
28- Rusya'da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda hayatını kaybediyor. 29- İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha fazla bilgiye sahip.  
30- 15 yaşındaki İngilizlerin yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte biri sigara içiyor.  
31- Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.  
32- ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken hamilelik oranına sahip.  
33- Çin'de 44 milyon kadın kayıp.  
34- 2002'de idamların yüzde 81'i ABD, Çin ve İran'da gerçekleşti. 
35- AB'deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon, Afrika'nın yüzde 75'inin günlük geçiminden daha fazla.  
36- 70'in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi yasak, 9'unda ise cezası ölüm.  
37- Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle yaşıyor.  
38- 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.  
39- Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat kalıyor.  
40- Hindistan'da 44 milyon çocuk işçi var.  
41- Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6- 7 kg katkı maddesi yiyor.  
42- Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78 milyon dolar, yani saniyede 2.5 dolar kazanıyor.  
43- Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.  
44- Washington'daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her seçilmiş kongre üyesi için 125 kişi çalışıyor. 
45- Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.  
46- 1977'den bu yana ABD'deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve taciz vakası yaşandı. 47- Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.  
48- Amerikalıların üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.  
49- Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.  
50- Petrol rezervleri 2040'da tükenebilir.

Kaynak: Siradisibilgiler.com

Bu konuyu yazdır

  Mantra ve Semboller
Yazar: deniz - 05-07-2017, Saat: 13:24 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Merhaba arkadaşlar,

Mantra kullanımı, semboller, ve faydaları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Şimdiden teşekkürler...

Bu konuyu yazdır

  BİLİNÇALTINIZI ETKİLEYEN 8 MUCİZEVİ KELİME
Yazar: Spiritüeller - 05-07-2017, Saat: 13:17 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Hepimiz bilinçaltının güçlerini ve yapabileceklerini kesin olarak bilmiyoruz. Ama bilim adamlarına göre bilinçaltı ve beyin hakkında bildiklerimiz sadece buz dağının görünen kısmı. Beyin ile ilgili tam olarak çözülen şeyler %5 civarındadır.

Kısaca beynimiz sırlarını hala çok iyi şekilde korumaktadır. Bilinçaltı bazı kelimelere ve cümlelere diğerlerinden daha fazla ilgi gösterir. Bu kelimeleri bilinçaltınıza ulaşmak ve kod girmekte kullanabilirsiniz.

*Başkaları için
"Ayrıca aşağıdaki cümleleri önemli konuşmalarda karşınızdaki kişiye etki etmek için kullanabilirsiniz." Ön cümlede anahtar kelimeyi kullanın ve ikinci cümlede iletmek istediğiniz fikri.

*Kendiniz için
Aşağıda vereceğimiz kelimeleri ön cümlede ve sonra da isteklerinizi diğer cümlede kullanın. 5'den az olmamak üzere her gün tekrar edin.

42164.jpg

"Güç" Kelimesi
(Her türlü olumlama cümlelerinde kullanılabilir.)
Bilinçaltına etki eden en önemli kelimelerden biridir. Bu kelimeyi şöyle bir cümlede kullanarak bilinçaltınıza ulaşın. Ben Güçlüyüm. (Örnek) Sigarayı bırakıyorum. (Örnek) Öfkemi terk ediyorum.

"Güven" Kelimesi
(Başarıya ulaşmak istediğiniz her olayda kullanılabilir.)
Bilinçaltına etki eden bir diğer kelime budur. Pek çok firma bu kelimeyi reklamlarında kullanır. Algımıza firmanın güvenilir olduğu yerleştirirler. Ben Kendime güveniyorum. (Örnek) O işi başarıyla tamamlıyorum. yada Ben x kişiye güveniyorum. (Örnek) Bana tüm kalbiyle yardım ediyor.

"Eşsiz" Kelimesi
(Tüm olumlama cümlelerinde kullanılabilir.)
Bilinçaltınıza hızlıca etki edebilecek bir kelime. Bu kelime bilinçaltı için altın değerinde bir etki yapar. Ben eşsiz bir insanım. (Örnek) Yaşamımı güzelleştiriyorum.

"Kabul" Kelimesi
(Aşılamayacak sorunlarda ve her türlü olumlama cümlesi ile birlikte kullanılabilir.)
Bilinçaltı kodlarına girmek için kullanabileceğiniz harika bir kelimedir. Ben hayatımı kabul ediyorum. (Örnek) x olay artık benden tamamen uzaklaştı.

"Sağlık" Kelimesi
(Bedensel ve Psikolojik problemlerde ayrıca ruhsal enerji problemlerinde kullanılabilir.)
Bilinçaltı ölüm ve doğum olaylarına çok önem verir. İşte sağlık kelimesi de bu yüzden bilinçaltının önem verdiği bir kelimedir. "Ben sağlıklıyım. (Örnek) X problemimi kolaylıkla çözüyorum. 

"Sevgi" Kelimesi 
(Kişisel ilişkiler ve diğer tüm sıkıntılı ilişkilerde kullanılabilir)
Bilinçaltı sevgi aşk ve arzu gibi kelimelere çok önem verir. Bilinçaltının doğum arketipi ve anahtar kelimelerinden biridir. "Ben sevgi enerjisiyle doluyum. (Örnek) X kişi ile ilişkim bu enerji ile yükseliyor.

"Özgür" Kelimesi
(Duygusal ve Bağlayıcı sorunlarda öncelikli olarak kullanılabilir.)
Bilinçaltında büyük bir etkisi olan bir kelimedir. Bilinçaltı için en önemli kelimelerden biridir. Bir insan ancak özgürken huzurlu ve mutludur. (Örnek) "Ben özgürüm. Şu anki bağlayıcı durum tamamen çözülüyor."

"Zengin" Kelimesi
(Maddi ve Manevi problemlerde kullanılmalıdır.)
Bilinçaltı fakirlik ve zenginlik arketiplerine çok önem verir. Bir insanın hayatını devam ettirmesi için maddi ve manevi olarak tokluğa ulaşması gerekmektedir. Ben Zengin bir insanım. (Örnek) "Maddi durumum tamamen artıyor ve bolluk içindeyim."

Bu konuyu yazdır

  Spiritüel Alemin En İyi 10 Kitabı
Yazar: Emka - 05-07-2017, Saat: 13:11 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

1) Atlıkarıncada Bir Tur Daha – Tiziano Terzani (Merkez Kitaplar)
Spiritüel alemin en iyi kitabı, aslında çoğunun adını ilk defa duyacakları için biraz da sürpriz bir kitap. Yazarı “Bu kitap nasılsa ulaşması gerekenlere ulaşacaktır” diyerek kitabın reklamının yapılmasını reddetmiş ve gerçekten de fısıltı gazetesiyle kitap, hiç reklam çok satanlar listesinde 1 numaraya oturmuş. Ülkemizde nerdeyse hiç bilinmeyen “Atlıkarıncada Bir Tur Daha” muhteşem bir bilgelik kitabı, ama aynı zamanda doğu öğretilerinin ve tıbbının, kapitalizm ve küreselleşmenin elinde ne hale dönüştüğünü gösteren ve spiritüel konuları meslek edinmişlere gayet oturaklı eleştiriler de yönelten bir eser. Kitap, spiritüelliğin en zorlandığı alan olan ruhu akılla birleştirmek konusunu da başarıyla gerçekleştirmiş bir insanın öz-yaşam öyküsü.

Hikaye, Terzani’nin kansere yakalandığını öğrenmesi ile başlıyor ve onun kanserine çare ararken yaptığı yolcuğu anlatıyor. Öyle bir yolculuk ki bu, Amerika’dan Tibet’e, Tayland’dan Himalayalar, Hindistan’dan Hong Kong’a kadar uzanıyor. Kah New York’te ultra modern bir hastanede oluyoruz onunla, kah Hindistan’da sefil bir köyde veya Tibet’te bir tapınakta… Reiki, yoga, ayurveda, homeopati, zihnin gücü, doktorlar, şifacılar, ermişler, şarlatanlar, umut tacirleri, bilgeler … Geleneksel tıbbın nabzında ve klasik tıbbın büyütecinde bir “insan”ın gerçek yolcuğunu okuyoruz 680 sayfalık bu kitapta.

2) The Secret – Rhonda Bryne (Mia-OWO Yayınları)

Bir tarafta bu kitabı “hayatımı değiştirdi” deyip başının üzerinde gezdirenler, diğer tarafta yerin dibine batırıp, “enayi avcısı” diye dalga geçenler… Siz her iki tarafa da aldırmayın ve önyargılardan arınmış şekilde okuyun “The Secret”ı. Binlerce yıldır çeşitli kaynaklarda yer alan bilgileri derleyip, sadeleştirerek ve örneklendirerek anlatan ve başarısını da bu sadeliğine borçlu “hayat değiştirebilecek” bir eser. İçinde “yeni” bir bilgi barındırmıyor, fakat mevcutları öyle güzel sunuyor ki bugüne kadar “aynı” bilgileri defalarca okuduğu halde hayatında uygulayamayanlar için bir nev’i eylem kitabı niteliğine bürünüyor. Diğer yandan eleştirilebilecek yanları da mevcut elbette, ama siz kopan fırtınalara aldırmadan kitabın özünü almaya ve “çekim yasası”nı işleyişini kavramaya bakın.

3) Martı – Richard Bach (Epsilon Yayınevi)
Richard Bach’ın birçok kitabı bu listede rahatlıkla yer alabilir. Fakat tabii ki içlerinden birini seçelim dersek, en önce “Martı” gelir. Günlerini teknelerden kendilerine atılacak yiyecek artıklarını bekleyerek harcayan binlerce martının arasından birisi, Jonathan Livingstone’nun kendini buluş hikayesi bu. “Ben aslında kimim?” sorusuyla başlayıp, en yakınlarının engelleme çabalarına rağmen vazgeçmeyen ve sonunda kendisinin, kendisine öğretilenden çok daha fazlası olduğunu öğrenen ve öğreten bir martının enfes hikayesi. Bir martının karakterinde, insanın kendini keşfetmesinin de hikayesi. (Halen hayatımdaki birçok adımda, özellikle de engellenmeye çalıştığım noktalarda Jonathan’ın nasıl davrandığı aklımdadır…) Bir defa okumak yetmez, defalarca okunmalı.

4) Işığın Savaşçısının El Kitabı – Paulo Coelho (Can Yayınları)
Ben sevmem öyle “ışık işçisi, ışık savaşçısı, ışık böcüğü…” gibi sıfatları amma velakin yine bir diğer enfes spiritüel romanın, “Simyacı”nın yazarı Paulo Coelho’nun bu kitabında “Işık Savaşçısı” kavramı bambaşka. O, esasında “Kamil İnsan” olarak nitelendirebileceğimiz insanın el kitabını yazmış ve hiç de öyle “elele toplaşıp, barış şarkıları söyleyip, nameste çekip, dünyayı ışığımızla kurtaralım” diyen uçmuş tipler gelmesin “Işık Savaşçısı” denilince aklınıza. Gerçekten “yaşayan insan”ın rehberi bu ki, hayatta mutluluklar olduğu kadar, kan ve gözyaşının da olduğunu kabul eden, ayakları dünya üzerine sağlam basan ve yüreğini, aklı ve ruhuyla bir etmiş insanların rehberi bu. Eğer mesajlarını tüm varlığıyla hissedebilirseniz, hayatınızı birebir etkileyecek bir kitap, ama diğer türlü “ay ne güzel bilgiler var, hemen arkadaşlarımı ileteyim” deyip harcarsınız, sonra da evinize gelen arkadaşlarınıza kitaplığınızı gösterdiğinizde “ay ne güzel kitaptır o” deyip, varlığını unutursunuz. Seçim sizin…

The-Meta-Secret-Mel-Gill-800x445.jpg


5) Yuvaya Yolculuk – Kryon (Akaşa Yayınları)
Kryon tıpkı Ramtha örneğinde olduğu gibi, bir medyum aracılığı ile (Lee Carroll adı) bilgi aktaran bir varlık. 1989’dan beri dünyanın çeşitli bölgelerinde celseler halinde bilgiler aktarıyor. Yalnız güzel niyetlerle başlayan faaliyetlerin içine zamanla para, pazarlama, iktidar ilişkileri gibi faktörler girince olanlar, Kryon’un da gözümdeki güvenilirliğini azaltmış etkenler. Ama ne olursa olsun, tüm celseleri, bilgileri vs. bir yana; bu roman bir yana. Esasında Kryon öğretisinin özü de bu romanda ve hiç de öyle burun kıvrılacak bir öğreti değil bu. 
Kitap, Michael Thomas adlı bir adamın hikayesini anlatıyor. Amcam birçoğumuz gibi hayatından mutsuz ve artık ölmeyi isteme noktasına gelmiş. Derken hayat ona bir “hediye” sunuyor ve evine giren bir hırsız, Michael’ı bir güzel dövüp hastanelik ediyor ve işte o noktada Michael’ın içsel yolculuğu başlıyor. Sonrasında ise hayatınızda size yardımcı olacak birçok harika benzetmeler ve örneklerle dolu enfes bir öykü. Kryon’un başka kitaplarını okumaya niyetiniz olmasa bile, bunu mutlaka ama mutlaka okuyun.

6) Tanrı ile Sohbet Serisi, Neale Donald Walsch (Ötesi Yayınları) 
Hayatımda çok sıkıntıda olduğum bir dönemde rastlamıştım bu kitaba. Ev arkadaşlarımın evi aniden terk edip beni yüksek bir kirayla baş başa bırakmışlardı ve ödenmemiş bir sürü fatura bekliyordu. Yine üzerine binen sıkıntılar da vardı ve ben ne yapacağımı bilmez halde geziniyordum. Derken bu kitabı gördüm ve öyle de umarsamaz bir ifadeyle açtım. Karşımda şuna benzer bir soru vardı: “Tanrım, evde ödenecek o kadar fatura ve bir de kira beni beklerken, sen hala nasıl kendi gücünü keşfet diyebiliyorsun?”. Soruyu görünce kalakalmıştım ve daha sonradan defalarca deneyimleyip öğreneceğim üzere bu kitabın, aklınızdaki sorulara yanıt verebilme gibi bir ilginç özelliği vardı. Evet, çok ilginç ama mesela cidden yanıtını istediğiniz bir soru aklınızdan geçirin ve rastgele bir sayfayı açın, bakın bakalım ne göreceksiniz. Hatta bir gün bir arkadaşım bana “Hasan, ya biz bunları uyduruyorsak, ya bu kitabı açıp yanıtları almamız bir tesadüfse” dedi ve ben de rastgele bir sayfayı açtım, aynen şunlar yazıyordu: “Tüm bunları, bu yaşadıklarınızı kendinizin uydurması sanıyorsanız, beni aşağı çekersiniz”. 
Daha ne diyebilirim ki, biz o gün ağlamaktan bir hal olmuştuk. Tabii yanlış anlaşılmasın büyülü bir kitap değil bu. İşin sırrı, kitabın içinde geçen “siz bir soruyu sorunun yanıtını gerçekten isteyin, size yanıtı mutlaka bir filmle ya da bir şarkıyla ya da bir kitapla… mutlaka gelecektir” cümlesinde yatıyor. Yazarın, kendi yüksekbenliğiyle (ya da içsel ses, ya da Tanrı artık ne ad verirseniz) sohbetleri diye nitelendirebileceğimiz bu kitap da o kadar geniş kapsamlı ki içinde sorularınıza mutlaka bir yanıt bulabilirsiniz.


7) Dokuz Kehanet ve Onuncu Kehanet (Altın Kitaplar)
Yakın zaman içinde filmini de izlediğimiz “Dokuz Kehanet” ve devamı “Onuncu Kehanet”, ben de dahil olmak üzere birçokları için spiritüel bilgilerle tanışma kitabı olmuştur. Mayalardan kalan gizemli bilgilerin peşinde koşan kahramanımızın yolculuğu, kitaba sanki ilk başlarda bir “İndiana Jones”muş muamelesi yaptırsa da, okumaya başlayıp bilgilerle karşılaştığınızda kendinize ve hayata yeni bakış açıları kazandıran bir başyapıtla karşı karşıya olduğunu hissedersiniz. Zaten bunu hisseden çok kişi olduğu için de kitap, hemen herkesin “en iyi 10″unun içinde ve filmi çevriliyor. Devamı olan “Onuncu Kehanet” ise ilk kitaptan da iyi. Okurken içerdiği bilgilerin enerjisinden başım dönmüştü diyeyim siz anlayın. Hele ilk kitapta aşkı anlatan bir bölüm vardır ki: “…Şu anda onunla birlikte olmanız mümkün değil, çünkü hazır değilsiniz. Sen bir yarım elmasın, o da bir yarım elma ve iki yarım elma bir araya geldiğinde bir elma olduklarını düşünürler ilk başlarda. Ama bu yanıltıcıdır, bir süre sonra uyuşmazlıklar başlar ve ilişki biter. Ama kendi içinde bütünlenip tam elma olduğunuzda, iki tam elmanın ilişkisini yaşarsınız, o zaman bu çok uzun sürecektir…” Okumadıysanız mutlaka okuyun.

8) M. S. 2150 – Thea Alexander (Akaşa Yayınları)
1976 yılında yazılmış ama güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyecek bir başyapıt. Bir gece yatağa girdikten sonra gözlerini 2150 yılında açan bir adamın öyküsü, makro ve mikro-felsefelerin anlatımı ve özellikle de tamamen spiritüel yaşayan bir toplumun nasıl olabileceğini resmetmesi açısından harika bir eser. Hani böyle kitaplarda altını çizerek okursunuz ya, ben bu kitabı okurken altını çize çize kitabı yırtmıştım neredeyse. Ayrıca “Eşruhlar” kavramını anlatımı, okuyanlara “ah ben de istiyorum bundan” dedirtmiş ve hatta karşılarına çıkıp aşık oldukları herkesi “eşruh”ları zannedip bir “eşruh” enflasyonu oluşmasına katkıda bulunmuştur. Benim ilk okumamdan beri bir 10 sene geçtiği ve halen kitabın birçok yerini satır satır hatırladığım düşünülürse, ne kadar etkileyici bir eser olduğunu tekrarlamam yanlış olmaz herhalde.

9) Siddhartha – Herman Hesse (Afa Yayıncılık)
“En İyi” listemizdeki kitapların, kitapçıların spiritüel kitaplar raflarında bulamayacağınız bir tanesi de dünyaca ünlü edebiyat klasiklerinden “Siddhartha”. Ünlü Alman Yyazar Herman Hesse’nin birçok romanını rahatlıkla spiritüel kitaplar kategorisinde değerlendirebiliriz, ama içlerinden “Siddhartha”, diğerlerinden bir adım önce çıkıyor. 
Buddha’nın aydınlanmadan önceki kimliği Prens Siddhartha Gotoma’nın, aydınlanma yolunda yaşadıkları, Hesse’nin kendi anlatımı ve eklemeleriyle harika bir hikayeye dönüşmüş. Öyle Sanskritçe kelimelerle dolu kutsal bir metin sanmayın bu kitabı, son derece yalın, içten ve anlaşılır, senin benim gibi bir adamın hikayesi bu.

10) Dingin Savaşçı – Dan Millman (Ötesi Yayınları)
Tanıdığım için rahatlıkla söyleyebilirim ki son derece sıcakkanlı, ilgili ve alçakgönüllü bir insan, Dan Millman. Roman da esasında kendi içsel yolculuğunun öyküsü. Yazar, Socrates adını verdiği bilge bir savaşçının rehberliği ve Joy (Haz) adındaki gizem ve coşku dolu doğasını ismine yansıtmış bir kadının dayanılmaz çekiciliğinin etkisiyle, yaşamı yeniden öğrenişini anlatıyor romanında. O öğrenirken de siz de onun öğrenme sürecine eşlik ediyor ve kendinize çok şeyler katıyorsunuz. Özellikle günlük yaşam içine karşılaştığınız durumlara, spiritüel bakış açısıyla nasıl bakılabileceğinin örneklerini görmüştüm ben kitabı okurken. Filmi de çevrildi ve ABD’de geçtiğimiz günlerde yoğun talep üzerine ikinci kez gösterime girdi.


DERKİ: Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

Bu konuyu yazdır