Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1220 kullanıcı aktif » 1 Kayıtlı » 1219 Ziyaretçi rahmanmutlu
|
Son Aktiviteler |
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 290
|
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 375
|
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 800
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 724
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,603
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,975
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,223
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,352
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,603
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,883
|
|
|
ÇANAKKALE SAVAŞI GÖRGÜ TANIKLARI OLAN 3 YENİ ZELANDALI ASKERLERİN AÇIKLAMASI |
Yazar: Spiritüeller - 20-06-2017, Saat: 22:23 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
12 Ağustos 1915
Aşağıda anlatılanlar , bu tarihte gerçekleşmiş garip olayın bir dökümüdür. Bu olay , savaşın en şiddetli ve son anlarında , gün ışığında , Anzak Suvla Koyu 60. tepede gerçekleşti Gün ağarırken gök berraktı. Görünürde 6 ya da 8 tane , hepsi birbirinin eşi olan ,ekmek somunu biçimindeki bulut 60.tepenin üstünde yayılmış duruyordu.O sırada saat de 6 ya da 8 kilometrelik bir hızla güneyden meltem esmesine karşın , bu bulutların biçimleri de yerleri de değişmiyordu.
Meltemin etkisiyle kayıp gitmediler. Bulunduğumuz yere göre 60 derecelik bir yükseklikte asılı duruyorlardı; yani tepenin 150 metre üstündeydiler. Bulut kümesinin tam altına gelen yerde , toprağın üstünde duran aynı boyut ve biçimde duran bir bulut daha vardı. Yaklaşık 250 metre uzunluğun da 65 metre yüksekliğinde ve 300 metre genişliğindeydi. Bu bulut oldukça yoğundu, yapısı katı maddeymiş gibiydi ve İngilizlerin bulunduğu savaş yerine 900 – 1100 metre uzaklıktaydı
Bütün bunları Yeni Zelanda Kıtasının 1.Sahra birliğine bağlı 3. Bölük deki 52 asker gördü.Türk birliklerinden ise 100’e yakın askerin bu olayı birebir gördüğüne şahit olduk.Yeni zelandalıların aralarında bizde vardık. İçinde bulunduğumuz siperden güney batı doğrultusun da 1350 metre öteye yere inmiş olan bulut duruyordu. Bulunduğumuz yer 60. tepeye göre 90 metre daha yukarıda olduğundan ,üst den görebiliyorduk.

Bulut daha sonra Kayacık Dere denilen kuru bir derenin yatağına doğru ilerlediğinde , onun daha önce durduğu zemini bütünüyle görebildik.Bu bulutta , öbürleri gibi açık gri renkteydi. Daha sonra Norfolk Alayı’ndan askerlerin bu kuru dere yatağından harekete geçerek 60 . tepeye doğru uygun adım yürüyüşe geçtiğini fark ettik. Buluta vardıklarında , hiç çekinmeden dost doğru içine girdiler. Ama yeniden içinden çıkıp , 60. tepede savaşa katılan hiç kimse olmadı..Bir saat sonra , askerlerinin sonuncusu da görünmez olunca , bulut sanki yükünü almışçasına yerden yükseldi. Herhangi bir bulut gibi, yukarıda duran öbür bulutlara ulaşıncaya kadar yavaş yavaş havalandı.
Bulutlara yeniden baktığımızda, tıpkı kabuğun içindeki bezelyeler gibi görünüyorlardı.O ana kadar yukarıdaki bulutlar yerlerinde duruyorlardı. Yerdeki bulut yükselip aynı hizaya gelir gelmez , ansızın kuzeye doğru uzaklaşmaya başladılar. Trakya yönüne doğru gittiler. Üç çeyrek saat içinde de gözden kayboldular.Savaş sonunda bu askerler kayıp yada yok edilmiş sayıldı. 1918 yılında Türkiye işgal edildiğinde , İngiltere’nin Türkiye’den ilk isteği de , askerlerinin geri verilmesi oldu. Türkiye’de, bu askerlerin ne tutsak alındığını , ne de bunlarla karşılaşılmış olduğunu söyledi. Varlığını bile bilmiyorlardı.. Anzak çıkarmasının 50. yılında , geçte olsa ,aşağıda imzası olan bizler , anlattığımız bu olayın kelimesi kelimesine doğru olduğunu beyan ederiz.”

RESİM TEMSİLİDİR
İMZALARI BULUNAN İNGİLİZ VE YENİ ZELANDALI BAZI GÖRGÜ TANIKLARI
İstihkam eri 4/165 künyeli F. REİCHARDT , Malata , Bay Of Plenty.
İstihkam eri 13/416 künyeli R.NEVNES, 157 King Street , Cambridge.
J.L.NEWMAN , 75 FREYBERG STREET, OCTUMOCTAİ , TAURANGA
Patrick Soligerie 23 sarbouth street new mexico-USA
Lamberdige Catwan 14 Salzbrogh Edinsbrough-England
J.William Admins 96 maltowore London-England
Jamonn Richards 55 Baltimore-USA
TÜRK ŞAHİTLERDEN BAZILARI
Karahasanoğlu Ahmet….Sazlıdere 7.piyade tugayı
İdris oğlu Yakup………….Conkbayırı 12.piyade tugayı
Çavuş Sadullah oğlu Recep……8.kolordu 14.alay komutanlığı
Çavuş İbrahim oğlu Mehmet…..8.kolordu 9.alay komtanlığı
Komutan Müteakkim oğlu Rıza….12.alay komutanlığı
Er Necmettin oğlu Hüseyin……5.piyade tugayı-4.bölük
Er Hacı Nuri oğlu Ahmet Sabri…5.piyade tugayı-4.bölük
Er Süleyman oğlu İsmail……….5.piyade tugayı-6.bölük
Reichardt ve arkadaşlarının verdikleri ifadede birde ek bölüm var. Çanakkale Savaşıyla ilgili resmi bir tarihçeden alınmış. Bu tarihçede Norfolk Alayından askerlerin kayboluşuyla ilgili şunlar yazılı:
“Mevsimsiz ortaya çıkan bir sis tarafından bu askerlerin tümü yutuldu. Bu sis güneş ışınlarını çok güçlü bir şekilde yansıtıyordu. Topçulara hedef gösteren askerlerin gözleri kamaştı. Hedef bilgisi gelmediği için, top ateşi bir süre kesildi. Sisin yuttuğu askerleri daha sonra ne gören oldu ne duyan.
|
|
|
YILDIZ TOHUMLARI, BEDENE GİRENLER, IŞIK İŞÇİLERİ |
Yazar: Spiritüeller - 20-06-2017, Saat: 22:20 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Bir gezegen, kutupluluk entegrasyonu için seçildiğinde, orada herkes için eşsiz bir fırsat doğar. Bu dünya artık bireylerin çatışmaları yaratan hatıralarından bağımsızca, kendi farklılıkları üzerinde çalışabilecekleri bir yer olur. Bir amnezi(unutkanlık) peçesi gerekeni yapar. Çok fazla insan Dünya’ya bu amaçla gelmiştir. O’nlar kendi halklarının son umutları, dünyalarının batmaktan kurtulması için son şanslarıdırlar. Bunlar yıldız tohumları ve bedene girenlerdir. İhtiyaç duydukları çözüm fırsatı için uzmanlıklarını kullanacaklar. İşte bu, size neden “Siz evrenin umudusunuz” deyişimizin nedenidir. Aşağıda yıldız tohumları, bedene girenler ve ışık işçileri hakkında açıklamalar bulacaksınız.
Yıldız Tohumları:
Dünya üzerindeki herkes dünyaya ait değil. Burada başka gezegenlerden ve medeniyetlerden, hatta bu ve başka evrenlerden olanlar var. Ve her ne kadar burada insan bedenleriyle yürüyor olsalar da çoğu insan olmayan formlara sahipler. Pek çoğu dünyadaki mevcut hayvan ve diğer yaşam formlarını andıran kendi gerçek formlarına sahipler. Örneğin, Sirius yıldız sistemindeki bir gezegende yaşayan, Nommos adlı ırkın varlıkları yunuslara çok benzerler. Yıldız tohumu kimliğine işaret eden başka faktörler de vardır.
– Yoğun yalnızlık duygusuna sahiptirler.
– Buradaki mevcut ailelerine ait olmadıklarını hissederler.
– Yıldızlara yoğun ilgi duyarlar ve hatırlayamadıklarını ama yuvalarının oralarda bir yerlerde olduğu hissederler.
– Erken yaşlarda dünyanın gidişatını sorgulamaya başlarlar. Çoğunluğu ailenin kara koyunlarıdırlar (uyumsuzları/yüz karaları).
– Metafiziğe yönelirler, yalnız hissetme ve dünyaya yabancılıklarının nedenlerini ararlar.
– Çoğu, karşı cins ebeveyniyle ters/zıt bir ilişkiye sahiptir.
– Yıldız tohumlarının çoğunun yüzü annelerine ancak geri kalan vücut özellikleri babaya benzer ya da diğer bir deyişle bu hangisinin dünya dışına ait yıldız tohum olan gerçek ebeveyn olduğuna bağlıdır. Bunun da bir nedeni vardır.
– Vücut ısıları normal vücut ısısının biraz altındadır ve sıcaklıkla baş edemezler.
– Yıldız tohumları ve bedene girenlerin çoğu DNA yeniden kodlanması/Yükseliş için gerekli olan Kristal Gene sahiplerdir. Kristal gen bir kez aktive olduğunda, kişi diğer boyutlardan varlıkların daha net rehberliğine kavuşur. Bu bir tür rehberlik sistemi gibi çalışarak bireyi beklenen görevinde ilerletir. Bu gelişme, DNA Yeniden Kodlanması sırasında bireyin anlayışını hızlandırarak DNA’nın tekrar derlenmesinin önünü tıkayan duygusal blokajların temizlenmesini sağlar.
– Çoğu enerji ızgarası ya da vorteks çalışmalarına çekilmişlerdir.
Orak bir nokta olarak yıldız tohumları 3 ebeveyne sahiptir. İki Dünyalı ve bir de dünya dışı ebeveyn. Örneğin bir dünya dışı baba olabilir. Bu durumda Dünyalı ebeveyn bir vekildir. Aynı zamanda bir çocuğun, her birinin yıldız tohumu DNA’yı yaratmak için katkıda bulunduğu iki veya daha fazla dünya dışı babası olduğu durumlar da vardır. Bunlar çok nadir durumlardır ve burada bahsetmek istemiyorum.
Dünyalı ebeveynin yıldız tohumu çocuğu sevip kollayacağına dair Dünyalı ebeveyn ile dünya dışı ebeveyn arasında bir kontrat vardır. Çoğu zaman bu Dünyalı ebeveynin kendisi de bir yıldız tohumudur.
Yıldız tohumu çocuklar dünyadaki ebeveynlerince doğumda kabul edildiğine emin olunması amacıyla daha çok bir tür vekil dünya ebeveyni gibi olurlar. İnsan ırkları evrenimizde en az verimlilerden(doğurganlığı düşük) olduğundan dünya dışı ebeveynler çoğu durumda insan kökenli değildir.
Yıldız tohumları burada kendi medeniyetlerinin temsilcileri olarak bulunmaktalar. Amaçları kendi yuva dünyalarındaki üyeleri tarafından ruhsal evrimlerini engelleyen kendi ruh gruplarındaki bazı sorunları aşmak için kullanılabilecek şablonlar yaratmaktır.
Bana bu dünyaya 144.000 medeniyetin yıldız tohumu olarak bir miktar insan gönderdiği söylenmiştir. Bu medeniyetler çok sevdikleri dünyadaki çocuklarını yakından takip ederler. Gerçek ebeveyn olan ve dünyadayken ona rehberlik eden, genellikle yıldız tohumu ebeveyndir. Anladığım kadarıyla bu eski çağlardan bu yana neden bu kadar çok ziyaret aldığımızın kanıtıdır. Yuvalarındaki aileler dünyadaki aileleriyle aralarındaki sevgi bağını ve iletişimi sağlamak için pek çok yol kullanmaktalar. Bu aynı zamanda bu kadar çok medeniyetten geminin şimdi burada, Dünya yörüngesinde bulunmasının da nedenidir. Burada aileleri bulunduğundan Dünya’nın yükselişini görmeyi hak ediyorlar.
Bedene Girenler:
Bedene girenler dünyadaki bir insanın bedenine giren ancak başka boyutlardan olan varlıklardır. Her durumda da bunun gerçekleşmesi doğum öncesi bir kontrata bağlıdır.
Bazı bedene girmeler çok genç yaşlarda olur, ama bu bir kural değildir. Çocuk yaşta bir bedene girme gerçekleşirse bu gelen ruhun görevi için çocukluk tecrübesine, ergenlik yaşamasına gerek duyduğu içindir. Çocukluk ve ergenlikte bedene girenler genellikle yetişkinliğe ulaşmadan önce uyanmazlar. Bu onların olgunluğu yaşayıp hayat tecrübesi kazanmalarına fırsat verilmesi gerektiğindendir.
Üç tip bedene girme durumu vardır:
– Tam ruh değişimi – Konak ruh bedeni tamamen terk eder.
– Ruh tutunması – Konak ruh bedene gireni karşılar ve bir süre gelen ruhla birlikte kalır.
– Anlık bedene girme – En az karşılaşılır ve en çok tecrübe gerektiren bedene girmedir. En sık olarak kadim zamanların şifacıları tarafından kullanılırdı. Bu tip bir bedene girmede ruh aslında kendi dünyasında iken bilincini bizim dünyamızdan canlandırdığı bir konak bedene projekte eder. Bedene giren ruh asıl yuvasındaki diğer hayatını sürdürmek için uyku anında bedeni terk etmek durumundadır. Bu tip bedene girmeler geçicidir ve ancak belli bir görev boyunca sürer. Konak ruh bedene girenin görevi tamamlandığında geri dönebilir. Bu konak ruhlar genellikle de zaman şifacılarıdırlar.
Bedene-girenlerin belirtileri:
– Genellikle konak ruhun hayatındaki ciddi hastalık, araba kazası gibi travmatik olaylar anında gerçekleşir. Çoğu bir ölüme yakın deneyimi sırasında gerçekleşir. Bu tip yer değiştirme bedene girme durumlarının en ortak şeklidir, ancak tek yolu da değildir. Yine de çoğu giriş konak bilinçsizken meydana gelir.
– Ense ve omuzlarda bedene girişle başlamış ağrılara sahip olma.
– Ailenin içindeki hilekârmış gibi hissetme.
– Giyim, dekor ve gıda gibi çeşitli tatlarda ani değişim.
– Kariyer ve hobilere olan ilgide ani kayıplar. Aniden spiritüellik içeren yeni uğraşlar bulma ve onlara bağlanma.
– Aile ve arkadaş ilişkilerinde ani değişim. Bazı ilişkiler uzaklaşırken bazıları da güçlenebilir.
– Bedene giriş gerçekleştikten genellikle 2-3 yıl sonra boşanma/ayrılıklar olur.
– Şu anda hatırlayamadıkları, tamamlamaları gereken bir görevleri olduğu inancına sahiptirler.
– Bazı bedene girenler yuvalarının ya da gemilerinin hatırlanabilir anılarına sahiptirler.
– Bedene girenler genellikle Kristal Geni taşırlar.
– Çoğu enerji ızgarası ya da vorteks çalışmalarına çekilmişlerdir.
Bedene girenler enkarnasyonlarının büyük bölümünü varoluşun başka bir düzleminde geçirip buraya sonradan enkarne oldukları için dünyadaki rolleri diğerlerine göre çok daha zorludur.
Işık İşçileri:
Işık işçileri Dünya ve İnsanlığın yükselişinde kendi üstlerine düşeni yapmayı seçmiş olan insanlardır. Işık işçisi aktif olarak spiritüel yolda olanlar için kullanılan bir tabirdir. Tüm ışık işçileri, yıldız tohumları ya da bedene girenler olmak zorunda değildir ve gerek bedene girenler gerekse de yıldız tohumları spiritüel yolu izlemede ve başkalarına destek olmada bilinçli seçimlerini yaptıkları zaman ışık işçisine dönüşürler.
Işık işçisi aynı zamanda Eterik Siriuslu ya da Orion kökenli olan insanların ruh grubundakiler için kullanılır. Bu grup aynı zamanda İlk Büyük Galaktik Savaş’dan kurtulan Lyra insanlarının kalıntılarıdırlar. O’nlar bu dünyanın mirasçılarıdırlar ve burada en uzun süredir bulunanlardan olarak buranın yerlisi sayılırlar.
|
|
|
İNKA, MAYA, AZTEK VE TÜRK ORTAK KÜLTÜRÜ |
Yazar: Spiritüeller - 20-06-2017, Saat: 22:16 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Asya’da uygarlık yaratan Türkler ile Amerika kıtasında yaşayan eski uygarlıklar Maya- Aztek- Olmek uygarlıkları arasında sembollerle başlayan benzerlik, bir sürü konuda şaşırtıcı noktalara ulaştı.
Asya’da Hitit Güneşi olarak bilinen sembolde ki TENGRİ (yani evrenin her yerindeki tanrı) ile Maya ve Aztek tanrısı Quetzalcoatl ‘ın sembolü arasındaki benzerlik karşılaştırmaya değer. Hele bu tanrının adını “kutsal katlı” olarak okuduğumuzu düşünürsek anlamsal ve sembolik benzerlik iyice artar. (Kutsal katlı, Tengri ile aynı anlamdadır)
Maya ve Aztek tanrı isimlerinde Türkçe ile başka hoş benzerlikler de mevcuttur.
Chac: Yani “Çak” Mayaların yıldırım ve şimşek tanrısıdır. Çak şeklinde okunan bu sözcük halen bile dilimizde “Şimşek çaktı” şeklinde varlığını sürdürmektedir.
Kinich Ahau: Maya güneş tanrısıdır. Kinich veya Küniş, Türkçe “Güneş” kelimesi ile neredeyse birebir aynıdır. Eski Türk inancında “Künhan” Güneş-Han adı kutsal güneşe verilen isimlerden biridir. Ahau ile Han sözlerinin yakınlığı ise dikkat çekicidir.
Xiuhtecuhtli: ateş ve zaman tanrısıdır, çifte göreve sahiptir ve çifte kutlu olarak okunabilir.
Tezcatlipoca: Tez = hızlı, Katlı = Kat eden (hareket eden) ve B den P ye dönüşümle Bora sözü “poca” şeklini almış olabilir. Tezkatlıbora rüzgâr tanrısıdır.
Xochiquetzal: Güzellik ve çiçek tanrıçası idi. Burada “quetzal” sözünün kutsal olduğunu Xochi’nin çok olduğunu kabul edersek bu durumda “Çok kutsal” adı ortaya çıkmış olur.
Aşağıda sıralanan Kızılderili dilinde kullanılan kelimeler ile Türkçe arasındaki benzerlikler gerçekten dikkat çekici.
Yat-kı: yatılan ev
Tamazkal: Hamam, temiz kalmak
Yanunda: yanında
T- sün: uzun
Misssigi: Mısır
Tepek: tepe
Hu: selam
Türe: töre
Tete: dede
Atış-ka: ateş
Aş- köz: yemek
Yu: su
Yu-mak: yıkamak
Köç: göç
Tekun: tekin
Atağ: ata
Yaşıl: yeşil
Çakira: çakır
Kün: Gün
Atapaskan: Kızılderili kabilesinin adı
Ata-Hualpa: Son Maya kralının adı
Kalakmul, Uaxactun, Kopan: Maya şehirlerinin isimleri.
Kızılderili kelimeleri ile Türkçenin karşılaştırıldığı bu birkaç örnek dışında Fransız dilbilimci Dumesnil, Kızılderililerin kullandığı 320 kelimenin Türkçe ile aynı olduğunu tespit etmiştir. Tarihçi Ord. Prof. Denis Sinor’ un araştırmalarına göre, töre, kültür, inanış, din, semboller, dil ve gelenekler arasında çok ciddi benzerlikler mevcut. Bazı bilim adamı ve tarihçilere göre genetik incelemelerde de ciddi kanıtlar tespit edilmiştir. (Gen araştırmaları etiklik açısından genellikle gizli yapıldığı için kaynaklarımız sınırlı ne yazık ki.)
Tarihteki araştırmalara göre Kızılderili gelenekleri ile Türk gelenekleri arasında aşağıda listelenen benzerlikler tespit edilmiştir. Tork isimli, hilal şeklinde kolyeyi tıpkı Torkom’lar gibi Bozok kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo’lar, Şanı’lar, Ocibya’lar kemikten yapılmış olarak boyunlarına takmaktadırlar. Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderilileri hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay yıldız kolye olarak kullanırlar.
Mayalar kendi dillerine aynı bizim ifademizle Mayanca demektedirler. Maya’ların Orta Amerika’daki önemli yerleşim yerlerinden olan “Yuka-tan” isminin Türkistan’ın Yok-Tan bölgesinden gelme olduğu anlaşılmıştır. Bu bölge Sümer Türklerinin Mezopotamya’ya göçmeden evvelki yerleşim sahası idi…
Bir diğer Maya lehçesinde BİZ için OGH sözcüğü kullanılıyordu. Bu sözcük de Ön-Türkçedir. Çünkü Asya kökenli Türk boylarına On-OK, Boz-Ok, Üç-Ok dendiğini biliyoruz. Buradaki OK sözcüğü BİZ demek olup topluluk ve boy anlamını aktardığı gibi, yönetici kişinin de kendine OKH olarak hitap ettiğini görüyoruz. Kızılderili yöneticiler beyazlarla karşılaştıklarında sağ ellerini kaldırıp OGH veya UGH derlerdi. Yani “Yönetici olan ben (biz) seni (sizi) selamlıyorum”.
Tahiti adasına ayak basan Kaptan Cook Kızılderililerin başlarına taktıkları çiçekten başlığa Türk adı verdiklerini 1769 yılında tespit etmiştir.
Fiji adalarında Rotuma yerlilerinin dillerinin Altaik dil olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Endonezya adalarının dillerinin de Altay dillerinden olduğu anlaşılmıştır.
Doktor kelimesi yerine Ah-men, kırık çıkıkçıya Kak-bak, şifacı hekime Ah-bak, çocuk doğurtan ebeye ilk-alan-zah derlerdi. Bütün Altaylılar gibi Kızılderililer birbirlerine amca, baba, teyze, hala, ağabey diye hitap ederler. Maya Kızılderililerinde 1878 yılında el öpme âdeti tespit edilmiştir.
Mohavk Kızılderilileri uzun eşek oyunu da dâhil 12 Anadolu oyununun 11 tanesini bilmektedirler. Güreş ise bütün Kızılderili kabilelerinde dua ile başlanılan en önemli ata sporu olarak tatbik edilmektedir.
Anadolu Türklerinin parmaklar arasına sicim gererek oynadıkları sicim oyunu Atapaskan ve Keçuva kabilelerinde de oynanmaktadır. Üstelik figürler ve isimler de aynıdır. Eğer Anadolu’da bir figüre yıldız deniliyorsa, Kızılderililerde de yıldız denmektedir.
İnka’lar kök sülalesine “Ay-ullu” yani ulu soy demekle beraber, kendi yöneticilerine Kur-Hakan demekteydiler.
İnka’lar çocuklarına bir kahramanlık gösterene kadar ad vermezlerdi. Ad verme işlemi merasimle yapılırdı bir kişi ölene kadar bir düzine ad ve nam sahibi olabilirdi. (Dede Korkut Hikâyelerinden Boğaç Han’ın hikâyesini hatırlatıyor.)
İnkalar Kapaktokon Efsanesi ile birbirlerine büyük benzerlik gösteriyor. Manço Kahan’ın (Kapan’ın) atası Atay (Atav) bir felaketten tek başına kurtulur. Kayalarla kapalı bir mağaraya sığınır. Bir kurt “Er- Ak- Koca” nurlu bir tas verir. Atay bununla kayaları eritir ve kavminin başına geçer. Cihangir bir devlet kurar. Bunun yanında Kırgızların Yaratılış Efsanesi ile Türk asıllı Finlerin Kalavela Efsanesi kelime kelime Kızılderililerin efsanesiyle aynı. ( Ergenekon Destanı )
Kına yakma bütün Kızılderili kabilelerinde, Anadolu ve Orta Asyalı Altaylılar gibi uygulanmaktadır. Beşik kertmesi töresi aynı şekilde yaygın bir töredir.
Loğusa kadın bütün Altaylılar gibi kutsal sayılırdı. Loğusanın kırkını yaparlardı. Ölülerini bütün Altaylılar gibi, silahları ve atı ile birlikte “Kur-gan”lara gömerler. Kan davası bir töre olarak uygulanırdı.
Mayalar ölüm yıl dönümünde Yıl aşı verirler, cenaze törenlerinde erkekler yüzlerine kara boyalar sürerlerdi.
Toltek Kızılderililerinin gebelik ve bereket tanrısı Tez Katlı Poka ( Tez katlı boğa )dır. Kızılderililerde cennet ve sırat köprüsü kavramı vardır. Cennete Vakui ( Akui – Altından ırmaklar akan yer ) derlerdi.
Siu Kızılderilileri’nin 1870 yılı sonlarında Papıti, Muhave, Kalamat, Şoson, Irok gibi kabilelerinde “ Hu ” çekerek
Bektaşi semahlarına benzeyen ayinler yaptıkları tespit edilmiştir.
İnkalarda Kopuz benzeri bir saz kullanıldığı tespit edilmiştir. Aztek ve Mayalar Ç-şıra ( şıra ) isimli içki içerler. İnkalar ise bu içkiye Çira derlerdi.
Tüm bu Asya kökenli diller Türkçe ile ilgilidirler. Hepsi de ortak bir kök dilden türemiştir. Bu kök dile Ön-Türkçe de diyebiliriz. Fakat Rus dilciler bu kök dile Nostratik demeyi uygun bulmuşlardır.
Nostratik hakkında pek çok yayın vardır. Fakat ne yazık ki, bizim yerli dilcilerimiz Ön-Türkçe üzerine asla eğilmemekte bu konuda araştırma yapmadıkları gibi, yapanları da küçümseyip alay etmektedirler.
Bu ilgiyi veya ilişkiyi bulup çıkarmak hem hoş bir uğraş olmakta, hem de dünya dilleri hakkında daha derin bir bilgi elde etmemizi sağlamaktadır.
Örneğin, “Maya” sözü Türkçe “kök, asıl cevher” anlamına gelir. Bira mayası, ekmek mayası hepimizin bildiği sözlerdir. Şu halde Maya kültürü Ön-Türkçe “Kök kültür” anlamına gelmektedir.
Keza, “Aztek” adı da Az-tek şeklinde iki heceye ayrıldığında “Az fakat tek olan” yani kendine has olan bir kültür anlamını taşımaktadır. Az sözcüğü z-s dönüşümü göz önüne alındığında ASYA sözünde vardır. Asya sözü de “Az-öyü” demek olmaktadır. Öyü sözü “yerleşim bölgesi” demek olup bugün kullandığımız “köy” sözü “OK-öyü” (Ok’ların yerleşim bölgesi) olmaktadır.
OK adı Ön-Türklerin kendilerine ve kendi yöneticilerine verdikleri bir isimdi. Bu konu oldukça derin bir araştırma konusu olduğundan daha ileride söz edeceğim.
ATAPASKAN dil gurubunun adı da Ön-Türkçe olarak Ata-Başkan şeklinden başka bir şey olmadığı görüşündeyim. Dilciler bu tür benzetmeleri küçümserler ve hep “tesadüf” olarak göz ardı ederler. Oysaki tesadüfler pek çok olunca artık tesadüf olmaktan çıkarlar. Son Maya kralının adı da Ata-Hualpa idi. Hualpa sözü Hu-Alp ( Yüce ) anlamını taşır. Kuzey Amerika’da yaşayan ve halen varlığını sürdüren bir diğer gurubun adı ANASAZI’dır. Bu dil gurubunu da Ön-Türkçe Ana-Sözü ( anadil ) şeklinde ayırdığımızda anlamı apaçık ortaya çıkmaktadır.
Maya kültürünün kendi şehirlerine verdikleri isimlere bir bakalım. Bunlardan bazıları: Tikal, Palenque, Kopan, Kalakmul, Uaxactun ve Altun-Ha şehirleri veya daha doğrusu yerleşim merkezleridir. Şimdi sırasıyla bu yerleşim adlarını inceleyelim:
Tikal: “ Teki l” yani kendine has olan, tekil olan demek olmaktadır. Çünkü “Tik” kök sözcüğü Ön-Türkçe olup “tek” demektir. Tek sözünü Kızılderili dillerde TİK olarak buluyoruz. Yunanca işaret parmağına ‘Dahtilo’ denir ki bu da TİK =>TEK =>TAH =>DAH dönüşümü ile oluşmuştur. Daktilo dediğimiz alet “parmaklarla çalışan” demektir. Latince TE (sen) ‘ikinci tekil kişi’ demektir. Burada da işaret parmağı ile gösterilen ikinci şahıs anlamı vardır.
Palenque: P sesinin aslı B sesidir. Yani Palenk şeklinde okunan bu şehir adı “Barık” sözünden dönüşmüştür. Ayrıca R ile L dönüşümü de çok yaygın olduğu bilinmektedir. Barık, ise “Barınak”, yani “konumlu yer” demek olmaktadır. Asya kıtasının Türkler tarafında ilk kurulmuş yerleşim bölgesinin adı “Başbarık” , yani “Baş-yerleşim yeri” idi. Baş yerleşim ise bugünkü dilde “baş-şehir” olmaktadır. Zamanla Başbarık, “Beşbarık” ve “Beşbalık” olmuştur. Oysaki ne beş ile ne de balık ile hiçbir ilgisi yoktur.
Kopan: Bu şehir adı da halen bugün bile kullandığımız “kopan” (ayrılan, merkezden kopan) anlamını taşır. Anlaşılan bu şehir asıl Maya bölgesinden coğrafi olarak ayrı bulunduğu için Kopan adını almıştır.
Kalakmul: Bu adı da ikiye ayırıp Kalak-Mul şeklinde okumak gerekir. “Kalak” sözü “kalalım” anlamını taşır. Nasıl ki “alalım” sözü “alak” idiyse, “kalalım” da “kalak” idi. “Mul” ise M nin yine B ile olan ilişkisinden ve L ile R dönüşümünden Mul sözü “BUR” yani “burada kalalım” demek olduğunu sanıyorum. Ancak bu yaklaşımın doğruluğu araştırılmalıdır.
Uaxactun: Bu isim “uzaktın” ve daha doğru şekli de “uçaktın” olsa gerek. Çünkü X harfi genelde Ç sesi ile okunur. Uçaktın, derken uçmak kastedilmiyor. “Uçak” Uçta olan, uzakta olan kast ediliyor.
Altun-Ha: Bilindiği gibi altın sözü ile “Ha” (yüce, kutsal) sözünün birleşimi var bu isimde. Hakan, Hazret, Hakk sözlerinde hep bu Ha kökü bulunmaktadır. Ayrıca Maya dilinde Han “bir” demektir.
Ön-Türkçe’den türeyen dil guruplarından Proto-Maya dili sadece bir tanesidir. Diğer önemli guruplar: Eurasiatic olarak adlandırılmış olan büyük dil gurubuna Altay, Ural, Hind-Avrupa, Na-Dene ve Dravidian dil gurupları girer. Ayrıca Afroasiatic adı ile bilinen kuzey Afrika ve Mezopotamya dil gurupları arasında Sümer, Babil, Asur, Hitit, İskit, Hami ve Sami dilleri girer. Bunların da kökeni Ön-Türkçe’dir.
İlginç bir dil ilişkisi olarak Asya dilleri olan Çin-Tibet dilleri ile bazı Kafkas dillerinin, Bask ve Buruşaski dillerinin ve Kuzey Amerika dil gurubu olarak bilinen Na-Dene dillerinin yakın akraba oldukları gerçeğidir. Ayrıca Bask dili ile kuzey Afrika Berber ve Tuareg dilleri arasında ilişkiler gösterilmiştir.
Burada Maya dillerinden Bazı Maya sözcüklerini ve onların parantez içinde Türkçe karşılıklarını sunmak istiyorum. (Kaynak: Saim Ali Dilemre “Genel Dil Bilgisine Bakış, Birinci Kitap”)
Ahau (ağa, yönetici), Baat (balta), Ça (çam), Çetun (çetin), Çol (çolak), Kutz (kuş), İçil (içinde), İş (dişi), Kaşnak (kuşak), Kin (gün), Kiniş (güneş), Kişe (kişi), Koça (koca, büyük, yaşlı), Kul (kul), Naa (ana), Na (ev), Ol (olmak), Tamazkal (hamam), Tepek (tepe), Top (toplamak), Toz (toz), Tul (tolu, dolu), Tulan (dolgun), Tup (dip), Tzekel (çakıl), Ueez (uyuz), Uiş (işemek), Ul (Ulaşmak), Uy (oy), Yaş (taze, yaş), Yaşıl (yeşil).
Size hem anlam hem de telaffuz olarak çok yakın olan tam 31 sözcük sundum. Maya halkının binlerce yıl önce Asya kıtasından Amerika kıtasına göç ettikleri düşünülürse bu kadar sözcüğün halen ortak olması tesadüf ile açıklanamaz. Anlaşılan odur ki Proto-Maya dili Ön-Türkçe’dir. Sadece dil ilişkileri değil, aynı zamanda genetik araştırmalar bu ilişkiyi kanıtlamaktadırlar.
|
|
|
ZİHİNDE CANLANDIRMA TEKNİĞİ |
Yazar: Spiritüeller - 20-06-2017, Saat: 21:49 - Forum: Zihin
- Yorum Yok
|
 |
Geçmiş yıllarda sporculardan, yarışlara başlamadan önce yapacakları işi tüm detaylarıyla zihinlerinde canlandırmaları istenmiş. Sanki gerçekten yarışıyormuş gibi… Böylece bu tekniği uygulayan sporcuların daha başarılı oldukları gözlemlenmiş. Peki ne dir bu Zihinde Canlandırma Tekniği.
Zihinde Canlandırma Tekniği Nedir ?
Zihinde Canlandırma Tekniği ile zihinde gerçekleştirilen olay her ne olursa olsun, beynimiz sanki gerçekmiş gibi tepkiler vermektedir. Hatta beden sistemimiz bile bu durumdan etkilenmektedir. Kısaca zihinde canlandırdığımız şeyin, gerçek dediğimiz yaşamdan bir farkı yoktur. Buda bize hayatımızı istediğimiz yönde ilerletebilmenin gizli anahtarlarından birisini verir.
Zihinsel bir evrende yaşadığımızı ve her şeyin tek bir enerji alanından meydana geldiğini biliyoruz. Bu bilimsel gerçeklikle birlikte, hayatımızı oluşturan deneyimlerimizin kaynağı da biziz. Unutmayın; bilinçaltı deneyimi oluşturur, bilinç deneyimler. Eğer bilinçli olarak, zihnimizde bir deneyim yaşarsak, bilinçaltı bunu gerçek bir deneyim gibi algılayarak, deneyimi hayatımızda yaratmaya programlanmış olur. Zihinde canlandırma ile oluşan deneyimlerin, beynimiz tarafından gerçek olup olmadığı anlaşılamaz. Beyin zihinde oluşan deneyimi gerçekmiş gibi yaşar.
Zihinde Canlandırma Nasıl Yapılır ?
Hayatınıza çekmek istediğiniz şeylerin, eğer hızlı bir şekilde oluşmasını istiyorsanız bu tekniği sıklıkla kullanmalısınız. Şimdi istediğiniz bir şey düşünün ve gözlerinizi kapatın. Tüm detayları ile kafanızda canlandırın, ama gerçekten tüm detaylarıyla. Sadece sonuca odaklanın, bir gün gerçekleşecek yada bir gün benim olacak duygusuna kapılmadan, sadece sonuca odaklanın. Zihninizde o zaten o anda sizin ve böylece kendinizi harika hissedersiniz. İşte bilinçli olarak bir deneyim yaşadınız hemde buna duygularınızı da dahil ederek. Çekim Yasasını harekete geçiren de işte bu. Sıklıkla kullanacağınız zihinde canlandırma tekniği ile bilinçli deneyiminiz, bilinçaltına işleyerek hızlıca hayatınıza girecektir.
Zihinde Canlandırma Tekniği istemediğimiz negatif olayları, pozitif olaylara çevirmek içinde kullanabiliriz. Yaşadığınız negatif olayın, pozitif versiyonunu zihninizde canlandırabilirsiniz. Sonuç olarak da; her hangi bir isteğimiz için zihinde canlandırma tekniğini uyguladıktan sonra AN’a yani “şimdi”‘ye dönmeli ve an’ı yaşamalısınız. Her olumlama ve uygulama çalışmalarından sonra an’a dönmek esastır. Bizi olmayan bir gelecek tuzağından kurtarır. An’ı deneyimleriz.
|
|
|
VÜCUDUMUZUN VE ORGANLARIMIZIN FREKANSLARI |
Yazar: Spiritüeller - 20-06-2017, Saat: 21:17 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Tüm hücreler metabolik süreçlerinin bir sonucu olarak ses yayarlar.
Her insanın kendisine ait kişisel bir rezonans frekansı olduğu belirtilmektedir.
Vücudumuzun değişik kısımlarının (organlarımız, kemiklerimiz, dokularımız vb.) hepsinin kendine özgü belli yankı yapan frekansları bulunmaktadır.
Her maddenin belli bir dalga boyunda ve o maddeye özgü elektromanyetik dalga gibi davranan titreşimleri vardır.
Vücudun değişik bölgelerinde değişik titreşimler ve enerji değerleri mevcuttur.
Vücudumuzdaki farklı hücreler ve farklı yapılar, birbiriyle belirli dalga boyundaki frekanslarla iletişim halindedirler.
İnsan organizmasındaki trilyonlarca hücre hepsi kendi frekanslarında titreşir. Bütün bu titreşimlerin toplamı kişinin genel frekans spektrumunu belirlemektedir. İnsan organizmasının yaydığı farklı elektromanyetik frekanslar kişinin bireysel frekans alanını oluşturur.
Hasta ve sağlıklı hücre, doku, organ ve bireylerin frekans yapıları birbirinden farklıdır. Hastanın kendi frekansları içerisinde saklanan yabancı frekanslar (virus, bakteri, parazit, mantar, ağır metal birikimleri, alerjenler vs..) normal frekans düzenimizi bozarlar.
Biorezonans cihazı ile, bu frekans düzenini bozan elektromanyetik yabancı frekanslar belirlenir. Normal doku frekanslarından ayırılır ve cihaz bu frekansları tersine çevirip hastanın vücuduna bir manyetik minder ile geri gönderir. Yukarıdaki resimde insan vucudunda bulunan organların ortalama frekans aralıkları verilmiştir.
|
|
|
Enerji Alanınızı Birikimlerden Temizlemek Frekansınızı Yükseltir |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 19:35 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Işığınız bir elekten geçer gibi parlar, siz bu ışığın geçtiği kadarsınız. Ortak bir merkez tarafından bir soğan gibi yuvarlak katmanlarla çevrili olduğunuzu düşünün. En yakınınızdaki katmanlar fiziksel bilgiler içerir, bunun ötesindekilerde sırasıyla duygusal bilgiler, düşünce kalıplarınıza dair bilgiler ve en uzaktakilerde de ruhunuz ile hayattaki amacınızla ilgili bilgiler bulunur. Bunlar farkındalığınızdaki oktavlar gibidir. Ruh seviyesinde korku ya da blokaj yoktur -sadece berrak, meditasyon yapanların saf bir farkındalık duygusu yarattığını ifade etmek için kullandıkları tabirle şefkat dolu mücevher ışığı vardır. Ama fiziksel, duygusal ve zihinsel katmanlarda kafanızın karıştığı ve korktuğunuz eski deneyimlerden kaynaklı fonksiyon bozukluklarını, sabit fikirleri ve donmuş duyguları bulursunuz. Bu kısaltılmış kalıplar gölgelere benzer; kendi doğrunuzu ve sevginizi yaşamadığınız hareketsiz yerlerdir. Parçalandığınız ya da bir şeyden kaçtığınızda da delikler ve gediklerle karşılaşırsınız ve bunlar da bloklar gibidir.
Zihninizi sakinleştirdiğinizde, hiçbir şey düşünmezsiniz ve bir şey düşünmediğinizde hiçbir şeye direnç göstermezsiniz ve direnç göstermediğinizde ve hiçbir şeye direnç göstermeyen düşünceler beslediğinizde Varlığınızın titreşimi yüksektir, hızlıdır ve saftır.
Abraham/Esther Hicks
Şimdi ruhunuzun yaşamınızı, bedeninizi ve kişiliğinizi yaratmak için oktavlarla bilgelik, niyet ve enerji yolladığını hayal edin. Birçok gölge ya da katı yer ve kim olduğunuza dair alandaki boşluklar yüzünden bütünlüğünüzün sadece belli bir yüzdesi elekten geçen ışık misali açıklıklardan geçebilir. Yüksek boyutlarda her yerde bir gölge ya da gedik vardır, sizin yaşamınızda ve bedeninizde de benzer bir kasılma ya da bilinçsiz yerler olacaktır. Duygusal bir travmanın hatırası ve bunun etrafında oluşmuş inançlar bedenin üzerine gölgelerini düşürecek, belki de kronik ağrılara, hastalıklara ya da orjinal yaraya tekabül eden bir noktada incinmelere sebebiyet verecektir.
Bastırılmış duyguları ve inançları anlayıp rahat bırakarak şifa bulduğunuzda, alanınızdaki karanlık noktalar kaybolur ve ondan sonra ruhunuzun mücevher ışığı daha fazla parlayabilir. Burada dünya üzerinde frekansınız yükselir, daha bilge ve daha sevecen bir insan olursunuz, bedeniniz iyileşir ve hayatınız daha iyi bir hale gelir. Demek ki, ruhunuzu bloke eden duygu ve düşüncelerden, sağlıksız duygusal alışkanlıklarınızdan, arınırsanız frekansınızda doğal olarak yükselecek.
Ruhu bloke eden şeylerden sıkça karşılaşılanlar arasında önceden üzerlerini kapattığımız sağlıksız duygusal alışkanlıklar bulunur: Kurban, mağdur ya da egemen güç olmak, kendini ya da başkalarını suçlamak, inatçı ve söz dinlemez olmak, başkalarını kurtarmak ve kurtarılmayı istemek ve başka şeylerle oyalanmak, geciktirmeler ve ertelemelerle gerçeklerden kaçınmak…Bunlara bir de şunları ekleyin: Başkalarını kıskanmak, saldırmak/kavga etmek, şikayet edip olumsuz konuşmak (ben yapamam, nefret ederim) ya da çirkin bir dil kullanmak (küçümseyerek konuşmak, dedikodu yapmak) ve akla gelebilecek en kötü senaryoları detaylarıyla kurgulamak. Budist rahibe Pema Chödrön bu tepkileri yemi yutmuş balıklar gibi “oltanın ucuna takılmak” diye niteliyor.
Bu olta iğnelerinden kurtulduğunuz ya da bu davranışları değiştirip yerlerine sağlıklı duygusal alışkanlıklar koyabildiğiniz zaman, olan bitene karşı çıkmayı bırakıp olayları sadece olduğu gibi kabul ettiğinizde ruhunuzun mücevher ışığının size daha fazla enerji vermesine izin vermiş olursunuz. Ve bunu her yaptığınızda mevcudiyetiniz önemli bilgileri ortaya çıkarır, sevecen bakış açınızı güçlendirir ve bundan sonra ne yapacağınızı bilmenize yardımcı olur. Bir şeyin üzerindeki etiketi kaldırdığınız ya da sabit bir fikir ya da bir tanıma yatırdığınız enerjiyi geri çektiğiniz zaman bir gölgeyi daha silersiniz ve yaşamınıza daha fazla mücevher enerjisi dolar. Aynı şey “rol yapmayı kestiğinizde” ve sağlıklı beslenip bayağı bir kilo verdiğinizde, sigarayı bıraktığınızda ya da bedeninizi bağımlılık yaratan maddelerle kirletmekten vazgeçtiğinizde de geçerlidir.
Ruhu bloke edenler arasındaki diğer bir kategori ise erken yaşlarda hayatta kalmak için farkında olmadan edindiğimiz düşünceler, inançlar ve dünya görüşleriyle ilgilidir. Bunlar, kim olduğunuzla ve burada bulunma amacınızla hiç ilgili olmayabilirler. Bu üst üste binmiş tabakalar ilk olarak, anne-babanızın inanç yapıları ve bedensel duruşlarını farkında olmadan benimsediğiniz “radar” dönemizde ortaya çıkmıştır. Aslında gözü pek bir gazeteci olmanız gerekirken, bu tabakalar size kibar ve alçakgönüllü olmanız gerektiğini söylüyor olabilir. Bu düşünceler size ağırlık yapan ıslak battaniyelere benzer, bıraktığınız alışkanlıklara dönüp eskisi gibi davranmanıza neden olur. Bu fikirler aslında size ait değildir ve belki de onları kimden ödünç aldıysanız ona geri vermeyi hayal edebilirsiniz ya da enerji sahanızdan buharlaşıp uçtuklarını, yok olduklarını görebilirsiniz. Bu ödünç fikirleri tanırsınız çünkü sonlarında “meli-malı” ekleri bulunur ya da bunları kendi kendinize söylemeyi denediğinizde başka birinin sesinin yankılandığını duyarsınız.

ŞUNU DENEYİN!
Başka İnsanların Üzerinizde Oluşturduğu Katmanları Temizleyin
Uğruna yaşadığınız töre ve değerlerin bir listesini yapın, hatta doğru bulduğunuz olumsuz olanları bile bu listeye yazın. Hangileri annenizden geliyor? Babanızdan gelenler hangileri? Aralarında modası geçmiş ve aslında size uygun olmadığını düşündükleriniz var mı? Varsa bunları kimden aldıysanız o insana iade edin ya da yok olmaya bırakın.
Para, iş, ilişkileri ebeveynlik sağlık, yaşlanma, din, politika ve ölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve tavırlarınızı yazın. Bu fikirleri nereden, nasıl edindiniz? Bunlara ihtiyacınız var mı? Hepsini birer birer askıya almayı deneyin. Sabit fikirlere ve kurallara sahip olmak yerine her bir alanın size spontane olarak nasıl olabileceğiniz ve ne yapacağınızı öğretmesine izin vermek nasıl olurdu? Bu alanlar nasıl genişleyebilir ya da değişebilir?
Eğer cahillik ve ilgisizlik, mahrumiyet ve çaresizlik, unutkanlığı ve değersizlik duygusunu veya şikayet etmeyi artıran alışkanlıklarına takılıp kaldıysanız bu tür gedikleri doldurabilecek yegane şey anda mevcudiyettir: Her şeyin altında yatan, her şeye sinen sevgi dolu şefkat ve merhamet niteliğinde bir varoluş. Odaklanın, mevcudiyetinizle dolun ve sağlıksız duygusal alışkanlıklarınıza karşı “zihnen mevcut” olduğunuzu göreceksiniz. “Bilmem” dediğinizi işitince, “Bununla ilgili neler biliyorum?” demeye çalışın. Kendinizi bir arkadaşınıza, “Ben iyi dans edemem” derken bulduğunuzda bu düşünceyle ilginç, kendinize has ya da yaratıcı şekillerde hareket ettiğinizi düşünerek eğlenebilirsiniz. Dans etmenin size has haliyle yaşamak, bu hareketleri hayatınızın bir parçası yapmak nasıl olurdu? Hiçbir zaman yeterli paranız olmadığı kasetini yine başına sardığınızda kendinize şunu diyebilirsiniz: “Dur bir dakika! Şimdiye dek hayatta kalabilecek ve belli bir seviyede yaşayabilecek kadar param oldu. İyiyim ben. Durumumu istediğim zaman, daha enteresan bir şey elde edebileceksem değiştirebilirim. Şu an bana göre enteresan bir şey var mı? Ne yaratmak istiyorum” Siz kendi hikayenizin yazarısınız. Size gizemli bir şekilde bir yaşam hediye edildi ve aynı zamanda da kendi tavrınızı, ruh halinizi ve hareketlilik seviyenizi seçmekte özgürsünüz. Bu dünyada sizi gerçek siz olmaktan alıkoyabilecek güçte hiçbir kuvvet olamaz.
Nehirlerde hiç acele yoktur. Oraya, suyun kenarına gittiğinizde akış hızıyla hareket etmeye başlarsınız ve bu hız sizi bu gezegen üstündeki yaşamdan çok daha eski bir akışa bağlar. Bu hızı kabullenmek bir günlüğüne bile olsa bizi değiştirir, kendi kalp atışlarımızın sesinin ötesindeki ritimleri hatırlatır.
Jeff Rennicke
KISACA…Olumsuzluklara takılı kalmış olmak dört nedenle olur: Düşük kişisel titreşim, iradenin yanlış kullanımı, dalgalar ve döngülerle uyumlu yaşamamak ve anın içinde tam olarak mevcut olup tam bir farkındalık içinde bulunamamak.
Korktuğunuzda ve bu korkuyla sağlıksız duygu alışkanlıklarıyla savaş -ya da- kaç yöntemleriyle başa çıkmaya kalkıştığınızda kişisel vibrasyonunuz düşer. Kişisel vibrasyonunuz düştüğünde bir şeye takılıp kalmak kolaydır çünkü düşük frekanslar daha olumsuz deneyimlere neden olur. Bir dalgayı durdurmaya ya da arzu ettiğiniz gibi zorla hareket ettirmeye çalışırsanız yaşam akışınızda geri tepmeler ve deformasyonlara neden olursunuz. Bu deneyimi bir kenara bırakıp boşluk ya da olumsuz gerçekliklere konsantre olmaya çalışırsanız mevcudiyetin eksikliği deformasyonlara ve pürüzlere neden olur.
İrade gücünün doğru kullanımı zor kullanmak, kontrol etmek ya da direnmek değil şöyle olmalıdır: (1) Daha yüksek bir titreşim seçin, (2) İçinde bulunduğunuz dalga hareketine uyum sağlayarak “akışla” birlikte hareket edin, (3) O an her ne oluyorsa, “onunla kalmayı, onunla birlikte olmayı”, ruhunuzun bilgeliği ortaya çıkabilsin diye her durumda daha fazla mevcut olabilmeyi seçin… Ruhunuzu bloke eden düşünceleri ve kişiliğinize uygun olmayan ödünç alınmış düşünce katmanlarını yok ederek mücevher ışığınızın hayatınıza ve bedeninize dolması için daha temiz bir alan açabilirsiniz. Bunu yapmak için kuvvete ya da zor kullanmaya hiç ihtiyaç yoktur -frekansınız kendi araç gerecine bırakıldığında doğal olarak kendiliğinden yükselir. Kendinizi olumsuz titreşimlerden arındırmanız bugün kolaydır çünkü bedeninizdeki ve dünyadaki ivme kazanan frekans uzun süre takılıp kalmayı zorlaştırır ve korkulardan arınmak hemen anında mümkün olabilir.
|
|
|
KOKULAR İNSANIN FREKANSINI NASIL YÜKSELTİR |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 19:22 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Yapabiliyorsanız her gün, yoğun telaşın içinden iki dakikanızı ayırın. Bir yere oturun, gözlerinizi kapatın, bu yaşamda kimlere ve nelere şükran duyduğunuzu düşünün.
Bunu belki aksatmadan her gün yapamayabilirsiniz, ama eminim yapabildiğiniz günlerde kendinizi çok daha mutlu hissedeceksiniz.
Neden peki? Kimlere ve nelere şükran duyduğumuzu düşünmek gibi basit bir eylem neden kendimizi daha iyi hissettirsin? İşte birkaç sebep:
Çünkü karşılaştığınız olumlu şeyleri size hatırlatıyor.
Yaşamınızda varolan insanlar için kendinizi mutlu hissediyorsunuz. İster sevdikleriniz olsun, isterse yoldan geçen ve size nazik davranan herhangi biri…
Çünkü kötü şeyleri iyi şeylere dönüştürüyor.
İşyerinizde sıkıntı mı yaşıyorsunuz? Bir işiniz olduğu için şükran duyun. Mücadeleleriniz olduğu ve yaşamınızın sıkıcı olmadığı için şükredin. Bu mücadelelerden ders alabiliyor olmanıza şükredin. Sizi daha güçlü bir insan yaptığı için şükredin.
Çünkü size aslında nelerin önemli olduğunu hatırlatıyor.
Çocuklarınız sağlıklı olduğu için şükran duyarken, küçük ıvırzıvırlar için şikayet etmezsiniz. Başınızın üzerinde bir çatı olduğu için şükran duyarken, faturalarınızı ödemeyi sıkıntı etmezsiniz.
Çünkü size başkalarına teşekkür etmenizi hatırlatıyor.
Herhangi birine sadece “Teşekkür ederim” demek bile, o kişini hayatında büyük fark yaratabilir. Bu kişileri telefonla arayabilir, e-posta gönderebilir, veya iki dakika yanlarına uğrayıp teşekkür edebilirsiniz. İnanın bana, insanlar sizin hayatınızda varoldukları ve yaptıkları şeyler için teşekkür etmenizden çok mutlu olurlar. Bunun size maddi manevi maliyeti çok düşüktür ve siz bunu yaparak birilerini mutlu etmiş olursunuz.Ve bir başkasını mutlu etmek sizin de mutlu olmanızı sağlar. Deneyin.
Birilerine teşekkür ederken kendinizi rahatsız hissettiğiniz oldu mu hiç? Benim bazen oluyor… Bunun sebebini bilmiyorum, üzerinde çok düşünmedim. Ama her teşekkür ettiğim insanın yüzündeki beklenmedik ifadeyi ve ardından gelen içten gülümsemeyi gördükçe, her yolumun kesiştiği ve birbirimizin yaşamında irili ufaklı fark yarattığımız insana (bazen kedi köpeğe, ağaçlara, çiçeklere) daha da teşekkür edesim geliyor, ediyorum.
Şükran dolu bir hayat yaşamakla ilgileniyorsanız, şu küçük adımları deneyebilirsiniz:
Sabahları şükran duyma alışkanlığı edinin.
Her sabah 2-3 dakikanızı, şükran duyduğunuz şeylere veya kişilere teşekkür etmek için ayırın. Bunun için özel hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Sadece gözlerinizi kapamanız ve içtenlikle teşekkürlerinizi iletmeniz yeterli. Sadece bu adım bile sizin yaşamınızda çok büyük etki yaratabilir.
Teşekkür edin.
Birisi size çok ufak da olsa güzel bir davranışta bulunduğunda teşekkür ederim demeyi hatırlayın. Ve bunu içtenlikle söyleyin.
Teşekkür etmek için telefonla arayın.
Bazen aklınıza size güzel bir şey yapan biri gelebilir. Belki bu kişiyi şükran seansınız esnasında hatırlayabilirsiniz. Böyle olduğunda, ahizeyi kaldırın ve bu kişiyi, sadece teşekkür etmek için dahi olsa arayın. Kendilerine sizin için ne yaptıklarını hatırlatın ve teşekkür edin. Bu sadece bir veya iki dakika zaman alır. Eğer aramak için sabah çok erkense, sonradan aramak için mutlaka not alın. Hatta eğer yüzyüze söyleme fırsatını yaratabilirseniz bu harika olur. Kişi çok uzakta dahi olsa kısa ve içten bir teşekkür ederim mesajı yazabilirsiniz.
Yaşamınızdaki “olumsuz” şeyler için de şükran duyun.
Yaşamlarımızdaki herhangi bir şeye bakmanın iki şekli vardır. Bir çok kez bir şey hakkında stresli, zararlı, üzücü, talihsiz, çok zor gibi, olumsuz düşüncelere sahip olabiliriz. Ama bu şeye nasıl olumsuz açıdan bakıyorsak, aynı zamanda olumlu açılardan da bakabiliriz. Olumsuz gibi görünen şeylere de şükran duymak, her işte bir hayır olduğunu kendimize hatırlatmanın en iyi yöntemlerinden biri. Yaşamımızdaki problemler bizim olgunluk ve gelişim sürecimizin önemli bir parçası olabilirler.
Günde iki veya üç dakika ile başlayın. Mutlu olacaksınız. Eğer içinizden daha uzun bir süre boyunca şükran duymak geliyorsa, lütfen kalbinizi dinleyin ve bu vakti ayırın. Geri kalan her şey için zaten yeteri kadar zaman ayırabilirsiniz.
|
|
|
ŞÜKRAN DUYARAK KENDİNİZİ İYİ HİSSEDİN |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 15:37 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
 |
Yapabiliyorsanız her gün, yoğun telaşın içinden iki dakikanızı ayırın. Bir yere oturun, gözlerinizi kapatın, bu yaşamda kimlere ve nelere şükran duyduğunuzu düşünün.
Bunu belki aksatmadan her gün yapamayabilirsiniz, ama eminim yapabildiğiniz günlerde kendinizi çok daha mutlu hissedeceksiniz.
Neden peki? Kimlere ve nelere şükran duyduğumuzu düşünmek gibi basit bir eylem neden kendimizi daha iyi hissettirsin? İşte birkaç sebep:
Çünkü karşılaştığınız olumlu şeyleri size hatırlatıyor.
Yaşamınızda varolan insanlar için kendinizi mutlu hissediyorsunuz. İster sevdikleriniz olsun, isterse yoldan geçen ve size nazik davranan herhangi biri…
Çünkü kötü şeyleri iyi şeylere dönüştürüyor.
İşyerinizde sıkıntı mı yaşıyorsunuz? Bir işiniz olduğu için şükran duyun. Mücadeleleriniz olduğu ve yaşamınızın sıkıcı olmadığı için şükredin. Bu mücadelelerden ders alabiliyor olmanıza şükredin. Sizi daha güçlü bir insan yaptığı için şükredin.
Çünkü size aslında nelerin önemli olduğunu hatırlatıyor.
Çocuklarınız sağlıklı olduğu için şükran duyarken, küçük ıvırzıvırlar için şikayet etmezsiniz. Başınızın üzerinde bir çatı olduğu için şükran duyarken, faturalarınızı ödemeyi sıkıntı etmezsiniz.
Çünkü size başkalarına teşekkür etmenizi hatırlatıyor.
Herhangi birine sadece “Teşekkür ederim” demek bile, o kişini hayatında büyük fark yaratabilir. Bu kişileri telefonla arayabilir, e-posta gönderebilir, veya iki dakika yanlarına uğrayıp teşekkür edebilirsiniz. İnanın bana, insanlar sizin hayatınızda varoldukları ve yaptıkları şeyler için teşekkür etmenizden çok mutlu olurlar. Bunun size maddi manevi maliyeti çok düşüktür ve siz bunu yaparak birilerini mutlu etmiş olursunuz.Ve bir başkasını mutlu etmek sizin de mutlu olmanızı sağlar. Deneyin.
Birilerine teşekkür ederken kendinizi rahatsız hissettiğiniz oldu mu hiç? Benim bazen oluyor… Bunun sebebini bilmiyorum, üzerinde çok düşünmedim. Ama her teşekkür ettiğim insanın yüzündeki beklenmedik ifadeyi ve ardından gelen içten gülümsemeyi gördükçe, her yolumun kesiştiği ve birbirimizin yaşamında irili ufaklı fark yarattığımız insana (bazen kedi köpeğe, ağaçlara, çiçeklere) daha da teşekkür edesim geliyor, ediyorum.
Şükran dolu bir hayat yaşamakla ilgileniyorsanız, şu küçük adımları deneyebilirsiniz:
Sabahları şükran duyma alışkanlığı edinin.
Her sabah 2-3 dakikanızı, şükran duyduğunuz şeylere veya kişilere teşekkür etmek için ayırın. Bunun için özel hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Sadece gözlerinizi kapamanız ve içtenlikle teşekkürlerinizi iletmeniz yeterli. Sadece bu adım bile sizin yaşamınızda çok büyük etki yaratabilir.
Teşekkür edin.
Birisi size çok ufak da olsa güzel bir davranışta bulunduğunda teşekkür ederim demeyi hatırlayın. Ve bunu içtenlikle söyleyin.
Teşekkür etmek için telefonla arayın.
Bazen aklınıza size güzel bir şey yapan biri gelebilir. Belki bu kişiyi şükran seansınız esnasında hatırlayabilirsiniz. Böyle olduğunda, ahizeyi kaldırın ve bu kişiyi, sadece teşekkür etmek için dahi olsa arayın. Kendilerine sizin için ne yaptıklarını hatırlatın ve teşekkür edin. Bu sadece bir veya iki dakika zaman alır. Eğer aramak için sabah çok erkense, sonradan aramak için mutlaka not alın. Hatta eğer yüzyüze söyleme fırsatını yaratabilirseniz bu harika olur. Kişi çok uzakta dahi olsa kısa ve içten bir teşekkür ederim mesajı yazabilirsiniz.
Yaşamınızdaki “olumsuz” şeyler için de şükran duyun.
Yaşamlarımızdaki herhangi bir şeye bakmanın iki şekli vardır. Bir çok kez bir şey hakkında stresli, zararlı, üzücü, talihsiz, çok zor gibi, olumsuz düşüncelere sahip olabiliriz. Ama bu şeye nasıl olumsuz açıdan bakıyorsak, aynı zamanda olumlu açılardan da bakabiliriz. Olumsuz gibi görünen şeylere de şükran duymak, her işte bir hayır olduğunu kendimize hatırlatmanın en iyi yöntemlerinden biri. Yaşamımızdaki problemler bizim olgunluk ve gelişim sürecimizin önemli bir parçası olabilirler.
Günde iki veya üç dakika ile başlayın. Mutlu olacaksınız. Eğer içinizden daha uzun bir süre boyunca şükran duymak geliyorsa, lütfen kalbinizi dinleyin ve bu vakti ayırın. Geri kalan her şey için zaten yeteri kadar zaman ayırabilirsiniz.
|
|
|
GERÇEK DOĞUM YERİN |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 15:32 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
 |
Tanrı dedi ki:
Yaşamında yer alan yokluktan bahsediyorsun. Yokluk senin için bir alışkanlık, bir bakış açısı haline gelmiş. Bu yüzden hayatına baktığında, genellikle bolluk yerine yokluğu görme eğilimindesin. Oysa sadece tek bir açıdan, sadece tek bir yöne bakıyorsun.
Kavanozun içinde yüzen bir balığı düşün. Onun için bütün dünya o kavanozdan ibarettir. Suyun içindeyken görebildiğince uzağa bakar. Ufukta bir okyanus vardır onun için, ancak görünmez ve sert bir cam onun daha da ilerlemesini engeller. İşte senin kendine yarattığın dünya da aynı bu şekilde kısıtlı. Balık, içinde yüzdüğü kavanozun sınırları ile kısıtlı. Hayatta kalabilmek için başkalarının ona bakması gerekiyor. Balık, senin sahip olduğun hareketliliğe sahip değil.
Ancak sen kısıtlı değilsin. Sen engin denizlerden geldin ve hem karada hem de denizde büyüyebilir, gelişebilirsin. O balığa göre sen bir sihirbaz gibisin. Sen, onun yaşamına yem serpen birisin. Onun yaşamasını sağlayan, ona hayat veren bir yardım elisin.
Oysa tüm bunlara rağmen o balık yaşamından hoşnuttur. Senin mutfağındaki küçücük bir kavanozda yaşıyor olsa dahi, hayatından memnundur.
Ama sen yaşamından hoşnut görünmüyorsun. Sen sadece insan olmaktan yeteri kadar memnun değil gibisin. Tabii ki de olmazsın. Bir insan kılığındasın ve hep uzaktaki yerlere bakıyorsun. Bir balık suyun dışında uzun süre yaşayamaz. Oysa sen, bedenen doğduğun andan itibaren suyun dışında yaşıyorsun. Cennetin suyundan meydana geldin, onun içinde doğdun ve şimdi hayatını bir kara parçasının üzerinde devam ettiriyorsun. Her ne kadar kara parçası bir okyanus olmasa da, onun da sunabileceği çok fazla şey var.
Bir kara parçasının üzerinde yaşıyor olman kötü bir şey değil. Orada da çiçekler açıyor, canlılar yaşıyor. Çölde bile bitkiler yetişiyor. Bu dünya müthiş bir yer ve harika güzelliklere sahip. Ancak sen yokluk açısından baktığında bunları görmüyor ve yokluk olduğuna dair kendi düşünce şeklini teyid ediyorsun.
Senin kalbin seni Doğduğun Gerçek Yer’e, zihnin ise şu anda üzerinde dolaştığın geçici araziye bağlıyor. Bir araziden diğerine sıçrıyorsun, ancak esas geldiğin yer ise Cennet’in ta kendisi. Burası senin için geçici bir mekan. Bir balık doğduğu suyun içinden çıkartılabilir ama sen asla cennetten kopamazsın. Kopmuş olduğunu düşündün. Kopmuş olduğunu zannettin. Kopmuş olduğuna kanaat getirdin. Cennet’teki bolluk bakış açısı yerine bu dünyadaki yokluk düşüncesini edindin.
Şimdi kendini toparla. Kalbinde sana cennetten nasıl geldiğini hatırlatan bir tekne var. Kalbin seni bu dünyanın sınırlarının ötesine götüren gemin. Şimdi bu hayali evrende yol alıyorsun. Dünya senin için paha biçilmez. Kalbine bak ve yüreğinde taşıdığın Cennet’i gör. Aradığın huzurun ve mutluluğun asırlardır zaten senin kendi içinde olduğunu göreceksin. Bu durum zihnine saçma gelebilir ve onu reddedebilir. Zihnin bu şekilde nasıl yaşandığını bir türlü algılayamıyor. Çaba sarfediyor. O zaten hep yoldan çıkmakla ünlü. Ama yokluk içinde olduğunu düşündüğün kalbin seni Sevginin Kaynağı’na altından örgülerle bağlıyor. Bu Sevgi örgüsünün lifleri dünyadaki en güçlü demirden bile daha kuvvetli.
Bu yaşamdaki sınırlar, tamamen senin zihninden ortaya çıkıyor. En nihayetinde birer hayal ürünü olan bu illüzyonların ötesine geçebilirsin. Seni bu dünyaya sadece düşüncelerin bağlıyor.
Burada gördüğün ve dokunduğun fiziksel realite tamamen senin düşüncelerinden ibaret. Şimdi anlıyor musun, düşüncelerinin ne kadar da kuvvetli olduğunu. Bu yüzden, şimdi yokluk düşüncelerinin yönünü değiştir!
Artık ne görüyorsun?
|
|
|
KORKULARIMIZI YENMEK İÇİN 9 ADIM |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 15:23 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
 |
Senin, benim, onların ve herkesin çeşit çeşit korkuları var. Hepimizin ayrıca kusurları da var. Kaldı ki hiç kimse mükemmel değil, ve bu korkuların olması gayet doğal.
Ancak..
Doğal olmayan tek şey, bu korkuların seni hayatın tadını çıkarmaktan alıkoyması. Eğer böyle bir şey varsa, bil ki bu hayatın tadını çıkaramamanın nedeni korkunun kendisi değil, bu duruma senin izin vermendir. Oysa bu durumu tam tersine çevirebilirsin. Korkularının senin hayatını yönetmesine izin vermek yerine, seni harekete geçirmelerini sağlayabilirsin. Korktuğun şeylerin çözümlerini uzakta aramak ve bir mucize gerçekleşmesini beklemek yerine, şimdi harekete geçmeyi seçebilirsin. Birinci elden bunun söylendiği kadar kolay olmadığını biliyorum. Zaten o yüzden aşağıda bunun adım adım açıklamaları var. Çok kolay değil, ama kesinlikle imkansız da değil.
Kendini başkaları ile kıyaslamadan, etrafındakilerin beklentilerine cevap vermeye çalışmadan, kendi içine dönüp oradaki gücü uyandırabilirsin. Sen sadece ilk adımı at ve başla. Gerisinin kendiliğinden geleceğini göreceksin. Korkunun yakıcı ateşini yüzünde hissediyor olsan bile, buna rağmen adım at. Hareket ettiğin sürece ateşin yakıcı etkisinden de uzaklaşmış olacaksın. Kim bilir, belki bunu yaparken, bu kadar zamandır seni korkutan şeyin sadece senin kendi kafanda yarattığın bir şey olduğunu göreceksin.
Şimdi bu korkularla nasıl başa çıkabileceğine bakalım.
Aslında ilk başta saydıklarım dahil bir çok korku dönüp dolaşıp 3 ana sebebe dayanıyor:
Başkaları tarafından reddedilmek / onaylanmamak
Kontrolü elinden kaçırmak
Bilinmeyene olan korku
Aşağıdaki adımlardan bazıları içine daha çok sinecektir. En beğendiklerini al ve gündelik yaşamında ne zaman ihtiyaç duyarsan kullan. Beğenmediğin, içine sinmeyen bir şey varsa at çöpe gitsin. İhtiyacın olan en doğru ve gerçek bilgi zaten senin kendi içinde…
İşte korkularını yenmek için 9 adım:
1.Hissettiğin korkunun farkına var. Bu adım, diğer hepsinden daha önemli. Çünkü eğer korkunun farkına varmazsan, diğer hiç bir adım işe yaramayacaktır. Ama belki de hissettiğin korku tabak gibi karşında duruyordur. Eğer korkun açık ve net değilse, dur, düşün ve onun ne olduğunun farkına var. Bunu başardığında da kendini kutla. Çünkü korkunu yenmek ve ondan kurtulmak için gereken ilk adımı atmış bulunuyorsun.
2.Korkunun farkına vardığın zaman, dur. Derin bir nefes al. Onu hisset. Eğer yapabiliyorsan onu tanımla. Büyük mü? Küçük mü? Sana uzakta mı? Yoksa onun soluğunu ensende mi hissediyorsun? Seni yok etmek mi istiyor? Sana yardım mı etmek istiyor? Derin nefes almaya devam et. Bu soruların cevaplarına kendini açık tut.
3.Kendini, yeni bir araziyi keşfe çıkan bir gezgin yerine koy. Tüm dikkatini korkunun üzerine ver ve ona odaklan. Korkunun nasıl olması gerektiğini düşünmekten ziyade, onun gerçekten nasıl olduğu hakkında merak duygusu hisset. Bu korkuyu tetikleyen nedir? O varken bedeninde ne tür hisler içindesin? Zihnine hangi düşünceleri getiriyor? Seni ne yapmaya ittiğini hissediyorsun? Hiç bir harekette bulunmadan, sadece korkunu incele. Bu sayede, korkun artık bilinmeyen bir yabancı olmaktan çıkar.
4.Kendi kendine sakinleştirici şeyler söyle. Her ne kadar deli saçması gibi gelirse gelsin, kendine “Bunu yapabilirim.” veya “Bu da geçecek ve ben hayatıma devam edeceğim.” gibi sözler söyle. Kendine, önündeki korkunun senin hayatında ne kadar eskiden beri olduğunu sor. Korkular genellikle, sevgi ve onaylanma ihtiyacını çokça hissettiğimiz gençlik yıllarında yaşadıklarımızdan meydana gelir. Kendini sakinleştirmen eşi benzeri olmayan bir ilaç gibidir.
5.Otomatik olarak aklına gelen düşüncelere odaklanma. Korku dolu düşüncelerin hiç biri rasyonel değildir ve sana zerre kadar yardımı dokunmaz. Birazdan neler olacağını sen bilmiyor olsan bile, aklındaki korku düşünceleri seni kötü şeyler olacağına dair ikna etmeye çalışır. Oysa, birazdan olacaklar senin hayallerinin bile ötesinde seni mutlu edecek güzel gelişmeler olabilir. Bu yüzden, bu olumsuz korku dolu düşüncelere odaklanmak yerine nefesine odaklan. Oturuyorsan kalk, dolaş, hareket et. Yerinden kalktığın zaman da 6. adımdakileri yap.
6.Ne istediğine odaklan ve onunla bağlantı kur. Değişimin gerçekleşmesi için, eski ve korku dolu halinden kurtulma arzunun, alışkanlıklarından daha kuvvetli olması gerekir. Kendine sürekli olarak, odaklanma arzunu ve bunun neden önemli olduğunu hatırlat.
7.Kafanda, korkularına yenik düşmenin sonuçlarını ve korkularına rağmen adım atabilmenin sonuçlarını karşılaştır. Tekrar soruyorum: Sen hangisini daha çok istiyorsun? Burada seçim sadece senin.
8.Şimdi bilinçli ve erdemli bir seçim yap. Tebrikler! Artık korkularından bir adım daha arınmış durumdasın. Korkuların yerine, gerçek arzu ve isteklerinden doğrultusunda bir seçim yaptın. Kendi başarını takdir et. Artık korkunun yönettiği, çaresiz bir kurban olmamanın verdiği özgürlüğün tadını çıkar!
9.Korkundan tamamen arınmış olmayabilirsin. Hatta büyük ihtimalle olmayacaksın da. Ama bu adımları her attığında bir tık daha korkularından özgürleşmiş olacaksın. Korkunla yeniden karşılaşman halinde şunu düşün: Her karşılaşmanız, senin bir adım daha fazla açık ve sevgi dolu olman için bir fırsat. Korkun tekrar meydana çıktığında, onu bir misafir gibi karşıla. Onun seni arzu ve isteklerinden alıkoyamayacağını kendine hatırlat. Sonra da onu kendi yolunda uğurla gitsin.
Bu adımlar uzun zaman alacak gibi görünebilir. Oysa sadece 1-2 dakikalık bir süreçten bahsediyorum. Üstelik her yapışında daha da kolay ve kısa bir hale gelecek. Kısa bir süre içinde, korkunun her farkına varıp durduğun an, artık onu gitgide daha da arkanda bıraktığını göreceksin.
|
|
|
|