Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 679 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 679 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 270
|
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 367
|
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 797
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 719
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,580
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,968
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,209
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,347
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,595
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,880
|
|
|
BAZI ŞEMPANZELER VE MAYMUNLAR TAŞ DEVRİNE GİRDİ |
Yazar: Emka - 19-04-2017, Saat: 11:26 - Forum: GÜNCEL HABERLER
- Yorum Yok
|
 |
Üç kıtadaki bilim insanları, insanlar tarafından yapılmamış el araçları buldular ve bunu bazı şempanzelerin ve maymunların taş çağına girdiklerine dair delil olduğunu söylüyorlar.
Birkaç on yıl önceye kadar bilim insanları el aletleri kullanabilen tek türün insanlar olduğuna inanıyorlardı. Bunun artık doğru olmadığı, primatlar dahil birçok hayvanın el aletleri kullandığı, araştırmacıların sayısız örneğiyle belgelendi. Ancak genellikle primatların ve maymunların henüz taş aletleri kullanabilme kapasitelerinin olmadığı düşünülüyordu. Son on beş yılda bu iddia da çürütüldü.
Üç kıta boyunca araştırmacılar emsalsiz taş aletler keşfettiler. Bu el aletlerinin birçoğu Keops piramitiyle aynı dönemde şekillendirilmiş. Bu taş aletlerinin eksik yönleri ilkel adamınkilerle karşılaştırıldığında, bunların şempanzeler, kapuçin ve makak maymunları tarafından şekillendirildiği ortaya çıkıyor.
Max Planck Institute for Evolutionary Anthropology’deki Christophe Boesch tarafından yürütülen araştırmalarda Ivory Coast ormanından kazılan taş aletleri incelendi ve 4300 yıl önce yapılmış oldukları bulundu. Araştırmacılar, bazı taş aletlerinde şempanzelerle ilişkilendirilen önemli karakteristik özellikler belirledi. Örneğin, bazı el araçları 1 ila 9 kilogram arasındaydı, bu aralık normalde şempanzeler tarafından tercih ediliyor (antik insanlar 1kilogramdan hafif taş aletleri tercih ediyordu.). Aynı zamanda şempanzeler taş aletleri insanların yemediği türde çerezleri de açmak için kullanmış. Bu bulgular şempanzelerin en az 4300 yıldır Ivory Coast ormanında taş aletler kullandığını gösteriyor.
Bu el aletleri kaba, ayrıca bir şempanzenin veya bir maymunun taş çekicini güzellik açısından ilkel adamın el baltasıyla karşılaştırmak oldukça güç. Ama esas önemli nokta bu değil. Bu primatlar rutin olarak taşa dayalı teknoloji kullanılan bir kültür geliştirmişler. Bu da taş çağına girdiklerini gösteriyor.
İlk taş aletleri ortak atalarımız mı kullandı?
Şempanzeler yaşayan en yakın akrabalarımız. Bizim gibi olmaları ve taş aletleri kullanmaları şempanze ve insan atalarının ilk taşa dayalı teknolojiyi geliştirdikleri anlamına gelebilir. University of Oxford’dan Primate Archaeology (Primarch) projesinin yöneticisi olan Michael Haslam bunun olasılık dışı olduğunu söylüyor. Eğer böyle olsaydı bütün şempanzelerin taş aletler kullanmaları gerekirdi, ancak sadece Batı Afrika’daki küçük topluluklar bunu yapıyor. Batı Afrika’daki şempanzelerin merkezdeki ve doğudaki şempanze topluluklarından ayrıldıktan sonra bu beceriyi geliştirdiklerini düşünmek daha mantıklı. Öyle görünüyor ki insan taş çağı ve Batı Afrika şempanzelerinin taş çağı birbirinden bağımsız.
Birkaç yüzyıl geriye gidildiğinde Brezilya’daki sakallı kapuçin maymunlarının taş aletler kullandığına dair raporlar olduğu görülüyor. 2004’te (1) yapılan bir araştırma da bu raporları doğrular nitelikte.
2015 yılında yayımlanan bir çalışma ise uzun kuyruklu makak maymunlarının da taş aletler kullandığını gösteriyor.
“Kapuçinler Yeni Dünya maymunları, bizden 35 milyon yıllık evrimle ayrıldılar.” diyor Haslam. “Makaklar bile 25 milyon yıl civarında.” Başka bir deyişle, Taş Çağı primatları evrim ağacında geniş bir alana dağılmış durumda, bu da teknolojiyi her birinin bağımsız olarak geliştirdiğini gösteriyor.
Mayıs 2015’te (2) Kenya’da çalışan arkeologlar atalarımızın en erken taş aletleri hakkında detaylar yayımladılar. Bu “Lomekwian”* taş aletleri 3,3 milyon yıllık birikintilerden ortaya çıkarılmış. Takımın bulduklarına göre taş işlemede şempanzeler ve maymunlarla benzer yöntemleri kullanıyorlardı. Bu, taş alet kullanan primatları çalışmanın ilkel insan davranışının doğası hakkında fikir verebileceğini gösteriyor. Ama yine de ilkel insan ile şempanzeler ve maymunlar çok farklı olduğundan sonuca varmak oldukça zor olacak.
Diğer primatlar insanlar gibi gelişebilecek mi?
Şempanzeler ve maymunlar Lomekwian taş aletlerinin ötesine geçemezken insanlar sofistike el aletleri yapmayı nasıl öğrendi? Bunun el anotomimizin daha ince ayrıntıları işlemesine olanak sağlayan evrimsel avantajı olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekte, 2015 (3) Temmuzunda of George Washington University’deki Sergio Almécija tarafından yayımlanan çalışmaya göre, aksine, son birkaç milyon yılda insan elleri şempanze ellerinden daha az değişti. Şempanzeleri ve maymunları geride bırakan elleri değilse, problem beyinlerinde yatıyor olabilir diyor Almécija.
Yine de Haslam, şempanzelerin, makakların ve kapuçinlerin teknolojik limitlerine ulaşmamış olmaları olası olduğunu söylüyor. Ama kendi taş çağlarını geliştirme avantajı yakalayıp yakalayamayacakları henüz belirsiz.
“Onların popülasyonlarını dramatik şekilde daraltıyor, yaşam alanlarını imha ediyor ve onları avlıyoruz” diyor Haslam. “Küçük gruplar, büyük gruplar gibi yayılıp teknolojilerini güçlendiremezler.” Diğer bir ifadeyle şempanzelerin ve maymunların sofistike el aletleri geliştirecek becerileri olabilir ancak farklı bir grup primatın usta taş alet üreticileri olması nedeniyle potansiyellerine erişme imkanı bulamayabilirler.”
|
|
|
RUHSAL KARMALAR – KRYON |
Yazar: Emka - 19-04-2017, Saat: 11:00 - Forum: KRYON
- Yorum Yok
|
 |
Bazen yaşamınıza tümüyle yeni arkadaşlar girer ve ”KARMA” oyununuzu bırakmanızı, ya da mevcut (Eski) Sipritüel düşünüşü Reddetmenizi anlamayanlar yaşamınızdan çıkıp giderler.Onlar, “Sen artık Aile Dramıyla ilgilenmiyormusun? Hasta olmalısın!” derler.Siz Aile Dramından koptuğunuzda, “Aile Üyeleriniz” in bir çoğu yaşamınızdan çıkıp gitmiştir.Ailelerin “Karmik Kuralları” koyulmuştur ve onlara batmışken bu Kuralları görmeniz çok zordur.Bir türlü geçinemediğiniz, size rahatsızlık veren (bir) Aile Üyesinin “Öyle” Olması tasarlanmıştır ve sizin onunla tüm bu zaman boyunca “Dram Dansı” nı yapıyor olmanız bir “Rastlantı” değildir.
Şimdi siz, bu dansı bırakmayı seçebilirsiniz ve bu Aile Üyesi, dans partneri bu dansı bıraktığı için çok öfkelidir. Böylece onlar çekip giderler. Karma bu şekildedir. Kadimdir ve yavaştır. Yeni İnsan seçime sahiptir, ama bu seçimin sonuçları vardır. Şimdi sorumluluk olgusu anlaşılmalı ve geliştirilmelidir. Artık kurbanlar yoktur, kazalar yoktur, çevrenizdeki herşey için “Tam Sorumluluk” vardır. Bunlar “YENİ ANLAYIŞLAR”dır…

Öte yandan, yaşam dersleri çok daha kişiseldirler. Yaşam dersi, karmik bir enerjiyle ilişkili olabilse de, siz karmik niteliğinizden kurtulduğunuzda da yaşam dersiniz sizinle kalır. Çünkü yaşam dersi, karmadan daha derin bir niteliktir ve bir gruba ait değil, kendi ruhunuza aittir. Yaşam dersi de tıpkı karma gibi bir yaşamdan diğerine taşınır, ama farklı bir biçimde… Karma, diğer insanlarla yaşanan durumlarla, bitmemiş işle, tamamlanacak hislerle ve bir etkileşim sistemi ile ilgilidir. Yaşam dersi ise tamamen kişiseldir ve sadece siz ile sizin hakkınızdadır. Öğrenilecek tipik yaşam dersleri altta sıralanmıştır. Şunu bilin ki, ancak öyle hissediyorsanız bunlar size ait derslerdir. Herkesin bir ya da daha fazla yaşam dersi vardır ve her insan bir örtü olarak bu dersle gelir. Bir kez insan bu dersi çözdüğünde (öğrendiğinde), bu çözüm bundan sonraki yaşama taşınır ve o dersin bir daha öğrenilmesi gerekmez…
1- Sevmeyi öğrenmek
2- Dinlemeyi öğrenmek
3- Almayı öğrenmek
4- Kendini sevmeyi öğrenmek
5- Kendi gerçeğini söylemeyi öğrenmek
6- Bir Kurban olmamayı öğrenmek
7- Kimsenin seni tanımlamasına izin vermemeyi öğrenmek
8- Kendi Üstadlığını hissetmeyi öğrenmek
9- Diğer İnsanlarla birlikte yaşamayı öğrenmek
10- Başkalarını suçlamamayı öğrenmek
11- Dualitenin dışına çıkmayı (Karmayı bırakmayı) öğrenmek
12- Başkalarından daha çok kendinle ilgilenmeyi öğrenmek
13- Burada Olmayı hak ettiğini, doğuştan kirli olmadığını öğrenmek
Bu derslerin her biri derin bir biçimde kişiseldir.Onlar aileyi, karmik bir rutini ya da bir grup enerjisini içermezler. Kişisel olarak sizindirler ve siz tıpkı karmanızla olduğu gibi, onların üzerinde de yaşamlar boyunca çalışırsınız. Ancak, bu yeni enerjide, bu derslerin hepsi çözülmek üzere masanın üzerindedir.
“Yaşam Dersi” olgusu, yakın zamana kadar kendini Karmadan ayırmamış bir olguydu. Eski Enerji, sizin alışılmış haliniz olarak görünen şeyi değiştirebileceğinizle ilgili her türlü anlayışı gizlemişti. Eğer siz, kimseyi dinlemiyorsanız, mutsuzsanız ve görünüşte diğerleriyle birlikte bir işlev yapamıyorsanız, zor biri olarak etiketlenir ve öyle görülürdünüz. Bu kadardı. Kendinizi değiştirmenin mümkün olabileceği normalde düşünülemiyordu.
Bu zamandan önceki “Yeni Çağ” uygulayıcılarının işi zordu, çünkü çok az kişi bu; “Kendini tümüyle değiştirebilme” kavramını gerçekten anlayabiliyor ve uygulayabiliyordu…
|
|
|
Kim Bu Mormonlar? Babil’in Kayıp Çocukları mı? Amerikan Yerlilerinin Ataları mı? |
Yazar: Magnetho - 15-04-2017, Saat: 18:38 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Çeşitli vesilelerle televizyon programlarında ve belgesellerde bazen gördüğümüz ama haklarında fazla bir bilgimizin olmadığı bu Mormonlar kimlerdir?
Neye inanırlar? Nasıl yaşarlar? Dinlerinin kökenleri neye ve/veya nereye dayanmaktadır?
Mormon kelimesinin anlamı Mormon kaynak sularından, duru bir sudan (Mormon kitabı-Mosiya 18:5) geldiğine, anlamının “more good” daha iyi olmak olduğuna inanırlar.
Mormonlara göre, Mormon Kitabı, Kutsal Kitap’la karşılaştırılmaya değer, kutsal yazılardan oluşan bir kitaptır. Tanrı’nın eskiden Amerika kıtasında yaşamış olan insanlarla kurduğu ilişkilerin bir kaydıdır ve sonsuz Sevindirici Haber’in bütününü içerir.
Bu kitabın, birçok eski peygamber tarafından peygamberlik ve vahiy ruhuyla yazıldığına inanırlar. Mormonlara göre, eski peygamberlerin altın levhalara yazılmış olan sözleri Mormon adlı bir peygamber-tarihçi tarafından aktarılmış ve özetlenmiştir. Bu kayıtlar iki büyük uygarlığın kayıtlarını anlatır. Uygarlıklardan biri m.ö. 600 yılında Yeruşalayim’den-Kudüs’den gelmiş ve daha sonra Nefililer ve Lamanlılar olarak bilinen iki farklı millete ayrılmıştır. Diğer uygarlık ise çok daha önce, Rab, Babil Kulesi’ndeki halkın dilini karıştırdıktan sonra gelmiştir. Bu grup Yaredliler olarak bilinir. Binlerce yıl geçtikten sonra Lamanlılar hariç, herkes yok olmuştur. Bu insanlar Amerika kıtasındaki Kızılderililer’in asıl atalarıdır.
Mormonlara göre, Mormon Kitabı’nda kaydedilen en önemli olay, İsa ‘nın dirildikten hemen sonra Nefililer’in arasında vermiş olduğu kişisel hizmettir.
Kilise üyeleri Joseph’in Palmyra, New York yakınlarında bir tepeye, Moroni olarak bilinen bir melekten çok eski zamanlardan kalma kayıtları almak için yönlendirildiğine inanırlar.
Mormon yazdıklarını tamamladıktan sonra kayıtları oğlu Moroni’ye teslim etmiştir; o da kendisinden birkaç kelime ekleyip levhaları Kumora tepesine saklamıştır. 21 Eylül 1823 tarihinde aynı Moroni, bu kez yücelmiş ve dirilmiş bir kişi olarak Peygamber Joseph Smith’e görünür ve ona bu eski kayıtlar hakkında bilgi verir; bu kayıtların İngilizce diline çevrilmesinin Tanrı’nın isteği olduğunu bildirir.
Zamanı gelince levhalar Joseph Smith’e verilir; o da bunları Tanrı’nın verdiği armağan ve güçle tercüme eder.
Bu kayıt hakkında Peygamberleri Joseph Smith: “Kardeşlere, Mormon Kitabı’nın yeryüzündeki bütün kitapların en doğrusu ve bizim dinimizin kilit taşı olduğunu ve insanların herhangi başka bir kitaptan daha çok, bu kitabın ilkelerine uyarak Tanrı’ya daha çok yaklaşabileceklerini söyledim” demiştir.
Altın levhalara işlenmiş bu kayıt İsa zamanında Amerikan kıtasında yaşamış halkın tarihini içermektedir. Mormonlar, Amerikanın yeni vaat edilmiş topraklar olduğuna inanırlar. Kutsal Kitaplarında Amerika’dan hiçbir kralın egemen olmadığı özgür bir ülke olacak diye bahsi geçer.
Mormonların mensup oldukları kiliselerinin adı İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi’dir.
Bir tarikat değildirler. Joseph Smith İsa Mesih’in Son Zaman Azizleri Kilisesi’nin kurucusu ve ilk başkanıdır.
O ve beş arkadaşı Kilise’yi resmi olarak Fayette, New York’ta 6 Nisan 1830’da kurmuşlardır.
|
|
|
BİLİM TARİHİNİN EN BÜYÜK ÖRT BAS OLAYI : DROPA TAŞLARI |
Yazar: Magnetho - 15-04-2017, Saat: 18:34 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Bazı internet siteleri ve ufo kitaplarına göre en büyük bilimsel ört-bas Dropa halkının 12.000 yıl önce günümüzde Çin ve Tibet sınırında bulunan Baian Kara Ula Dağlarında yaşamış Dropa ve Ham ırklarının yaşadıklarını anlatan disk kayıtlarıdır. İnanılması imkansız bu olay bilimsel bir gerçek midir? İnsanlardan saklanan bir sır mıdır? Yoksa basit bir aldatmaca mıdır? saklı Site olarak bunu araştırdık…
İNANILMAZ KEŞİF
1938 senesinde Çinli Profesör Chi Phu Tei önderliğinde yürütülen arkeolojik keşif gezisinde Baian Kara-Ula Dağındaki mağaralarda bilinmeyen bir ırka ait mezarlar bulunmuştur.
Oldukça kırılgan olan iskeletlerin kafatasları gelişmiş ve vucutlarına göre hayli büyüktü. Önceleri maymunlara ait olduğu düşünülen bu iskeletlerin mezarlarda gömülü olması ekibe ilginç geldi. Mağara duvarlarında güneş, ay ve yıldızlara ait bir çok çizim keşfedildi.
Arkeologlar tozlu zemine saplı çok sayıda taş diski kazarak açığa çıkardılar. Plakları anımsatan dislerin ortasında bir delik ve merkezden kenarlara giden spiral ince çizgiler vardı. Sanki taş diskler günümüz plaklarını veya CDlerini anımsatıyordu.
İşin en korkunç yanı yapılan tetkiklerde diskleri yaşının 10-12 bin yıl olduğunun anlaşılmasıydı. Bilim dünyasını sarsacak bu disklerden 716 adet bulundu. 2 cm kalınlığında ve ortalama 25 santi çapındaki bu disklerin aslında uzaylı bir ırkın tarihi kayıtları olduğu 20 yıllık bir çalışma sonunda 1962 senesinde Dr. Tsum Um Nui tarafında ortaya çıkaılacaktır. Çözülen yazılarda anlatılanlar o kadar sansasyoneldi ki, Pekin Akademisi sonuçları yayınlamaı reddetti ve hatta bu buluş hiç olmamış gibi sessiz kalmayı tercih etti.
DİSKLERİN İÇERİĞİ:
Bu disklerde ne mi yazıyordu:
Taş diskler uzak bir gezegenden gelerek Dünyada mahsur kalan ve kendilerine Dropa adını verdikleri dünya-dışı bir ırkın vakarüsleriydi. Gemiler Baian Kara-Ula dağlarına düşen Dropalı gezginler mağaralar sığınarak buralarda yaşamlarını sürdürmeye başlamışlardı.
Oldukça uysal ve barışçı olan Dropalar yerli Ham kavimleri tarafında yanlış anlaşılarak düşman kabul edilmiş ve Ham insanları Dropaları avlayıp öldürmeye başlayacaklardır. Zamanla Ham kavmi ile Dropa arasında iletişim kurulacak ve bu anlamsız savaş sona erecektir.
Olay Batı basınında ilk olarak 1968 senesinde Sputnik Dergisine bir makale yazan Rus dil uzmanı Dr. Viatcheslav Zaitsev sayesinde duyulacaktır. Taşları inceleme fırsatı bulan Dr. Zaitsev bunların yüksek konsantrasyonda kobart ve ender bulunan bir kısım metaller içerdiğini anlayacaktır. Osilograf testinde taşların salınım ritmi dünyadaki hiç bir nesneye benzemediği tespit edilecektir.
Ayrıca kemikler üzerinde yapılan tetkiklerde dünyada yaşayan hiç bir ırkla akrabalık bağı kurulamamıştır. Daha sonra Daniken ve Kolosimo gibi Antik astronot Teorisyenlerinin savlarına malzeme olacak olan bu keşif unutulup gidecektir. İnternetin yaygınlaşmasıyla yeniden gündeme gelen keşif hakkında Stupnik Dergisindek makale içeriği sakız gibi tekrarlanıp duracaktır.
Ta ki 1974’te, Avusturyalı mühendis Ernst Wegerer’in Xian’daki Banpo Müzesine bu disklerden ikisini getirdiği açıklanana kadar yeni bir bilgi bulunmayacaktır. Wegerer disklerin 4 adet fotoğrafını çekmiştir.Müze yetkilileri diskleri teşhir etmeyi reddetmiş ve gelen araştırmacılara da kaybolduğunu veya tahrip olduğunu söylemişlerdir.
İçinde çok sayıda Türkçe internet sitelerinin bazı yazılarında söylediği gibi bu “tarihin en büyük ört-bas olayı” mıydı. Yoksa farklı bir şeyler mi vardı?
EFSANE BÖYLE BAŞLADI:
1962 senesinde Alman Das Vegetarische Universum (Vejeteryan Kainat) ismli derginde Çin ve Tibet arasındaki bölgede bulunan uzaylılara ait disklerden bahsetmiştir. Makalenin yazarı Reinhardt Wegemann şunları söylüyordu;
“Tibetle Çin sınırları arasından bulunan Baian Kara Ula Dağlarındaki bölgede çok sayıda mağara vardır. 25 yıl önce burada üzerlerinde garip hiyeroglifler yazılı tabletler bulundu. Binlerce yıl önce sert kayadan tabletler üzerine henüz bilinmeyen bir metodla bu yazılar kazınmıştır”
1964 senesinde aynı içerkli yazı bu kez Alman UFO dergisi UFO-Nachrichten’de yayınlanacaktır.Böylece Dropa efsanesi Batı basında meşhur olacaktır. Almanca makale bu kez Rus Dergisi Neman’da yayınlacak ve efsanenin anavatanı 1968’de öğrenecektir! Böylece aynı içerikli yazı sadce ırkın adı Dzopa,Dhzopa, Dzohpa, Dhropa, Dropa şeklinde değiştirilerek yayınlanmaya ve başkaca ülkelerin medyasında da duyulmaya başlanacaktır.
YALANCILAR KADAR ŞÜPHECİLER, İNANANLAR KADAR ARAŞTIRANLAR DA VAR:
Bu haberle ilgili ilk şüpheler 1973 senesinde meşhur “Flying Saucer Review” dergisi direktörü Gordon Creighton tarafından sorgulanmaya başlanacaktır. G. Creighton yaptığı araştırmada 1938 senesinde, öncesinde ve sonrasında Baian Kara Ula Dağlarında keşif yapıldığına dair hiç bir kayıt bulamayacaktır.Ayrıca Prof. Chi Pu Tei isminda hiç bir Çinli profesör olmadığını açığa çıkaracaktır.Tsum Um Nui veya onun raporuna ulaşmaya çalışacaksa da başarılı olamayacaktır.
1979 senesinde Sungod in Exile isimli kitabında David Agamon tarafında yazılan keşfe ilişkin yazı ve resimlerin de birer aldatmaca olduğu Fortean Times isimli meşhur İngiliz dergisi tarafında ortaya çıkarılacaktır.
Kısacası Dropa Efsanesi tamamen hayal-ürünüdür. Yukarıda anlatılan olayıların olduğuna dair kaynağı belli olmayan bir kaç asparagas dergi makalesi ve ne olduğu belli olmayan bir kaç disk resmi dışında hiç bir ciddi ve bilimsel kayıt bulunmamaktadır. Olayıda bahsi geçen isimlerde sahıslar bulunmamakta, ortada da maddi hiç bir delil bulunmadığı gibi inandırıcılıkta uzak bir şehir efsanesi dışında tek sayfa yazı da yoktur. Olayı açığa çıkaran iki profesör düşünün ki, tek bir bilimsel çalışmada adı geçmeden bu ünvanı kazanmış olsunlar ve hiç bir üniversitede çalışmıyor olsunlar…
Öyküde mantık hataları da çoktur. Örneğin;
Uzay gemisi ile dağa düşen uzaylılar neden koca koca taşları oysunlar. Böylesi ileri bir teknoloji sahibi ırk niye daha kolay bir yol seçmemiştir?
Kendilerine düşman bir dünyaya neden kayıt bıraksınlar?
Bir çok eski medeniyetin yazısı çözülemezken bu yazı nasıl okunabilmiştir. Eski yazıların çözümünde Rosetta Taşı denilen bir metod kullanılır. Bu metodta okunamayan yazı okunabilen yazılarla karşılaştırılır. Uzaylı dilini içeren bu yazılar hangi okunabilmiş dünya-dışı yazılarla karşılaştırılmlştır?
Diskler, kemikler nerededir? Saklandıkları kabul edilse de mağaralar hala yerinde duruyor. Niçin gidilip yeri bulgular aranmamıştır.
Taşlar ortada yokken Rus Dr. Zaitsev nasıl tetkik yapabilmiştir?
Niçin kaynaklarda 23 cmlik Kaşar Peyniri Tekeri çapında olduğu yazılan diskler resimlerde Değirmen Tekeri iriliğindedirler?
İnternette dolaşan Dropalılara ait fotografı 12.000 yıl önce hangi medya fotografçısı çekmişti (Bu doğru ise taşlarda daha önemli bir ört-bas var demektir)
En iyisi Dropaları Gar-dropa kaldırmak ve gerçek bir öykü gibi ballandıra ballandıra anlatmaktan vazgeçmek.
Kaynak: saklısite
|
|
|
KENDİNİ YENİDEN YARATMA |
Yazar: canankiraz - 15-04-2017, Saat: 18:27 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
 |
Kendini bulmak diye çok bahsedilir. Önemli bir aşama olmakla birlikte, bir sonraki aşamayı yani kendini gerçekleştirme aşamasını yaşamazsanız pek bir önemi yoktur.
Kendi durumumuzun farkına varmak önemlidir. Farkına varmak, objektif olarak içinde bulunduğumuz düşünce durumunun ne olduğunu anlamaktır. Kendimizi zannettiğimiz gibi değil de, bağımsız üçüncü bir gözlemcinin tam olarak ne, nasıl ve neden öyle olduğumuzu anlaması gibidir.
İçinde bulunduğunuz durumu anlamak, onu düzeltebilmek için bir fırsat yakalamanızı sağlayabilir.
Kendini anlamanın önemli bir avantajı, olumsuz olan yönlerimizi düzeltebilmek için bize imkan sağlamasıdır. İçinde bulunduğumuz durumun farkına varırsak onu düzeltme gücünü elde ederiz.
“İyi bir insanı, daha iyi biri yapma” da diyebileceğimiz kendini yeniden yaratma kavramı, işte budur.
Tabi kendini yeniden yaratırken çevremizde gördüğümüz ve kimyamıza uymayan bir metamorfozdan bahsetmiyorum. Köpeklere özenip, onlar gibi olmaya çalışan bir koyunun gülünç durumuna düşmemek lazım.
İşe nereden başlamalı?
Kendini yeniden yaratmak, aslında oldukça planlı bir iştir. Böyle bir işe başlamadan önce, elinizde bir taslak bulunmalıdır. Granit bir bloka rastgele vurduğunuz keski darbeleri ile bir eser meydana getiremezsiniz. Sadece parçalanmış bir taş yığını ortaya çıkar. Bir planlama ve hedef bu nedenle gereklidir.
Taş blokunu gördüğünüzde ona vereceğiniz şekli zihninizde planlamalı ve hedefiniz olan mükemmel esere ulaşmak için de, her darbesi ustalıkla ayarlanmış vuruşlar yapmalısınız. Son darbeye kadar ortaya çıkacak eser tamamlanmamıştır. Üstelik son darbede oluşturabileceğiniz bir çatlak ile tüm çabanız boşa gidebilir. Zor mu görünüyor? Olabilir bu İnsanlığı asırlar boyunca harikulade heykeller yapmaktan alıkoymamıştır. Yani yapılabilir.
Aynı şekilde kendinizi yeniden yaratmada önünüzde zorluklar olabilir ve başarısızlıklarla yüz yüze gelebilirsiniz. Bu gibi durumlarda vazgeçmek kaybetmenize yol açacaktır. Bu nedenle hedefinizden asla vazgeçmemelisiniz.
Hiç bir zaman erişilemeyecek de olsa mükemmelik iyi bir hedeftir.
Kendini yeniden yaratmada nihai bir hedef bulunsa da bu aslında hiç bir zaman gerçekleşmeyecek hayali bir hedeftir. Dikkat edilirse, mükemmel bir heykelin bile pek çok hatası bulunabilir. Kendini yeniden yaratmış bireyde de hatalar, aksamalar olacaktır. Ancak başlangıç haliyle karşılaştırıldığında alınan yol ortaya çıkabilir.
Örneğin günü yaşayan, zamanın bile pek farkında olmadan ve kendini geliştirmeyen, öğrenmeyen, pek düşünmeyen bir birey ile kendini yeniden yaratmış, kendinin, toplumun, dünyanın ve evrenin farkında olan bir bireyin arasında önemli bir fark vardır.
İyi bir insan ile daha iyi bir insan arasındaki fark gibi. İyi bir insanın daha iyi bir insan olmak gibi hedefe ulaşmak için çabalaması anlamsız gelebilir. Zaten kendisinin farkında olan ve bu nedenle de iyi olan biri amacına çoktan ulaştığını düşünebilir. Kendini yeniden yaratmayı beceren ve daha iyi biri olan ise aradaki farkı ve gelişmeyi anlayabilecek olan bireydir.
|
|
|
UZUN YAŞAMAK İÇİN NELER YAPMALIYIZ? |
Yazar: canankiraz - 15-04-2017, Saat: 18:23 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
 |
Uzun yaşayan insanlara mikrofon, kamera uzatılır, ne yeyip içtiği, nerede yaşadığı sorulur. Standart gündem boşluğundan dolayı habersiz kalmış gazeteci taktiğidir. Böyle şeyler çok okunup izlenir. Kim uzun yaşamak istemez ki?
Genellikle cevaplar da şaşırtıcı olur. Kimi günde 2 paket cıgara içmektedir. Kimi tereyağı, kuyruk yağı yemektedir.
Bir kişi de çıkıp demez: “Yahu, galiba bu işin sırrı pek yediğinde, içtiğinde değil!” diye. Peki adama ya da kadına sorsanıza; hiç derdin var mı diye?
1- İnsan kendini tanımalı. En azından hangi organın ne işe yarayıp, ne yaptığını bilmeli. Hala birine aşık olunca; bu işin sorumlusunu yürek sananlar yok mu? Ağaçlara kazınmış beyin şekli içinde iki harf gördünüz mü hiç? Oysa kalp sadece pompadır. Gönül işlerine de beyin bakar. Düşünce işlerininin sorumlusu beyindir.
2- Psikiyatri Hekimleri’ne gidin. İnsanın sağlık sorunu olması normaldir. Kimi sağlık sorunlarının asıl sorumlusu yine beyniniz olabilir. Özellikle durup dururken oranızda buranızda garip sağlık sorunları oluyorsa ilgili hekim yanında bir de Psikiyatri doktoru ya da en azından bir Psikolog ile görüşseniz belki de sağlık sorununuzu çözebilirsiniz.
3- Söylenenleri, okuduklarınızı düşünce süzgecinizden geçirin. Örneğin hep önerilen, stresten uzak durmanızdır. Oysa uygun tepkileri verseniz, stres metabolizmanızı hızlandırıp, genç kalmanızı bile sağlayabilir. Ancak bir de buna ufak bir ruhsal bozukluk eşlik ediyorsa, bedensel tahribat ve kısa bir ömür kaçınılmaz olabilir.
4- Çevrenizdeki insanlar sizi çok mu yıpratır? Eğer onlarla başa çıkamıyorsanız tabi ki çevrenizdekiler sizi yıpratırlar. Eğer çevrenizdekiler nedeniyle sağlığınız bozuluyorsa; farklı bir çevre ya da işe geçmeniz işe yaramaz. Orada da aynı durum ile karşılaşırsınız. Sorunu, illa başkalarında arayacaksanız, aynaya baktığınızda karşınızda gördüğünüz kişide arayın.
5- Ağlamak aslında uzun dönemli rahatlama sağlamaz. Kısa sürede bir rahatlama verdiği bilinen ağlamak, uzun dönemde kendine acıyan, acı çeken, daha kötüsü böyle yaşamayı normal sanan bir ruh haline neden olabilir. Mutsuz olup kendinizi üzmek. Vücudunuzun savunma sisteminin dengesini bozarsa sağlığınız için tehlike çanları hareketlenmiş demektir.
6- İyi biri olmak kendiniz için yararlıdır. İyi biri olmak bir zihinsel durumdur. Mistik, ideolojik ya da dinsel öğretileri içselleştirmediğinizde (yine kullandım o kelimeyi ?? şekilsel olarak iyi biri olsanız da çelişkiler yaşayarak ömrünüzü uzatamazsınız. Öncelikle var olan durumunuzu kabullenin. Kimse mutlak iyi ya da kötü olamaz. Bulunduğunuz durumu iyi, kötü bilirseniz daha iyi biri olmak için gerekenleri yapabilirsiniz. İyi olmanın verdiği iç huzuru ve dinginlik ömrünüze ömür katar.
7- Vurdumduymazlık kimi zaman iyidir. Televizyonda gördüğünüz bir haber için aşırı tepkiler mi veriyorsunuz? Tanımadığınız birinin kötü hali sizi çok mu üzebiliyor. Bir yakınınız hastalandığında onun yerinde hatta daha beter mi olmak istiyorsunuz? Yapmayın! Böyle davranışlarla çevrenizdekilere faydalı değil yük olursunuz. Sizin de sağlığınız bozulduğunda ne kendinize ne çevrenize faydası olur. Olanı kısa sürede kabullenmek ve sonraki adımları planlayıp gerçekleştirmek yani yolunuza devam etmek yapılabilecek en akıllıca şeydir. Yani bir tür bilinçli vurdumduymazlık ömrünüzü uzatabilir. Dikkat bundan kesinlikle her şeyi içe atıp sakin görünmeye çalışmak anlaşılmasın. Sabır taşı bile böyle durumlarda çatlar.
8- Tıp doktorları daha sorumlu davranabilir mi? Evet başlarını yoğun iş yükünden kaldırabilirlerse belki. Kendilerine sağlık sorunu ile gelen kişilere sorulabilecek akıllıca bir kaç ek soru sonunda bir ruh doktoruna sevk ile belki de asıl sorun çözülebilir.
|
|
|
İNSAN İKİ KERE DOĞAR |
Yazar: Magnetho - 15-04-2017, Saat: 18:14 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
 |
“Gözünü açıyorsun doğdu diyorlar, gözünü kapatıyorsun öldü diyorlar. Bu göz kırpışa ömür diyorlar.”
“Kitaplardan önce kendimizi okumaya çalışalım.” Hz.Mevlana
Hayat dediğin nedir ki kısacık bir zaman dilimi. Doğum ile ölüm arasında geçen bir anlık saman alevi.
Etten ve kemikten oluşan insan, akıl, beden ve ruha da sahip bir varlık. Bu üçleme (trinite) insanı anlamanın başlangıcı.
Binlerce yıl önce yazılmış olan kadim Hint destanı “Mahabharata”nın bir parçası olan ve “Tanrının Ezgisi” anlamına gelen “Bhagavad Gita”da bahsedildiği gibi “Bireysel BEN maddi beden arabasındaki sürücüdür”. Yani, başka bir deyişle beden ruhun kılıfıdır ya da arabası.
Herkes bu hayata anne karnında geçen o mucizevi doğum süreci ile doğar…
Doğar, çünkü her yaratılan varlık gibi bir görevi, bir amacı, bir sınavı, yaşaması gereken bir kaderi vardır…
Doğar, çünkü bir hayali gerçekleştirecektir…
Doğar, çünkü deneyimlemesi gereklidir.
Doğar, çünkü tekamül bir gerekliliktir.
Herkes doğar ve nefes alır, ancak çok az insan gerçekten yaşar. Her doğana insan diyemeyiz.
Hz. Mevlana çok güzel özetlemiş “ne insanlar gördüm üstünde kıyafeti yok, ne kıyafetler gördüm içinde insan yok”.
Peki zeka ile donatılmış, düşünen bir insan olarak doğmak kişiyi neden insan yapmıyor?
Çünkü bize bahşedilen bu zeka sadece Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ndeki ilk 2 basamağın ihtiyaçlarını karşılamak için bize verilmedi. Her birikim, her kazanım bir sorumluluk. Bilen bilmeyenden sorumlu, oysa cehalet sorumluluk yok demek.
İnsan sahip olduğu zeka ile kendi hayatının efendisi olmak, kendini bulmak ve sonra bilmek ve ışığı çevresinde yaymakla yükümlü. Kısaca her şey iyi bir ahlak ile başlıyor ve bunu adalet ve edep takip ediyor.
Tasavvuf’ta Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak geçen insan bu makama biyolojik olarak doğunca oturamıyor. Kendi kişilik maskelerini (personalar) birer birer bularak bunlardan kurtulan insan bir “anka kuşu” olarak yeniden doğmadıkça hakiki insan olamaz. Kendi varlığında yok olmadıkça “halifetullah” makamına oturamaz.
Tasavvuf ehlinin “fenafillah” dediği şey insanın kendi küllerinden yeniden doğmasıdır. Tırtılın kelebeğe dönüşmesi sürecidir bu. Bu “ölmeden önce ölmek”tir ki, bu da insanın yaşarken kendi nefsini kurban etmesi, nefsini terbiye ederek dönüştürmesidir. O zaman nefs, “müttefik nefs” olur. O zaman nefs, nefis olur.
Bu yüzden “hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz”. Ancak bunu yapan ve tamamlayan tırtıl kelebeğe dönüşebilir.
Doğum ve ölüm arasındaki o kozmik göz kırpışta bu yüzden insan 2 defa doğar. Önce biyolojik olarak doğar, sonra içindeki özü farkedip onu ortaya çıkartınca, kendinden bir mana çocuğu doğar ve tırtıl kelebeğe dönüşüp uçar gider. Uçan kelebeğin arkasından bakan diğer tırtıllar da kendi içlerinde kış uykusuna yatan o muhteşem görkem ve potansiyeli bilmeden “ne güzel” der ve yapraklarının üstünde sürünmeye devam ederler.
|
|
|
GEÇMİŞİNİZİ GELECEĞİNİZ BELİRLER |
Yazar: Spiritüeller - 14-04-2017, Saat: 18:51 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Dün gece tesadüfen bir kuantum fiziği makalesi okudum. Önce bizim iyi bildiğimiz gözlemci konusunu yani çifte yarık deneyini anlattı. Özeti şu, siz tek bir yarık açıp oraya ışığı yansıttığınızda, arkadaki panoda ince bir yarık beliriyor. Ama iki yarık açıp ışığı yansıttığınızda iki yarık değil, 7-8 civarı yarık beliriyor. Çünkü ışık partikülleri birbirini kesiyor ve ortaya ışığın dalgalar şeklinde yayılımı çıkıyor. Ama ne zaman bir gözlemci giriyor devreye, o zaman iki ince yarık şeklinde beliriyor arkada ışık. Yani gözlemci, dalgaları, maddeye dönüştürüyor. Yani bizler, dalgaları maddeye dönüştürüyoruz.
Sonra “Quantum eraser” adında daha da manyak bir deneye rastladım. Deneyi anlatmam zor çünkü karışık geldi bana ama ulaştıkları sonuç, muazzam. Bu deneyin birinci sonucu, zaman diye bir şey yok, tamamıyla bir illüzyon. Kuantum evreninde akıp giden bir zaman yok. Dünyada yaşadığımız zaman da dediğim gibi sadece bir illüzyondan ibaret. smile ifade simgesi Yani adamlar “zaman yoktur, illüzyondur”u deneyle ispatlamışlar.
Deneyin ikinci sonucu ise bomba: Geçmişinizi, geleceğiniz belirler. Yani bizim bugün yaptığımız her şey ama her şey, geçmişi de etkiliyor. Bu ne anlama geliyor? Hani aile dizimleri, regresyon çalışmaları, ışık köprüleri vb. çalışmalar yapıyoruz ya. Bu yaptığımız çalışmaların geçmişimizi de şifalandırdığını söyleriz hep.
Realite değişiyor çünkü. Mesela benim annemle ilgili tıkanıklığımı çözmem 39 yaşımdan itibaren geriye dönük olarak Hasan’ın yaşadığı tüm deneyimi şifalandırıyor ve mesela şu anda 6 yaşındaki Hasan, daha rahat hissediyor kendini, daha huzurlu. Evet, geçmişte kalmış gibi o ama yaşadığım tüm deneyimler evrende mevcut ve birbirini etkiliyor. 6 yaşındaki Hasan’ın hissettiği sıkıntı buraya vuruyor. Belki o, o yaşında bunu çözemez ama ben bunu çözdüğümde o da rahatlıyor. Keza aile sergilerinde yaptığımız şifalandırmalar, tüm atalarımızı rahatlatıyor deriz hep.
Sadece bu mu? Artık tamamladığımız karmalar da o hayatlardaki bizleri rahatlatıyor.
Mesela benim bu hayatımda tamamladığım ama başlangıcı Bizans olan bir aşk hikayem var. Yarıda kalmış. Bundan 10 sene önce tamamladık ve şifalandığını hissettim. Şimdi benim Bizans’taki parçam da bunu hissediyor. Çünkü ruhun yaşadığı tüm enkarnasyonlar birbirine bağlı. Yani ben mesela 900 hayat yaşadıysam bu gezegende, hepsi tek bir zaman diliminde, aynı anda yaşanıyor ve tüm hayatlar birbirini etkiliyor. Ben bir tıkanıklığı açtığımda, bundan tüm parçalar etkileniyor. Peki o zaman ne oluyor? Ruhu daha yoğun hissetmeye başlıyor parçalar. Bu ne demek, nereye kadar gidecek bu? En sonunda tamamen ruhla bütünleşecek kıvama geleceğiz ve tekamül tamamlanmış olacak. Yani tekamül, yani ruhsal gelişim lineer değil. Çok daha karmaşık ve bir o kadar sade gidiyor… Tekamül bittiğinde ne olacak sorusunun yanıtı ise: Yolculuk tamamlanmış olacak. Sayısız deneyim ve hikayeyle dönmüş olacağız kaynağa. Tıpkı yurtdışında gezip gelmek gibi…
Velhasıl kelam, bu deneyin sonucu tüm bunları ispatlayacak kaynağı veriyor. Ama bu iş burada bitmez öyle söyleyeyim. Daha da geniş açılımları olur ki bu deney daha yeni, yanlış anlamadıysam 2012’de tamamlanmış. Kuantum Fiziğinin 101 sınıfında anmış birisi. Yani daha başlangıç seviyelerindeyiz. Zaten bir fizikçi şunu demiş: Kuantum fiziğini en bilen kişi bile, 32 ciltlik ansiklopedinin başına konmuş ince indeks fasikülü kadarını bilebilir. Malum yaradılışın fiziği bu…
|
|
|
GÖKYÜZÜNDEKİ KENTLER |
Yazar: Spiritüeller - 14-04-2017, Saat: 18:47 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Zaman zaman ufukta bilinmeyen kentlerin görüntülerinin belirdiği bir çok eski kayıtta anlatılmaktadır. Halen çözülemeyen bu sır insanın hayal ürünü müdür yoksa zaman içinde bir yansıma mıdır? Bilinmez. Belki de başka boyutlara açılan kapıdan sızan bir imajdır. Kimbilir!
İngiliz Bilim Cemiyetinin yayın organı olan Transactions ‘da 1847 tarihinde Dr. D. P. Thomson 27 Eylül 1846 günü öğlen saat 3 sıralarında Liverpool Hayvanat Bahçesinde Edinburg kentinin panoramik bir modelinin gözlemlendiğini bildirmektedir. Edinburg Liverpool ‘un yaklaşık 325 km. kuzeyindedir. Dergiye göre “Birkenhead’daki Büyük Parkta oturan iki kişi Liverpool üzerinde bulutlar arasında yükselen Edinburg ‘un görüntüsünü yaklaşık kırk dakika izlemişlerdir”.
Londra Times gazetesine göre 28 Temmuz 1846 tarihinde saat sabah 3:30 sularında Stralsund yakınlarında bir başka mucize görüntü oluşmuştu. Baltık kıyılarından kısa bir yürüyüş mesafesi kadar uzaklıkta bulunan Rugen Adası üzerinde Stalsund kentinin mavi soluk hayali 15 dakika kadar gözlemlenmiştir. Görüntü o kadar netti ki, Gotik St. Mary kilisesinin ön yüzü kolayca seçilmekteydi.
Amerikalı maden arayıcısı Willoughby, Alaska-Yukon sınırında bululan Fairweather Dağı yakınlarında her yaz bir kentin gökyüzünde belirdiğini yerlilerden duyduğunu bildirmiştir. Willoughby 1887 senesinde bu mucizeye tanıklık yaptığını söylemiş ve olayın doğruluğunu kanıtlamak için bir resim sunmuştur. 1889 yılında New York Times Willoughby’ın fotoğrafındaki kentin İngiltere’deki Bristol olduğunu açıklamıştır. Hikaye ve fotoğraf Madenci Bruce’un Alaska adlı kitabının sonraki basımlarında yayınlanacaktır.
Alexander Badlam’ın Wonders of Alaska – Alaska’nın Harikaları adlı kitabında başka iki şehrin Muir Glacier üzerinde görüldüğünden bahsedilir. Badlam Willoughby’ın Bristol’a ait olduğu kabul edilen ve açık bir şekilde kilise ve evlerin ön cephelerinin görüldüğü resmini yeniden bastırdı. Bunun yanında Afrika veya Asya’ya ait buzullar üzerinde ikinci bir şehir resmi eklenmişti. Badlam, fotoğrafı çeken kişinin cıva tavasına yerleştirdiği bir kamera ile mucizeyi görüntüleyebildiğini ve kentin körfez sularına battığına inanıldığını belirtir. Üçüncü şehir bir fotoğrafa bakılarak çizilmiş bir taslaktı ki, silik olarak görülen kule ve kilise bacalarının sivriliğinden Fata Morgana veya Messina körfezine ait olduğu kanısı uyandırmaktaydı.
Badlam”ın yenilip yutulması zor uçuk öyküleri içinde bulunan gökyüzünde görülen kente dair olanları başka tanıklar tarafından da tekrarlanacaktır.Bunlardan biri St. Elias Dağı Dük d’Abruzzi Keşif Gezisi üyesi olan C.W.Thornton, madenci Bruce ‘a 1887 yazında böyle bir kenti kendinin de gördüğü anlattı. L.B. French 1889 senesinde New York Times gazetesinde çıkan Fairweather Dağı yakınlarında içindeki evler, sokaklar, geniş binalar ve hatta cami ve kiliselerin görüldüğü kente dair haberlerinden alıntılar yapar. Londra ‘nın haftalık Times ve Echo gazeteleri 1897 senesinde “Yukon Goldfields” da gökte bir kent görüldüğü haberini şöyle yazar; “…Kuzey Kutbunun öte tarafında bilinmeyen bir ülkeye ait bir kent olsun veya olmasın yıl içinde zaman zaman açığa çıkan bu mucizeyi gören tek bizler olamazdık”.
Benzer bir fenomen İrlanda’da gerçekleşti. Peri kaleler veya “Duna Feadhreagh” görüldüğü uzun süredir rapor edilmektedir. Antrim, Donegal ve Waterford kıyılarında büyüleyici adalar denizden göğe doğru uzanarak görülürler.
Connaught’un Tarihçesinde 1684 senesi kayıtlarında şunlar yazılmaktadır; “Arran’ın batısında büyük bir kayalıkada vardır. Bazen uzaklarda; içinde atları, kaleleri,kuleleri ve bacaları ile bir kent silueti görülür. Bazen bu bacalardan dumanlar tüter ve kentte sağa sola giden insanlar seçilebilir. Bazen de yelken ve gövdeleriyle birkaç gemiden başka bir şey görülmez.”
1817 yılında Rathlin’de her sekiz yılda bir denizden yükselerek dışarı çıkan yeşil bir adanın görüldüğüne inanılırdı. Dikkatlice bakıldığında ada içerisinde mücadele eden insanlar görülmekteydi.
Youghal’da 1797 yılı ekim ayında hareket eden bir kent görüldü. Haziran 1801 debilinmeyen bir kent evleri ve arkasında ormanı ile belirdi.
Dr. Thomas Introduction to Meteorology-Meteolojiye Giriş adlı eseirnde 1833 Haziranında okyanus açıklarında Portbalintrea’da gittikçe yükselen hayalet bir kent gördüğünü yazmaktadır. Seçkin jeolojist Sir Charles Lyell, Kuzey Amerika’yı ikinci ziyareti sırasında Ontario Gölü üzerinde gökte Toronto kentinin görüntüsünü seyrettiğini yazmaktadır.
Gökyüzünde sadece hayalet kentler değil; ordular, gemiler görüldüğüne dair detaylı bilgiler bulunmaktadır. Bu fenomen hava şartlarının insanı yanıltan görüntüler üretmesinden çok daha detaylı ve bilinmeyen bir gücün etkisiyle açığa çıktığı düşünülmelidir.
İngiliz bilim dergisi Nature ‘de 1882 Mayısında Alaska ve İrlanda efsanelerinde geçenlere bezer mucizelerden bahsedilmektedir;
İsveç’in güneyinde sıklıkla görülen bir olay dikkate değerdir. Bize zaman zaman yüksek binalar, şehirler ve kaleleri ile hareket eden nesnelerin görüntülerinin gökte saatlerce gözlemlendiği anlatıldı. Ve gene öğrendiğimize göre benzer görsel doğa olayları geçen hafta Orsa gölü üzerinde seyredilmişti. Çok sayıda gemi silueti sanki uçarcasına göl üzerinde hareket etmekteymiş. Hatta bacalarından duman tütmekteymiş. Manzara değişmeye başlayınca araçlar gölde üzerinde az sayıda bitki bululan bir ada görüntüsüne dönüşmüş. Daha sonra manzara ince bir sis gibi dağılmış. Bu olay saat 4 den 7 ye kadar sürmüştür. Seyredilmeye değer bir manzara oluşmuştur.
|
|
|
GERÇEK BEN |
Yazar: Spiritüeller - 14-04-2017, Saat: 17:22 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
 |
Kendini mutlu olarak tanımladığında, mutsuzlukla da tanışacaksın.
Kendini huzurlu olarak tanımladığında, huzursuzluk da sana cee yapacak.
Kendini cesur olarak tanımladığında, en sıkı korkular sana koşarak gelecek.
Kendini pozitif diye tanımladığında negatif, aydınlık diye tanımladığında da karanlıkla tanışacaksın.
Hele kendini iyi diye tanımlarsan, içindeki kötünün nasıl ortaya çıktığına şaşacaksın…
Ve ne zaman kendini tanımladığının tam da zıddıyla tanışacaksın; işte o zaman karşına iki seçecek çıkacak:
Ya benim kadar zeki bir adam, nasıl olur da böyle salaklıklar yapabilir diye kendini döveceksin içsel dünyanda.
Ya da çok uzun yıllar ve hatta belki yüz belki de binlerce yıl üstteki seçimi yaptıktan sonra, kendini olduğun gibi kabul etme olgunluğuna erişeceksin. Daha önce ham iken, pişmen için defalarca kez yaşayacaksın bu durumu ve evren de seni pişirmek için emin ol en zorlayıcı görünen ama harikulade dersleri yollayacak…
Ve ne zaman güzel olduğun kadar da çirkin, akıllı olduğun kadar aptal, aydınlık olabildiğin kadar karanlık, iyi olabildiğin kadar kötü, sakin olabildiğin kadar sinirli, pozitif olabildiğin kadar negatif olduğunu… kabulleneceksin; işte o zaman tüm zıtlıklar sen de birleşecek. Birleşecek ve birbirlerini nötrleyecek…
İşte o zaman sen kendi aslınla, tüm tanımlamaların ötesindeki gerçek Benliğinle tanışacaksın… Hiçbir kelimeyle tanımlanamayan; ama her şeyi barındıran ve kucaklayabilen o varlıkla…
İşte o zaman “Kendini Tanıma Yolculuğu”; “BENi Yaşama Yolculuğu”na dönüşmeye başlayacak…
Zıtlıkların birleşip birbirlerini nötrledikleri ve tüm tanımların ötesindeki o noktada…
Gerçek BENlik bizi işte orada bekliyor…
Sonsuz bir sabırla…
|
|
|
|