Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,075
» Son Üye: rahmanmutlu
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1226 kullanıcı aktif
» 1 Kayıtlı
» 1225 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 270
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 366
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 796
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 716
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,577
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,965
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,200
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,343
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,591
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,875

 
  İNSANIN FİZİKSEL VE RUHSAL UNSURLARI
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 14:27 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Mısırlılara göre insan sadece üç boyutlu maddeden olu­şan bir varlık değildi. Mısırlılar'a göre nasıl ki evren sadece üç boyutlu madde­lerden ibaret değilse, insan da sadece görünen fiziksel bedeninden ibaret bir varlık değil, kökeni Tanrılar'a doğru uzanan ilâhi bir varlıktı.

Mısır Kültürü ile ilgili hangi kitabı açarsanız açın, insan bedeniyle ilgili Mısırlılar'a atfedilen şöyle bir tanımlamayla karşılaşırsınız:

"Eski Mısırlılar, insanın fiziksel bir bedenden daha fazlası olduğuna inanmışlardı, Bu inançlarından dolayı da insanın yapısını bazı bölümlere ayırıyorlardı. "

Mısırlılar'ın insan bedenini birden fazla unsurlara sahip olarak tanımlamalarının altında, ileri düzeyde metapsişik ve ezoterik bir temel yatmaktaydı. İnsanı meydana getiren temel unsurlar, ezoterik içerikli bilgilere göre başlıca yedi katmandan oluşmaktaydı. Bunlar sırasıyla şöyle tanınılanınaktaydı:

1- Fizik Beden
2- Eterik Beden
3- Astral Beden
4- Mantal Beden
5- Kozai Beden
6- Ruhsal Beden
7- İlâhi Beden

Yedi farklı beden olarak isimlendirilen bu katmanlar, ruh enerjisinin kendisini tezahür ettirdiği farklı maddesel oluşum­lardır. Ruhsal enerji, fizik bedene gelinceye kadar yüksek enerjisini bu alanlarda kabalaştırmaktadır.

Metapsişik ve Ezoterili Bilgiler'e göre: Ruhsal enerji­nin dünyada bir beden içinde tezahür edebilmesi için bu tam­pon bölgelere ihtiyacı vardır. Bu, enkarnasyon için gerekli olan bir durumdur. Bu tampon maddesel oluşumlar sayesinde ruh varlığı üç boyutlu kaba vibrasyonlu madde ile irtibata gi­rebilmektedir.

Ezoterik Öğretiler'de dile getirilen insanı meydana geti­ren yedi temel unsurun, Mısır dilindeki karşılıkları şöyle sıra­lanmıştır;

Ezoterik --> Mısır
Fiziksel --> khal (tçet)
Eterik --> (biyomanyetik) khailjit
Astral --> ka
Mantal --> ab
Kozal --> (Yüksek Mantal) ba
Ruhsal --> khu (sah), (sahu), (sah-tut)
İlâhi --> khahs

Ezoterik geleneğe göre, bu bedenler en ruhsal olandan en maddesel olana doğru sıralanır ve birbirlerine gümüş kordon denilen nıanyelik bir bağ ile bağlıdır. Bilinç, kendisini, her bir bedene bu gümüş kordon aracılığıyla odaklar. Gün boyunca bilinç fiziksel bedene odaklanır. Gece uyurken süptil beden­lerden birine, genellikle aslral ya da çok ender olmak üzere mantal bedene odaklanır. Diğer bedenlere bilincin odaklanabilmesi çok özel koşullara bağlıdır.

banner-1764x700.jpg

İçsel Kıyamet - İçsel Uyanış 

Mısır İnisiyasyonu'nda adaylara öğretilen psişik çalışma­lardan en önemlisi, bilincin bu süptil bedenler arasında iste­nildiği zaman istenilene otlaklanmasıydı. Mısırlı rahipler bi­linçlerini istedikleri zaman istedikleri bir süptil bedene odaklayabilmekteydiler. Bu da, onlara hayâl bile edilemeyecek yüksek bir algılama yetisi kazandırmaktaydı. Karşılarına al­dıkları bir adayın tüm eski yaşamlarını kolaylıkla okuyabilme­lerinin teknik açıklaması işte bu yeteneklerine bağlıydı.

Majik çalışmalarda da bu alandaki yetenekleri çok önem­li bir rol oynamaktaydı. Bu nedenle her Mısır inisiyesi bilin­cini, bu süptil bedenler arasında gezdirmeyi öğrenmek zorun­daydı ki, bu yıllarca süren çok zorlu psişik çalışmalar sonun­da elde edilebilmekteydi.

Ancak bunu sadece bir yetenek ve majik çalışmalarda kullanılan bir teknik olarak görmemek gerekir. Bu aynı za­manda inisiyasyonda adayı uyanışa götüren bir sürece de karşılık gelmekteydi. Bilinç daha üst bedenlere odaklanabildikçe büyük bir içsel aydınlanma ve uyanma da beraberinde gel­mekteydi ki, bu inisiyasyonun da ana hedefini oluşturmak­taydı.

Bu içsel bir miraç yani içsel uyanış ya da Tasavvufi ça­lışmalarda kullanılan terminoloji ile söyleyecek olursak, bu tam anlamıyla içsel kıyamete doğru süren bir yükselişi ifade etmekteydi.

Bu öylesine büyük bir algılama yeteneği sağlıyordu ki, öncelikle inisiye adayı kendi özüyle karşı karşıya gelerek, ruhsal büyüklüğününün ne boyutlarda olduğunu anlayabiliyordu. Ruhsal özünde ne denli büyük bir polaıısiyal gücü içinde barındırdığını farkeden inisiye bu gücü nasıl kullanabi­leceğini de böylelikle anlayabiliyordu.

Bu tam anlamıyla bir uyanışı ifade etmekteydi. Kendi sır­rını keşfederek, Tanrılar'ın da sırrını (iğrenebiliyordu. Böyle­likle "'Kendini bilen Tanrıları da bilir" sözünün içerdiği de­rin anlamı, tüm benliğinin içinde hissedebilmekteydi.

Ezoterik çalışmalarda "İçsel Uyanış olarak ifade edilen bu konu, İslâm Tasavvufu'nda "İçsel Kıyamet" olarak isim­lendirilmiştir.

Ka'sına Geçmek 

"Ka'sına geçmek" deyimi Eski Mısır Dili'nde "ölmek" anlamına kullanılmaktaydı. Ka'sına geçmekten kasıt, fizik be­deninden Ka'nın ayrılmasıdır Yani Astral Beden'in fizik bede­ni terkedişi ifade edilmektedir. Bedenin terkedilişi yani ölüm olayı hiyeroglif resimlerinde insan başlı kara leylek türü bir kuşun bedenin içinden çıkıp yükselmesi şeklinde temsil edil­mekteydi.

Bu diğer ulusların ezoterik öğretilerde de aynı şekilde sembolleştirilmiştir. Örneğin Anadolu Halk Gelenekleri'nde yeni doğan bir bebeği leyleklerin getirdiğinin söylenmesi de işte bu eski ezoterik sembolizme dayanmaktadır. Anadolu'da bebekleri leyleklerin getirdiğinin söylenmesi, aslında bebek­lerin ruhsal olarak astral bedenleriyle (Ka'larıyla) dünyaya doğdukları anlamına gelmektedir. Yani Mısır'daki siyah ku­şun yerini leylek almıştır.

Günümüzde bu anlam unutulmuş olsa da, bu Halk Kül­türü halen kolektif hafızalarda yaşamaya devam etmektedir. Neyse, biz konumuzu dağıtmayalım ve Anadolu'dan tek­rar Antik Mısır'a dönelim...

1200px-Ba_and_mum.jpg

Ölüm Deneyimi ve Astral Tortular 

Ayrıntılı örneklerini, Mısır'ın Ölüler Kitabı'nı inceleyece­ğimiz bir sonraki bölümde göreceğimiz gibi. Mısırlılar'ın Öte Alem tasavvurlarıyla, ruhun bu hiyerarşik yapısının çok önemli bir paralelliği vardı. Bedenin terkedilişinden sonra ruhsal varlığın Öte Alem'de hangi seviyede bir yer edinebile­ceği, ruhun yaşarken bilincini hangi bedene kadar yükselte­rek odaklayabildiğine bağlıydı.

Bilincin kendisini daha yüksek bedenlere odaklayabilmesi için yapılması gereken ilk şey: Astral Beden'in temiz­lenmesiydi. Astral tortular bilincin diğer bedenlere odaklan­masına engel teşkil eden en önemli etkendi.

Hiyerogliflerde kuşun insan bedeninden ayrılışı ölüm anı­nı dile getirdiği gibi aynı zamanda astral seyahati da ifade et­mektedir. Özellikle de inisiyasyonda ölüm deneyimi olarak adlandırılan inisiye adayının fizik bedeninden ayrılarak ruhsal planlarla kurduğu irtibat da ayın sembolle dile getirilmiştir.

Ölmeden önce inisiye adayına yaşatılan ölüm deneyi­mi ile öldükten sonra neler olacağı adaya gösterilmiş olu­yordu ki, burada astral tortularından ne kadar sıyrılabilip sıyrılamadığı da adaya pratik olarak gösterilmiş olu­yordu. Çünkü ister öldükten sonra isterse de ölmeden önce gerçekleştirilen astral bedeniyle öte aleme geçiş yapan varlı­ğın, o alemin hangi aşamasmda kendisine bir yer edinebilece­ği sadece astral bedeninin kalitesine bağlı bulunmaktaydı.

Bugün için de aynı şey geçerlidir Bugün de diğer beden­lerimize odaklanamıyorsak bunun nedeni Astral Bedemizi bir zırh gibi sarıp sarmalamış bulunan tortularımızdır. Ki haliha­zırda insanlığın büyük bir bölümü bu şekilde yaşamaktadır.

Hiyerogliflerde resmedilen kuşun insan bedeninden ayrılışı, ölüm anını dile getirdiği gibi aynı zamanda astral seyahati da ifa­de etmektedir. Özellikle de inisiyasyonda "Ölüm Deneyimi" ola­rak adlandırılan inisiye adayının fizik bedeninden ayrılarak ruh­sal planlarla kurduğu irtibat da, aynı sembolle dile getirilmiştir.

Yukarıdaki resimde bu tema işlenmektedir. Anubis'in ellerini kuşa uzatması Öte Alem'e astral seyahat yapan inisiye adayına yolladığı tesirlerin ifadesidir.

Yatmakta olan inisiye adayının sağ ayağı ve sağ eli yukarı­ya kalkmış olarak gösterilmektedir. Astral Seyahat'ın başlangıcın­da astral beden fizik bedeni terk ederken, vücutta ani seyirmeler meydana gelir. Sağ ayağının ve sağ elinin havaya kalkmış olma­sı bu seyirmeleri ifade etmektedir. Genellikle uykuya dalarken pekçoğumuzun yaşadığı ani düş­me refleksi bu seyirmelere örnek olarak gösterilebilir.

Bu konuyu yazdır

  GARİP ANCAK GERÇEK BİR RUHSAL YOLCULUK - PSİŞİK KABİLİYETLER
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 14:21 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Ruh çağırma, meditasyon, astroloji, "daha yüce benlik", kundalini yükseltilmesi, psişik yeteneklerin geliştirilmesi, gurulara dua etmek, astral yolculuk, numeroloji, tarot kartları, ölülerle temasa geçme, büyücülerle haşir neşir olma, Muktananda, Rajneesh, Sai Baba, Maharaji takipçileri, Sufiler. . .işte yaşadığım yolculuğun durak noktaları! Peki ne olmuştu da ben bu yola sapmıştım?

Başlangıç

Ben agnostik bir babayla, kiliseye giden bir annenin arasında büyüdüm. Annem her zaman gitmese de ben ve kız kardeşim, her Pazar kiliseye gönderildik, çünkü annem bunun doğru bir şey olduğunu düşünüyordu. Babam, dış işlerinde çalıştığı için çok sık taşınıyorduk. Değişik ülkelerdeki ve Washington DC etrafındaki kiliselere gittik. Sonunda, bende din olayını ciddiye almaya başladım. Lisedeyken iyi bir insan olursam Tanrı'yı memnun ederim ve cennete giderim fikrine kapıldım. Ancak diğer dinleri merak edip bu dinlere mensup kişilerle tanışmaya başladıkça ilgim artmaya başladı. Belki de benim İsa ve Tanrı hakkında kulaktan dolma bildiğimden çok daha ötesi vardı. Daha derin ve daha tecrübe edilebilir birşey istemeye başladım. Hıristiyanlık benim için vaazlar, pazar okulu ve iyi işler yapmaktan başka bir şey değildi. Ne kadar sıkıcı! Kesin benim gözden kaçırdığım bir şeyler olmalıydı. Aynı zamanda lise yıllarım esnasında uyumsuzluk sorunu yaşamaya başlamıştım. Okulda şiir yazıp, evde içki içen, herhangi bir köküm olmadığı için kendimi bütünüyle farklı hisseden ve yabancılaşmaya başlayan birisi olmuştum. Ruhsal yolculuğuma lise son sınıfta başladım.

Ruhsal yolculuğum, paranormal tecrübeler yaşamaya başladığım üniversite yıllarımda devam etti. İnsanların etrafındaki gizemli ortamları gördüğünü iddia eden bir kız arkadaşım oldu. Kendisi ile beraber ölülerle iletişim kurduğunu iddia eden kişilerin toplandığı toplantılara gitmeye başladık. Güneşli bir Florida ikindisinde yatağımda, gözlerim kısmen kapalı ancak uyumadığım bir anda, bedenimin yatağımın üzerinde süzüldüğünü hissetim. Gözlerimi açtığımda tamamen sersemlemiştim. Ben tavana yakın bir yerlerde havada uçuyor ve aşağıda, yatakta yatmakta olan vücuduma bakmaktaydım. Ölmüş olduğumu düşündüm. Yaşadığım şok, beni vücuduma acı veren bir şekilde geri götürdü. Bu benim ilk beden dışı tecrübemdi; bu durumun ne olduğu ya da bir ismi olup olmadığı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bu olay hakkında hiç kimseye, hiçbir şey söylemedim.

Yolculuğum 70'lerde medyumları, astrologları ziyaret etmem ve paranormal, Budizm ve Hindu inançları hakkında bir çok kitabı okumam ile devam etti. Çalıştığım binanın kafeteryasında her sabah Vedanta (Hinduizm'in bir tarikatı) kitabını okuyordum. Şakra renkleri ve Hindu inancındaki enerjinin yedi psişik merkezi ile yaşamım arasında bağlantılar kurmaya başladım. Bu ve diğer tecrübeler beni doğu dünyasına ait inançlara ve paranormal yaşama aktif bir şekilde itti.


10376007_698721160165742_398804373470653...00x336.jpg


Cevaplanmamış Sorular

Yıllar geçtikçe yaşadığım psişik tecrübeler artmaya başladı. Astroloji hakkında eğitim aldıktan sonra, bu sektörde çalışabilme ruhsatı elde edebilmek için Georgia, Atlanta'da 7 saat süren bir sınava tabi tutuldum. Bu sınavı şehir yönetimi sunmaktaydı, ancak astroloji kürsüsü tarafından hazırlanmakta ve değerlendirmekteydi. Testi geçtikten sonra astroloji dalında çalışmaya başladım; sonunda astrolojiyi öğretmeye, seminerler düzenlemeye, New Age dergilerine yazılar yazmaya, benim girdiğim sınavı veren kürsüye katılmaya hatta bu sınavları hazırlayıp değerlendirmeye, en sonunda kürsü başkanlığına kadar ilerledim.

Elde etmiş olduğum tecrübeye ve bütün bilgilere rağmen, karşımdaki cevaplar neydi? Şeytan diye bir şey olmadığına, her şeyin altında yatanın cehalet olduğuna inanmıştım, ancak duyduğum her cinayet, gaddarlık, zalimlik ve kötülük olayı beni rahatsız etmeye devam etmekteydi. Öldükten sonra yeniden doğacağıma inanmama rağmen, bu ara dönem ne kadar sürecekti ve bu dönem boyunca nerede olacaktım? Bazı kişiler, öldükten sonra okul gibi bir yere gideceğimizi ve sonraki yaşamımızı seçeceğimizi öğretmekteydi. Diğerleri ise, bizim öldükten sonra manen saflaşacağımız bir yere gideceğimizi ve sonraki yaşamımızın bizim için seçileceğini öğretmekteydi, ancak bu işlemin nasıl olacağına ve kim tarafından yapılacağına verecek cevapları yoktu. Açıklanmadı! Bizden sadece bu sürece güvenmemiz istendi.

Birde endişelendirici bir öğreti vardı. Bu öğretiye göre, ölüm esnasında kafamdaki düşünce ne ise ölümden sonraki yaşamımı bu düşünce belirlemekteydi. Ölüm esnasında kötü bir şeyler düşünmemeyi başarmak gerekmekteydi! Gözünüzün önüne korkunç şekiller getirmemeniz gerekmekteydi. Bu durumu düşünmek bile korkunçtu, ama durumu düşünmenin korkunçluğunu düşünmek daha da korkunçtu. Ben de herkes gibi bu korkulardan kurtulmak için meditasyona ve ilahi söylemeye yönelirdim.

Zen Budizm

Huzuru Zen Budizm'de de aradım. Kendimi her türlü arzudan koparmak için düşüncelerimin, korkularımın ve arzularımın yüzeye çıkmasına izin veren, arkasından bu eğilimlere yanıt vermemem gereken bir meditasyonu yapmaya başladım. Bu duruşu meditasyon dışındaki yaşamımda da uygulamam gerekiyordu. Geçmişinde ve yaşadığı anda bile birçok duygusal acıyı taşıyan benim gibi birisi için bu uygulama ilgi çekiciydi. Bu kopma işlemi kitap üzerinde güzel ve çekici görünmesine rağmen ödenmesi gereken bir bedel vardı. Bu kopma işlemi yapmacıktı, doğal değildi. Çevremdeki "boşluğu" görmek manevi zeka keskinliğinin bir başka işaretiydi, ancak bu uygulama bende nihilist etkiler yaratıp, beni depresyona itti. Eğer bu uygulamalara ve meditasyonlara kendimi daha adamış bir şekilde yaklaşsaydım, doğal tepkilerimi ve duygularımı aşamalı olarak duygusuzlukla değiştirebilirdim. Ancak duygusuz olununca, her düşünceyi, hareketi ve duyguyu yargılamadan kabul edince, ne kadar insan olabilirdim ki?

Bir yandan "kutsal" ve "doğal" olmak öğretilirken diğer yandan doğal tepkilerimi unutmamın öğretilmesi bana bir çelişki olarak göründü. Tabii ki bu çevreler bu tür rasyonel analizlere kapalıydı, hatta bu tür analizlere şiddetle saldırılıyordu. Bu yüzden çelişkileri olduğu gibi kabul etmek gerekiyordu. Amaç ben ve aydınlanmam aramda bir engel olan rasyonel düşünceden uzaklaşmamdı. Bu uzaklaşma konusunda başarısız olmama rağmen, mantığa aykırı görünen Zen öğretilerine sıkı sıkı tutundum, Zen hikayelerinin yer aldığı kitapları okuyor, meditasyona devam ediyordum. Ancak ilk meditasyonlarımda hissetmiş olduğum huzurun azalmış olduğunu fark ettim. Bu durum beni bu huzur hayaline ulaşmak için daha fazla meditasyon yapmaya itti.

Bu arada, New Age düşüncesine ve doğasına göre sorulara tek bir doğru cevap olmadığını, tek bir gerçeğin olmadığını, tek bir gerçekliğin olmadığını öğrendim. Kişiden kişiye değişen gerçek, kişinin tecrübesini temel almakta ve çeşitli seviyelere göre sıralanmaktaydı. Mutlak gerçek diye bir şey yoktu. Çelişkili gerçekler ve doğrular olasıydı. Soyut anlamda bakıldığında, bu durum benim için çantada keklikti, canımın istediği doğrulara uyup, keyfi gerçekleri yaşayacaktım ve bu durumda hiçbir şeyden rahatsız olmayacaktım. Ancak uygulamaya gelince bu durumda birisinin doğruları, gerçekleri bulmasına ne gerek vardı? Ya da gerçekten doğrunun olduğunu bilebilir miydik? Bilemezsek insanların inandıkları hiç bir şeyin anlamı kalmaz mıydı? Bu öğretiler cevap sunmak yerine sadece yeni soruları doğurmaya yetti.

Ölüm ve Sevgi

Bana, bizlerin sadece okyanustaki damlalar olduğumuz, nihai amacımızın ise birçok hayat yaşadıktan sonra bazılarının Tanrı dediği kozmik birliğe ulaşmak olduğu öğretildi. Bir tür kuvvet olan bu Tanrı, bizim geldiğimiz ve sonunda tekrar kendisine döneceğimiz bir varlıktı. Öyle ki benim kimliğim, anılarım, yeteneklerim ve kişiliğim devasal bir kozmik bataklıkta yutulacaktı. Peki ben nerede olacaktım? Rahatsız edici cevap artık "ben" diye bir şey olmayacak olmasıydı. Ölüm, beni içine çeken huzursuz bir konu olmuştu. Diğerlerine yardım etmenin en doğru yolunun, kendi gerçeklerine bağlı kalmak olduğu öğretiliyor, defalarca kendini sevme ve kendine önem verme, geliştirme mesajları veriliyordu. "Sevgi" her konuşmanın temeli olarak gösteriliyor, her öğretişin ortak noktası olarak belirtiliyordu. Aslında sevgi, bu kişilerin yaptıkları her şeyi geçerli kılmak için kullandıkları bir unsura dönüşmüştü. Bundan dolayı eğer senin kocan "ruhsal eşin" değil ise, "gerçek sevgi" sana onu bir kenara itip kendine başka sevgili bulman için izin veriyordu. Ne de olsa bu evrensel bir "Yasa" idi: Sevgi Yasası! Ancak bu sevgi asla tanımlanmıyordu. Bu sevgi dışarıda evreni istila eden bir kuvvetti. Beni sevmesi ve kişisel ilişkilere gerek yoktu; sevgi her yerde, kozmik bir enerji olarak etrafımızdaydı. Kozmik bir kuvvet beni önemseyebilir miydi?

İç Baskı

1990 senesinin baharında ve yazında, içimde kiliseye gitmem için açıklanamaz bir baskı oluştu. O ana kadar Hıristiyan'lardan, Hıristiyanlık'tan ve kiliselerden nefret ettiğimden, bu iç baskı beni kızdırmaya başladı. İlk olarak bu baskıyı görmezlikten geldim, hatta zaman zaman direnmeye çalıştım, ancak daha sonra kısa bir süreliğine onunla mücadele etmeyi bırakıp içime girip sonra da gitmesini umdum. Muhtemelen bu durumun sebebinin bir önceki yaşamlarımdan birinde, rahibe veya keşiş olmam olduğu şeklinde bir akıl yürüttüm.

Atlanta'da şehir merkezinde gittiğim büyük bir kilisede ayinin başlamasından kısa bir süre sonra içimde hissettiğim sevgi seli ve bu içsel sevginin gücü, benim kuvvetle ağlamaya başlamama sebep oldu. Bu sevginin müzik, insanlar veya yer değil, Tanrı olduğunu anladım. O sevgi gerçekti. Alkolik bir ailenin çocuğu olan ben, işte bu gerçek sevgi için açlıktan ölüyordum. Takip eden Pazar, başka bir tecrübeyi yaşama beklentisi olmadan, ancak gerçek sevgiyi bulduğum yere olan arzumla, kiliseye tekrar gittim.

Birkaç hafta sonra astroloji hakkında kirlilik hissetmeye başladım. Bu konu kilisede gündeme gelmemiş, kimse bu konuda herhangi bir şey dememişti. Tek bildiğim bu durumun beni bir şekilde sevgi olan Tanrı'dan ayırıyor olduğuydu. O zaman Tanrı'nın astrolojiyi sevmediğini ve benden onu bırakmamı istediğini anladım. Mesleğimi mi bırakacaktım? Kimliğimi ve yaşam amacımı mı bırakacaktım? Oğlum dışında benim için en önemli şey astrolojiydi. Ama hiçbir seçeneğim olmadığını hissettim; çünkü Tanrı'nın astrolojiyi sevmediği çok açıktı. Yaptığım şeye kendim bile inanamıyordum ve 1990 senesinin sonlarına doğru astrolojiyi bırakmayı kararlaştırdım. O günlerde astrolojik toplumun önde gelen isimlerindendim. Diğer komitelere üye müfredatın olduğu bir toplulukta kürsü başkanıydım ve yaklaşan yıl bu konularda bir çok sınıfta eğitmenlik yapmam programlanmıştı. Yerime başka bir öğretmeni bulmak zorundaydım. Beni arayan müşterilerime artık bir astrolog olmadığımı söylemek zorundaydım.

Peki arkasından ne yapmalıydım? Kutsal Kitap'ı okumaya karar verdim. İşe Yeni Antlaşma'nın ilk kitabı olan Matta ile başladım. Kutsal Kitap'ı okumak benim saf bir şey ile temasta bulunmamı sağlamıştı, ancak ben bu saf şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Küçükken de Kutsal Kitap'ı okumuş olmama rağmen, bu sefer farklıydı. Okudukça içsel bir şekilde temizlendiğimi hissediyordum.

Sonuna Kadar Gerçek

İsa Mesih denilen kişi beni büyülüyordu. O'nun hakkındaki gerçekleri ilk defa öğreniyor gibiydim. 1990 senesinin Noel'inden hemen önce, bir akşam Matta'nın 8. bölümünü okuyordum, işte o an gerçekten İsa Mesih'in kim olduğunu gördüm. O'nun öğrencileri korkunç bir fırtınada tekne üzerinde bir göldeydiler. Öğrencileri İsa'yı uyandırıp öleceklerini söylediler. İsa Mesih ise fırtınayı bir anda durdurdu. Nasıl? Durgun suları gözünde canlandırmadı, büyücülüğü yapmadı. Rüzgarları ve ona uyan denizi azarladı. O'nun doğa üzerinde otoritesi vardı.

Geçmişimde yapmış olduğum her şey yüzünden Tanrı'dan ayrılmıştım, tüm yaşamımı kendi benliğimin istekleri doğrultusunda yaşamıştım. Bu benlik Tanrı'yı ve O'nun sözünü reddediyor ve başkaldırıyordu. Tanrı ile aramdaki bu günah yığınından kurtulup O'nunla barışmam için tek yolun, Tanrı'nın insan bedeni almış şekli olan, benim günahlarımın bedeli olarak acı çekmiş ve ölmüş olan, beni koşulsuz ve sonsuz bir sevgi ile seven İsa Mesih'ten geçtiğini idrak ettim. İsa Mesih'i Kurtarıcım, Tanrı'nın Oğlu ve Rab'bim olara kabul ettim. Yaşamımda ilk defa İsa Mesih'in çarmıh üzerinde neden öldüğünü anlamıştım.

Yatağımda oturup düşünürken tüm sorularıma verilecek cevabın tek ve aynı olduğunu anladım: İsa Mesih. Ne kadar basit, ama bir o kadar da muhteşem bir gerçek. İşte o gün kendimi Tanrı'ya adadım ve o andan itibaren O'na ait kaldım. Birkaç ay sonra yarım günlük iş olarak çalıştığım yerdeki genç bir Hıristiyan adamın, kilisesindeki kendi imanlı arkadaş grubu ile 1990 senesi boyunca benim için dua ettiğini öğrendim. İsa Mesih, benim incelemiş olduğum "ustalardan" çok farklıydı. İsa Mesih, ruhsal yönlendiricilerden, büyük ustalardan, yüce benlikten, kısacası havadar, ele geçmez ve varlıklarına dair hiçbir kanıt verilmeyen şeylerden çok daha gerçekti, çünkü O dünyaya geldi, susadı, acıktı, acıyı ve üzüntüyü hissetti.

İsa Mesih yaşamın kirini ve tozunu inkar eden bir mesaj vermedi, hatta dışlanmış kişiler, fahişeler ve nefret edilen vergi tahsildarları ile oturdu, yine de günahsız kaldı. O gerçekçiydi. İsa Mesih hem %100 insan, hem de %100 Tanrı'ydı; doğası itibariyle Tanrı iken acı içerisindeki insanların arasında olmak için Yüceliğinden (Tanrı'lığından değil) sıyrıldı. İsa Mesih gönüllü bir şekilde işkence gördü ve bizim günahlarımız uğruna çok acı verici bir ölüme katlandı. Ölümünden üç gün sonra dirildi, tüm bunları bizim Tanrı'da sonsuz yaşama sahip olabilmemiz için yaptı. Hiçbir Zen ustası, hiçbir şaman, hiçbir büyücü, hiçbir medyum ya da sözde peygamber dirilmedi; hepsi şu an soğuk mezarlarında yatmakta. İsa Mesih ölümden güçlüdür ve bugün yaşamaktadır.

Gerçek ve Tatmin

İsa Mesih'i reddeden bilgelik arayıcıları, budalar ve büyücüler ile aynı soğuk mezarda ruhen ben de yatmaktaydım. Beni büyülemiş olan komplike ve karmaşık çalışmalar, takip etmiş olduğum gerçekliğin ve doğruluğun sonsuz seviyeleri, sürekli olarak geliştirmeye çalıştığım paranormal tecrübeler, her türlü bedele rağmen bir kişinin kendi yeterliliğine inanması mecburiyeti, bir labirent ve tuzaktı.

Gerçek cevap ise, bir çocuğun anlayabileceği kadar basitti, çünkü bu cevap bir Kişiydi. İsa Mesih bir yol öğretmedi veya bir yolu olduğunu söylemedi. O, Kendisinin YOL olduğunu, yollardan biri değil TEK YOL olduğunu söyledi.

Önceki yaşamım ile İsa Mesih'de olan yaşamımın arasında ki en büyük fark nedir? Daha mutlu olduğum ya da yaşamımın daha kolay olduğu mu? Hiç de değil. Fark, benim manen tatmin olmuş olduğumdur. Öğreneceğim ve İsa Mesih'te daha çok büyüyeceğim, ancak bu öğrenmenin kaynağı O'nun dışında değil, İsa Mesih'in Kendisindedir. Arayışım bitti; Susuzluğum söndü; İçimdeki boşluk doldu.

İsa Mesih Der ki

Yuhanna 14:6 : İsa ona, «Yol, gerçek ve yaşam ben'im» dedi. «Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.»

Yuhanna 4:14 : «Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir su kaynağı olacak.»

Yuhanna 6:35 : İsa, «Yaşam ekmeği ben'im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz» dedi.

Matta 28:18 : İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: «Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi.»

Vahiy 3:20 : «İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.»


Yazan: Marcia Montenegro

Bu konuyu yazdır

  DYATLOV GEÇİDİ VE EN BÜYÜK SIR
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 14:05 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Dokuz deneyimli dağcı 1959 senesinde bir gece ansızın dışarının dayanılmaz soğuğuna aldırmaksızın Ural dağları eteklerindeki kamp çadırlarından, gerilerinde ayakkabılarını, elbise ve giyeceklerini bırakarak kaçtılar. Clad’ın üzerindeki pijamasıyla, sığındığı ormanda eksi 30 derece soğuğa dayanması imkansızdı.

Olayı araştıran müfettişler de şaşkınlıklarını gizleyemediler. Dosya çok gizli sınıflandırması ile raflara kaldırılırken, olaya “bilinmeyen zorba bir gücü sebep olduğu” sonucu yazıldı.

Elli yıl önce bir Cumartesi gecesi meydana gelen ve 9 genç dağcının anlaşılamayan ölümleri ile sonuçlanan olay Ural Dağlarının bir kösesinde unutulmaya bırakıldı. Ta ki 1990 senesinde Rusya’nın yeniden yapılanma dönemine kadar… 1990 yılında sır arşivden çıkartıldı. Araştırmalar başladı. Ancak ölenleri yakınları için esrar perdesi bırakın kalkmayı aralanmadı bile..

Ekibe hastalığı sebebiyle katılamayan ve böylece dağcıları benzer kaderinden kurtulduğu anlaşılan Yury Yudin yıllar sonra olayın incelendiği bir televizyon belgeselinde “ eğer Tanrı’ya tek bir soru sorma şansım olsaydı; bu soru ‘o gece arkadaşlarıma ne oldu?’ olacaktır” demekteydi.

585e7d541c8a69a74040d92dd3dcbd2b.jpg

Her şey Böyle Başladı

Yudin ve Ural Politeknik Enstitüsü’nden dokuz öğrenci 28 Ocak 1959 günü iki hafta sürecek bir gezi için Ural dağlarında yolculuğa başladılar. Yolculuk kuzeyde bulunan ve son yerleşim yeri olan Vizhay’a kadar planlanmıştı. Seferi başında oldukça deneyimli bir dağcı olan Igor Dyatlov vardı. Heyetteki herkes daha önce de daha zorlu deneyimlere katılmış, çetin insanlardı. Yudin daha seferin başında rahatsızlandı ve ekipin gerisinde kaldı. Böylece ekip 2 si kadın 7’si erkek toplam dokuz kişiden oluşacaktır.

Kayakçılar 2 Şubatta Otorten’i geçerek Holat Syahl tepesine ulaşmayı başardılar. Ekipten kalan fotoğrafları ve günlükleri inceleyen müfettişlere göre saat 5’te çadırlarını kurarak kamp yeri oluşturdular. Kayakçıların bu bölgeyi neden tercih ettikleri belli değil. Çünkü grup 1,5 km. ileride dağ eteğindeki ormanlık bölgeye kamp kurmuş olsaydı, böylece iklimin sert etkilerinden de kendini koruyabilecektiler. Böylesi bir noktayı seçmiş olmaları bir şeylerden endişe ettiklerini düşündürmektedir.

Yudin’e göre bunun sebebi Dyatlov’un orman içindeyken etraflarındaki orman örtüsü nedeniyle tepeyi gözden kaybetme korkusu olmalıydı.

Keşif seferi için Enstitüden ayrıldıkları sırada Dylatlov Otorten Dağından Vizhay’a döndüklerinde durumları hakkında telgraf çekeceğine söz vermişti. Bu işin muhtemel tarihi 12 Şubat olarak planlandığı için o güne kadar kimse grubun durumundan endişe etmediler. Hatta Dylatlev Yudin’e bir kaç gün gecikme olabileceğini de söylemişti. Ancak 20 Şubattan sonra alarm çanları çalmaya başlayacaktı. Enstitü ve kayakçıları yakınları öğrencilerin aranması için polis ve askeri yetkililerden yardım isteyeceklerdir. Bölgeye askeri keşif uçakları ve helikopterler gönderildi.

Cesetlere Ulaşılıyor

Öncü arama ekipleri 6 gün sonra 26 Şubatta kamp yerine ulaşabildiler. Yekaterinburg’dan gelen telgrafta ekip başkanı Mikhail Sharavin “Yarıya kadar yırtılmış ve içi kar ile dolmuş çadıra ulaştık. İçi boş, ancak grup ayakkabılarını bile çadırda bırakarak burayı terk etmiş,” diye yazmaktaydı.

Yapılan teknik incelemede çadırın içeriden yırtıldığı ve civarında karın altında kalmış olan 7-8 kişiye ayak izlerinin olduğu anlaşıldı. Ayak izlerinin hiç birinde ayakkabı veya çorap giyildiğine dair belirti yoktu. Bu ayak izleri yalın ayaklı birilerine aitti. Hem de gecenin o dondurucu soğuğunda..

Peki, çadırdaki gençleri, gecenin bir yarısı dondurucu soğukta, yalın ayak ve bir daha hiç kullanmamak üzere çadırlarını yırttırarak dışarı kaçmaya zorlayan hangi güçtü?

Araştırmayı yürüten dedektiflere göre bu ayak izleri gruptakilere aitti ve hiç bir yabancı ayak izi tespit edilemedi. Kampta 9 dağcıdan başka kimse yoktu. Civarda da..

Ayak izleri dağın eteğindeki ormana doğru gidiyor ancak 5oo metre sonra aniden yok oluyordu. Sharavin ilk iki cesedi ormanın sınırında bir çam ağacının altıda buldu.

Cesetler ekipteki 24 yaşındaki Georgy Krivonischenko ve 21 yaşlarındaki Yury Doroshenko aittiler. Ve her ikisi de ayakları çıplak ve üzerleri elbisesizdi. Sadece iç çamaşırı giymişlerdi. Yanlarında yakılarak kömürleşmiş ağaç parçaları vardı. Çamın dalları ağacın 5 metre kadar üst kısımdan koparılmıştı. Demek ki, adamlar olaydan sonra ağacı tepesine çıkarak etrafa veya bir şeylere bakmışlardı. Bir kısım dal kırıkları kar üzerinde dağınık olarak bulundu.

Dyatlov, Zina Kolmogorova (22) ve Rüstem Slobodin (23)’e ait sonraki üç ceset ağaç ile kamp arasında 150 metre ara ile bulundu. Cesetler arasındaki mesafeden onları kampa dönmeye çalışırlarken öldükleri sonucuna varıldı.

Uzmanlar hemen adli tahkikata giriştiler. Cesetler üzerinde yapılan otopsi işlemlerinde net bir sonuca ulaşılamadı. Adli tıp uzmanları beş cesedin hypothermia (yani soğuk etkisi ile donarak) neticesi öldüğünü açıkladılar. Slobodin’i kafasında fraktür tespit edildi ancak bu kırık ölümcül olmadığı anlaşıldı.

Olay mahallinde kalarak 2 ay boyunca araştırmalarını sürdüren araştırma ekibi çamlıklardan 75 metre uzakta kara gömülü dört cesedi daha ortaya çıkardı.
Nicolas Thibeaux-Brignollel(24), Ludmila Dubinina (21), Alexander Zolotaryov (37), ve Alexander Kolevatov (25). Bunları travmatik ölümler olduğu anlaşılacaktır. Thibeaux-Brignollel’ın kafatası kırılmış, Dubunina ve Zolotarev’in kaburga kemiklerinde kırıklar bulunmakta ve gene Dubinina’ın dili yerinde sökülmüştü.

Tüm bunlara rağmen cesetlerin travmaya uğrayan kısımlarının dış yüzeylerinde yani cesetlerin üzerlerinde yaralanma belirtileri yoktu. Yani kırık kemikleri etrafını saran kas-et ve deri üzerinde yaralara rastlanılmadı. Cesetlerdeki tahribat araba çarpmasına benzetilmesine karşın yara izleri oluşmaması olayı esrarengizliğini iyice arttırdı.

maxresdefault.jpg

Sır İyice Yoğunlaşıyor

Son dört ceset diğerlerinden daha kötü giyimliydi. Anlaşılan sonraki, ilk kim öldüyse onun kıyafetlerini üzerine geçirmişti. Zolotaryov, Dubinina’ın kürklü montunu ve şapkasını giymişti. Dubinina’ın ayağında ise Krivonishenko’un yün pantolonu vardı.

Elbiseler üzerinde yapılan incelemelerde ise yüksek oranda radyasyona rastlanılmış olması başlı başına muamma idi.

Olayda bir kaç ay geçtikten sonra yetkililer itham edecekleri kimseye ulaşamadıklarını, vakıanın çözümsüz kaldığını açıkladılar. Böylece dosya gizli bir arşive gönderilerek unutulmaya terk edildi.

Yıllar sonra sırrı çözmeye çalışan Yekaterinburg-Dyatlov Olayını Araştırma Derneği Başkanı Yury Kuntsevich olayın olduğu sene 12 yaşında olmasına rağmen otoritelerin ve araştırmacıları olayı halktan saklama gayreti içinde olduklarını hatırlamaktaydı.

Savcılık önce Mansi yerlilerinin bu cinayetleri işledikleri iddiasını araştırdı. Güya kendi yurtlarına geçiş yolu açan kâşifleri birilerin cezalandırdığı düşünüldü. Oysa ne Otorten ve ne de Holat-Syahl yöre halkınca kutsal veya özelliği olan yerler değildi. Keza olay mahallinde de dokuz kayakçıdan başkaları olduğuna dair hiç bir iz ve belirti yoktu. Otorten Dağı Mansi dilinde “Ölüm Dağı” anlamına geliyordu. Hepsi o…

Daha sonraları olayı yeniden ele alan Rus uyruklu bir tıp uzmanı çok güçlü bir rüzgarın vücutta yumuşak dokuya zarar vermeden kemikleri kıracağını iddia etti. Belgeleri inceleyen Dr. Boris Vozrozhdenny “bu bir araba kazasındaki etkiye eşit etki doğurur,” dedi. Yani kayakçılar güçlü bir fırtınaya tutularak çadırdan çıkmış, yaralanmış, yollarını kaybetmişlerdi.

5ht5pie.jpg

Uçan Küreler Füze mi UFO mu?

1990 yılında bir röportaj sırasında olayı inceleyen başmüfettiş Lev Ivanov o tarihlerde bölgede görev yapan üst düzey yetkililerden kendisine olayı kapatarak gizli sınıflandırması ile bulduklarının saklanmasını emrettikleri anlatmıştır. Kendisi de bu yetkililere, içlerinde olayı gören askerler ve hava tahmin görevlileri dahil çok sayıda tanık olması sebebiyle böyle bir şeyin mümkün olmadığını; Şubat ve Mart ayları içinde olayı gerçekleştiği noktada “parlak uçan küreler” gözlemlendiğini söylemiştir.

Ivanov, ‘Leninsky Put’ isimli mahali Kazak Gazetesine verdiği demeçte “ O zaman da şüphelenmiştim, ancak artık bu kürelerle ölümler arasında direkt ilişki olduğundan eminim” demiştir. Ivanov Kazakistanda emekli iken vefat edecektir.

Gerçekten de sınıflandırılmamış dosyalarda yakın bir alanda kamp kurmuş olan bir grup macera düşkününün tanıklıkları vardır. Bu gruptaki kişiler ölen kayakçıların kampından 50 km. kadar ilerlerinde aynı gece gökyüzünde Holat-Syahl’a doğru ilerleyen ‘portakal rengi küreler’ görmüşlerdir.

Ivanov teorisine göre çadırdaki kayakçılardan biri küreleri gördü ve bağırarak diğerlerini uyandırdı. Ormana doğru kaçarlarken küreler patladı kayakçılardan dördü ağır yaralandı ve Slobodin’in kafatasındaki kırık bu sırada oluştu.

Yudin de arkadaşlarını patlamada öldüklerine inanmaktadır. Grup muhtemelen habersizce askeri bir bölgeye girmiş ve gizli bir silahın denemesi sırasında kaza eseri ölmüşlerdir.

Kuntsevich, bir başka ipucundan bahsetmektedir. Ölüleri ilk olarak gördüğünde yüzlerinde kahverengi kabuksu bir tabaka olduğunu hatırlamaktadır. Yudin de açıklanan dökümanlarda iç organlardan parça alınarak incelemeye gönderilmesine rağmen, sonuçlarının saklandığını söylemektedir.

Tüm bunlara karşın Holat-Syahl’da patlama teorisini destekleyecek hiç bir iz bulunamamıştır.

Askeri Deneme İhtimali Araştırılıyor

1959 senesinde Rusları veya Kazakistan’ın böylesi füzeleri olduğu bilinmemektedir. Sovyet Füzeleri üzerine araştırma yapan Alexander Zeleznyakov o tarihlerde henüz yerden atılan füzelerin inşasının yapılmadığını söyler. Savunma Bakanlığı ve Valilikte olay tarihlerinde böylesi denemelerin yapıldığına dair resmi veya gayrı-resmi bir belgenin olmadığını iddia etmektedirler.

Kuntsevich bölgeye yaptıkları ve başkanı olduğu bir keşif gezisinde olaydan arda kaldığını savunduğu bir metal parçasını elinde bulundurmaktadır. “ Ne çeşit bir askeri teknolojiyi test ettiklerini bilmiyorum ama 1959 felaketi insan-elinin ürünüdür,” demektedir. Yudin’e göre askeri yetkililer bölgelerinde çadırı fark ettiler ve yaptıkları gözlemde kayakçı elbise ve kayak takımlarını askeri elbise ve malzeme zannetme hatasına düştüler.

1959 senesinde bir gece aniden dokuz kayakçının hayatına mal olan ne idi? Dosya 30-40 sene sonra tekrar ele alınıyor. Ancak o dönem şartlarında toplanan ve açıklanan belgeler ne derece sağlıklıdır, belli değil. Daha ekibi bir çok fotoğrafı ve ses kaydı açıklanmadan ‘gizli’ ibaresi ile kamuoyundan saklanmaktadır.

Yeniden Gündemde

1990’da yazar Anatoly Guschin olayla ilgili bir araştırma yapıyor ve dosya yeniden hatırlanıyor. Yazar bazı fotoğrafları ve önceden bilinmeyen ayrıntıları gün ışığına çıkarıyor. Pek çok belgenin ortadan kaybolduğunu anlaşılıyor; hem de en can alıcı belgeler. Araştırmasıyla ilgili “Sırlar Dokuz Hayata Maloldu” isimli bir kitap yazıyor. Yazara göre Sovyetlerde askeri bir silah denemesi sırasında dokuz kişi ölüyor. Tabii bu da bir teori.. Gerçek çok farklı olabilir


Bu arada UFO, Kocaayak, Yeti ve Hayalet avcıları da hikayeyi duyar duymaz komplo teorileri de üretilmeye başlanıyor…..

Bu konuyu yazdır

  RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLENEN VE 54 SENE KASADA SAKLANAN KİTAP
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 13:50 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorumlar (1)

Ruhların yazdırdığı söylenen ve 54 sene kasada saklanan kitap nihayet yayınlandı
Türk "spritüalistler"in yani "ruhçular"ın çoğu, yarım asır boyunca gizli kalan ve geçtiğimiz günlerde yayınlanan bu kitabın "evrenin sırlarını verdiğine" inanırlar.

Bugün bu sayfada yeni yayınlanan bir kitabı hiç yoruma girmeden tanıtıyorum: 1959 yılında "Önder" adındaki "yüksek bir ruh" tarafından bir medyuma yazdırılan ve Türkiye'de "ruhçuluğun kurucusu" olarak bilinen Dr. Bedri Ruhselman tarafından düzenlenen "İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli kitap 54 sene boyunca noter ve banka kasalarında muhafaza edilmişti. Bir grup "ruhçu", bu kitabın geçtiğimiz günlerde yayınlanması ile, evrenin bilinmeyen birçok sırrının ortaya çıktığına inanıyor...

TÜRKİYE'de içerisinde birkaçyüz, haydi bilemediniz birkaç bin kişinin bulunduğu dar bir çevre, elli küsur seneden buyana kasalarda saklanan bir kitapta nelerin yazılı olduğunu merak ediyor ve yayınlanmasını bekliyordu...

"İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli bu esrarlı kitap, tamamlanmasından tam 54 sene sonra, geçtiğimiz günlerde yayınlandı ve meraklıları muradlarına erdiler...

Kitap, iddia edildiğine göre aslında "yazılmamıştı" ve "yüksek âlemler" tarafından verilen bilgilerin bir derlemesi idi. Türkiye'de "ruhlarla temas" akımının başlatıcısı olan Dr. Bedri Ruhselman tarafından 1950'li senelerin sonlarında düzenlenen ruh celselerinde, yani bir medyum vasıtası ile ruhlarla ilişki kurulduğuna inanılan toplantılarda "Önder" adını kullanan bir ruh tarafından verilen bu "bilgiler" 54 sene boyunca saklanmış ve nihayet kitap olarak ortaya çıkmıştı...

Önce, Dr. Bedri Ruhselman'ın kim olduğundan bahsedeyim:
Türkiye'de metafizik çalışmalarının başlatıcısıdır, 1898'de İstanbul'da do­ğar ve 16 Şubat 1960'ta yine ayni yerde vefat eder.


Antik-M%25C4%25B1s%25C4%25B1r-Bu%25CC%25...C%2588.jpg


CİN KİTABI OKUYUNCA...

Dr. Ruhselman, ruhçuluk işine küçük yaşlarında iken "Cinlerle Muhaberat" isimli bir kitabın etkisi altında kalarak girer, ruhsal denemeler ve "celseler" yapmaya başlar. Çekoslo­vakya'da konservatuvar bitirerek keman icracısı olur, 1926'da Türkiye'ye döner, bir müddet müzik öğretmenliği yapar, da­ha sonra da Tıp Fakültesi'ni bitirir, doktor olarak Afganistan'da bulunur, Türkiye'de de senelerce doktorluk yapar, mesleğini uzun seneler boyunca sürdürürken medyumlar vasıtası ile binlerce ruh celsesini idare eder ve 1946'da "Ruh ve Kâinat" isimli üç ciltlik meşhur eserini yayınlar.
Dr. Ruhselman, sonraki senelerde ardarda çıkarttığı "Ruhlar Arasında", "Allah" ve "Mukadderat ve İcâbât" gi­bi kitaplarla çok sayıda kişinin ruhçulukla ilgilenmesini sağlar. "Ruh nedir, insan ölünce nasıl bir âleme gi­der, öteki dünyada hayat nasıldır, yeniden doğuş hangi şartlar altında gerçekleşir ve ruhlarla nasıl konuşulur?" gibi konulardan bahsettiği kitapları "ruhçuluk edebiyatının klasikleri" hâlini alacak, Türkiye'de bu işlere merakı daha da arttıracaktır.

835851_3784672b7ac7f96ed4bebdb35c3d3cd6.jpg


'ÖNDER' İSİMLİ RUH

İstanbul'da faaliyet gösteren "Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği"nin de kurucusu olan Dr. Bedri Ruhselman'ın, 1950'lerin sonlarına doğru yaptığı celselere "Önder" ismini verdikleri bir "yüksek ruh" gelir. "Önder", celselerin medyumu Attila Güyer'e bazı "yüksek bilgiler" verir. Dr. Ruhselman "Önder"in tebliğlerini üç nüsha halinde daktilo ettirir, noter kasasına konmasını vasiyet eder ve kendisi de birkaç ay sonra "spatyom" dediği "ruhlar âlemine" göçer...
Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği, 54 sene boyunca bu işlerle uğraşanların merakını çeken, "büyük sırları açıkladığına" inanılan ve noter kasalarından banka kasalarına nakledilen kitabı, geçtiğimiz günlerde yayınladı.
"Ruhsal tebliğlerden" meydana geldiğine inanılan ve Dr. Bedri Ruhselman'ın düzenlediği "İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli kitabın öyküsü, işte böyle...


YORUMSUZ BİRKAÇ BÖLÜM

Bu sayfada, yarım asırdan fazla bir zaman boyunca kasalarda saklanan ve "zamanı geldiği için yayınlandığı" söylenen kitaptan, hiç yoruma girmeden iki küçük bölümü nakletmekle yetiniyorum...

Yarım asır saklanan kitaba bakılırsa insanlığı berbat bir gelecek bekliyor

DR. Bedri Ruhselman'ın 54 sene kasalarda saklandıktan sonra geçenlerde yayınlanan eseri, insanlığın geleceği hakkında hiç de parlak bir tablo çizmiyor...

"Önder" isimli ruhun medyum vasıtası ile verdiği tebliğlere bakılırsa iklimler değişecek, depremler artacak, kuraklıklar başgösterecek, 2050'den itibaren buzullar erimeye başlayacak ve dünya son derece ısınacak...

"Önder"in söyledikleri bugüne kadar çıktı ama gerisi felâket!

Daha sonraki senelerde tabiat çok büyük ölçüde değişecek, insanlar kütleler halinde ölecek, "Önder"in ifadesi ile "dünyada yaşamak çok ıstıraplı ve zahmetli bir hâle gelecek", kıt'alar batacak, yeni kıt'alar ortaya çıkacak ve insanlık eski ilkel zamanlarına dönecek!

Ama merak etmeyin, bütün bu felâketler dünya hayatı ile sınırlı kalacak, "yüksek planlara" yani "öbür tarafa" geçmeyecek, ölenler öldükleri anda bu felâketlerin hepsini unutmuş olacaklar.

Aşağıda, 54 sene boyunca kasalarda saklanan "İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli kitaptan yaptığım küçük bazı alıntılar yeralıyor:

* DÜNYA DIŞINDA HAYAT VAR MI? 

"...Güneş sistemimizin en mütekâmil (gelişmiş) gezegeni dünyamızdır, arz küresidir. Ve zannedildiği gibi meselâ Merih'te veya siste­min diğer gezegenlerinde veya güneşinde dünyadakinden daha mütekâmil varlıklar yoktur. Zira, hakikaten güneş sistemimizin mütekâmil plânetlerinden birisi de Merih olduğu halde, burada­ki varlıklar dünyadakilerden daha az mütekâmildir. Sistemimi­zin en geri gezegenlerinden birisi Plüton'dur. Bu gezegenin en mütekâmil varlığı, dünyamızın en geri varlığı olan küften daha geridir.

Keza, güneş de sistemin geri bir küresidir. Esasen güneş mad­desinin bu basitliği yüzündendir ki manipülasyonu kolay oldu­ğu için, sistemin diğer seyyarelerini (gezegenlerini) ve bilhassa dünyayı idare eden vazifeliler, daha ziyade güneşte bulunurlar. Fakat söyledi­ğimiz gibi, bu vazifeliler diğer planetlerde de dolaşabilirler ve her kürede vazife görebilirler.

Demek ki, güneş sistemimizde hidrojen âleminin inkişaf mer­halelerini (gelişme aşamalarını) ikmal edip (tamamlayıp) oradan diplomasını alarak üst âleme terfi edecek varlıkların toplandıkları yer dünyadır. Dünyamız, Mu devrinin kapanışını müteakip (kapanışının ardından) geçen yetmiş bin sene zarfında artık bu devredeki vazifesini bitirmek üzere bulunan, üzerinde taşıdığı insanlara, lâyık oldukları âlemlerin kapılarını açmak ve imkânları tükenmiş hidrojen âlemi kapısını da arkalarından ka­pamak hazırlıklarına başlamıştır".

* GELECEĞİMİZ FELÂKETLERLE DOLU: 

"...Yeni dünyanın, eski batan kıtaların deniz üzerinde bakiye ka­lan kısımlarına ait bâzı adalar ve takımadalarla, denizin dibin­den yükselerek meydana çıkan yeni büyük kıtalardan müteşek­kil olacağını (meydana geleceğini) söylemiştik. Keza, geçen dünyadan kalan insanlarla meskûn bu adaların, kayalıklardan ibaret olacağını, buralarda toprağın bulunmayacağını da belirtmiştik. Binaenaleyh ilk in­sanların muhitinde nebat (bitki) hayatı henüz mevcut olmayacaktır. İşte bu halde bulunan yeni dünyanın ilk durumu kısa bir zaman­da vahşileşmeye başlayacaktır. Her şey basitleşecek, iptidaîleşecek (ilkelleşecek), vahşileşecektir. Eski dünyada mevcut olan, zirveleri yuvar­lak dağlar ve tepeler yeni dünyada görülmeyecek, onların yerine tepeleri sivri, testere şeklini almış dağlar ve sıradağlar meydana gelecek, keskin vadiler görülecek, her şey sivrileşecek, keskinleşecek ve haşin bir çehre alacaktır.

Varlıkların, yaşamakta oldukları muhitlere (çevrelere) uymalarının za­rurî olduğundan evvelce bahsetmiştik. Dünyaya gelecek varlık­lar ancak, içinde bulundukları muhitin maddelerinden bedenle­rini kuracakları için, yeni dünyaya intikal etmiş olan insanların ve hayvanların da nesilleri üredikçe kabalaşacakları, kaba olan muhitlerine uyacakları tabiîdir. Onların bu kaba muhite intibak­ları (uyumları) neticesinde, bedenleri süratle kabalaşacaktır. Geçen dün­yadan yeni dünyaya intikal eden hayvanların ve insanların be­denlerinde görülecek bu kabalaşma hâli, iptidaî muhitlerine (ilkel çevrelerine) ait ihtiyaçlarına bağlı olarak nesilden nesle artacak ve uzun müddet devam edecektir. Meselâ nesiller ilerledikçe büyük cüsseli hay­vanlar zuhur edecek (ortaya çıkacak), bu hayvanlar vahşi olacak, adalarda toprak ve binnetice (sonuçta) nebat olmadığı için, geçen dünyanın ot ve nebat yiyen munis hayvanlarına burada tesadüf edilmeyecektir".

Ruhlar âlemi, üstâd bestekâra göre sekiz ayrı renkten meydana gelir

EROL Sayan, Türk Müziği'nin şu anda hayatta bulunan en güçlü bestekârıdır.

"Geçsin günler haftalar", "Kalbe dolan o ilk bakış", "Bana bir aşk masalından şarkılar söyle", "Bir dünya yarattım yalnız ikimiz için" gibi 20. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren hemen herkesin dilinde olan çok sayıda şarkının bestecisi olan Erol Sayan'ın, müzisyenliğinin yanısıra Türkiye'nin önde "ruhçularından" olduğunu ve 1960'lı senelerde Ankara'da yapılan ileri seviyedeki ruh celselerine katıldığını az kişi bilir...

Dr. Bedri Ruhselman'ın 54 seneden buyana kasalarda saklanan ve geçtiğimiz günlerde yayınlanan kitabı hakkında, dün Erol Sayan ile konuştum. Kitabı henüz okumamıştı, "İlâhî Nizam ve Kâinat"ın bazı bölümlerini kendisinde telefonda nakletmemden sonra "Ruhselman'ın en önemli eseri, 'Ruh ve Kâinat' isimli kitabıdır. Daha sonra hazırladığı söylenen kitaplarının hiçbiri 'Ruh ve Kâinat'ın önüne geçemez" dedi.

Ruhçuluk alanındaki çalışmalarını yakından bildiğim üstâd Erol Bey'in "spatyom" denen "ruhlar âlemi" hakkında anlattıklarından bazılarını buraya yorumsuz olarak naklediyorum:

RENKLERE GÖRE RUHLAR

"Dr. Bedri Ruhselman'ın ruhçuluk faaliyetlerine yaptığı en büyük katkı, 'psikolojik infisal' metodunu ortaya koymuş olmasıdır. Spatyomda karanlıktan aydınlığa uzanan sekiz adet renk bölgesi vardır. Bu bölgeler siyah, kahverengi, mavi, sarı, yeşil, kırmızı, penbe ve beyazdır. Siyah renk 'koyu' ve 'açık', beyaz da 'mat' ve 'parlak beyaz' olarak iki ayrı tondadır. Ruhların mertebelerini, bulundukları bu renk merhaleleri gösterir. Berzah âlemindeki her ruhun zaten birer görevi vardır; kimisi ibadetle meşguldür, kimisi de azâbını orada çekmeye başlamıştır. Ruhlar âleminde bulunan bir varlığın gelecek hakkında açıklamalarda bulunması gibi birşey sözkonusu olamaz. İşin içine 'Mu' ve 'Atlantis' gibi zamanla kaybolduğu söylenen bazı kıt'alar saçmalığını koymak ise akıl kârı iş değildir".


alıntı: Murat Bardakçı 

Bu konuyu yazdır

  5. BOYUTA GEÇİŞ
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 10:58 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorumlar (1)

5. boyuta geçtikten sonra siyah beyaz, iyi kötü, suclu sucsuz, yeni eski diye hicbir sey kalmaz. Herşey yumusak farkındalık altında bir olur.

3. göz aktive olmaya başlar. Dualitenin tamamen üstüne cıkmak demek her durumu her veçheyi kucaklayarak, hicbir seye iyi ve kötü diye etiket koymamak demektir. Gidilecek dogru ya da yanlıs bir yol yoktur. Hersey andadır. her yol gecerlidir cünkü yanlıs ya da dogru birsey yoktur. sadece bu düşünce bile gevsememizi saglar, 3.boyuttaki iyinin ve kötünün savasının son bulması gerceklesir. Kötü olan da enerjisini yükseltir ve o da cennete girer, ısıkta iyi kötü mutlak daha iyi için birlesir.

Screenshot_2016-10-31-23-22-27.png

5. boyuta gecmek icin yataydan aldıgımız enerjilerin ya da alıskanlıklarımızın farkına varmak gerekir. Bunlar bizim enerjilerimizi tüketen seylerdir. Jung psikolojisine göre(Jung spiritüaliteye en yakın psikologtur) tüm gölge kisilikler birlesip özü olusturur. Öz birlik demektir. Icinde birligi yasamis kisi bir süre sonra dısarıyı da aynen bir halinde hissetmeye baslar. Yataydan beslenme alışkanlıgına son vermek gerekir.Sevginin ardındaki savasları alıskanlıkları ortaya cıkarmak gerekir. Ve onları yargılamadan birlige katmaya, öz haline dönüstürmeye gerek vardır. Öz olustuktan sonra bütüne katılma gibi bir güzel tarafı vardır.

5. boyutta tüm takıldıgımız tutundugumuz seylerin farkına varmak gerekir. Örnegin esimiz cocuklarımız evimiz milliyetimiz isimiz gibi. Bunları bırak denmiyor. Sadece bagımlılıgı hissedin farkına varın...

5. boyutta son noktayı bangi jumping olayına benzetebiliriz. Asagıya düsüyoruz. Hicbir seye tutunmuyoruz. Ama biliyoruz ki ayagımız o ipe baglı. ölümden korkmuyoruz. Gidecegimiz varacagımız gelecekten korkmuyoruz. Gecmisin iyi ya da kötü yanlarımızı sırtımızda tasımıyoruz.

Bu konuyu yazdır

  MUTLULUK İÇİN 7 ADIM - MUTLAKA OKU..
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 10:52 - Forum: NOTLAR - Yorum Yok

1- Rahatsız edilmeyeceğiniz sakin bir köşe bulun. Uzanın ya da başınızı arkaya rahatça dayayabileceğiniz arkalıklı bir sandalyeye yerleşin. 

2- Diyaframınızı genişleterek burun deliklerinizden derin bir nefes alın. Nefes alışınız tamamlandığı zaman, mide kaslarınızı gevşetin ve bu nefesin tüm vücudunuzda dolaştıktan sonra, baş bölgenizde karar kılışını izleyin. Bu süreci 3 kez tekrarlayın. Her tekrar ile zihninizde ve tüm vücudunuzda yayılmakta olan gevşemenin farkına varın. 

3- Zihnen şu ifadeleri kendi kendinize tekrarlayın: "Yüksek benliğimin hikmetiyle, güçlendirilmiş zihnimin de gücüyle günlük yaşamımda etrafımı saran parlaklığı, ihtişamı farkediyorum. Her gün birkaç kez mutlu anılar şuuruma çıkacak. Bu sayede geçmişte yaşamımı doldurmuş olan mutluluğu yeniden tanıyacağım. Bu mutluluk şimdiki yaşamımı da dolduruyor. Bu gelecekte de devam edecek."

4- Bırakın şuurunuz havanın giriş ve çıkışının farkına varsın. Bunu nefesinizi kontrol etmeden yapın. Bu arada tüm vücudunuzda ve zihninizde yayılmakta olan gevşemenin daha çok farkına varın. 

Ba%25C5%259Far%25C4%25B1-ve-Mutluluk-i%2...5BCmse.jpg


5- Zihnen şu ifadeleri tekrarlayın: "Şu insan halimle yaratık aleminin en değerli ferdiyim. Yüksek benliğimin hikmeti ve güçlendirilmiş zihnimin katkısıyla içimdeki güzellik ile hayatı göreceğim ve tadını çıkaracağım. İster bir gelincik tarlasında, ister bir tabloda, nerede olursa olsun güzelliği sadece güzeli gören gözlerle göreceğim. Dünyanın sessizliğini bozan seslerdeki güzelliği kulaklarımla işiteceğim. Konuşulan şeylerdeki güzelliği de bu şekilde işiteceğim. İster çok pahalı bir kadife, ister sıradan bir kumaş olsun, dokunduğum her şeyde güzelliği hissedeceğim."
"Hayatım, benim kalbimden, etrafımdaki güzelliğe hayranlık içinde söylediğim büyük bir şarkı olacak. Bir ormana, okyanusa ya da küme küme beyaz bulutlarla dolu bir gökyüzüne sahip olmayabilirim ama, onlara kendiminmiş gibi hayranlık duyabilirim."

6- Sevdiğiniz kimselerin simalarını gözünüz önüne getirin ve şu ifadeleri zihnen tekrarlayın: "Beni sevenlere ve sevdiklerime müteşekkirim. Hayatımın hangi döneminde olursa olsun benim refahımı düşünen herkese şükran borçluyum. Bu tür hislerim ve mutluluğum beni tanıyanlara kadar uzandıktan sonra yansıyarak yüzlerce defa katlanmış bir şekilde yine bana gelecek." 

7- Zihnen şu ifadeleri içinizden tekrarlayın: "Her gün kendimi daha anlayışlı bulacağım. Bu taktirim mutluluğumu arttıracak, kalbimin değerlerini her gün biraz daha fazla bir şekilde tanıyacağım ve bir daha başkalarının ölçüleriyle kendimi ölçüp tartmayacağım. Ivır zıvır şeylerle zamanımı ziyan etmeyeceğim. Küçük şeylerde büyük mutluluklar bulacağım. Şu andan itibaren kendi güzelliğimin ve etrafımın güzelliğinin farkında oluyorum. Yaradılışın mutluluğuyla dolup taşıyorum. Artık bir daha mutsuzluk ve tasada bir an bile geçirmeyeceğim."

Gözlerinizi açın ve günlük işlerinize devam edin. 

Bu 7 madde mutsuzluk rahatsızlığınızın iyileştirilmesi garanti edilmiştir. Metafizik şifanın mucizesi için hiç bir şuur söz konusu olmadığından, bu mucizevi tekniğin de size mutluluk getirmeyeceği düşünülemez.

Bu konuyu yazdır

  RUHÇULUK AÇISINDAN MUTLULUK
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 10:48 - Forum: NOTLAR - Yorum Yok

Spiritüel açıdan MUTLULUK ruhun algılama seviyesine göre gelişen bir kavramdır. Zaten ruhun özüyle, cevheriyle, bilinciyle varoluşu başlı başına bir mutluluktur. Şu halde, demek ki mutluluk, ruhun özünde esasen var olan bir kavramdır. Var olduğu için de enkarnasyonlar boyunca aranmaktadır ve aranacaktır.

İşte bu arayış beşer varlığının bilinç, vicdan ve idrakine göre gelişmektedir. Varlığın şu anki bilinç, vicdan ve idraki ise zaten onun tekâmül vasatını teşkil eder. O halde mutluluk varlığın bilinç ve idrakine bağlı olarak gelişen bir kavram olduğuna göre ve varlığın o aşamadaki bilinç, idrâk ve vicdan seviyesi de kendi tekâmül vasatı olduğuna göre tekâmül etmek en büyük mutluluktur. Çünkü varlık tekâmül ettikçe yükselecek bilinç, idrak ve vicdanı gelişecek, dolayısıyla mutluluğu daha üstün bir sevi*yede anlayacaktır. Buna bağlı olarak şu netice de gayet belirgin olarak ortaya çıkar: Varlığın tekâmülünü süratlendirebilmesi için en olumlu ve doğru yollardan biri de ilâhi irade kanunlarına uymaktır. Şu halde tekâmül etmek bir mutluluk 

Tekâmülün en büyük şartlarından biri de irade kanunlarına uy*mak olduğuna göre aynı zamanda mutluluk, ilâhi irade Kanunlarına uymaktır. Tekâmül etmenin en büyük mutluluk olduğunu ve bunun da ilâhi irade kanunlarına uymakla süratlenebileceğim gördükten sonra mutluluğu biraz daha irdeleyelim.

Bildiğimiz kadarıyla tekâmülde ezel ve ebet bilinmediğine ve tekâmül etmekte mutluluk olduğuna göre bu halde diyebiliriz ki: Madem tekâmül etmek bir mutluluktur ve tekâmülün insanda başlangıcı ve sonu bilinmemektedir, demek ki mutluluğun da insanda başlangıcı ve sonu yoktur. Ancak bütün bu sonsuzluğuna rağmen mutluluk insanın özünde var olan ve olduğu için ezelden ebede kadar olan hayat safhalarında aranılan bir sorudur. Soru ise daima sonsuza giden bir arayış olduğu için salt mutlulukta bulunamayacak olan bir kavramdır. Çünkü Salt mutluluk ancak Kadiri Mutlaktadır. 


vlcsnap-2015-10-25-18h54m18s17.png


Yalnız, biraz önce zikrettiğimiz gibi, mutluluk varlıkların tekâmül merhaleleri açısından değişik biçimler arz edeceğinden ve daima farklı olacağından salt mutluluğa gidiş vardır. Ancak bu geliş sonsuza olan bir gidiş olduğundan biz varlıklar için salt mutluluk yoktur diyoruz. Oysa ki Kadiri Mutlak için sonsuz ile sonlu sözleri bir önemi haiz değildir. Çünkü her ikisi de onda vardır. Aslında her şey bir mutluluk arz eder. Şöyle ki: Hasta olan ve acılar içinde kıvranan bir kimseye sorarsak o mutsuzdur. Oysaki bu sınavlar ve tatbikatlar içinde bulunan bu kimsenin duyduğu ıstırap ve anının o kimsenin ruhunda bıraktığı izler en büyük mutluluktur. Fakat bu mutluluk onun idrâk seviyesine bağlı olarak geliştiği iğin kişi bunu idrak edebiliyorsa mutludur. O halde ruhî varlık için dünya haya. tında geçirdiği bütün olaylar birer mutluluk kaynağıdır.

Mutluluk öyle bir kavramdır ki bir çok spritüel bahislerle bir benzerlik ve bir ahenk meydana getirir. Mesela: Kaderle mutluluk arasında tam bir bağlantı, karma ile mutluluk arasında bir bağlantı, reenkarnasyon ile mutluluk arasında bir bağlantı, nefsaniyetle vicdan arasında da bir bağlantı vardır ki bu insanın nefsaniyetle vicdanı arasındaki geçiş yoludur. Vicdanın nefsaniyete tam hakimiyet kurması en büyük mutluluktur. Çünkü vicdanının mutluluğuna erişen ve nefsaniyetini susturan insan, gelecekteki karmasını da sağlam temeller üzerine inşa etmiş ve kendine başarılı bir kader çizmiş olacak ve dolayısıyla illiyet prensibine uyacağından kader ve gelecekteki karmasına iyi bir sebep teşkil ederek zamanı geldiğinde iyi bir netice alacak ve bu sebep ve neticenin getirmiş olduğu bilgilerle tekâmülü noktayı nazarından bir atılım yapacak ve bu da ruhu için büyük bir mutluluk olacaktır. 

Ancak hemen şunu belirtmek gerekir ki: insanın dünya hayatı içindeki mutluluğu değişiktir. Burada, «değişiktir» sözcüğünü kullanırken dikkat edilmesi gereken husus şudur: Mutluluk kesin olarak vardır, yalnız insanın idrak, vicdan, nefsaniyet ve bilinç seviyesine göre dünya hayatı boyunca değişkendir. Bu değişiklik insanın serbest iradesinde vardığı bir görüş kararı olarak mutluluğu kavramasından meydana gelir. Yani dünya hayatı içerisinde çok çeşitli tesir ve şartlar altında bulunan insan, içinde bulunduğu kötü durumlara göre mutluluğu değerlendiriyorsa, mutsuz olduğunu, dolayısıyla kesin bir mutluluğun olmadığını söyleyecek; oysa kendine göre bazı iyi garantiler altında mutlu olduğunu görünce bu sefer tam bir tenakuza düşecek şu halde MUTLULUK izafidir diyecektir.

Oysaki demin zikretmiş olduğumuz mutluluğun değişkenliğiyle, izafiyeti ayrı, ayrı şeylerdir. Burada ayırt edilmesi gerekli olan nokta şudur: Mutluluk kavramının: vicdan, nefsaniyet, şuur, tecrübe, bilgi ve görgü sonucu olarak, kavranması ve ona göre hüküm verilmesi, bir tenakuz teşkil eder ve dolayısıyla insan, «Mutluluk izafidir» hükmüne varır. Halbuki mutluluk vardır, ancak kişinin görüş açısı oranında değişik biçimde görünmektedir, yani izafi değildir, sadece bakış açısı olarak «değişik» görünüşlüdür. Buna misal olarak bir masayı verelim. Dört ayağı bulunan bir masaya öyle bir açıdan bakıyorum ki, dört ayağını da görebiliyorum. Halbuki ayağa kalkmış bir başka kişi onu kuşbakışı görüyor ve masanın bacaklarının olmadığını rahatça söyleyebiliyor. 

Peki bu durumda, hakikaten masanın ayakları mı yoktur, yoksa o dar bir açıdan baktığı için mi onları görmüyor  Herhalde burada söylenecek en güzel şey masanın dört bacaklı olduğu ancak, duyu verilerimizden biri olan gözümüzün görüş açısına göre onun bacaksız veya dört bacaklı olduğunu algıladığımızdır. Örneğe göre, mutluluğu ele alırsak kötü şart*lar altında yaşamakta olara bir insan, adeta kuş bakışı bakan kişi gibi, mutluluğun olmadığını; oysa ki masaya dört bacağın görülebileceği bir açıdan bakan kimse ise dört bacağın mevcut olması gibi mutluluğun olduğunu söyleyecektir. Bu misalde bir üçüncü şahsı ele alırsak ve bu şahıs hem kuş bakışı olarak, hem de diğer kişinin açısından bakıp, masanın dört bacaklı olduğunu ancak bakış seviyesine göre değişken olduğunu ve misaldeki gibi mutluluğun bakış açısına göre değişiklik arz ettiğini ancak bunun bir izafiyet olmadığını ispat etmiş olur. 

Çünkü yapı olarak masanın dört adet bacağı vardır. Ancak çeşitli açılardan bakıldığında bacaklar göze çarpmakta veya çarpmamaktadır. İşte bu masa misalini mutluluk kavramına uygularsak şunu söyleyeceğiz: Kesin olan bir mutluluk vardır. Ancak örnekteki bakış açısı nasıl değişmişse burada da fertlerin dünya hayatı içersinde*ki vicdan, nefsaniyet, tecrübe, bilgi ve görgü yanı tüm olarak tekâmül seviyeleri değişik olduğundan, diğer bir deyişle bilinçlenmenin serbest iradeleriyle kendilerinde meydana getirdikleri değişik olan bilinç ekranlarında meydana gelen mutluluk görüntüleri değişkendir.


Spiritüel bilgilerimizin bize öğrettiğine göre mutluluk mutsuzluğa eşit olmaktadır. Her şey zıttıyla kaimdir. Halbuki bütün zıtlıklar, yoktan var eden Kadiri Mutlak Tanrını bilgisindendir. Zıtlık insanın tekâmülü için gerekli ve tanrısal bilgiden var edilmiş olan bir prensiptir. Allah zıtlık değil, insanın kendisi zıtlıktır. Bu noktadan kalkarsak mutluluk insanın kendinde bulunan bir zıtlık olarak mutsuzluğu beraberinde getireceği bellidir. İşte bu iki ayrı kavram insanın nefsaniyetine ve vicdanına göre değerlendirilir.



 Ve hiç bir zaman nefsaniyet mutluluk olma. dan vicdanî mutluluğa ulaşılamaz. Mutluluk olsun, mutsuzluk olsun, her ikisi de in. san için ideal olamaz, insan mutlu olmayı amaç edindiği sürece mutsuzluğu elde etmektedir. Bu bakımdan insan sürekli ve mümkün olan ölçüde izafi olmayan değerler, gerçekler elde etmek suretiyle mutluluk dediği ruh halinin müddetini uzata*bilir, sıklaştırabilir.

Bu konuyu yazdır

  SEN NE KADAR SENSİN ?
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 10:39 - Forum: NOTLAR - Yorum Yok

Sabah erken uyandım, güneşin doğuşunu izlemek ve denizi koklamak istedim geçen günlerin birinde. Evden çıkıp, minik bir patika yolda iki dakika kadar yürüyüp, arabalar için olan yolu geçiyorsunuz, karşınızda yemyeşil bir park ve uçsuz bucaksız Akdeniz  Denizden elli metre yüksekteyim. Bir süre denizle bütünleştikten sonra çimenler boyunca yürümeye başladım. Yürüyüş yapan başka insanlar da var. Gülümseyen yüze rastlamıyorum yine. Sabah sabah ne güzel spor yapıyorsunuz; tertemiz hava, mavi ve yeşilin birbiriyle muhteşem kaynaşması içinde denizin kokusu, toprağın, çimenlerin ara ara çiçeklerin kokusu içinde nedir derdiniz  diye haykırarak içimden kızgınlık hissediyorum. Biraz yürüdükten sonra bir banka oturdum ve mavi sulara dalıp içinde kayboluyorum.


Daha önce defalarca olduğu gibi hayatım akmaya başlıyor gözlerimin önünden.Doğduğunuz andan itibaren ailenizin ve toplumun düşünce kalıpları ve inanç sistemleri yüklenmeye başlıyor kişiliğinize. Bebekken güldürmeye çalışıyorlar en basitinden! Sen bebeksin! Gülmen lazım, agu aguu... Gülmeyeceğim kardeşim. Ben sizi eğlendirmek için mi dünyaya geldim  Büyümeye başlayınca sizi bir o yana bir bu yana çekiştirip duruyorlar. Bu hiçbir zaman bitmiyor eğer fark etmezseniz.  

Okulda öğretmenlerine şöyle davran, arkadaşlarına böyle davran, aman uslu çocuk ol, ders çalışmalısın, başarılı olmalısın, üniversiteye gitmelisin, meslek sahibi olmalısın, şu amca bunu söylüyor, bak teyzeler şunu söyledi, kardeşine dikkat et, büyüklerine saygılı ol, niçin gülüyorsun, niçin ağlıyorsun, niçin kızıyorsun; ya bizim kafamızdaki model olacaksın ya bizim kafamızdaki model olacaksın! Başka çaren yok...  Tabi bütün bunlar ve yüzlerce benzerleri, insanların yürekten hissettiğini düşünmediğim, mekanik bir sevgi çerçevesinde ve saygı içinde toplumun gelenek ve göreneklerine uygun olarak size sunuluyor. Daha doğrusu sunulanı alıp uygulamanız emrediliyor. Bu aileye ait kısmı sadece 

Bütün okul hayatınızdaki arkadaşlarınız, en yakın arkadaşlarınız, öğretmenleriniz, akrabalarınız, aile dostlarınız hepsi durmadan çekiştiriyorlar. Üst üste fark etmeden kabul ettiğiniz kişilikleri yüklüyorlar size. Burada suçluyormuş gibi görünüyorum ama onlar da bildiklerini aynı girdap içinde, en iyi bildiklerini uyguluyorlar. Yaşamınızda hızla ilerlerken, aile, toplum tarafından bir  siz  yaratılmış oluyor. Tabi siz de kendinizi bu şekilde tanımlamış oluyorsunuz, siz de karşılaştığınız insanlara aynı şekilde davranıyorsunuz, siz de başkalarına yükleme yapıyorsunuz. Ardından sevgililer  Kimliğiniz yine değişikliğe uğruyor. 

maxresdefault-1-680x365.jpg

Ardından iş hayatı  İş hayatı başlı başına bir okul; eğer izin verirseniz başka bir siz oluşmaya başlıyor tekrar. Yalakalık, eşitsizlik, dedikodu, ayrımcılık, ast-üst ilişkisi, üstlerin senin için ilah olmak zorunda, tanıdığı olanlar, torpille gelenler daha uzayıp gider... Eh, ekmek parası! Hayat acımasız. Biz de bu döngünün içinde var olmak zorundayız. Tabi şartlarına uyarsan, uygularsan var olabilirsin bu oluşumun içinde. Evlilik ki toplumun olmazsa olmazlarındandır, çocuk ki sizde bu öğrendiklerinizi çocuğunuzda uygulayın diye, mal-mülk sahibi olmaya çalışmak, geleceğini garantiye almaya çalışmak, yaşlılık , torunlar ve son.

Şimdi bankta otururken, hayatıma değen bütün insanların oluşturduğu ben ne kadar benim  Ne kadarı bilinçli olarak kendi seçimim  Dünya bu, yaşam bu, hayat daha farklı nasıl ilerler ki  Tabi ki ailem olacak, arkadaşlarım olacak, eşim, işim, çocuğum olacak...

Eh, şimdiye kadar bildiğim hayat bu. Fakat bana öğretilen hayat benim istediklerim mi  Çelişki insanı dibe vurur ama çıkışınız muhteşem olur. Bu durumda hayatı, Ben i yeniden yaratıyorum... Bana verilen içinde beğenmediğim her şeyi değiştirerek.. Öfkelendiğim, üzüldüğüm, acı çektiğim kimliğimi oluşturan bütün deneyimlerimdeki hissettiklerimi değiştirerek. Yeni bir  Ben  zamanı artık... Benim farkında olarak belirlediğim, huzur içinde, neşe içinde bir  Ben  zamanı... Siz ne kadar Siz siniz  Siz Kim siniz  Haydi analiz edin kendinizi. Bütün içinizdekileri, derinlerde kalan bütün duyguları, acısıyla tatlısıyla ortaya çıkarmaya, kendinizi özgürleştirmeye ne dersiniz 

Sabah erken uyandım, güneşin doğuşunu izlemek ve denizi koklamak istedim geçen günlerin birinde. Evden çıkıp, minik bir patika yolda iki dakika kadar yürüyüp, arabalar için olan yolu geçiyorsunuz, karşınızda yemyeşil bir park ve uçsuz bucaksız Akdeniz  Denizden elli metre yüksekteyim. Bir süre denizle bütünleştikten sonra çimenler boyunca yürümeye başladım. Yürüyüş yapan başka insanlar da var. Gülümseyen yüze rastlamıyorum yine. Sabah sabah ne güzel spor yapıyorsunuz; tertemiz hava, mavi ve yeşilin birbiriyle muhteşem kaynaşması içinde denizin kokusu, toprağın, çimenlerin ara ara çiçeklerin kokusu içinde nedir derdiniz  diye haykırarak içimden kızgınlık hissediyorum. Biraz yürüdükten sonra bir banka oturdum ve mavi sulara dalıp içinde kayboluyorum.

Daha önce defalarca olduğu gibi hayatım akmaya başlıyor gözlerimin önünden.Doğduğunuz andan itibaren ailenizin ve toplumun düşünce kalıpları ve inanç sistemleri yüklenmeye başlıyor kişiliğinize. Bebekken güldürmeye çalışıyorlar en basitinden! Sen bebeksin! Gülmen lazım, agu aguu... Gülmeyeceğim kardeşim. Ben sizi eğlendirmek için mi dünyaya geldim  Büyümeye başlayınca sizi bir o yana bir bu yana çekiştirip duruyorlar. Bu hiçbir zaman bitmiyor eğer fark etmezseniz.  

Okulda öğretmenlerine şöyle davran, arkadaşlarına böyle davran, aman uslu çocuk ol, ders çalışmalısın, başarılı olmalısın, üniversiteye gitmelisin, meslek sahibi olmalısın, şu amca bunu söylüyor, bak teyzeler şunu söyledi, kardeşine dikkat et, büyüklerine saygılı ol, niçin gülüyorsun, niçin ağlıyorsun, niçin kızıyorsun; ya bizim kafamızdaki model olacaksın ya bizim kafamızdaki model olacaksın! Başka çaren yok...  Tabi bütün bunlar ve yüzlerce benzerleri, insanların yürekten hissettiğini düşünmediğim, mekanik bir sevgi çerçevesinde ve saygı içinde toplumun gelenek ve göreneklerine uygun olarak size sunuluyor. Daha doğrusu sunulanı alıp uygulamanız emrediliyor. Bu aileye ait kısmı sadece 

Bütün okul hayatınızdaki arkadaşlarınız, en yakın arkadaşlarınız, öğretmenleriniz, akrabalarınız, aile dostlarınız hepsi durmadan çekiştiriyorlar. Üst üste fark etmeden kabul ettiğiniz kişilikleri yüklüyorlar size. Burada suçluyormuş gibi görünüyorum ama onlar da bildiklerini aynı girdap içinde, en iyi bildiklerini uyguluyorlar. Yaşamınızda hızla ilerlerken, aile, toplum tarafından bir  siz  yaratılmış oluyor. Tabi siz de kendinizi bu şekilde tanımlamış oluyorsunuz, siz de karşılaştığınız insanlara aynı şekilde davranıyorsunuz, siz de başkalarına yükleme yapıyorsunuz. Ardından sevgililer  Kimliğiniz yine değişikliğe uğruyor. 

Ardından iş hayatı  İş hayatı başlı başına bir okul; eğer izin verirseniz başka bir siz oluşmaya başlıyor tekrar. Yalakalık, eşitsizlik, dedikodu, ayrımcılık, ast-üst ilişkisi, üstlerin senin için ilah olmak zorunda, tanıdığı olanlar, torpille gelenler daha uzayıp gider... Eh, ekmek parası! Hayat acımasız. Biz de bu döngünün içinde var olmak zorundayız. Tabi şartlarına uyarsan, uygularsan var olabilirsin bu oluşumun içinde. Evlilik ki toplumun olmazsa olmazlarındandır, çocuk ki sizde bu öğrendiklerinizi çocuğunuzda uygulayın diye, mal-mülk sahibi olmaya çalışmak, geleceğini garantiye almaya çalışmak, yaşlılık , torunlar ve son.

Şimdi bankta otururken, hayatıma değen bütün insanların oluşturduğu ben ne kadar benim  Ne kadarı bilinçli olarak kendi seçimim  Dünya bu, yaşam bu, hayat daha farklı nasıl ilerler ki  Tabi ki ailem olacak, arkadaşlarım olacak, eşim, işim, çocuğum olacak...

Eh, şimdiye kadar bildiğim hayat bu. Fakat bana öğretilen hayat benim istediklerim mi  Çelişki insanı dibe vurur ama çıkışınız muhteşem olur. Bu durumda hayatı, Ben i yeniden yaratıyorum... Bana verilen içinde beğenmediğim her şeyi değiştirerek.. Öfkelendiğim, üzüldüğüm, acı çektiğim kimliğimi oluşturan bütün deneyimlerimdeki hissettiklerimi değiştirerek. Yeni bir  Ben  zamanı artık... Benim farkında olarak belirlediğim, huzur içinde, neşe içinde bir  Ben  zamanı... Siz ne kadar Siz siniz  Siz Kim siniz  Haydi analiz edin kendinizi. Bütün içinizdekileri, derinlerde kalan bütün duyguları, acısıyla tatlısıyla ortaya çıkarmaya, kendinizi özgürleştirmeye ne dersiniz

Bu konuyu yazdır

  BİLİNÇ VE ENERJİ GERÇEĞİN TABİATINI YARATIYOR
Yazar: Emka - 10-04-2017, Saat: 13:55 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Selam, güzel varlıklarım ve yeni başlayanlarım. Sizleri selamlıyorum. Hadi içelim. İhtiyacınız olacak. Su kaynağı, sonsuz süren bilinci temsil ediyor. Her zaman olduğu gibi, o içimizdeki tanrı olarak tanımladığımızı selamlamak için uygun bir araç. Şimdi, dersimize hassaslığımızdan ziyade tanrısallığımızı selamlayarak başlayalım.

Yeni başlayanlar için  Gerçeği Yaratma  Kılavuzu

Güzel yeni başlayanlar, burada olduğunuz için çok memnunum. Bugün burada yeni başlayanlar grubunda olanlar, lütfen ellerinizi kaldırın.

Şimdi,, niçin buradasınız  Kabullenme duygunuzun artacağını ve bir şekilde hayatınızı değiştireceğini mi ümit ediyorsunuz. Tabi, bu iyi bir cevap. Bunu beğendim.

Ben,  Aydınlatılmış olan  olarak tanımlanan Ramtha yım. Tüm okumuş, dinlemiş ve sizi etkilemiş olan kelimeleri söyleyen varlığım. Geçmişte olduğu gibi, bugün de gerçeğin sesi. Bulunduğum bedenden dolayı dehşete kapılmayın. Kendi bulunduğunuz bedenden dolayı dehşete kapılın.

Sizin zaman kavramınız ile duruma bakarsak, ben bu bilince çok zaman önce vardım ve bedende şekil aldım. Bu sizin deyiminizle bir tür anlaşma idi ve bu anlaşma, bedeninde bulunduğum şahsın tekrar enkarne olmasından önceydi.

Tanrının hiç kimseye ama herkes ve her şeye benzediğini öğrenmek için buradasınız. Bunun ötesinde, Tanrının yüceliğinin çok basit bir ağaç veya sizin gibi bir bedenle görülebileceğini öğreneceksiniz.

BEN VÜCUDUMDAN DAHA BÜYÜĞÜM BEN AYDINLATILMIŞ OLANIM

Ben buraya, bugün halen eonlara tapanlar için yaratılan, huşu içinde bulunan, nefis, ve güzel bir bedeni sergilemek için gelmedim. Güzelliği , Ruh ve durgunluğun güzelliğini değil fiziksel olanı değerlendiriyor ve buna tapıyorsunuz. Fakat bu sizi küçültür, çünkü bu geçici bir niteliktir; evet öyle. Ve sadece kişinin fiziksel yaşantısında küçücük kalır ve söner. Ben zamanında aydınlatılmış olarak korkunçtum. Aydınlatılmış olan ne demek  Siz aydınlatılanlar için hangi kelimeyi kullanırsınız 

Anlamı ; algılayanlar, geniş vizyonu olanlar demektir. Aydınlatılmış olan tamamıyla ruhu veya zihninde gerçekleşen bildirilenlerin farkında olandır. Ve bu da aydınlatılmış olanın ruhundaki zenginliklerin vücudundaki zenginliklerden daha çok olduğu anlamına gelmektedir. Aydınlatılmış olanlar kendilerini sade bir beden olarak değil, hayatı birleştiren bir açı olarak görmektedirler. Aydınlatılmış olanlar bunlardır.

Kendini diğer yaşam formlarından ayrı, özel, farklı görmeyendir. Bunlar bilgisiz kişilerdir. Ben aydınlatılmış biriyim çünkü hayatımda ve bildiğim tüm zamanlarda kendim olmak, bir insan olmak, savaşlar çıkarmak, zalimleri yok etmek için büyük ve harika imkana sahiptim. Ne yüce bir hedef, değil mi  Fakat bu kendi kendimi aldatmama kendi kibrimi yenene kadar olmadı. Ve bu aldatmaca içerisinde, varlıklar, yaşama sizin deyiminizle bir örümcek ağı kadar yaşamıma tutunmaya çalışırken, yaşamımın ve zavallı, sefil insanlarımın anlamının ne olduğunu sordum. Ve bu her gün yaşamı kavramak için uğraştığım süreye kadar olmadı, ve her yaşadığım güne attığım işaret ile, yaşam süresinin ve yaşamın kendisinin bir ödül olduğunu anladım. Ve böylece bir kaya üzerinde oturdum ve kendimi 7 yıl boyunca tedavi ettim, bu sizin nefret duyacağınız bir şey. Her gün ve her gece ruhumu sevindirdim, uyandığımda hala burada olduğumu gördüm. Ve gece yarısı gökyüzünde ayın parlayıp söndüğünü gördüğümde bu sahneye hiç doyamadım. Gözüm dönmüştü ve umutsuzdum, tümüyle tabiat ile tutkulu arzular içerisindeydim. Her gün ay ve güneş, bana hayatta olduğumu teyit ediyorlardı. Onlara tapmaya başladım. Sonunda onlarla bütünleştim. Ben aydınlatıldım çünkü fiziksel benliğimin sınırlarını aştım. Savaşçı ölmüştü: Fatih ölmüştü.

Sönmek üzere olan bir ateş gibi kibir, gecenin havasında dans etmiş ve yok olmuştu. Bilgisizliğim yok olmuştu. Ve böylece ruhani bir varlık haline dönüşmüştüm. Ve bu ne demek  Ben beynimi, bedenimi ve duygusal bedenimi, fetihler için, hedefleri yakalamak için, işsiz güçsüz yatmak için ve dünyanın yeniden dirilişi için kullanmadım.

Değişmiştim. Yalnız olmak - insan insana, güç güce karşı   yerine, kendimi gün be gün, yavaş yavaş toparlayan, bu alemi fethetme değerlerine sarılan biri olarak değil, kibirliliği yenen değerlerin adamı olmak üzere buldum. Benim en bilgisiz olduğum konu neydi  Birçok konu vardı, ancak en önemli bilgisizliğim insanlarımın bilinmeyen tanrısından nefret duymamdı. Gördüğünüz gibi insanlarım tanrıya tapmıyorlardı. Onlar sadece bir tanrının olduğunu, isimsiz olduğunu ve herhangi bir yerde olmadığını ancak varolan her şeyde ve her yerde olduğunu ve her şeyin onunla varolduğunu biliyorlardı. Ve böylece bu tanrı insanlarımı boşta ve sefil bir halde bırakmıştı. Anlayamıyordum.

%25C4%25B0nsan-bilincinin-kulu%25C3%25A7...r-mi-2.jpg



Eğer bir tanrıyı seviyorsan, hayatımın tatlı, mutlu olacağını, düşmanlarım ile savaşabileceğimi ve barış içerisinde yaşayabileceğimi, hayatımın tüm günlerini şarkı söyleyip dans ederek geçirebileceğimi düşünmüştüm. Fakat, benim insanlarımın bilinmeyen tanrısı, ki bu tüm hayat idi, onları çok güçlü olmayan bir yarışın köleliğine bırakmıştı. Ve ben Tanrıdan nefret ediyordum. Ve her kişinin içinden onu katletme arayışı içindeydim, çünkü fethedilmek çok kolaydı, çünkü o benim zavallı, sefil ailemi fethetmişti. Bu hayatımın en cahil noktasıydı: Tanrının fethedilebilmesi ve çünkü bir sevgili Tanrı onu kötüden, kölelikten uzak tutuyordu. Bilinmeyen Tanrının insanlarımda ve diğer insanlarda var olduğunu , kendi verdiğinin tabiatı olduğunu bilmiyordum. Tanrı sevgidir. 

Bu ne demek  Bu, Tanrının yarattığı ve verdiği ve hiçbir zaman almadığı demek. Bu anlamının tam karşılığıdır. Ve Tanrı herkese can verdi   bu bilinmeyen Tanrı   verirken ve yaşamı desteklerken kendi zihninin bir yansımasını vererek yeni bir yaşam formunu yarattı, kendi gerçeğini yarattı. İnsanlarım bir gün köleliğe düşeceklerini tahmin ettiler. Sonunda kendi kehanetleri gerçek olmadı mı  Çünkü onlar buna konsantre oldular. Tabi. Bilinmeyen Tanrı herkesin içindeki tek akıl değil, o herkesin içinde olan bir zihnin parçaları. Ve herkes dikkatli olmalı, ancak onlar seçici. Bu da Tanrının verme kalitesi. Bunu anlamak bir gün sürmedi. Geri kalan hayatımın tümünü aldı çünkü barbar yapım nefret ediyor ve küçümsüyordu, ancak ruh yapım küçük ve kırılgandı ve her gün genişliyordu. Hergün ben vücudumdan çok o noktadan dua ediyordum.

Ve sonra aydınlandım mı  Çünkü bilinmeyen Tanrı ile barış içinde olmayı aklıma koymuştum ve ben tam bunu istiyordum. Ve böylece Tanrı sevdiği için   içimdeki Tanrı tam olmak istediğimi verdi: tüm yaşam ile sevgiyi paylaşan şeylerin hepsini. Ve üstatlar biliyor musunuz, her gün verdiğim savaş neydi  Hayatımın her gününü basit tabiatımı defetmek, şüphelenmek ile geçirdim. Hareket etmek ve fethetmek istiyordum. Köleliğin ağıtını istiyordum. Her, içimde savaştığım gün, kendi kendimi fethetmeye başlamıştım, bu da savaşın en ateşlisiydi. Ve tüm bu savaşlar ve fetihler sonuçta bana ne verdi  Başta hiçbir şey, çünkü yaralarımı ölçüyor ve tüm bu insanları görebiliyor ve geçmiş zaferlerimi sayabiliyor olacaktım.

Gerçek olduğunu görebiliyordum, ancak istediğim gerçek değildi, en azından yaklaşık bile değildi. Hergün gerçek olan gerçek olmayan ile çelişiyordu. Sizin tabirinizle, onunla alay ediyordu. Orada oturuyor ve Ramtha ya,  sen bir soytarısın . Sen yaşlı bir soytarısın. Bunu kendime söylerken birşeyler içimde acı duyacaktı. Bunu söylerken birşeyler acıyacaktı, dolayısıyla acıyı araştırmalıydım. Ve acıyı araştırdığımda   her hissettiğimde, küfrettiğim birşeyi   bana gerçek olan birşeyi keşfettim. Hayatımın geri kalanı için herşey üzerinde aklımı kullanmayı seçtim. Ve fark ettim ki, vücudumda kalmamın tek sebebi vücuduma olan yakınlığımdı. Her öfkelendiğimde vücudumun merkezindeydim. Vücudum irademe hakim olduğu zamanlar, içine gömülmüştüm. Fakat hergün vücudumda değil daha çok zihnimde büyüyordum.

Ve hayatımın sonunda, bu aracı nasıl terk ettiğimi biliyor musunuz  Çam ağacından yapılmış bir tabutta değil. Bu uçağı rüzgar içinde terk ettim. Neden benim taşıtım bu şekilde olmalıydı  Çünkü bu ruhun taşıyıcısıydı. Neden herkes gibi ölemiyecektim  Çünkü ben doğal değildim. Ve beni bu şekle sokan neydi  Sizin tabirinizle vücudumu, kişiliğimi, genetik yapımı , doğal yapımı fethetmiştim. Ve günlerimin sonunda, geçmişime olan incecik bağlantıyı koparmayı başarmıştım.

Ve neticede ne olmuştum  Daha iyi bir insan değil. Ben ruhani bir varlık, bir Tanrı olmuştum   insan değil. Ve bu benim olmak istediğim şeydi. Bilinmeyen Tanrı bir yüze sahip değil idiyse, o zaman o güçtü ve tabiatın ta kendisiydi. Bu benim olmak istediğimdi, çünkü bu benim için Tanrının tanımı idi, insanlar değil, insan değil, ancak tüm hayatın bir parçası olan bilgi üzerine varolarak hareket eden.

Öyleyse neden aydınlatılmış olarak tanındım  Aydınlatılmıştım, çünkü kendi bedenimden çok ruhumdan oluşmaktaydım. Ve böylece bugün buradayım, ve bu kere bildiğiniz gibi başka bir bedende. Ve sizler beni dinlemeye geldiniz, çünkü benim kelimelerimi okudunuz, onları duydunuz, başka insanları dinlediniz ve hayatınızda olağanüstü bir şeyi gördünüz. Ve erkek ve kadınlar, çocuklar, bir ruh, küçük, bir bedende toplanmış olarak geliyorsunuz. Ruhunuzun yaşamınızdaki görevi sizi hergün canlı tutmaktı. Sadece bu sebeple onu kullandınız. Ve ölmeden önce buraya gelmiş olmanızın tek sebebi, ruhunuzun sizi canlı tutmasıydı, ve hiçbir zaman vücudunuzu terk edecek kadar buna küfretmediniz. İşte tamamiyle bu amaçla onu kullandınız. Ama, bu sebeple buradasınız çünkü görünemediği kadar güç olarak hissediliyor. O da beni ben yapan.

Buraya beni görmeye gelmediniz. Şimdi, yapacağınızı yapmak üzere geldiniz ve ben basit, doğal olarak size görünüyorum. Öğreti ise Tanrının sizin içinizde , ruh olarak, tanımladığınız gibi yaşaması. Fakat bu sizi sadece canlı tuttu. Ve bu ruhu görebilseydiniz, hiçbir zaman vücudunuzu gördüğünüz gibi göremeyecektiniz. Benim içinde bulunduğum beden kendi tanımlarım ile çelişen bir beden. Bu beden bir dişiye ait ve ben bir erkeğim. Fakat bu harika bir şey, çünkü erkeğe ve kadına Tanrının her ikisi veya hiçbiri olduğu öğretiliyor. Size beyninizde düşündüklerinizin hepsinin muhtemelen orada olması gerekmediğini ögretiyor ve yine siz ne iseniz, bunu göremiyeceğinizi öğretiyor.

Dolayısıyla, büyük bir ihtimalle buraya bulunduğumuz zamandan farklı bir zaman içerisinde tanıdığım insanlara konuşmak üzere geldim. Ve o zaman ve bu zaman aynı anda gerçekleşiyor. Size hiçbir zaman öğretmediğim birşeyi öğretmek üzere buradayım. Sizi terketmiştim. Ve beni takip etmenizi öğretmeyeceğim; bunu yapamazsınız   ölseniz bile   çünkü ölürseniz, sadece hayatın bir hediyesini alacaksınız, bu da kabul etme yeteneğinize eşit. Ve bugüne kadar kabul ettiğiniz yegane şey yaşamınızdı, nasıl olduğu hiç önemli değil. Bu sizin için çok önemli. Açlık sizin için önemli; acı sizin için önemli; yolunu şaşırmış olmak sizin için önemli, çünkü siz gerçeği sevmiyorsunuz. Sizin için kadın olmak önemli; sizin için erkek olmak önemli.; Gördüğünüz gibi bunların tümü fiziksel unsurlar ve açlık ruhu yok edebilir. Açken Tanrıya odaklanma çabalarınızı herşeyden daha çabuk yitirebilirsiniz.

Dolayısıyla, sizlere ölmüş olsanız bile aydınlatılmış olmayacağınızı öğretmek için geldim.   Ruhani bir varlık olacaksınız ancak zihniniz olmayacak; zihniniz burada olacak   ve bildiğinizi ve benim öğrendiklerimi öğreneceksiniz: bir Tanrı: herşey Tanrı. Ve bunun yaşadığınız tek yaşam olmadığını. Bu bedenler bir nevi giysiler. Siz bu bedeni bu zaman akışının giysisi olarak taşıyorsunuz. Siz birçok giysi giydiniz. Ancak diyeceksiniz ki,  Neden hatırlayamıyorum . Hatırlıyamıyorsunuz, çünkü Aydınlatılmadınız. 

Anlıyor musunuz  Son yaşantınızda bu yaşantınızda olduğunuzdan daha fazla ilerlememiştiniz. Ve hepiniz son yaşantınızın neye benzediği konusunda endişeleniyor olsaydınız, kullanacağınız tek şey kişiliğinizin beyni olacaktı ve sonra sadece, her zaman olduğu gibi, geride beden kalacaktı. Böylece, o beden o beyin ile ölünce, hatırlamamanızın sebebi beden ve beynin gitmiş olmasıdır. Hatırlayabildiğiniz tek şey bu hayatınızdır , hatta yaşantınızın birçok gününü hatırlayamazsınız, çünkü onları yaşamamışsınızdır. O günleri yaşamadınız.

Oh, ölçülemeyecek kadar uzun yaşadınız. Evrim içerisindesiniz. Tanrı sizlere sonsuz hayat verdi. Bu ne demek  Bu, öldüğünüzde   bugün öğleden sonra, yarın sabah...vücudunuz yok olacak ancak siz ruhani vücudunuz içinde tekrar yükseleceksiniz. Fakat, ruhani bedeniniz sadece kapladığı akıl kadar büyük. Bu zihni şu anda geliştiriyorsunuz. İşte bu sonsuz hayat. Ve sonra, eğer hala çiftleşme var ise tekrar doğacaksınız. Tekrar doğacaksınız ve bugünü hatırlamayacaksınız. Neden bugünü hatırlamayacağınızı biliyor musunuz  Çünkü gelecekteki beyniniz bugün burada değildi, ancak ruhunuz buradaydı.

Şimdi,, size öğretmek istediğim beni takip etmeniz değil, çünkü bu mümkün değil ve ben tapınmak istemiyorum. Kendi kendinize tapmanızı istiyorum. Bugüne kadar Tanrı için yapılmış en muhteşem tapınak, taştan, altın, gümüş ve değerli mücevharattan değildi. En muhteşem Tanrı tapınağı insan bedenidir. Ve bu beden içerisinde ruh kendi krallığını oluşturur; bu tapınaktır. Şimdi, öğrendiğiniz şey içinizde bir kıpırtıya sebep oluyorsa, içerideki bu kıpırtı ruhunuzun duyumudur. Buraya geldiğinizde, yorgun veya aç, veya sıkılmış iseniz, bu sizin bedeninizdir. Ve zihniniz bedeninizdedir, ruhunuz değil. Öğrendikleriniz ile ilerlemiş iseniz, o zaman içinizde görülmeyen olana ancak içinizdeki kendinize konuştuğumuzu anlayacaksınız. Bunun anlamı çok büyüktür.

Bugün ve yarın için tek itiraz ne olacaktır  Sizin maymun aklınız ve insan beyniniz. Neden biliyor musunuz  Çünkü yanınızdaki arkadaşınıza kabul etme alanınızın ne kadar geniş olduğunu anlatmanızı istemiştim   bu kelimeleri düşünün: ne kadar geniş, ne kadar derin, kabul etme yeteneğinizin evresi ne kadar yüksek   işte bu inançtır.
Kabul etmediğiniz birşeyi hiç bir zaman hayatınızın önemli bir hususu olarak ortaya koymazsınız.

Sadece kabul ettiğiniz birşey kalıcıdır. Şimdi, kabul etme alanınız ne kadar geniş  Şüphelerinizden daha mı geniş  Kabul etme alanınızın sınırları nedir  Bunun için mi hastasınız  Bunun için mi yaşlısınız  Kabul etme evreniz mutsuzluk olduğu için mi mutsuzsunuz  Biliyor musunuz, bunları alacaksınız. Bundan daha büyük birşey almayacaksınız, çünkü bundan daha büyük herşey sadece ruhdadır. Ruhunuz mutsuz olmanızı sağlıyor çünkü ona öyle yapmasını söylüyorsunuz.

Dolayısıyla bugün ile ilgili probleminiz bedensel zihninizdeki kabul evreniz ile ilgili; bu da burada (Neuronet). Ve siz bir de kendi suçunun kurbanı olan türden bir kişi iseniz   çok kötü ve korkunç şeyler yapmış iseniz ve üstelik suçlu olduğunuz için özel bir durum olduğunuzu düşünüyorsanız   o takdirde size anlatacağım konu ile ciddi sıkıntılarınız olacak, çünkü size kendi gerçeğinizi yarattığınızı söylüyorum. Eğer bir kurban iseniz, siz öyle olmasını istediğiniz için o sunuz. Ve siz bundan hoşlanmayacaksınız, çünkü siz acılarınız, sınırlarınız ve eksikliklerinizden başkalarının sorumlu olmasını istiyorsunuz. Ve ben size bunun kendi sorumluluğunuz olduğunu söylüyorum. 

Bunu hiç sevmeyeceksiniz. Ruh onaylar ancak beyin onaylamaz çünkü kimin acı verdiğini, kimin hayal kırıklığına uğrattığını söyler; neden şüphe duyduğunu söyler. Herzaman başkasının suçudur, hiçbir zaman kendimizin değil. İnsan beyninin kibiri, değil mi  Bundan hoşlanmayacaksınız.

Ayrıca hepinizin Tanrı olduğu konsepti ile de zorluk yaşayacaksınız, çünkü bazılarınız hala Tanrının cennet olarak adlandırılan bir parça gayri menkulün içinde olduğuna ve dişiden ziyade erkek olan o Tanrı nın tüm ipleri elinde tuttuğuna inanmak isteyecektir. Böylece hayatınızda çarpık olan herhangi birşey varsa, bunun Tanrının isteği olduğunu söyleyebilir, Tanrının sizden şikayetçi olduğunu söylersiniz.

Tanrı cennette gayet uygun bir görüntü oluşturmaktadır, çünkü Tanrı orda oturduğu sürece, günahlarınızdan dolayı sizi cezanlandıracak olandır; biliyorsunuz, eksiklikleriniz, sevgisizliğiniz, umursamazlığınız, kötü düşünceleriniz için cezalandırılacaksınız. Bunu yapan cennetin bir yerinde olan Tanrıdır. Ve siz kurtarılmak istiyorsanız, sizi kurtaracak birini istersiniz. Neden biliyor musunuz  Çünkü siz bunu kendinizin yapacağınıza inanmıyorsunuz. Aslına Tanrı din içerisinde çok güzel bir görev yapmaktadır. Fakat size söylüyorum. Cennet denen bir parça gayri menkul kendi içinizde olandır ve kendinize


İnandırmaya müsade ettiğinizdir. Ve sonra Tanrı bugünden itibaren sizi günahlarınızdan ve eksikliklerinizden dolayı bağışlamaya başlayabilecektir. Bugün artık bir kurban olmaktan vazgeçebilirsiniz. Bugün hasta olmaya bir son verebilirsiniz. Bugün kötüye inanmayı sonlandırabilir ve kendinize inanmaya başlayabilirsiniz. İçinizden bazıları bunu sevmeyecektir, çünkü sizin bir kurtarıcıya ihtiyacınız vardır. Bundan hoşlanmayacaksınız, çünkü Tanrının size geri geldiği ve size yardımcı olduğu bir an a ihtiyacınız vardır.

Bu konuyu yazdır

  BEDENİN ENERJİ SİSTEMİ
Yazar: Emka - 10-04-2017, Saat: 10:53 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Spiritüel açıdan MUTLULUK ruhun algılama seviyesine göre gelişen bir kavramdır. Zaten ruhun özüyle, cevheriyle, bilinciyle varoluşu başlı başına bir mutluluktur. Şu halde, demek ki mutluluk, ruhun özünde esasen var olan bir kavramdır. Var olduğu için de enkarnasyonlar boyunca aranmaktadır ve aranacaktır.

İşte bu arayış beşer varlığının bilinç, vicdan ve idrakine göre gelişmektedir. Varlığın şu anki bilinç, vicdan ve idraki ise zaten onun tekâmül vasatını teşkil eder. O halde mutluluk varlığın bilinç ve idrakine bağlı olarak gelişen bir kavram olduğuna göre ve varlığın o aşamadaki bilinç, idrâk ve vicdan seviyesi de kendi tekâmül vasatı olduğuna göre tekâmül etmek en büyük mutluluktur. Çünkü varlık tekâmül ettikçe yükselecek bilinç, idrak ve vicdanı gelişecek, dolayısıyla mutluluğu daha üstün bir seviyede anlayacaktır. Buna bağlı olarak şu netice de gayet belirgin olarak ortaya çıkar: Varlığın tekâmülünü süratlendirebilmesi için en olumlu ve doğru yollardan biri de ilâhi irade kanunlarına uymaktır. Şu halde tekâmül etmek bir mutluluk?

Tekâmülün en büyük şartlarından biri de irade kanunlarına uymak olduğuna göre aynı zamanda mutluluk, ilâhi irade Kanunlarına uymaktır. Tekâmül etmenin en büyük mutluluk olduğunu ve bunun da ilâhi irade kanunlarına uymakla süratlenebileceğim gördükten sonra mutluluğu biraz daha irdeleyelim.

Bildiğimiz kadarıyla tekâmülde ezel ve ebet bilinmediğine ve tekâmül etmekte mutluluk olduğuna göre bu halde diyebiliriz ki: Madem tekâmül etmek bir mutluluktur ve tekâmülün insanda başlangıcı ve sonu bilinmemektedir, demek ki mutluluğun da insanda başlangıcı ve sonu yoktur. Ancak bütün bu sonsuzluğuna rağmen mutluluk insanın özünde var olan ve olduğu için ezelden ebede kadar olan hayat safhalarında aranılan bir sorudur. Soru ise daima sonsuza giden bir arayış olduğu için salt mutlulukta bulunamayacak olan bir kavramdır. Çünkü Salt mutluluk ancak Kadiri Mutlaktadır. Yalnız, biraz önce zikrettiğimiz gibi, mutluluk varlıkların tekâmül merhaleleri açısından değişik biçimler arz edeceğinden ve daima farklı olacağından salt mutluluğa gidiş vardır. 

16.jpg


Ancak bu geliş sonsuza olan bir gidiş olduğundan biz varlıklar için salt mutluluk yoktur diyoruz. Oysa ki Kadiri Mutlak için sonsuz ile sonlu sözleri bir önemi haiz değildir. Çünkü her ikisi de onda vardır. Aslında her şey bir mutluluk arz eder. Şöyle ki: Hasta olan ve acılar içinde kıvranan bir kimseye sorarsak o mutsuzdur. Oysaki bu sınavlar ve tatbikatlar içinde bulunan bu kimsenin duyduğu ıstırap ve anının o kimsenin ruhunda bıraktığı izler en büyük mutluluktur. Fakat bu mutluluk onun idrâk seviyesine bağlı olarak geliştiği iğin kişi bunu idrak edebiliyorsa mutludur. O halde ruhî varlık için dünya haya. tında geçirdiği bütün olaylar birer mutluluk kaynağıdır.

Mutluluk öyle bir kavramdır ki bir çok spritüel bahislerle bir benzerlik ve bir ahenk meydana getirir. Mesela: Kaderle mutluluk arasında tam bir bağlantı, karma ile mutluluk arasında bir bağlantı, reenkarnasyon ile mutluluk arasında bir bağlantı, nefsaniyetle vicdan arasında da bir bağlantı vardır ki bu insanın nefsaniyetle vicdanı arasındaki geçiş yoludur. Vicdanın nefsaniyete tam hakimiyet kurması en büyük mutluluktur. Çünkü vicdanının mutluluğuna erişen ve nefsaniyetini susturan insan, gelecekteki karmasını da sağlam temeller üzerine inşa etmiş ve kendine başarılı bir kader çizmiş olacak ve dolayısıyla illiyet prensibine uyacağından kader ve gelecekteki karmasına iyi bir sebep teşkil ederek zamanı geldiğinde iyi bir netice alacak ve bu sebep ve neticenin getirmiş olduğu bilgilerle tekâmülü noktayı nazarından bir atılım yapacak ve bu da ruhu için büyük bir mutluluk olacaktır. 

Ancak hemen şunu belirtmek gerekir ki: insanın dünya hayatı içindeki mutluluğu değişiktir. Burada, «değişiktir» sözcüğünü kullanırken dikkat edilmesi gereken husus şudur: Mutluluk kesin olarak vardır, yalnız insanın idrak, vicdan, nefsaniyet ve bilinç seviyesine göre dünya hayatı boyunca değişkendir. Bu değişiklik insanın serbest iradesinde vardığı bir görüş kararı olarak mutluluğu kavramasından meydana gelir. Yani dünya hayatı içerisinde çok çeşitli tesir ve şartlar altında bulunan insan, içinde bulunduğu kötü durumlara göre mutluluğu değerlendiriyorsa, mutsuz olduğunu, dolayısıyla kesin bir mutluluğun olmadığını söyleyecek; oysa kendine göre bazı iyi garantiler altında mutlu olduğunu görünce bu sefer tam bir tenakuza düşecek şu halde MUTLULUK izafidir diyecektir.

Oysaki demin zikretmiş olduğumuz mutluluğun değişkenliğiyle, izafiyeti ayrı, ayrı şeylerdir. Burada ayırt edilmesi gerekli olan nokta şudur: Mutluluk kavramının: vicdan, nefsaniyet, şuur, tecrübe, bilgi ve görgü sonucu olarak, kavranması ve ona göre hüküm verilmesi, bir tenakuz teşkil eder ve dolayısıyla insan, «Mutluluk izafidir» hükmüne varır. Halbuki mutluluk vardır, ancak kişinin görüş açısı oranında değişik biçimde görünmektedir, yani izafi değildir, sadece bakış açısı olarak «değişik» görünüşlüdür. Buna misal olarak bir masayı verelim. Dört ayağı bulunan bir masaya öyle bir açıdan bakıyorum ki, dört ayağını da görebiliyorum. 

Halbuki ayağa kalkmış bir başka kişi onu kuşbakışı görüyor ve masanın bacaklarının olmadığını rahatça söyleyebiliyor. Peki bu durumda, hakikaten masanın ayakları mı yoktur, yoksa o dar bir açıdan baktığı için mi onları görmüyor? Herhalde burada söylenecek en güzel şey masanın dört bacaklı olduğu ancak, duyu verilerimizden biri olan gözümüzün görüş açısına göre onun bacaksız veya dört bacaklı olduğunu algıladığımızdır. 

Örneğe göre, mutluluğu ele alırsak kötü şartlar altında yaşamakta olara bir insan, adeta kuş bakışı bakan kişi gibi, mutluluğun olmadığını; oysa ki masaya dört bacağın görülebileceği bir açıdan bakan kimse ise dört bacağın mevcut olması gibi mutluluğun olduğunu söyleyecektir. Bu misalde bir üçüncü şahsı ele alırsak ve bu şahıs hem kuş bakışı olarak, hem de diğer kişinin açısından bakıp, masanın dört bacaklı olduğunu ancak bakış seviyesine göre değişken olduğunu ve misaldeki gibi mutluluğun bakış açısına göre değişiklik arz ettiğini ancak bunun bir izafiyet olmadığını ispat etmiş olur. Çünkü yapı olarak masanın dört adet bacağı vardır. 

Ancak çeşitli açılardan bakıldığında bacaklar göze çarpmakta veya çarpmamaktadır. İşte bu masa misalini mutluluk kavramına uygularsak şunu söyleyeceğiz: Kesin olan bir mutluluk vardır. Ancak örnekteki bakış açısı nasıl değişmişse burada da fertlerin dünya hayatı içersindeki vicdan, nefsaniyet, tecrübe, bilgi ve görgü yanı tüm olarak tekâmül seviyeleri değişik olduğundan, diğer bir deyişle bilinçlenmenin serbest iradeleriyle kendilerinde meydana getirdikleri değişik olan bilinç ekranlarında meydana gelen mutluluk görüntüleri değişkendir.

Spiritüel bilgilerimizin bize öğrettiğine göre mutluluk mutsuzluğa eşit olmaktadır. Her şey zıttıyla kaimdir. Halbuki bütün zıtlıklar, yoktan var eden Kadiri Mutlak Tanrını bilgisindendir. Zıtlık insanın tekâmülü için gerekli ve tanrısal bilgiden var edilmiş olan bir prensiptir. Allah zıtlık değil, insanın kendisi zıtlıktır. Bu noktadan kalkarsak mutluluk insanın kendinde bulunan bir zıtlık olarak mutsuzluğu beraberinde getireceği bellidir. İşte bu iki ayrı kavram insanın nefsaniyetine ve vicdanına göre değerlendirilir. 

Ve hiç bir zaman nefsaniyet mutluluk olma. dan vicdanî mutluluğa ulaşılamaz. Mutluluk olsun, mutsuzluk olsun, her ikisi de in. san için ideal olamaz, insan mutlu olmayı amaç edindiği sürece mutsuzluğu elde etmektedir. Bu bakımdan insan sürekli ve mümkün olan ölçüde izafi olmayan değerler, gerçekler elde etmek suretiyle mutluluk dediği ruh halinin müddetini uzatabilir, sıklaştırabilir.

Bu konuyu yazdır