Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1209 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 1209 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 529
|
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 471
|
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 897
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 814
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,767
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 9,204
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,515
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,444
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,723
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,993
|
|
|
Niagara Sendromu |
Yazar: Emka - 13-06-2016, Saat: 21:31 - Forum: NOTLAR
- Yorum Yok
|
 |
Niagara Sendromu
Bence hayat bir şelale gibidir. Çoğu insan bu nehre, sonunda nereye çıkacağını karar vermeden atlar. Böylece çok geçmeden akıntıya kapılırlar. Günlük olaylar, günlük korkular, günlük zorluklar... Nehrin çatal oluşturacağı yerlere vardıklarında, hangi tarafa gitmek istediklerine bilinçli bir biçimde karar veremezler, kendileri için hangi tarafın uygun olacağını da düşünemezler, kendilerini akıntıya bırakmakla yetinirler. Kendi değerleriyle yönetilmek yerine çevre tarafından yönetilen o insan kalabalığına katılırlar. Sonuç olarak kontrolün kendi ellerinde olmadığını hissederler. Böyle bilinçsiz bir durumda olmayı sürdürürler. Ta ki bir gün kükreyen suların sesi onları uyandırana kadar. Bir de bakarlar ki, küreksiz bir kayığın içinde Niagara Çağlayanında beş metre gerideler “ Hay Allah ” derler, ama iş işten geçmiştir. Aşağıya düşeceklerdir. Bazen bu düşüş, duygusal bir düşüştür. Bazen finansal bir düşüştür.
Hayatınızda bugün yüzyüze geldiğiniz güçlükler, büyük ihtimalle, nehrin yukarısındayken verilen iyi kararlarla önlenebilirdi. Kudurgan bir nehrin sularına kapılmış durumdayken olayları nasıl tersine çevirebiliriz? Ya kürekleri suya daldırıp ters yönde deliler gibi kürek çekerek, ya da ileriyi planlamaya çalışarak, gerçekten varmak istediğimiz yere doğru bir rota çizerek. Beyniniz kararlar vermenizi mümkün kılan bir iç sistem olarak yapılandırılmıştır. Bu sistem görünmez bir güç olarak hareket eder. Onu yönetende büyük ölçüde bilinçaltımızdır. İşin korkunç yanı çoğu insan bu sistemi hiçbir zaman bilinçli olarak kurmuş değildir. Sistem yıllar içinde değişik kaynaklar tarafından hemen hemen kendiliğinden kurulur. Bu kaynaklar çok çeşitlidir. Ana babalar, öğretmenler, arkadaşlar, televizyon, reklam ve genel olarak kültür.
Bu sistemin 5 bölümü vardır.
1-Kilit inançlarınız ve bilinçdışı kurallarınız
2-Hayat değerleriniz
3-Referans noktalarınız
4-Kendinize sürekli olarak sorduğunuz sorular
5-Her an hissettiğiniz duygusal durumlar
Yaptığınız şeyleri neden yaptığınızı ya da yapmanız gerektiğini çok iyi bildiğiniz bir şeyi neden yapmadığınızı o saptar. Bunlardan herhangi birini (5 unsurdan) değiştirmekle,hayatınızda hemen güçlü, ölçülebilir bir değişiklik yaratabilirsiniz. Kendinizin kim olduğunu, neyi neden yaptığınızı keşfedin. İş arkadaşlarınızın, eşinizin ve diğer sevdiklerinizin hangi karar sistemini kullandıklarını anlayın. Cesaretimi kaybetmiyorum. Çünkü vazgeçilen her yanlış girişim, ileriye doğru atılmış yeni bir adımdır. Karar gücünü gerçek anlamda kullanma yolunda son bir engel daha vardır. O da yanlış kararlar verme korkusudur. Hayatta kuşkusuz yanlış kararlarda vereceksiniz. İşleri yüzünüze gözünüze bulaştıracağınız da olacaktır. Ama verdiğiniz kararlar ne olursa olsun, esnek olmaya, sonuçlara bakıp onlardan ders almaya, o dersleri gelecekteki daha iyi kararlar için kullanmaya gayret edin.
Unutmayın: Başarı aslında doğru düşünmenin ürünüdür. Doğru düşünme tecrübelerden gelir. Tecrübeler ise kötü düşünmenin (ya da eksik) sonuçlarıdır. Size kötü ya da acı tecrübe gibi görünen şeyler, genellikle en önemlileridir. İnsanlar başarıya ulaşınca kutlamalara yönelirler. Başarısızlıkla karşılaşınca oturup düşünürler, hayatlarının kalitesini daha iyiye götürecek bir takım farkları keşfederler. Hatalarımızdan ders almaya yönelmeli dövünmekle zaman harcamamalıyız. Kişisel tecrübe şüphesiz çok önemli ama bir rol modeline sahip olmak da çok değerlidir. Sizden önce o tehlikeli sularda yolculuk etmiş olan biri, size izleyeceğiniz bir harita verebilir.
Uçurumlara yuvarlanmanızı engelleyebilir. Ben topluluklar önünde konuşma becerisini çok iyi öğrendim, çünkü haftada bir kere değil, günde üç kere konuşmalar yaptım. Beni dinleyecek birilerini bulduğum anda hazırdım. Bu arada acaba verdiğim konferanslarımın hepsi harika mıydı? Hiç de değildi! Ama her tecrübeden ders almayı iş edindim, bu beni ustalaştırdı, sonunda herhangi bir salona girdiğimde, her meslekteki insanlara gerçek anlamda ulaşabilmeyi başardım. Kayığınız karaya oturduğu zaman kendinizi başarısız bulup düşüneceğiniz yerde, hayatta başarısızlık diye bir şey olmadığını hatırlayın. Var olan yalnızca sonuçlardır. Eğer istediğiniz sonuçları elde edemedinizse, bu tecrübeden bir şeyler öğrenin ki ilerde daha iyi kararlar verebilmek için elinizde referanslarınız olsun. Kükreyen nehrin üzerinde ilerlerken, eğer dikkatiniz, ilk karşınıza çıkacak kayaya çarpmaktan kaşınmaya dönükse, uzağı göremeyeceğiniz için çağlayana yuvarlanmaktan kurtulamazsınız. Biz toplum olarak, çabucak gelecek mutluluklara öyle odaklanıyoruz ki, bulduğumuz kısa dönem çözümleri genellikle uzun dönem sorunlarının nedeni oluyor. Kendinizi uzun vadeli sonuçlara adamaya karar vermek, kısa dönemli çözümlere heves etmemek, hayatınız boyunca alacağınız kararların en önemlilerindendir.
|
|
|
NEGATİF DUYGULAR SIRASINDA HÜCRELERİMİZE NE OLUYOR? |
Yazar: Spiritüeller - 13-06-2016, Saat: 17:02 - Forum: SAĞLIK
- Yorum Yok
|
 |
Çok sayıda bilimsel araştırma negatif duyguların hücrelere nasıl zarar verdiğini gösteriyor. İnsan düşünce ve duygularıyla tüm bedenini etkiliyor. Sizin devamlı düşündüğünüz şeyler realiteniz haline geliyor, bu yüzden de zehirli düşünceler kişinin hayatında hastalık, talihsiz olaylar ve diğer olumsuzluklar olarak ortaya çıkıyor. Pozitif enerji hücrelerinizi genişletirken, negatif enerji ise onları büzüyor.
Daha önce belki “Plasebo etkisi”ni duymuşsunuzdur. Bazı bilimsel çalışmalarda hastaya ilaç yerine içinde etken madde olmayan ilaç görünümlü maddeler verilmiştir, bu halk arasında daha çok “şeker hapı” olarak bilinir. Zihnin o boş hapı ilaç zannetmesi ve hastalığın bu hapla iyileşebileceğine inanmaları sonucunda insanlarda iyileşme belirtileri gözlenebiliyor. Ancak, bunun tersi de doğru. Buna “Nosebo etkisi” denir. Bu, bir insanın kendisine zararlı bir sonucun oluşacağına inanmasıyla o sonucu yaratmasına denir. Örnek olarak; bir kişinin ilaç içtikten sonra prospektüsün yan etkiler bölümünü okurken bu yan etkileri kendisinde hissetmeye başlamasını verebiliriz. Negatif duygu ve düşünceler, yönlendirmeler hücrelerinizde tutulurlar ve bazı durumlarda rahatsızlık ve hastalık yaratırlar.

Dr. Karen Lawson, eğer yargı yapmadan ya da sonuca bağlanmadan negatif duygularımızı ifade edebilirsek, onları vücudumuzdan çıkararak özgürleşebileceğimizi söylüyor. Böylece negatif enerjinin üzerimizdeki ağırlığını serbest bırakabiliriz. Ancak, bu zehirli düşünceleri kendi içimize hapsetmek ve bu hislere sıkı sıkı tutunmak yüksek kan basıncı ve sindirim sorunları gibi çeşitli sorunlara sebep olabiliyor. Ayrıca kronik stres de telomerleri (yaşlanma üzerinde büyük bir etkiye sahip DNA iplikçiklerinin uç bölümleri) kısaltarak insan ömrünü azaltabiliyor.
Peki, beyniniz siz negatif düşünceler içinde olduğunuzda nasıl tepki veriyor?
Sizin bir şey düşündüğünüz her an, beyniniz daha fazla sinaps (sinir hücrelerinin birbirleriyle ya da diğer kas veya salgı bezleriyle iletişim kurmasını sağlayan bağlantı noktaları) ve sinir yolu üretir. Yani devamlı negatif düşünceler içinde olmak sadece onları kuvvetlendirir. Aynı şekilde bunun tersi de geçerlidir, yani devamlı pozitif düşünceler içinde olmak ise pozitif sinir yollarını kuvvetlendirir.
Birçok bilim insanına göre, negatif düşünce ve duygular, merkezi sinir sistemi ve beyin arasında sinyallerin iletilmesini engeller. Bu ise sizin bağışıklık sisteminizi, hafızanızı, uyku düzeninizi ve çok daha fazlasını tehlikeye düşürebilecek bir “beyin sisi” oluşturur.
Siz olumsuz duygular içindeyken, kortizol (stres hormonu) o anki stres etkeni ile başa çıkmanız için vücudunuza salınır. Tehlikeli bir duruma tepki göstermek insan olmanın normal bir parçasıdır, ancak olay oluştuktan sonra stresin devam etmesine izin vermek migren, kas ve göğüs ağrıları ve uyku aksamaları gibi birçok sağlık sorunlarına yol açabilir.
Geleceğe çok fazla odaklandığımızda sık sık kendimizi korkmuş hissederiz. Bu da beyincik aktivitemizi düşürebilir. Beyincik aktivitesinin azalması, beynin yeni bilgileri işleme kapasitesini engeller ve yaratıcı problem çözme becerilerini aksatır. Ayrıca korku, sol temporal lobu (beynin sol yan tarafına yerleşmiş olan bölümü) etkileyebilir, bu da ruh halini, hafızayı ve impuls (dürtü) kontrolünü etkiler.
Beyninizin Frontal lobu (beynin ön tarafına yerleşmiş olan bölümü, bilinçli düşünmeden sorumludur), özellikle Prefrontal korteksi, iç hedeflerinize ve inançlarınıza dayalı düşünce ve eylemlerinizi düzenleme konusunda büyük bir rol oynar. Dolayısıyla, beyninizden geçen negatif duygu ve düşünceleri tekrar edip durduğunuzda, bu olumsuz düşünce süreci büyür ve daha fazla sinaps ve nöron baskın düşünceleri kopyalamak için bedende oluşmaya başlar.
Siz şimdi düşünce ve duygular sağlığınızı nasıl etkiliyor biliyorsunuz, peki düşüncelerinizin pozitif kalmasını nasıl sağlayabilirsiniz?
Her şeyden önce, negatif duygularınızı bir şekilde serbest bıraktığınıza emin olun. İster bir arkadaşınızla konuşma yoluyla olsun, isterseniz de yazı, resim ya da diğer sanatsal ifade tarzları olsun, bunlar negatif enerjinin serbest kalmasına yardımcı olur. Olumsuz duygu ve düşüncelere ne kadar uzun süre takılırsanız, onlar beyninizi bir şekilde işgal ederler ve sonuçta da onları gerçeğiniz olarak tezahür etmiş bulursunuz.
İkincisi, meditasyon negatif düşünceleri gidermeye ve pozitif düşünceler için beynin yeni sinir yolları oluşturmasına son derece yardımcıdır. Düzenli meditasyon yapmayı öğrenmek enerjinizin yüksek kalması konusunda size katkı sağlar.
Ayrıca, enerji bulaşıcı olduğundan, kendinizi pozitif ortam ve enerjilerle çevrelediğinizden emin olun. Hayatınıza olumsuz insanları almak sadece kendi enerji seviyenizi düşürür. Devamlı toksik enerjiye maruz kalmak ruhunuza büyük hasar verebilir. Size ilham veren, enerjinizi yükselten ve mümkün olan en iyi hayatı yaşamanız için size cesaret veren insanlarla birlikte zaman geçirin.
Son olarak da kişisel bakımınız için yeterli zaman ayırdığınıza ve kendinizi sevdiğiniz hayatı yaşamaya adadığınıza emin olun. Başkasının mutluluğu için kendi mutluluğunuzu tehlikeye atmayın; en yüksek Özünüze dönüşmenin tek yolu kendi kalbinizi dinlemek ve gitmeniz gereken yolu size göstereceği konusunda kalbinize güvenmektir.
Unutmayalım ki negatif duygu ve düşünceler, aşk, yaşam ve gerçek mutlulukla dolu bir kalp ve zihinde var olmaya devam edemezler.
Kaynak:powerofpositivity
|
|
|
TUTANKAMON'UN MEZARINDA ÇOK SAYIDA GİZLİ BÖLME KEŞFEDİLDİ |
Yazar: Spiritüeller - 13-06-2016, Saat: 16:49 - Forum: ESKİ MISIR
- Yorum Yok
|
 |
Kral Tutankamon’un mezarında gizli iki oda bulundu ve bu buluş Kraliçe Nefertiti’nin yattığı yer ile ilgili gizemi çözebilecek. Mısır’lı bakanlar daha önce, gizli bölmelerin ‘hazinelerle dolu’ olduğunu ve buluşun 21.yüzyıla damga vuracağını söylemişti.
Mısır’ın eski eşyalardan sorumlu bakanı, verdiği demeçte uzmanların söz konusu odaların varlığından yüzde doksan emin olduğunu ve resmi makamların bunlarda hazine olduğunu söylediği belirtiyor.
Taramalara göre mezarın kuzey ve doğu duvarlarında gizlenmiş iki odanın metal veya organik malzeme içerdiği görülüyor.
Bu, daha önce keşfedilememiş odaların, Eski Mısır’lıların en derin sırlarından bir çoğunu ortaya çıkaracağı umuluyor. Bazı teorilere göre mezarın Kraliçe Nefertiti’ye ait mezarım konumunu sakladığı düşünülüyor, Nefertiti’nin de bilim adamları arasında Tutankamon’un annesi olduğu düşünülüyor. Mısır’ın eski eserlerden sorumlu bakanı, mezarın Tutankamon’un ailesine ait bir kişinin kalıntılarını barındırdığını düşündüğünü, ancak bu kişinin Nefertiti olup olmadığı konusunda görüş bildirmeyeceğini söyledi. Eğer gerçekten de gizli bölmeler Kraliçe Nefertiti’nin mezarını saklıyorsa, bunun 21.yüzyılın en büyük ve önemli arkeolojik buluntusu olacağı düşünülüyor, bazı kişiler de Tutankamon’un mezarının aslında “Büyük Kraliçe” için yapıldığını konuşuyor.

Keşif, mezarın içeriğini ortaya çıkarmak amacıyla Japonların yürüttüğü bir radar çalışmasıyla yapıldı. Araştırmacılar bu ayın sonunda daha detaylı bir araştırma yapacak ve boşlukların kesinlikle gizli oda olup olmadığını ortaya çıkaracak. Taramalar olumlu bir sonuç ile geri dönerse, araştırma ekibi nasıl ve ne zaman gizli odalara gireceklerini tartışacak.
Mısır’ın eski eserler bakanı ve bir mısır bilimci olan Mamdouh Eldamaty, “%90’dan fazla bir ihtimalle gizli odaların orada olduğunu söyleyebiliriz” diyor. “Ancak %100 emin olmadan sonraki adımı atmayacağım”.
Mısır’ın Luxor kentindeki mezar, İngiliz Arkeolog Howard Carter tarafından yönetilen bir ekip tarafından 1922 yılında bulunmuştu.
|
|
|
Zecharia Sitchin - Soru ve cevap |
Yazar: Emka - 13-06-2016, Saat: 16:31 - Forum: Antik Uzaylılar
- Yorum Yok
|
 |
Kutsal kitaplarda anlatılan olayların dinsel bir öykü değil de, gerçek tarihi anlattığını hiç düşündünüz mü? Mitolojinin bir masal değil de, yaşanmış olayları naklettiği hiç aklınıza geldi mi?
Geçen yıllar içersinde, dünyanın bilinmeyen tarihi ve geçmişin unutulan olayları konularında dikkat çeken en önemli isim Zechariah Sitchin´di; Sitchin “Dünya Tarihleri/Zaman Çizelgesi” adlı kitabında çarpıcı iddialarda bulundu ve şöyle diyordu; “…mitoloji bir hayal değildir, fakat eski hatıraların saklandığı bir hazinedir; Kutsal Kitaplar bilimsel ve tarihsel bir döküman olarak harfi harfine okunduğu takdirde, hayal edilenden daha eski ve büyük uygarlıklar varlıkları anlaşılacaktır. Mitoloji, “Cennetten Dünyaya Gelen Kişi”, yani mitolojik bilge Anunnaki tarafından Dünyaya verilen bilginin sonucudur. Geçmişte varolan ve unutulan 12. Gezegen, Anunnaki´nin ev gezegenidir. Geçmiş sayısız gizemli anıyla doludur, bunların unutulmuş olmaları yok ya da hiç olmadıkları anlamlarına gelmez. Uzak geçmişte, dünya başka canlılar tarafından kullanılmış bir yerdir; Mısır Piramitleri iniş alanlarının fenerleridirler, Sina Yarımadası 4.000 yıl önce tanrılar savaşında yok edilen özel bir üstür; insanlar ve tanrılar binlerce yıl önce büyük bir savaşı başlatmışlardı. Dünyaya uzaydan bakıldığında, nükleer dev savaşın izleri görülebilir. Yale Üniversitesi tarafından da tanımlandığı gibi İnsanlık kaybolan uygarlığının küçük bir dilimini ancak 2.000 yılda keşfedebilmiştir. Sümer yazıtlarında ve Kutsal Kitaplar´da anlatılan tüm uygarlıklar, çok daha eski bir uygarlığa bağlı olduklarını belirtirler…
Zecharia Sitchin, Yakın Doğu tarihi ve arkeolojisi uzmanıdır, Eski Ahit (Tevrat ve Zebur), Sami ve Avrupa dilleri, modern ve eski İbrani dili konularında eğitim almış ve Londra İktisadi ve Siyasal Bilimler Okulu´nda öğrenim gördükten sonra Londra Üniversitesi´nden mezun oldu. Sümer dilini anlayan ve okuyan nadir bilginlerden biridir, yeni çalışmaları Yakın Doğu´daki eski uygarlıklar tarafından yazılan kil tablet metinlerle ilgilidir; bu alanda aradığı çok daha eski uygarlıklardır. Sitchin´in kitapları körler için yazılan Braille alfabesine bile çevrilmiş, sayısız radyo ve tv programlarında tartışılmıştır. Sitchin´in “Dünya Kronolojisi” adlı kitap serisi mitolojinin kökeni olarak kabul edilebilir, bir hayal ürünü değildir çünkü geçerli ve sağlam kaynaklara dayanmaktadır, yazar bunlara “Antik Anılar” demektedir. Tevrat ve İncil dinsel bir metin olarak değil, tarihsel/bilimsel bir döküman olarak okunmalıdır, antik büyük uygarlıkların kökeni dünyadışıdır. Sitchin, antik bilginin dünyaya Annunaki (Göklerden dünyaya gelen) tarafından getirildiği öne sürerken, modern bilimin antik bilgiyle uyum sağlamaya başladığını ve devamı olduğunu belirtmektedir. İlk kitabı olan “12. Gezegen”de Güney Sistemi´ndeki kayıp gezegen olasılığından söz eder ve bu gezegenden dünyaya yarım milyon yıl önce gelen halkın, kutsal kitaplarda anlatılan olaylara neden olduğunu belirtmektedir. Örneğin Tevrat´ın “Genesis” bölümünün 6. Bölümü´nde adları geçen ve Tufan´dan önce insanoğullarının kızlarıyla evlenen “Nefilimler”in 12. Gezegen´den geldiğini yazar. “Nefilim” sözcüğünün özgün anlamı, “Tanrının Oğulları veya göklerden gelen Devler”dir ve bizler geçmişte devlerin yaşadıklarını düşünüyor ve araştırıyoruz. Sitchin, kilisenin kutsal kitaplarla ilgili soru sorulmaması kuralını da eleştiriyor ve sorgulamanın kutsallıkla ilgisi olmadığını söylüyor. Çünkü, ona göre tarihsel bilgiler bu metinlerin içinde saklıdırlar, İbranice´deki “Nafal” sözcüğü de “Nefilim” yorumunu destekler gibidir ve “Düşüş/Düşenler” anlamındadır. Sitchin kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle diyor;
Soru: Dünyaya 6.000 yıl evvel kimler indi?
Sitchin; Düşüş, ne anlama geliyor? Bu sözcük beni mitolojiden, arkeolojiye, oradan da kutsal kitaplarla buluşma noktasına getiriyor. Antik dilleri inceleme konusunda yeterince uzman olduğuma inanıyorum ve kutsal kitaplarda geçmişte yaşanan olayların anlatıldığından eminim. Peki, kimdi Nefilimler? Tüm antik metinleri, kutsal kitaplar, Eski Yunan ve Eski Mısır mitolojilerini içeren metinler, piramit yazmaları yani herşey beni bildiğimiz ilk uygarlık olan 6.000 yıl öncelerde yaşayan Sümerler´e götürüyor. Yani efsanelerin ve mitlerin kaynağı olarak Sümerler ortaya çıkıyorlar. Sümer yazısını çok iyi öğrendim ve hemen herşeyi ısrarla defalarca okudum ve gördüm ki Sümerliler´in Anunnaki´si, “Nibiru” adı verilen bir gezegenden geliyordu. Gezegenin adının anlamı artı veya haç demekti. O zaman soruyu genişlettim; Nefilimler ve Anunnaki kimdiler ve Nibiru hangi gezegenin adıydı? Uzun astronomi çalışmalarından sonra astronomi kaynaklarında bu konuda iki ayrı yaklaşımın bulunduğunu öğrendim; Bir görüşe göre Nibiru, Mars´dı, karşıt görüşe göre ise Jüpiter´di. Uzmanlar bu konuda uzun tartışmalara girmişler ve asırlarca kendi görüşlerini savunmuşlardı. Doğrudan antik kaynaklara yani kil tabletlere dönerek Nibiru´nun tanımı ve konumunu araştırdım.
Sümer astronomisinde gezegenin yeri belirtilmişti, Güneş´e yakındı ve Mars´la ilgisi yoktu, Jüpiter ise hiç olamazdı. Bir gece uyandığımda, cevabı buldum; Tabii ki bu başka bir gezegen olmalıydı; Mars´la Jüpiter arasındaydı, bazen Mars´a, bazen de Jüpiter´e yakınlaştığından karıştırılmıştı. Mezopotamya Yaradılış Miti, Tevrat´daki Yaratılış Bölümü´nün ilk satırlarıyla aynı anlamdadır ve burada Anunnaki ile ilgili tüm ayrıntıları bulabilirsiniz. Onun ve diğer liderlerin kendi gezegenlerinden dünyaya yaptıkları yolculuk, İran Körfezi´ne inmeleri ve konuşlanmaları açıkça belirtilmiştir. Herşey çok açıktır, Sümerliler astronomik açıdan büyük bir bilgiye sahiptiler. 6.000 yıl öncesinde Uranüs ve Neptün´ü biliyorlar ve Pluto´yu tanımlıyorlardı, oysa bizler Pluto´yu 1930´larda keşfettik, matematik alanındaki bilgileri bazı yönlerden günümüzün ötesindeydi ve “Bildiğimiz herşey bize Anunnaki tarafından öğretildi.” diyorlardı. Nibiru farklı bir olaydır, yüzyılımızda astronomlar tarafından “Planet X” adıyla tanımlanmıştır ve Nibiru´nun varlığı doğaldır yani Güneş Sistemi´nde olması gereken bir objedir. Ama Sümerler´in daha önemli bir iddiaları daha var; Nibiru kavramının yokolmadığını ve Anunnaki´nin geri geleceğini söylüyorlardı, bu geri gelişin periyodu 3.600 yıldı. Öyleyse biz yalnız değiliz ve Güneş Sistemi´mizde bizden daha ileri bir uygarlık var.

Soru: Bir daha geleceklerse, bunun zamanı belli mi?
Sitchin: Bunu kimse bilemez. Acaba bizi tekrar bilgilendirmeye karar verdiler mi? Daha fazla teknolojiye ve uygarlığa ulaşmalı mıyız? Veya bizim iyi olmadığımız kanaatine vararak, yardımcı olacaklar mı? Tufan´da olduğu gibi, yeni bir afet karşısında yine yardıma gelecekler mi? Bunu ancak geçmişten öğrenebiliriz. Sümer bilgilerinden yola çıktığımızda bilinmeyen bir gezegenin varlığı kesindir, Tevrat´ın öyküleri geçmişimizi anlatmaktadır eğer onları iyi ve doğru anlarsak, geleceğimizin nasıl olabileceğini de anlayabiliriz. Geçmişin günahkar insanları sadece bir tanımdır, onların günahları teknolojik hataları ve hırslarıdır, aynı yere tekrar geldiğimizi kim reddedebilir ki? Ben kutsal kitapların öykülerini gözden geçirdikten sonra iki önemli açıyla karşılaştım. Bir kere Eski Mısır yazıtları ve mitolojisi resim olarak Sümerle kesin uyum sağlıyor, ikincisi ise insanın ölümsüzlüğü arayışıdır. Düğüm yeri Sina Dağı´dır, iniş yeri veya irtibat merkezi orasıydı yani uzay üsleri Sina Dağı´ndaydı ve Kudüs´ün önemi bu yüzdendi. Üçüncü kitabım olan “The Wars of Gods and Men”de insanlarla, Anunnaki insanları arasındaki savaşı anlattım, İnsanlık kendilerine uygarlık getirenlere baş kaldırırken, yanlarında uzaylıların bazıları da vardı. Belki bu savaş, bir bağımsızlık savaşıydı veya Anunnaki´lerin kendi aralarındaki bir bölünmenin sonucuydu, bunu bilemiyoruz ama kardeşlerin kavgası olduğu kesindi çünkü temelde kardeş olan Enlil ve Enki savaşıyorlardı ve savaş onların torunlarına kadar sürdü.
Benim “Piramit Savaşları” adını verdiğim iki büyük savaşta insanlar da bölünmüşlerdi. İnsan denen yaratık savaşı nasıl öğrendi? Bu ahlaki veya teolojik bir konudur. İnsanın doğasında savaşmak var mı ya da savaşçı olmayı kimden öğrendi? Unutmayın ki, kızılderililere de, Afrikalılar´a savaş sanatını ve stratejilerini biz uygar beyazlar öğrettik. Dördüncü kitabım olan “The Lost Realms” Amerika kıtalarının 5.000 yıl öncesini yani anlatır ve bu dönem İnkalar´ın, Mayalar´ın, Aztekler´in çok öncesidir. Amerika kıtaları bilinmeyenlerle doludur, inanılmaz megalit yapıların kaynağı bilinmemektedir. 6.000 yıl önce kimler vardı? Aslında öykü aynıdır ve Anunnaki Amerika kıtalarına da gelmiştir. Gizem linguistiktir yani dillerin kökeninde saklıdır. İnanılması güç ama hemen her teknolojik buluş, Sümerliler tarafından yazılmıştı, antik yazıtları incelerken bunu doğruladığım her anda koltuğumdan sıçrıyor ve Tanrım, 6.000 yıl önce Sümerliler bunları nasıl biliyorlardı, diyordum. “12. Gezegen” adlı çalışmamda yer alan bir Sümer metni vardır, açık açık Adem´den yani yaratılan ilk insandan söz eder. Metni okuduğunuzda tüp bebek yöntemiyle karşıkarşıya kalırsınız. Bunun daha birçok örneği var, bilim herşeyi bir yana bırakıp, antik bilgilere bu gözle bakmalı ve farklı bir dünyanın kapısını artık aralamalıdır.
Soru: Bütün bunlar “Nefilim” sözcüğü ile başladı, değil mi?
Sitchin: Evet, başlangıç oydu.
Soru: Kitaplarını okuyan birçok insan, tahminlerinizin cesurca olduğunu söylüyorlar. Tabletler ve çivi yazısı örneklerini yorumlamanızdan rahatsız olanlar var?
Sitchin: Elimizdeki bilginin Sümerliler´e ait olduğu kanıtlanmıştır ve 6.000 yıllık olduğu kesindir. Hiç merak etmiyorlar mı, bugünün buluşlarının oralarda nasıl yer aldığını? Genetik mühendislik ve Adem´in nasıl üretildiği, Enki mitinde açıkça anlatılır, Enki´nin simgesi olan birbirine dolanmış iki yılan, günümüzün tıbbının da simgesidir ve aynı zamanda DNA´yı simgeler yani DNA´nın çift sarmalını. Teleskopları ve Voyager gibi uzay araçları olmadan, Neptün´ün bir su gezegeni olduğunu nasıl biliyorlardı? Bunlar beni ilgilendirmiyor, ben Sümerliler´e herşeyi öğreten Anunnaki´nin nereden geldiğinin peşindeyim; Sümerliler “Nibiru”dan geldi…” diyorlardı ve Nibiru´nun Güneş Sistemi´nde bulunduğunu söylüyorlardı. Ama ben dünyanın yakınında, bu kadar zeki canlıların yaşadığı bir gezegenin varlığını düşünemiyorum. Öyleyse Anunnaki nerede? Sorulması gereken soru budur. Dinsel yorumların geçerli olduğuna, tüm sıradanlıklarına rağmen inanıyorsak, neden başka bir yorum aramayalım? Buna ne engel var ki? Eğer yeterli bir açıklama bulamıyorsak, neden Sümerler´in sözlerini kabul etmeyelim? Bu çok daha akılcı olacaktır. Kitaplarımın hiçbir yerinde kullandığım metinlerin veya tabletlerin gerçek olmadığını bulamazsınız. Herşeyi gittim ve bizzat yerinde gördüm ve inceledim. Orada duruyorlar ve varlar. Enki diye birisi Nibiru´dan gelmiş ve İran Körfezi´ne inmiş, metinlerde böyle yazıyor; işte bu kadar… Ortaya çıkıp show yaparak, bakın ne buldum demedim. British Museum´da bana yazıtları gösteren bilim adamı; “Size gösterdiğim ve verdiğim tüm bilgiler, tüm kaynaklar akademik ve bilimseldir, kabul edilmiş bilimsel kaynaklardırlar.” diyordu yani ben kaynaklarımı asla uydurmadım, hepsi gerçekten varlar.
Soru: “The Wars of God and Men” adlı kitabınızdaki kaynakların listesi 16 sayfa sürüyor?
Sitchin: Bir kaynakta Enki´nin dünyaya nasıl geldiğini okuyorsunuz, bir diğerinde aynı öykü “Enki ve Dünya Miti” olarak karşınıza çıkıyor. Başka bir metinde Enlil bir mit olarak karşınızda ve bunların tümünün adı mitolojidir. Ben diyorum ki, mit olmayan nedir? Bunun tarifi var mı ki? Mitler, gerçeği anlatıyorlar. Benim akla yakın, makul ve mantıklı bir senaryom var, bu şekilde birçok bulmaca ve gizem açıklanabilir yani bilinmeyen tarih öğrenilebilir. Piramitlerin kimin yaptığını bilmek kesin olarak bilmek zorundayız…
Soru: Anunnaki hakkında daha neler söyleyebilirsiniz? Bizler aynı Anunnaki´nin hala kontrolu altında mıyız yoksa özgür müyüz?
Sitchin: Onlar bize değil, biz onlara benziyoruz sanırım. Bizi genetik mühendislikle yarattılar ve evrim silahının namlusuna yerleştirdiler. Fiziksel ve duygusal olarak onlara benziyoruz, Tevrat; “Ve Allah dedi; Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım… ve herşeye hakim olsun… ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allah´ın suretinde yarattı…” (Kitabı Mukaddes/Tekvin 26/27) diyor. Fazla söze gerek yok, biz onlara benziyoruz. Ama çok önemli bir fark var; o da onların ölümsüzlüğü; Bunun nedeni uzay-zaman olmalıdır, Güneş Sistemi çevresindeki bir turları yani onların bir yılı, bizim uzay-zamanımıza göre 3.600 yıldır; işte aramızdaki en önemli fark budur. Teknolojik düzeyleri sadece uzayda yolculukla sınırlı değildir, millyonlarca yıllık yolculuklar yapabilmektedir ve bunun için de ölüleri canlandırmaktadırlar yani dondurma yöntemini kullanmaktadırlar, Kutsal kitaplardaki tüm mucizeler onların teknolojisinden başka birşey değildir. Dünyaya gelip,bizleri genetik mühendislik aracılığı ile yarattıktan sonra, kendi genlerini maymun-insanla karıştırdılar ve birgün biz de uzaya açılıp, bir başka gezegene indiğimizde aynı şeyi yapacağız. Yani modeli yayacağız. Ama olaylar bunu engelleyebir Tufan öyküsünü anımsayın, İnsanlık yok edilmiş faakat Nuh ve gemisi aracığılığı ile tohumlar kurtarılmıştır, bu yine olabilir. Enlil insanlığı sularla boğmaya karar verdiğinde, Enki, Nuh´a (Sümerce´de Ziusudra) olacağı haber verir ve sonra gemiyi nasıl yapacağını ve batmaması için ne yapacağını öğretir ve Nuh ailesini ve hayvan türlerini alarak gemiye biner; Sümer kaynaklarına göre böylece tohumlar kurtarılır. Burada Anunnaki liderleri arasındaki anlaşmazlık görülür; hangisi doğru ve doğru değil, bunu bilmiyoruz. Neyin yapılıp, neyin yapılmadığını da… Ama olanlar ortada.
Soru: Yaratılmış bizlerle ilgili bir son var mı? Ya, sizin yaptığınız nedir?
Sitchin: Söyleyebileceğim tek şey, bir görevimin olduğudur veya bir misyonumun. Toplumu antik insanların bildikleri ve inandıkları konusunda bilgilendirmeliyim. Bunun için onların kaynaklarını ve yazdıklarını ve çizdikleri resmi kullanıyorum. Bu malzeme bir mit değil, gerçek bir öykü. Benim yazdıklarım özgün bir bilginin başlangıçtaki temeli olabilir. İki düzine kitap yazdım, teolojiden, astrolojiye kadar… Daha da yazacağım, tümünün temelinde onlar var yani Anunnaki. Anlatmaya devam edeceğim, herkes arzuladığı gibi yorumlamakta serbesttir.
Soru: Çalışmalarınızın bilimsel bir yoldan geçmesi sizi daha güvenilir kılıyor. Bu da tahminlerde bulunmadığınızı ve varolan güncel kanıtlara dayandığınızı gösteriyor, değil mi?
Sitchin: Evet, bu malzemeyi kullanmaktan mutluyum, ayrıca tüm görüşlere de açığım. Sonuç olarak benim kitaplarım antik zamanlarla ilgili metin kitaplarından başka birşey değildir.
Soru: Sürekli yeni birşeyler bulduğumuza ve uygarlığımızı ilerlettiğimize göre, bundan sonra nelerin olacağı hakkında bir fikriniz var mı?
Sitchin: Elbette ki hayır, bize verilen uygarlığın ne kadarı onlara ait bilemiyorum, üstelik bizi yok etmeye de çalıştılar, çıkarları neydi bilmiyorum ve tahmin yapmam doğru olmaz. Tabii ki kendiliğimizden yarattığımız çok şey de var.
Soru: Burada bizim için bir ders var mı? Eğer bu bizim gerçek tarihimiz ise, Anunnaki geri geldiğinde yeni bir Tufan´ı önlemenin yolunu öğrenebildik mi?
Sitchin: Bu tahmin edilemez çünkü ben onların liderlerinin bildiğini bilmiyorum. Enlil veya Enki klanı ne durumda? Bunu da bilmiyorum, işte bu nedenlerle bu çok büyük sorunun cevabı da çok zor. Şunu söyleyebilirim ancak; “Bir atı suya doğru sürebilirsiniz ama zorla su içiremezsiniz…”
|
|
|
ECKHART TOLLE - SESSİZLİK VE DİNGİNLİK |
Yazar: Emka - 13-06-2016, Saat: 15:06 - Forum: ECKHART TOLLE
- Yorum Yok
|
 |
-SESSiZLiK & DiNGiNLiK
içsel dinginlikle teması yitirdiğinizde, kendinizle teması yitirirsiniz. Kendinizle teması yitirdiğinizde, kendinizi dünyada kaybedersiniz. En derin benlik duygunuz, gerçek benlik duygunuz ile dinginlik birbirinden ayrılmaz. Bu isimden ve formdan daha derin olan Ben'imdir. Dinginlik sizin asli doğanızdır. Dinginlik nedir? O bu sayfadaki sözcüklerin algılanıp düşüncelere dönüştüğü içsel alan ya da Farkındalıktır. Bu Farkındalık olmadan, hiçbir algılama, hiçbir düşünce, hiçbir dünya olmazdı. Siz bir kişi kılığına girmiş o farkındalıksınız. Dışsal gürültünün karşılığı içsel düşünce gürültüsüdür. Dışsal sessizliğin karşılığı içsel dinginliktir. Her ne zaman çevrenizde bir sessizlik olursa, onu dinleyin. Yani, onun farkına varın. Ona dikkat edin. Sessizliği dinlemek kendi içinizdeki dinginlik boyutunu uyandırır, çünkü ancak dinginlikle siz sessizliğin farkına varabilirsiniz. dikkatinizi çevrenizdeki sessizliğe verirken, siz düşünmemektesinizdir. Farkındasınızdır, ama düşünmemektesinizdir. Sessizliğin farkına vardığınızda, hemen o içsel dingin uyanıklık hali ortaya çıkar. Siz o anda orada mevcutsunuzdur. Binlerce yıllık ortak insan koşullanmasının dışına çıkmışsınızdır.
Bir ağaca, bir çiçeğe, bir bitkiye bakın. Bırakın farkındalığınız onun üzerinde kalsın. Onlar ne kadar dingindir, ne kadar derin bir biçimde Var'lıkta köklenmişler-dır. Doğanın size dinginliği öğretmesine izin verin. Bir ağaca bakıp onun dinginliğini algıladığınızda, siz de dinginleşirsiniz. Onunla çok derin bir düzeyde birleşirsiniz. Dinginlik içinde ve dinginlik sayesinde algıladığınız her şeyle bir'lik hissedersiniz. Her şeyle bir olduğunuzu hissetmek gerçek sevgidir. Sessizlik yardımcı olabilir, ama dinginliğe erişmek için sessizliğe ihtiyacınız yoktur. Çevrede gürültü olduğunda bile, siz o gürültünün altındaki dinginliği, gürültünün ortaya çıktığı alam fark edebilirsiniz. O içsel saf farkındalık alanıdır, bilmem ta kendisidir. Siz farkındalığı tüm duyusal algılarınızın, tüm düşünüşünüzün arka plânı olarak fark edebilirsiniz. farkında-lığın farkına varmak içsel dinginliğin ortaya çıkışıdır. Rahatsız edici herhangi bir ses, bir gürültü de sessizlik kadar yardımcı olabilir. Nasıl mı? Gürültüye gösterdiğiniz içsel direnişi bırakarak, onun olduğu gibi olmasına izin vererek; bu kabulleniş de sızı dinginlik denen o içsel huzur âlemine götürür. Her ne zaman bu ânı -o her nasıl olursa olsun- olduğu gibi derin bir biçimde kabullendiğinizde, siz dinginsi-nizdir, huzur içindesinizdir. Dikkatinizi aralıklara, boşluklara verin: iki düşünce arasındaki aralığa, bir sohbette sözcükler arasındaki, bir piyanonun ya da flütün notaları arasındaki kısa, sessiz boşluğa, ya da soluk alışınız ile soluk verişiniz arasındaki aralığa dikkat edin.

Dikkatinizi bu aralıklara, bu boşluklara verdiğinizde, "bir şeyin" farkındalığı sadece farkındalık haline; gelir. Saf bilincin formsuz boyutu içinizden ortaya çıkar ve form ile özdeşleşmenin yerini alır. Gerçek zekâ sessizce iş görür. Dinginlik yaratıcılığın ve sorunların çözümlerinin bulunduğu yerdir. Dinginlik sadece gürültünün ve içeriğin yokluğu mudur? Hayır, o zekânın ta kendisidir; o her formu doğuran, her formun temelini oluşturan bilinçtir. Ve o sizden, gerçek benliğinizden nasıl ayrı olabilir? siz olduğunu düşündüğünüz form ondan kaynaklanmıştır ve onun sayesinde varlığını sürdürür. O tüm galaksilerin ve tüm otların, çiçeklerin, ağaçların, kuşların, ve tüm diğer formların özüdür. Dinginlik bu dünyada hiçbir forma sahip olmayan tek şeydir. Ama öyleyse, o gerçekte bir şey değildir, ve bu dünyadan değildir. Siz bir ağaca ve bir insana dinginlik içinde bakarken, kim bakmaktadır? Kişiden daha derin bir şey.
Bilinç kendi yaratımına bakmaktadır. Kutsal Kitap'ta, Tanrı'nın dünyayı yarattığı ve onu güzel bulduğu söylenir. Sizin düşüncesiz bir dinginlikle bakarken gördüğünüz de budur. Sizin daha fazla bilgiye ihtiyacınız var mı? Dünyayı daha fazla bilgi, daha hızlı bilgisayarlar, daha fazla bilimsel ya da entelektüel analiz mi kurtaracak? Bu zamanda insanlığın muhtaç olduğu şey bilgelik değil mıdır? Ama, bilgelik nedir ve nerede bulunabilir? Bilgelik dingin olma yeteneğiyle birlikte gelir. Sadece bakın ve sadece dinleyin. Başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Dingin olmak, bakmak ve dinlemek içinizdeki kavramsal-olma-yan zekâyı aktıve eder. Bırakın, sözlerinizi ve eylemlerinizi dinginlik yönetsin.
|
|
|
AMETİST TAŞININ PSİKOLOJİK ETKİLERİ |
Yazar: Spiritüeller - 13-06-2016, Saat: 04:16 - Forum: ŞİFALI TAŞLAR
- Yorum Yok
|
 |
Kuvars ailesinden gelen, 7 sertliğinde, silisyumdan oluşmuş bir taş olan Ametist hem görselliği hem de benzersiz işlevleri ile çok eski zamanlardan beri bilinen ve sevilen bir taştır. Ametist taşı rengini içindeki demir, titanyum ve mangan elementlerinden alır. Bu elementlerin oranları doğrultusunda rengi pembeden koyu mora kadar değişkenlik gösterir. Eski Yunanlılar ametist taşının sarhoşluğun etkilerini azalttığına inanırlardı, bu yüzden ona sarhoş olmayan veya ayık anlamına gelen “amethystos” adını vermişlerdir. Ruhsal ve bedensel güçleri arttırdığı, negatif enerjilerden koruduğu için ametist taşı birçok kültür tarafından benimsenmiştir.
Ametist Taşının Vücut Üzerindeki Etkileri
Ametist taşının kalp ve sinir sistemi üzerinde yatıştırıcı bir etkisi vardır ve konsantrasyonu kolaylaştırır. Migren ve stresten kaynaklanan gerginliklere iyi gelir. Uyurken yastığınızın altına koyacağınız ametist size sakin bir uyku sağlar ve kötü rüya görmenizi engelleyebilir. Stres, aşırı sinirlilik, kekeleme, histeri ve bunlara bağlı olarak cilt üzerinde oluşan bozukluklara da iyi gelir. Ametist taşı, deri hücrelerini aktive eder, derinin daha fazla nem saklayabilmesine yardımcı olur. Böylece cildiniz hastalıklara karşı daha dirençli olur.
Ametist Taşının Psikolojik Etkileri
Arındırıcı özelliği ile onu taşıyan kişinin yaşantısındaki olayları daha derinden ve pozitif algılamasına yardımcı olur. Olaylara ve insanlara daha sıcak bakmanızı ve güven duygusunu destekler. Hayal gücünüzü arttırır, gerçek arkadaşlıkları görmenize yardım eder. Problemleri daha geniş bir perspektiften görmenizi ve onları çözmenizi sağlar. Meditasyon esnasında kullanırsanız ametist taşının yaydığı sıcaklık, huzur, barış ve armoni duygularını deneyimleyebilirsiniz.
Ametist Taşının Çakralar Üzerindeki Etkisi
Menekşe rengindeki ametist taşı alın çakrasının (6. çakra) taşıdır. Ametist taşının yaydığı enerji taç çakrayı da uyarır. Direkt olarak üçüncü gözün üzerine tutulduğunda farkındalıklar artar. Meditasyon sırasında bilinçaltının derinliklerine inmenize yardımcı olur. Bir çok spiritüel öğreti kendi içinde bu taşın kullanımı ile ilgili değişik yöntemler geliştirmiştir. Hepsinde ortak olan özellik, ametist taşının bir şeyin (düşünce, duygu, kişi, eşya vb.) negatif etkilerini nötralize etmesidir. Ametist ayrıca pozitif enerji yaydığı ve istenmeyen etkileri ortadan kaldırdığı için de feng shui uygulamalarında sıklıkla kullanılmaktadır.
Ametist Taşı Nerede Bulunur, Bakımı Nasıldır?
Renginin güzelliği ve çok aranılan bir taş olması sebebi ile ametist, doğaltaş, kristal, jeod, piramit, obelisk, küre, yüzük, kolye gibi pek çok formda kullanılabilmektedir. Ametist taşının en çok bulunduğu ülkeler Brezilya, Uruguay, Meksika ve Batı Avustralya’dır. Ametist taşı ülkemizde de bulunur ancak bu yatakların rezervleri fazla değildir. Çok fazla tüketildiği için piyasada doğal olmayan ametist benzeri taşlar da bulunmaktadır. Obelisk, küre ve piramit şeklinde olanların doğal olmama ihtimali yüksektir. Fasetalı ve fasetasız yüzük ve kolyelerde doğal olmayan ametist benzeri yapay taşlar da kullanılabilmektedir. Ayırt etmek zor olduğundan, bu gibi ürünleri doğal taşları satan ve işleyen yerlerden almak daha doğru olacaktır. Ametist taşı ayda bir defa ılık ve içinde az miktarda deniz tuzu bulunan suda 2-3 saat bekletilerek temizlenir. Tuzlu sudan çıkartıldıktan sonra yine ılık su ile durulanır. Soğuk veya sıcak su kullanmayın ve ametisti güneş ışığına bırakmayın.
|
|
|
KRYON - DNA Aktivasyonunun Başlangıcı |
Yazar: Emka - 13-06-2016, Saat: 02:57 - Forum: KRYON
- Yorum Yok
|
 |
CANLI CELSE
DNA Aktivasyonunun Başlangıcı
Bu canlı celse, Riga, Latvia'da gerçekleştirilmiştir.
Lee Carroll tarafından kanallık edilmiştir.
Selamlar, sevgili varlıklar, Ben Manyetik Hizmetten Kryon. Tekrar burada sunulan enerjinin saf olduğunu
söylüyoruz. Herhangi bir gündemimizin ya da manipülasyonun olmadığını söylüyoruz. İradenizi ele geçirmek
isteyen bir plan yok; sadece kalplerinizi açmak istiyoruz.
İnsanlar Yaratıcıyı ararlar ve bunu doğdukları andan itibaren yapmaya başlarlar çünkü eksik olan bir şey
vardır. Perdenin öbür tarafında – benim tarafımda - iyonlarca zamandır duydukları şarkıya müzik adın
vereceğim. Bir İnsan bedeni içinde bu gezegende doğmak, birden hücresel bir yapıya sahip olmak öyle bir
şoktur ki! Ruhun sistemi için bir şoktur. En belirgin his ise birden yalnız olduğunuzdur. Ve yaşamınızın geri
kalanını o eksik parçayı aramakla geçirirsiniz.
Bazılarınız, belki ibadethanenizde, dizlerinizin üzerine çöküp Tanrı’ya yakardığınızda ve sizi sarmasına izin
verdiğinizde, bunun nasıl bir his olduğunu keşfettiniz. Olay bu ise, sadece orada oturmak istiyorsunuz, değil
mi? Çok güzel. Bazılarınız, meditasyonlarında da aynı şeyleri hissediyor. Çok güzel bir şey! Oturup bağlantı
kurabildiğinizi düşünüyorsunuz, kısa bir süre için. O eksik bağlantıyı kurmak için fiziksel olarak
yapabileceğiniz bir şey bu.
O kısa anlarda, her şey çok güzel. O anlarda, Tanrının yüzüne dokunabildiğiniz bir zaman yarattığınızı
hissediyorsunuz. Böylece, müziği duyuyorsunuz ve işte o an her şey çok güzel. O eksik şeyi yaratmak için çok
zaman harcıyorsunuz... doğuştan eksik olan o şeyi.
İnsanlık bunu hep yaptı. Nedenini biliyorum çünkü müzik benim için hiç durmuyor. Kryon olarak onsuz olmayı
hayal dahi edemem. Perdenin benim tarafımda ışık içinde şarkı söyleyen göksel korolara hepiniz alışıksınız
çünkü biz sonsuzuz ve buraya aidiz. Her iki yönde de sonsuz zaman harcadınız; müziği dinlediniz ama
Yeryüzüne geldiğinizde bağlantınız kopmuştu. Bu İnsan için bir hayal kırıklığı olmalı... müziğin gitmesi, artık
olmaması.
Ve bugünkü derse başlıyoruz, ve derse şöyle diyerek başlıyoruz: Bu gezegende yeni bir enerji var, ve bu
enerji DNA adını verdiğimiz ruh enerjinizin parçalarını aktive etme arayışındadır. Bedeninizin bu parçası, hem
Çok-Boyutlu hem de 3 Boyutludur, ve Yüksek Benlik burada bulunur. Yeni araçlar vasıtasıyla enerjiyi aktive
ederseniz, manyetik ağın hizalanmasını, Kristal ağın kurulumunu, Mayalar tarafından öngörülen Gaia’nın
titreşimsel döngüsünü de aktive etmiş olursunuz... bütün bunlar şu anda oyuna dahildir. Sonra Harmonic
Convergence enerjisini harekete geçirirsiniz ki o da size kutsal mezuniyet yani üstatlık sürecine başlamanıza
izin verir.
Bunlar üstatlık araçlarıdır – içinizde olan bir kuantum halini anlamanız için bir izindir. Keşif sürecinde,
bazılarınız tekrar müziği duymaya başlayacaksınız. Söz veriyorum. Bu oturup meditasyon yaparak elde
edebileceğiniz bir şey değil çünkü DNA aktive edildiğinde hep öyle kalır. Açıp kapamanıza gerek yoktur. Bu
karmaşık bir bulmaca ve partnerimi bu gece dikkatli olmaya ve yavaş ilerlemeye davet ediyorum ki konular
düzgün ilerlesin, birkaç kelimede açıklansın ve sevgi ile iletişim kuralım.
Birazdan anlatacaklarım bir kitap haline getirilecek ve bunlar partnerimin de ilk kez duyacağı bilgiler olacak.
Çünkü DNA kitabı henüz yazılıyor ve bu anlattıklarım bir bölümünü oluşturacak çünkü bugüne kadar sadece
akademik olan pratik bir parçasını oluşturuyor.. DNA’nın 12 katmanı, nasıl tespit edildikleri, adları ve
amaçları. Fakat şimdi bu hikayenin fazlası da var ve bu gece bu harika yerde size bu bilgiyi vermeyi
seçiyorum. Birçok lisanın bulunduğu bu yerde. Özgürlüğünü yeni kazanmış bu yerde.
Size bu konuları burada ifşa etmemizin bir nedeni var, ve nedeninin biri de Batıya ait bir mesaj olmaması!
Tüm aile için evrensel bir mesaj ve şu anda karşımda oturuyor ve birçok dilde dinliyorlar, [İngilizce, Rusça,
Letonya, Litvanya, ve Estonya dillerinde] fakat tek bir lisanı hissediyorlar – üçüncü dil, sevgi dilinde.
Ders Başlıyor...
Bunun gibi celselere katılmış olanlardan partnerime bazı sorular geliyor, “DNA neden bu kadar önemli? Kryon
neden bu kadar çok DNA’dan bahsediyor? Neden melekî varlıklardan ya da ezoterik konulardan bahsetmiyor?
Neden buraya geldiğimizi açıklamıyor? Aksine kimyadan bahsediyor.” Sen de böyle düşünüyorsan, sevgili
varlık, hala ifşa edilen önemli meseleyi anlamıyorsun demektir: Hücresel yapınızın içerisinde üstatlık araçları
var ama görünmezler. Hücresel yapınızın bir parçası ki bugün bilim tarafından tamamen farklı bir şekilde
incelenmektedir. Ruhsal sırlar DNA’da saklıdır! Üstatlık için gerekli talimat ve bilgiler DNA’dadır! Bu nedenle,
DNA’nız ile ilgili ezoterik bir çalışma, üstatlık, içinizdeki Tanrı ve hepsine giriş için bir çalışma haline
gelmektedir.
Bedeninizdeki çift sarmalın trilyonlarca kopyası var ve içlerindeki enerjilerin adlarını size daha önce de
vermiştim. Şimdi belli başlı bazılarından bahsedeceğiz. Ancak ayrıntılara girmeden önce bir kez daha
anlamanız gereken bazı senaryolardan bahsetmemiz gerekiyor.
İnsanlar, listeler istiyorlar! Her şeyin parçalara bölünmesini istiyorsunuz ki zihninizde işlerin nasıl yürüdüğünü
lineer hale getirebilesiniz. Böylece öğrenmenize yardımcı oluyor çünkü hepiniz lineer düşünmeye alışıksınız.
Ayrıca tekil amaç mekaniğine ve kimyasal fonksiyonlarına da alışıksınız. En karmaşık kimyasal fonksiyonlar
dahi her zaman aynı şekilde çalışır. Neyin ne yaptığını bulur ve sonra zamanla belli bir düzende meydana
çıkan davranışlar listesi için de bunu uygularsınız. Nihayetinde bu lineer süreçleri bilen bir kimyacı haline
gelirsiniz.
Kuantum DNA, lineer biçimde çalışmaz. Bu nedenle, fonksiyonunu da bölümlere ayıramazsınız. İşte demek
istediğim: gezegen üzerindeki binlerce parçası olan en karmaşık makinede bile parçalar hep aynı şeyi yapar.
Basit bir saatte bin kat daha karmaşık bir mekanizmanız olabilir, fakat yaylar ve çarklar her zaman yay ve
çarktır. Daima ve tekrar tekrar, daha karmaşık biçimde de olsa, aynı şeyi yaparlar.
En sofistike elektronik cihazlarınız dahi aynı şeyi yapar. Tekrar ve tekrar milyonlarca belirli bir süreci yerine
getirirler, ve elektronik parçalar her zaman aynı gelişmeyi gösterir... aynı süreç lineer komplekslik içinde
daha hızlı işler. DNA, böyle değildir. DNA, makine değildir. DNA’yı tamamen kendisi ile interaktif olan bir şey
olarak düşünmeye başlamalısınız. Bir parça değiştiğinde, yanındaki bir parça da değişir. Belli bir DNA
parçasının her zaman tek bir amacı olduğu şeklinde bir tanım yapamazsınız. Bahsettiğimiz karmaşık saati
düşünün. Boyutlararası olsaydı o yay birden bir çark haline gelebilirdi, ve çark gerekli oldukça şekil ve
ebatlarını değiştirebilirdi. Bunu düşünün – artık gerek kalmayan bir parça, birden kayboluyor ve daha önce
olmayan bir şeye ihtiyaç olunca tekrar ortaya çıkıyor! Bu gerçekten de karmaşık bir şey olurdu değil mi? Ek
olarak, bu kuantum saat kendi kendine içinde çalışmak üzere tasarlandığı zaman çerçevesini değiştirmeye de
karar verebilirdi. Tuhaf değil mi? İşte bu kuantum DNA!
Kısa bir süre önce, DNA’nın 12 katmanı hakkında bilgi vermiştik. Her bir katmanın her zaman ne yaptığına
dair bilgi vermemeye dikkat ettik. Size sadece amaçlarını ve enerjilerini ya da depolama özelliklerini
anlattık. Bunu birazdan anlayacaksınız. Ancak birlikte çalışırlarken, her biri değişir; başka bir deyişle, bir
diğerinin yaptığına göre farklı davranır. Yani makinenin ihtiyaçlarına göre parçaları sürekli değişen makine
parçaları düşünebilirsiniz. Karmaşık, evet ve de kuantum.
Kuantum hali içindeyken, zaman yoktur. Kuantum hali içindeyken hiçbir şeyin yeri (mekanı) da yoktur. Çünkü
kuantum mekanikleri, herhangi bir madde, bu şekilde adlandırmak isterseniz, ya da enerji, birlikte her
yerdedir ve birdir. Çok karmaşık bir şey hayal edin! Şimdi bunun bedeninizde yüzlerce kez kopyalandığını
düşünün.
Başka bir şey daha var. Yeni araç seti olan bu parçaları listelemeden önce söylememiz gereken bir şey daha
var.
[Duraklama]
Partnerim tereddüt ediyor çünkü bunu ona gösteriyorum ve söyleyecek bir şey bulamıyor. Bilimsel olarak
mevcut değil. Yeni bir şey. DNA’nın düzgün çalışması için, ezoterik ve kuantum olarak bahsettiğimiz şeyleri
yapabilmesi için, 300 trilyon DNA aynı şeyi bilmek zorunda! Ayak parmağınızdaki tırnağın kafanızdaki en uzun
saçınız ile mikroskobik düzeyde DNA’lar arası bir iletişimin olması gerekiyor. Anında bilmeleri gerekiyor. O
zaman bu trilyonlarca parçanın mutabık olması, ve tek bir bilinç enerjisini massetmesi gerekiyor. Bütün
bunların 3B yapı içerisinde meydana gelmesi gerekiyor yani realitenizde. Bu süreci tanımlayacak bilimsel bir
kelime yok; fotonlar için kullanılan “karışıklık” kelimesinden başka.
Aksine, “bir enerji konflüansı” var. Konflüans, İngilizcede birlikte enerjilerin iç içe geçmesidir ve böylece
başka bir şey, bir haline gelirler. Bilim henüz bunun DNA’da da meydana geldiğini görememiştir fakat belli bir
seviyede böyle bir şeyin olması gerektiğini bilmektedirler. Yoksa İnsan bedeni nasıl çalışır ki?
Hücresel yapı, özel ve eşsizdir. Lineer makineler gibi, özelleştirilmiştir ve bu özellikleri taşıyan hücreleri de
duymuşsunuzdur. Fakat DNA tüm bedende aynıdır. Farklılık göstermez. Tırnak DNA’nız ya da saç DNA’nız ya
da kalp DNA’nız yoktur. Sadece tek ve eşsiz bir DNA’nız var. İnsanın kuantum mavi kopyasının trilyonlarca
kopyasının aynı anda birbirleri ile haberleşmeleri gerekiyor yoksa var olamazdınız. Peki, bunu nasıl
yapıyorlar? DNA’lar arasındaki iletişim sürecine bilim tarafından verilebilmiş bir ad yok ancak verilecek.
Manyetikler “çorbasındaki” kuantumluluktur bu.
Şimdi bu iletişimin nasıl yapıldığından bahsedelim ve bulmacanın parçaları bir araya gelmeye başlasın. Çünkü
karşınızda manyetik ustası duruyor. Birçok kişi yıllarca Kryon’un manyetik özelliğinin ağ ile ilgili olduğunu
düşündü. Bu kısmen doğrudur fakat aslında DNA’nın manyetikleridir bu. Bugün partnerimin derslerinde de
işaret ettiği gibi, DNA hakkında bilmeniz gereken bir şey var ve bu da manyetik parçalarının olduğudur. Her
DNA’nın bir manyetik alanı vardır ve yanındaki DNA ile kesişir, o da yanındaki ile kesişmektedir. Trilyonlarca
kesişim tek bir bilince eşittir. Bu da İnsanın etrafında taşıdığı manyetik bir damgayı temsil eder. Manyetikler
boyutlararası bir enerjidir, bir kuantum enerjidir, ve bu damga İnsanın aurasını meydana getirir. Bir aura bir
manyetik alan değildir ve bir manyetik ekipmanla asla bir aura göremeyeceksiniz. Bir aura, İnsan bedeni
içindeki DNA iletişiminin konflüansıdır, bir kuantum damgadır, henüz gezegen üzerindeki hiçbir aletle
ölçülemeyecek bir kuantum alan yaratan enerji yumağıdır.
Bunları size anlatıyorum çünkü DNA’da olan her şeyin tüm enerji katmanlarında aynı anda olduğunu
anlamanız gerekiyor. Koordinasyonu, bulmacayı düşünün. DNA’nız içinde yeni, bir tür ezoterik aktivasyon
yapacaksanız, nelerin meydana gelmesi gerektiğini düşünün! Trilyonlarca parçanın her şeyi aynı anda alması
gerekiyor. Bu nasıl bir his yaratır?
Bir an için yansıt...
Birkaç dakikadır kanallık bilgisi veriyorum. Ancak, böylesine bir kalabalık içinde birçok ruhsal yol var. Bazıları
bunun gerçek bir iletişim olduğunu fark etmeye başlıyor, bazıları ise asla fark edemeyecek. Neyin yaklaştığını
anlayanlar olduğu gibi anlamayanlar da olacak. İşte bu nedenle gerçekte nasıl oldu ise yazıya da o şekilde
dökülecek ki böylece ihtiyacınız oldukça geri dönüp bakabileceksiniz. Ancak hiçbir şey size şu anda olanları
veremez; siz ve ben bir kuantum hali içindeyiz, sevgili aile, tam şu anda. Bundan faydalanın. Çünkü burada,
koridorlar arasında gezen kuantum enerjiler var. Bazıları tam şu anda size dokunuyor, hissedebilirsiniz.
Ayrıntılar...
DNA’dan bahsetmemize izin verin. Şimdi, partnerim, bunlar kritik bilgiler. Sayıları doğru aktar; amaçları
doğru anla ve anlaşılır bir şekilde öğret. [Lee için verilmiş talimatlardı.]
Bu yeni enerjide, size büyük yetiler kazandıracak beş katman belli bir noktaya kadar aktive edilmektedir.
Ancak bunun lineer bir şekilde gerçekleştiğini söylersem hata etmiş olurum, çünkü bu beşinden biri daima
aktif halde idi. Aslında, dört artı bir var! Daima başımız dertte çünkü kuantum enerjileri lineer hale
getirmeye çalışıyoruz, saymaya çalışıyoruz. Her nasılsa yapacağız çünkü kuantum konularını öğretmek için
üçüncü boyuta dair yapıya düşürmezsem anlatmamın da imkânı olmayacak. Bu nedenle bunu yapacağım.
Beş kuantum enerjisi, bu çağın yetilerini içeriyor. Özellikle beşi. Ancak ana parçayı göz ardı edemeyeceğimizi
söyleyebilirsiniz çünkü o 3B katmandır. Böyle düşünüyorsanız haklısınız. Bu da toplamda altı enerji yapardı
fakat ben beşli konseptle devam edeceğim çünkü Birinci DNA Katmanı, diğerlerinde olan her şeyden
etkilenmektedir. Birinci katman 3B çift sarmal ile tanımlanmıştır... bir mikroskop ile görebileceğiniz lineer
kimyasal bir nitelik. Parçalar değişmese de, birbirleri ile olan etkileşimleri diğer 11 katman tarafından
programlanmaktadır. Bu nedenle birinci katman sürekli değişir. Kimyayı temsil eder, bu nedenle
gördüklerinizi ve hissettiklerinizi temsil eder.
Numerolojide, beş değişimi temsil eder, ve bu derse bu enerjiyi yerleştirmemiz uygun olacaktır. Beş enerji
ya da hüviyet, ikinci, altıncı, yedi ile sekizincinin kombinasyonunu ve dokuzuncu katmanı içermektedir. Altı
katmanın beş enerjisini temsil eder. İlerledikçe açıklayacağım ve tek tek üzerinden geçeceğiz. Bu ezoterik
bir ders ve biraz da karmaşık. Ancak güzel, yeni ve size bazı şeyleri, bilmeniz gereken kavramları açıklamaya
başlıyor. Değişimin başlangıç yetilerinin açıklamasını veriyor, ve daha önce yapamadığınız bazı özellikler
sağlıyor. Açıklanamayanı açıklamaya başlıyor.
Bu dersin tüm numaralarını size vermiş bulunuyorum. Şimdi numeroloji enerjisindeyiz. Beş enerjisi ile
uğraştığımızdan şüphe edenler, o zaman şunu yapın: ikinci, altıncı, yedinci, sekizinci ve dokuzuncu
katmanları alıp toplayın, numerolojik olarak beş sayısını bulacaksınız [2 + 6 + 7 + 8 + 9 =32]. 32 sayısı, tek
haneye indirildiğinde, beş yapar. Bir kez daha, beş evrensel değişim anlamına gelmektedir. Değişime hazır
olun!
Şimdi, partnerimin yasal uyarı dediği şeyi yapacağım. [Kryon gülümser]. Siz istemediğiniz sürece bunların
hiçbiri sizin başınıza gelmeyecek. Bunlar Işıkişçileri için sunulan armağanlardır. Işıkişçileri kapıyı açmak
isterse, seçim bilinci ile kendilerindeki kuantum parçalarına kapıyı açmak isterlerse, o zaman değişim
meydana gelecektir. İstemezlerse, hiçbir şey olmayacak. Bu gezegen üzerindeki realiteniz, İnsanın bilinçli
seçimleri ile şekillenmektedir.
Bu konsepti istemeyenler, size ünlü Hardy Paradoksunu tekrarlamak istiyorum; Der ki, bir kuantum hali
içindeyken gözlemlenen fotonlar özelliklerini değiştirirler. Bu da aslında farklı değildir, çünkü niyetiniz
DNA’nızın kuantumunda bir değişim yaratmak için bir gözlemdir. Niyet olmadan, hiçbir şey olmaz.
Yarı-Litvanyalı iyi doktorumuz bunu gayet güzel açıklamıştı [Kryon takım üyesi, Dr. Todd Ovokaitys]. Der ki
DNA, bugüne kadar yapılmış en gelişmiş jet uçak gibidir. Ancak, yeryüzündeki enerji, kelimenin tam
manasıyla manyetik alan vasıtasıyla DNA’nız ile konuşur, ve her zaman en düşük seviyededir. Üstatlık enerjisi
ile kıyaslandığında, peygamberler ile kıyaslandığında, DNA’nız daima düşük enerjidedir. Bu nedenle, bu
harika jet uçak, tüm insanlık için sadece pistte ileri geri gitmiştir, her zaman ve tüm tarih boyunca. Ama
artık bu değişmektedir; artık uçmaya hazırsınız. Mesaj budur, ve her zaman da bu olmuştur. Neyin farklı
olduğunu açıklamamıza izin verin.
|
|
|
KOPYALARIMIZ HANGİ EVRENDE YAŞIYOR |
Yazar: Spiritüeller - 13-06-2016, Saat: 00:56 - Forum: EVREN VE BİLİM
- Yorum Yok
|
 |
Bilim 100 yıldan beri bu sorunun peşinde;
Kopyalarımız hangi evrende yaşıyorlar?
“Ara, bulacaksın, sana doğa yardım edecek,
gerçeğin keşfi için; ancak eğer sen bu şekilleri
aşarken kendine muktedir değilsen, yalnızca
izlemeyi keşfet ve onların yaptıkları araştırma
ve tahkîkatları dinle…”
Arthur Findlay´ın “ Rock of Truth-Gerçek açısı”dan
Epictetus
19. Yüzyıl´dan bugüne kadar, bilim dünyasında ün kazanmış, saygın 1 grup bilim adamı, ölümsüzlüğün doğal yani fiziksel 1 hadise olduğunu saptamaye çalıştılar. tüm bu çalışmalar insani dinlerin getirdiği yaklaşımların hepsi beraber taban tabana zıttı. Bu bilim adamlarının çoğu, farklı alanlardaki buluşlarıyla toplumun geleneksel düzenini ve yaşamını değiştirebilecek kadar etkin olmuşlardı. birbirini ciddiye alan çoğu rasyonalistin ve hümanistin kritik buluşlarının ve tezlerinin karşısına, Hıristiyan din kurumu beraber birleşmiş kurumsallaşmış gelenekçi bilim çevrelerinin şiddetli reaksiyonler vererek çıktılar.
Öncülerin birisi 1688´de İsveç´de doğan Emanuel Swedenborg´dur; Swedenborg dikkate kıymet 1 bilim adamıydı, 9 dili konuşuyordu ve 7 bilim dalında 150 yapıt vermişti, kolay zekası inanılmazydü, planörü, denizaltını ve sağırlar nedeniyle hususi 1 kulaklığı keşfetti. Swedenborg saygı gören 1 bilim adamıydı, parlamentoya seçilerek uzun 1 süre Maden Bakanlığı görevini yürüttü. Ölümüne kadar zihinsel dengesini ve kolay fikir yetisini katiyen yitirmedi. Ve Swedenborg yaşamının 20 yılını farklı boyutları araştırarak geçirmişti; şu şekilde diyordu; “Aklıbaşında olan herkesle saatlerce, haftalarca, aylarca üstelik yıllarca konuştum, çoğunu bu fizik hayat süresince tanıyordum. Hepsinin amacı, yaşamın ölümden sonraları da sürmesi gerektiği doğrultusundaydı, bunu istiyorlar ama yanında da ölümlere tanık olma tahammülünü sürdürüyorlardı.”
Bir farklı boyuttan sızan görüntüler;
İlginçtir, Swedenborg´un evrenle alakadar görüşü dikkat çekecek kadar 20, Yüzyıl´ın Quantum Fiziği Kuramı beraber paralellik ve benzeşmeler içerir. Newton döneminde maddeyi oluşturan atomlara harekete geçirilmiş 1 dış gücün nüfuz edemeyeceği kabul edilir ve karşıt görüşler tartışılırdı ama Swedenborg 1 atik partikülün (parçacık) 1 sıra kapalı güç girdabında spiral biçiminde ebedi hızda hızlandırılarak zincirleme tepkiunun oluşturulabileceğini düşünüyordu. İngiltere´deki Ruhsal Araştırmalar Derneği´nin kurucularından olan Sir William Crookes, eşdşayet zamanda da Kraliyet Derneği´nin üyesi ve 1 dönemde de başkanıydı. Aralarında Talyum´unda bulunduğu altı elementi keşfetti, zamanını en kritik bilim adamı bi biçimde kabul ediliyordu.
Yine o dönemin ünlü medyumu D. D. Hume beraber birlikte çalışarak levitasyon yani ağırlığın yitirilerek havaya yükselme olayını araştırdı. Ruhsal ilişki ve levitasyonla alakadar net görseller elde edilerek hadise ölümsüzleştirildi, aralarında ünlü bilim adamı ionizasyon araştırmacısı ve Atlantik okyanıs altı telefon kablosu döşenmesinin yöneticisi Cromwell F. Varley´in bulunduğu 1 grup bilim adamı testler yaparak, 1 hilenin veya şarlatanlığın bulunmadığı sonucuna vardılar. Sonuçta, Crookes´un ölmüş karısının görüntülerini oluşturan 1 sıra hadise ortaya konulunca, ölümden sonraları hayat gerçeğinin inanılırlığı kabul edildi.
“Gözlerimizle gördük.”
Bu bilimsel grubun içinde, Lord Balfour, Sir William Barrett, Sir Oliver Lodge, Lord Raleigh, elektronların kaşifi J.J. Thompson ve Evrim Kuramı´nı Darwin´den bağımsız bi biçimde eşdşayet zamanda ortaya atan Alfred Russell Wallace´de bulunuyordu. Gramofonun ve elektrik ampulünün bulucusu Amerikalı Thomas Alva Edison 1 ruhçuydu ve mekanik ortamda ölülerle dairin yolunu arıyordu. Televizyonun yaratıcısı ve kızıl-ötesi kameranın kaşifi John Logie Baird, Edison´un ölümünden sonraları 1 medyum aracılığı beraber onunla ilişki kurma çabasının içindeldi ve şu şekilde diyordu; “Birçok muazzam olaya tanık oldum ve bu hadiseler sahtekarlık olayının ulaşamayacağı 1 konumdaydılar.” 20. Yüzyıl´ın 1 diğer kritik bilim adamı olan fizikçi ve Kanada parlamenteri Glen Hamilton, laboratuarında oluşturduğu net denetim koşulları altında, hususi 1 bataryadan kuvvet alan 14 tane flaşlı kameradan faydalanarak, tüm açıdan görülebilen tuhaf görüntülerin fotoğraflarını çekti. Deneylerin yapıldığı ortamda bulunan gözlemcilerin arasında, tıp hekimları, 2 avukat, elektrik ve iç alan mühendisleri bulunuyordu. tüm tanık, kendinden emin bi biçimde şu şekilde diyordu; “Zaman vakit ölülerin görüntülerini gözlerimizle gördük.”
“Ruhların Sesi” kaydediliyor;
Avrupa´da 1900´lerin başından, 1920´lere kadar aralarında o dönemin kritik bilim adamları olan Baron von Schrenck-Notzing, Profesör Charles Richet, Professor Eugene Osty ve Professor Gustav Geley´in bulunduğu 1 grup bilimci laboratuar koşulları altında, eşdşayet görünteliren oluştuğuna tanıklık ettiler. Yazdıkları rapor ederda, tüm muhtemel sahtekarlık ve hileleri araştırdıklarını ama bulamadıkları açıkladıler. Bu dönemde de, Reenkarnasyon konusu ile ilgili, dünyaca ünlü psikologların ve psikiyatrların ölümden sonraları yaşamı araştırdıklarını ve ulaştıkları oldukça kritik sonuçları ciddi biçimde dokümante ettikleri görülüyor. Psikolojinin babası ve en kritik ismi Sigmund Freud, ölüm döşeğinde eğer 1 daha dünyaya gelirse, tüm çalışmalarını Parapsikoloji alanında yapacağını söylüyordu. Psikiyatrinin en faal ismi olan Dr. Carl G. Jung, ölümden sonraları yaşamı onaylıyor ve ölümden sonraları ruhlarla ilişki kurulabileceğini itiraf ettiğini, söylüyordu (Derlenmiş Mektuplar; Cilt 1/Sayfa 431). Elektronik ruhsal ses kayıtları, günümüzde de çoğu ülkede sürdürülüyor. Ciddi ve kritik kaynaklardan gelen bilgilerle tüm an karşılaşıyoruz, bunların arasında ABD´den Mark Macy ve Lüksemburg´daki ITC Grubu bulunuyor. Bu çalışmalarda öte yandan geldiği söylenen kayıtların bulunduğu yansız gözlemcilerce belirtiliyor. Kullanılan cihazlar radyo, faks, televizyon ve telefon gibi bilinen araçlardan oluşuyor. mesela Marc Macy´nin yaptığı 1 çeşit videoyu kullanan Victor Zammit, Macy beraber “Ruhların Sesi” ni kayıt olayının yaratıcısı olan cansız Dr. Raudive´in bu yoldan ilişki kurduklarını öne sürüyor.
Ama bu ses dünyadan gelmiyor…
Bu kayıtlarda birbiriyle konuşan 2 erkeğin sesi duyuluyor ve Raudive´in sesi tanımlanabiliyor. Raudive´in ruhsal dünya beraber ilişki kurma yöntemini ruhsal dünyada da araştırarak, ulaştığı bilgileri bu tarafa ilettiği sav ediliyor. Richard Lazarus´un yazdığı “The Case Against Death” isimli kitapta Raudive´in ruhsal dünyadan gelen sesinin, bilgisayarlarda çözümleme edildiği ve örneklerde Raudive´in yaşarken ve öldükten sonraları kaydedilen sesinin eşdşayet olduğunun kanıtlandığı belirtiliyor. Daha da ötede, 1 ses uzmanı ve mühendisi olan Brezilya Sao Paulo Mühendislik ve Teknoloji Üniversitesi´nden Prof. Carlos Eduardo Luz´un yönetmekte olduğu deneylerde kullanılan yüksek kapasitede bilgisayarlarda yapılan testlerde Raudive´in sesinin tanımlandığı onaylanıyor. 1 ses bandında, Raudive´le konuşan Sonia Rinaldi, hekimin sesine bir.428 Hz´de rkatiyenyınca, ortaya muazzam 1 netice çıkıyor. Çünkü 1 erkek sesinin yüz beraber 130 Hz arasındaki 1 alanda olması gerekiyor yani Raudive´in sesi dünyadan gelmiyor.
Evet ilişki var ama ölülerle değil, sizinle… Çünkü ölmüyoruz…
Bugün İngiltere´de yaşayan matematikçilerden ve üniversite profesörlerinden oluşan 1 grup bilimci, atom altı parçacıklar üzerinde deneyler yapıyorlar ve matematik hesaplamalarla ulaştıkları sonuçları Ruhsal Olaylar´ın açıklaması bi biçimde tanımlıyorlar. Uluslararası teorik Fizik Merkezi´nin yöneticisi olan Nobel ödüllü Prof. Abdus Salam, bu grubun arkasındaki finansal desteği oluşturuyor yani birileri bu hususta büyük paralar harcıyorlar. Termohareketli ve akışkan mekanizm uzmanı eğitmen Ron Pearson, “Intelligence Behind the Universe” isimli eserinde çağdaş matematiğin, Crooks, Hamilton ve önceki diğer uzmanların çalışmalarını onayladığını net 1 dille belirtiyor. Leeds Üniversitesi´nden astrofizikçi Sam Nichols, Pearson´un hesaplarını destekleyerek, ölülerle ilişki iddialarını doğruluyor ve önemsiz sanılan değişik atomik oluşumların eşdşayet uzayı ve maddi dünyayı paylaştıkları açıklıyor. Edinburgh Üniversitesi´nden Astrofizikçi Michael Scott bu hususta şu şekilde diyor; “Quantum fiziğinin ilerlemesi bundan sonra 1 gerçektir ve paralel evrenlerin varlığını haber veriyor. Özgün ve hakikat 1 öz nesne veya cevherin etkisi sebebiyle, bizim evrenimizle direkt olarak ilişki kurulamıyor.”
Bir biz varız, bizden ötede, sayısız sayıda…
Araştırmacı Michael Roll ise “The Physicists and Rationalists case for Survival After the Death of our Physical Bodies” isimli çalışmasında, ölümün, doğum kadar doğal olduğunu ve gelinen veya gidilen diğeri dünyada Hıristiyanlar ya da diğeri dinler nedeniyle hususi yerlerin bulunmadığının tartışılmaz 1 netice olduğunu ileri sürüyor. ama en kritik açıklama çağmızın ünlü fizikçilerinden birisinden geldi; Profesör Fred Alan Wolf, “Mind and the New Physics” isimli kitabında ulaşılan sonuçlara razı olduğu söylerken; “Bu fantastik 1 ses, Quantum Mekaniği isimli bu görülmemiş fiziğin varlığı bundan sonra tartışılamaz düzeyde. Bu sözcüğün vasıtası ile ağır ağır 1 farklı dünyaya, 1 paralel evrene, çoğaltılmış 1 kopyaya doğru gidiyoruz. Ve belki de 2 değil, 3 veya dört üstelik daha oldukça paralel alemler mümkün. Bu evrenlerin tüm birisinde siz, ben veya herkes yaşıyor mümkün daha da makulu yaşıyor, yaşadı veya yaşayacak mümkün ya da daima yaşayacak mümkün ve bunların bütünü canlıdırlar.” Wolf´un sözleri olağanüstüdır ve insanı şoka sokabilecek kadar etkindir. Burada sayısız bizlerin bulunduğu gerçeği saklıdır ve eğer öyleyse farklı kişilikler taşıyan milyonlarca Hitler, Kennedy, Marilyn Monroe, Bill Clinton, Süleyman Demirel, Tarkan, Necmettin Erbakan, veya Tansu Çiller yaşamaktadırlar. Ne dersiniz? Bu gerçeği taşıyabilir miyiz?
|
|
|
SAÇ İLE İLGİLİ GERÇEK VE KIZILDERİLİLERİN SAÇLARINI UZATMALARININ NEDENİ |
Yazar: Nesrin Kaya - 13-06-2016, Saat: 00:22 - Forum: KIZILDERİLİLER
- Yorum Yok
|
 |
Saç ile ilgili bu bilgi Vietnam Savaşından bu yana halktan saklanmaktadır.
Kültürümüz insanları saç stilinin kişisel bir tercih konusu olduğuna inanmaya yönlendirir, saç stili moda konusudur ve insanların saçlarını yaptırma tarzı sadece kozmetik bir sorundur. Ama Vietnam'a geri döndüğümüzde bütünüyle farklı bir resim ortaya çıktı, dikkatli bir şekilde örtülen ve halktan saklanan bir resim.
Doksanlı yılların başında Sally (mahremiyetini korumak için isim değiştirildi) VA Hastanesinde çalışan lisanslı bir psikolog ile evlendi. Post travmatik stres rahatsızlığı olan savaş gazileri ile çalışıyordu. Onların çoğu Vietnam'da hizmet etmişti.
Sally anlatıyor, "Bir akşam kocam eve geldiğinde ellerinde kalın bir resmi görünen dosya vardı. İçinde hükümet tarafından görevlendirilmiş bazı araştırmaların yüzlerce sayfası vardı. Kocam içindekilerden şok oldu. O dökümanlarda okuduğu şey hayatını tamamen değiştirdi. O andan itibaren orta yaşlardaki muhafazakar kocam saçlarını uzattı ve bıyık bıraktı ve bir daha hiç kesmedi. Dahası, VA tıp merkezi bunu yapmasına izin verdi ve diğer çok muhafazakar adamlar da onu takip etti.
Dökümanları okurken nedenini anladım. Vietnam Savaşı sırasında savaş departmanındaki özel kuvvetler yetenekli casusları aramak için Amerikan Kızılderilileri bölgelerine gizli uzmanlar gönderiyordu, engebeli arazilerde gizlice hareket edecek eğitimli genç erkekleri arıyorlardı. Özellikle sıra dışı, neredeyse doğaüstü, iz sürme yetenekleri olan adamları arıyorlardı. Onlara yaklaşılmadan önce, bu dikkatle seçilmiş adamlar iz sürmede ve hayatta kalmada uzmanlar olarak dökümante ediliyordu.
Yeni askerleri askere almak için kullanılan işe yarayan düzgün cümlelerle olağan ayartmalarla, bu Kızılderililerin bazıları askerliğe kaydedildi. Askere kaydolduklarında, şaşırtıcı bir şey oldu. Kendi doğal bölgelerinde sahip oldukları yeteneklerin ve becerilerin gizemli bir şekilde yok olduğu görüldü, bu askerler başarısız olmaya devam ettiler.
Ciddi performans başarısızlıkları, hükümetin bu acemi erleri kapsamlı şekilde test etmesine yol açtı. Beklendiği gibi performans gösterememeleri sorgulandığı zaman, daha yaşlı askerler ısrarlı şekilde askerlik nedeniyle saçları kesildiği zaman, artık düşmanı 'hissedemedikleri' yanıtını veriyorlardı. 'Altıncı duyuya' erişemiyorlardı, 'sezgileri' artık güvenilir değildi, ince işaretleri 'okuyamıyorlardı' ve süptil duyular dışı bilgiye erişemiyorlardı.
Test kurumu daha fazla Kızılderili asker topladı, saçlarını uzatmalarına izin verdi ve onları çoklu bölgelerde test etti. Tüm testlerde aynı skorları alan adamları ikili olarak bir araya getirdiler. Adamlardan birinin saçı kesilmezken, diğerinin saçı kesildi. Sonra iki adam tekrar teste tabi tutuldu.
Saçları uzun olan adam yüksek skorlar almaya devam etti. Saçları kesilen adam daha önce yüksek skorlar aldığı testlerde başarısız oldu.
Döküman tüm Kızılderili askerlerin saç kesiminden muaf tutulmasını tavsiye etti.
Yorum:
Memeli bedeni milyonlarca yıldır evrimleşmektedir. İnsan ve hayvanların hayatta kalma yeteneklerinin bazen neredeyse doğaüstü olduğu görülüyor. Bilim sürekli şekilde insanların ve hayvanların hayatta kalma şaşırtıcı yetenekleri ile ilgili daha fazla keşifler getiriyor. Bedenin her bir parçasının, bütün olarak bedenin esenliği ve hayatta kalması için icra ettiği duyarlı bir işi vardır. Bedenin her bir parçasının var olma nedeni vardır.
Saç sinir sisteminin bir uzantısıdır, dışsallaşmış sinirler olarak görülebilir; beyin sapına, limbik sisteme ve neokortekse çok fazla miktarlarda önemli bilgi aktaran bir tür son derece evrimleşmiş 'duyarga' veya 'anten' olarak düşünülebilir.
İnsanlarda sadece saç değil, erkeklerde yüz kılları beyne ulaşan bilgi ana yolu sağlar; saç aynı zamanda enerji yayar, beyin tarafından dış ortama yayılan elektromanyetik enerjiyi yayar. Bir insan uzun saçlı iken ve saçlarını kestirdikten sonra Kirlian fotoğrafları ile bu görülmektedir.
Saç kesildiği zaman, ortamdan alınan ve ortama gönderilen aktarımlar büyük ölçüde engellenir. Bu hissizleşme ile sonuçlanır.
Saç kesimi lokal ekosistemde çevresel stresin farkındalıksızlığına katkıda bulunan bir faktördür. Ayrıca her türde ilişkide duyarsızlığa katkıda bulunan bir faktördür.
|
|
|
Kabala Nedir? |
Yazar: Nesrin Kaya - 12-06-2016, Saat: 23:19 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Kabala, insanın evrendeki pozisyonunu incelemek ve araştırmak için gerekli olan doğru bir yöntemdir. Kabala Hikmeti, bize, insanın neden var olduğunu, neden doğduğunu, neden yaşadığını, yaşamının amacının ne olduğunu, nereden geldiğini ve bu dünyadaki yaşamını tamamladıktan sonra nereye gideceğini açıklar.
Kabala manevi dünyaya erişmenin bir yöntemidir. Kabala bize manevi dünya hakkında bilgi verir ve onu çalışarak bizler başka bir anlayış geliştirebiliriz. Bu anlayışın yardımı aracılığıyla üst-dünyalarla iletişim içinde olabiliriz.
Kabala teorik bir çalışma olmayıp pratik bir çalışmadır. İnsan kendisini, kim olduğunu, neye benzediğini öğrenir. Kendini aşama aşama, adım adım değiştirmek için neye ihtiyacı olduğunu öğrenir. Araştırmasını kendi iç ben’i aracılığıyla yönetir.
Bütün deneyleri kendisi üstünde, kendisi içinde yürütür. Bu yüzden dedir ki Kabala’ya “Gizli Hikmet” denir. Kişi, Kabala aracılığıyla meydana gelen, sadece kendisinin hissettiği ve bildiği içsel değişimlere uğrar. Bu değişim, bir kişi içinde meydana gelir; sadece o kişiye özgüdür ve sadece o kişi bunun farkındadır.
Kabala kelimesi, İbranice olan “Lekabbel” kelimesi’nden (almak) gelir. Kabala, eylemlerin nedenlerini “alma arzusu” olarak tanımlar. Bu arzu, çeşitli türden hazların alınmasıyla ilgilidir. Hazzı almak için, kişi genelde büyük bir gayret sarf etmeye isteklidir. Sorun şudur ki, kişinin alma arzusunun gelişmesini ve büyümesini sağlayan yöntemde belli bir düzen vardır. İlk aşamada, insan fiziki hazzı şiddetle arzular. Sonra, para, onur, şan ve şöhret arar. Hatta daha kuvvetli bir arzu kişiyi güç için şevklendirir. Sonra maneviyat için bir arzu, istek geliştirebilir, ki bu nokta piramidin tepesidir. Maneviyat arzusunun ne kadar büyük olduğunu fark eden kişi bu arzusunu tatmin etmen alma arzusunun aşamaları arasındaki geçiş kişinin yetenekleri ve sınırlamalarının farkında olmasını sağlar.
Kabala, üst-dünyalarla duygu ve düşüncelerimizin kökenleriyle ilgilenir ki biz bunu anlamalıyız. Dünyalar üstünde herhangi bir kontrolümüz olmadığı için duygu ve düşüncelerimizin neden ve nasıl yaratıldıklarını bilmeyiz. Tatlı, acı, hoş, kaba vs. şeklindeki deneyimlerimize şaşırırız. Psikoloji, psikiyatri ve öteki sosyal disiplinler alanı açısından bile, duygularımızı incelemek için bilimsel aletler geliştirmede başarısızdır. Davranışsal etmenler, anlama yetimizden gizli kalırlar.
Kabala, duyularımızı bilimsel olarak incelemek için geliştirilmiş olan bir sistemdir. Duygu ve arzularımızın hepsini alır ve her biri için, her bir fenomen için, her seviyede ki her bir anlayış ve duygu çeşidi için tam bir bilimsel formül sağlar.
Bu, zekayla birleştirilmiş duyguları inceleme işidir. Başlangıç seviyesindeki öğrenciler için, geometri, matrix ve diyagramlardan yararlanır. Kabala çalışırken, öğrenciler kendi duygularının her birini tanımlar ve bunları anlamaya başlarlar. Gücüne, yönüne ve karakterine göre ona hangi adın verilmesi gerektiğini bilirler.
Kabala Hikmeti antik ve kanıtlanmış bir yöntemdir. Kabala aracılığıyla kişi yüksek bir farkındalık (olayların farkında olma) alır ve maneviyat kazanır. Bu, gerçekten onun bu dünyada ki amacıdır. Kişi, maneviyat için bir arzu hissettiği zaman, bu maneviyat için bir hasret-özlem hissetmeye başlar ve sonrada Yaratan tarafından sağlanan Kabala Hikmeti aracılığıyla bu arzuyu geliştirebilmenin yollarını arar. Bedel öderken, maksimum oranda hazzı nasıl alabilir? Herkes bu soruyu kendince cevaplamaya çalışmaktadır.
Kabala, Kabalist’in hedefini açıklayan bir kelimedir. Bu hedef insanın düşünen bir varlık olarak, bütün yaratılanların en yücesi olarak, ehil olduğu her şeyi elde etmesidir.
|
|
|
|