Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,058
» Son Üye: Doo92
» Toplam Konular: 2,832
» Toplam Yorumlar: 3,062

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1717 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1717 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 6,525
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 23,625
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 411
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 5,437
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 900
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 772
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 673
Samsunlu Spiritüalist ark...
Forum: SAMSUN SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:30
» Yorumlar: 0
» Okunma: 514
Ra'yı gördüm ne anlama ge...
Forum: Bilinçaltı
Son Yorum: spiruelistra
28-05-2023, Saat: 13:43
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,681
MUCİZE YARATAN KELİMELER
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Emka
29-01-2023, Saat: 16:53
» Yorumlar: 11
» Okunma: 96,006

 
  OSHO - IŞIK TEKNİKLERİYLE TANTRİK MEDİTASYON
Yazar: Nesrin Kaya - 12-06-2016, Saat: 20:10 - Forum: OSHO - Yorum Yok

osho.jpg



IŞIK TEKNİKLERİYLE TANTRİK MEDİTASYON

Batı psikolojisi psikoterapinin bir parçası olarak gelişmiştir. Psikologlar anormal insanı,

zihinsel olarak anormal insanı tedavi ediyorlardı. Bu yüzden insana karşı tüm Batı yaklaşımı

hatalı olmuştur. Freud patolojik vakaları inceliyordu. Hiçbir sağlıklı insan ona gitmezdi.

Yalnızca zihinsel olarak hasta olanlar giderdi. Freud onları incelerdi ve bu incelemeyle insanı

artık anladığını düşünüyordu. Patolojik insanlar gerçekte insan değildir. Çünkü insana

patolojik bir açıdan bakılmaktadır. Özel bir zihin durumu seçilmişse ve o durum hasta ise,

patolojik ise, o zaman insana dair edinilen imaj, hastalık temelli olur. Bu tavır yüzünden tüm

Batı toplumu yıkılmıştır. Çünkü temeli, hasta insandır, sapkın insan temel olmuştur. Yalnız

anormal olanı incelersen normalüstü varlıkların olabileceğini hayal edemezsin. Freud için

Buda imkânsızdır, kavranamazdır. Onun normal insan hakkında söylediği her şey, anormal

insanlar üstünde yaptığı çalışmalara dayalıdır.

Doğu psikolojisi, özellikle Tantra ve Yoga’da bir insan kavramına sahiptir. Ama o kavram

normalüstünün incelenmesine dayalıdır. Buda, Patanjali, Shankara, Nagarjuna, Kabir, Nanak

gibi insanların incelenmesine dayalıdır. İnsan potansiyelinin ve olasılığının zirvesine ulaşmış

insanların incelenmesine... Eğer en yükseği düşünürsen zihnin bir açıklık haline gelir,

büyüyebilirsin.

Kendisini gerçekleştirme, büyümenin en yüksek zirvesi demektir. Orada derin bir tatmin

hissedebilirsin ve “bu benim yazgım, ben bunun için doğdum, bu yüzden yeryüzündeyim”

diyebilirsin. Tantra, bu kendini gerçekleştirmeyle ilgilenir, senin daha fazla büyümene nasıl

yardım edeceğinle. Unutma, Tantra seninle ilgilenir, ideallerle değil. Tantra ideallerle

ilgilenmez. Olduğun halinle ve olabileceğin halle ilgilenir.

Senin bilinmeyen idealin, senin içinde saklıdır. Sana sunulmaz. Sen Buda olmayacaksın,

gerek yoktur. Bir Buda yeterlidir ve tekrarın kıymeti yoktur. Varoluş her zaman benzersizdir.

Asla tekrarlanmaz. Varoluş her zaman yenidir, sonsuza dek yeni. Öyle ki, bir usta bile

tekrarlanmaz.

Yalnızca benzersizin bir anlamı vardır. Kopyalar anlamlı değildir. Ancak orijinalsen yazgın

yerine gelmiş olur. Bu yüzden Tantra asla “şu ya da bu ol” demez. Bir ideal yoktur.

Tantra teknik demektir. Tantra sözcüğünün kendisi teknik anlamına gelir. Nasıl olacağın ile

ilgilenir, ne olacağın ile ilgilenmez. O ‘ne’yi senin büyümen sağlayacaktır. Sen tekniği kullan,

yavaş yavaş içsel potansiyelin gerçek olacaktır. Bilinmeyen olasılık açılacaktır ve o açıldıkça

sen onun ne olduğunu fark edeceksin. Kimse onun ne olduğunu bilemez. Sen olmadığın

sürece kimse senin ne olacağını göremez. Bu yüzden Tantra sana yalnızca teknikler verir, asla

idealleri değil. İşte bu yüzden tüm ahlâki öğretilerden farklıdır. Ahlâki öğretiler sana hep

idealler verir. Tekniklerden bahsetseler bile, o teknikler hep idealler içindir. Tantra sana hiçbir

ideal vermez. İdeal sensin. Ve geleceğin bilinemez. Geçmişe dair hiçbir idealin faydası olmaz,

çünkü hiçbir şey tekrarlanamaz.

Zen keşişleri Buda’nın takipçileridir. Ama yine de, “Meditasyonunda Buda’yla karşılaşırsan

onu hemen öldür” derler, çünkü Buda ideali öyle etkileyici olabilir ki, kendini unutabilirsin.

Ve kendini unutursan yolu ıskalamışsındır. Buda ideal değildir, ideal sensin. Senin

bilinmeyen geleceğin... Bunun keşfedilmesi gerekir. Tantra sana keşif tekniklerini verir,

hazine senin içindedir.

Kimse seni kabullenmez. Kendin bile kabullenmezsin. Sen de kendini kınar durursun. Sen

kendini hep başka biri olma terimleriyle düşünürsün ve bu sahtedir, tehlikelidir. Böyle

düşünmeye devam edersen sahte olursun ve her şey de sahte olur. Sahte olma. Gerçek ol.

Tantra sana inanıyor. İşte bu yüzden Tantra’nın bu kadar az inananı var çünkü kimse kendine

inanmıyor. Tantra sana inanıyor. Ve senin ideal olduğunu söylüyor, bu yüzden kimseyi taklit

etme.

Kendi haline bırakıldığın zaman erişirsin ama çok, çok uzun yolculuk yapmak zorunda

kalacaksın. Ve yolculuk çok zahmetli ve sıkıcı olur.

Bu 112 teknik ile dünyanın her yerindeki teknikler anlatılmaktadır. Bu 112 tekniğin

kapsamadığı tek bir teknik bulunmamaktadır. Onlar tüm tinsel arayışın özüdür. Ama tüm

teknikler herkes için değildir. Bu yüzden onları denemen gerek. Sana yalnızca belli teknikler

faydalı olacaktır ve senin o teknikleri bulman gerekecektir. Bunun iki yolu vardır: Ya kendi

deneme-yanılma yönteminle işe yarayan bir şeye rastlayana kadar dener ve ondan sonra

büyütür ve onun içinde hareket edersin, ya da bir öğretmene teslim olursun ve sana neyin

uygun olduğunu o bulur.

Belkemiği, omurga, hem bedenin hem zihnin temelidir. Zihnin, kafan omurganın son

kısmıdır. Tüm bedenin kökü omurgadır. Omurgan canlıysa çok parlak bir zihnin olur.

Omurganın iki ucu vardır: Başlangıcı cinsel merkezdir ve sonu sahasrar’dır. Başının

tepesindeki yedinci merkezdir. Omurganın başlangıcı toprağa bağlıdır ve cinsellik sendeki en

dünyevî şeydir. Omurgadaki başlangıç merkezi sayesinde doğa ile, Sankhya’nın pragriti,

yeryüzü maddesel dediği şey ile iletişim halindesin. Kafandaki son merkezden ya da ikinci

kutuptan sahasrar, ilâhi olanla iletişim içindesin. Bunlar varoluşun iki kutbudur. İlki

cinsellik, ikincisi sahasrar’dır.

Enerjin ya aşağı, cinsel merkezden yeryüzüne akacaktır ya da sahasrar’dan kozmosa

salıverecektir. Sahasrar’dan Brahman’a, mutlak varoluşa salıverilirsin. Cinsellikten aşağı,

göreceli varoluşa akarsın. İki akış, iki olasılık bunlardır. Yukarı akmaya başlamadığın sürece

acın asla sona ermeyecektir.

Enerji bir kez sahasrar’a ulaşınca ve oradan salıverilince mutlak mutluluğa kavuşacaksın, bu

Nirvana’dır. O zaman başka bakış olmaz. Sen mutluluğun kendisi olursun. Bu yüzden Yoga

ve Tantra’nın konusu enerjinin yukarı, omurilikten yukarı nasıl akıtılacağı, onu yerçekimine

karşı nasıl hareket edeceğine yardım edeceğidir. Cinsellik çok kolaydır çünkü yerçekimini

takip eder. Yeryüzü her şeyi aşağı, geriye çekmektedir. Cinsel enerjin yeryüzü tarafından

çekilir. Astronotlar bunu hissetmiştir. Yeryüzünün çekiminden kurtuldukları andan itibaren

fazla cinsellik hissetmezler. Beden ağırlık kaybettikçe cinsellik çözülür, kaybolur.

Enerji sahasrar’ından cinselliğin karşı kutbundan salıverildiği anda sen artık insan değilsin.

Artık bu yeryüzüne ait değilsin. İlâhi oldun. İşte “Krişna Tanrı’dır” ya da “Buda Tanrı’dır”

derken kastettiğimiz bu. Onların bedenleri de tıpkı seninki gibidir. Onların bedenleri de

hastalanır, ölürdü. Enerjin yerçekimi düzeninden kurtulmuştur.

Sırf Buda ile iletişim haline geçmekle enerjin yukarıya, sahasrar’a akmaya başlar. Buda öyle

güçlüdür ki yeryüzü bile o kadar güçlü değildir. Enerjini aşağı çekemez. Bunu İsa’nın,

Buda’nın, Krişna’nın yanında hissetmiş olanlar, onlara Tanrı demiştir. Onların yeryüzünden

daha güçlü bir enerji kaynakları vardır.

Hayal gücü sayesinde cinsel merkez işlemeye başlar. Gerçekte hayal gücü olmadan

işleyemez. İşte bu yüzden âşıksan daha iyi işler. Çünkü aşkla, hayal gücü de gelir.

Zihnin pek çok enerjisi, pek çok yeteneği vardır ve bunlardan biri iradedir. Ama cinselliği

iradeyle getiremezsin. Cinsellik açısından irade etkisizdir. Yalnızca hayal gücü işlev gösterir.

Hayal et, o zaman merkez işlemeye başlar. Hayal gücü enerjinin hareket etmesine yardımcı

oluyorsa, o zaman enerji sırf hayal gücü ile yukarı ya da aşağı gidebilir. Hayal gücü ile kanını

hareket ettiremezsin. Bedende başka hiçbir şeyi hayal gücü ile yapamazsın. Ama cinsel enerji

hayal gücü ile hareket ettirilebilir. Onun yönünü değiştirebilirsin.

Sutra diyor ki: “Kendini düşün.” Kendini hayal et, demek istiyor. Gözlerini kapat ve kendini

ışıkmışsın diye hayal et. Bu yalnızca hayal gücü değildir. Başlangıçta öyledir, ama gerçektir

de. Çünkü her şey ışıktan oluşur. Artık bilim her şeyin elektrikten oluştuğunu söylüyor ve

Tantra hep her şeyin ışık parçalarından oluştuğunu söylemiştir. Sen de öylesin. İşte bu yüzden

Kuran, Tanrı’nın ışık olduğunu söyler. Önce yalnızca ışınlardan oluştuğunu hayal et, sonra

hayal gücünü cinsellik merkezine götür. Dikkatini oraya yoğunlaştır ve ışınların cinsel

merkezinden yukarı aktığını hayal et. Sanki cinsel merkezin bir ışık kaynağı olmuş ve ışınlar

yukarı doğru kabarıyor. Göbek merkezine doğru... Bölmeye gerek vardır, çünkü cinsel

merkezini sahasrar’a bağlamak güç olacaktır. Bu yüzden küçük bölünmeler faydalı olur.

Bağlayabilirsen bölmeye gerek kalmaz. Enerji, yaşam gücü, bir ışık gibi sahasrar’a gider.

Hemen içinde bir sıcaklık yükseldiğini hissedersin. Kısa sürede göbeğin ısınacak. Sıcaklığı

hissedebilirsin. Hayal gücün sayesinde cinsel merkezin yükselmeye başlamıştır. Göbekteki

ikinci merkezin bir ışık kaynağı olduğun, ışınların gelip orada toplandığını hissettiğinde yürek

merkezine akmaya başlar. Işık yürek merkezine ulaştığında ışınlar gelirken yürek atışların

değişir. Nefeslerin derinleşir. Ve sıcaklık yüreğine gelir, daha da yüksel.

Cinsel enerjinin iki kısmı vardır; biri fiziksel, diğeri psişiktir. Bedeninde her şeyin iki kısmı

vardır. Tıpkı beden ve zihin gibi... İçindeki her şeyin iki kısmı vardır. Biri maddesel, diğeri

tinseldir. Psişik kısım yükselebilir. Bu psişik kısım için geçit olarak omurga kullanılır.

Omurga ve onun merkezleri, ama bunun hissedilmesi gereklidir. Ve senin hislerin ölmüştür.

El sana dokunduğunda hissettiğin bir el değildir. Baskı ve sıcaklık hissedilir. El yalnızca bir

çıkarsamadır. Zekâdır. His değil. Sıcaklık ve baskı, his budur.

Çocuğu takip et. Buda’yı takip ettiğinden daha iyi ve daha tatmin edici olacaktır. Sen de bir

zamanlar çocuktun, bunu yaptın. Çocuk hissediyor, çıkarsamıyor. Düşünüyor. Bir koku

alıyor. Ve onun geldiği köşeye gidiyor. Bir elma görüyor ve onu tadıyor. Tıpkı bir çocuk gibi

tat. Elmayı yemesine bak, onu izle. Tamamen bu işe dalar. Tüm dünyayı unutur. Dünya artık

yoktur. Yalnızca elma vardır. Elma bile yoktur. Ve çocuk da yoktur. Yalnızca yemek vardır.

Bir çocuğu bir saat boyunca takip et. O saat çok zenginleştirici olacak. Bir kez daha çocuk

olacaksın.

Duygu merkezi işlemeye başlamalı. Ancak o zaman bu tekniklerin bir faydası olur, aksi halde

enerjinin yükseldiğini düşünürsün. Ama duygu olmaz. Duygu yoksa hayal gücü güçsüzdür,

boşunadır. Yalnızca duygu dolu bir hayal gücü sonuç verir. Birkaç dakika için yalnızca sesleri

dinle. Bir kuşun ötüşünü, rüzgârın ağaçların arasında esişini, bir çocuğun ağlamasını,

sütçünün gelmesini, sütün boşaltılmasını, olan her şeyle hisset. Ona duyarlı ol, açık ol. Bırak

senin başına gelsin, o zaman duyarlılığın büyür. Duş alırken suyu tüm bedeninde hisset. Sana

dokunan her su damlasını hisset.

Nefes alırken nefesi hisset. İçerideki hareketini, dışarı çıkışını... Hisset! Kendi bedenini hisset

ki onu sen hiç hissetmedin. Hiç kimse kendi bedenine sevgiyle dokunmaz. Hiç kendi bedenine

sevgi gösterdin mi? Tüm uygarlık kendine dokunanlardan korkar. Çünkü çocukluktan itibaren

dokunmak reddedilir. İnsanın kendine sevgiyle dokunması mastürbasyon gibi gelir. Ama

kendi kendine sevgiyle dokunamazsın. Bedenin donuklaşır ve ölür. Ölmüştür. Avuçlarınla

kendi gözlerine dokun. Dokunuşu hisset. Gözlerin o anda taze ve canlı hissedecektir.

Bedeninin her yerine dokun. Sevgilinin, arkadaşının bedenine dokun. Masaj iyidir. İki arkadaş

birbirine masaj yapabilir. Birbirlerinin bedenini hissedebilirler, daha duyarlı olacaksın.

Duyarlılık ve duygu yarat. Onu başa getir ve başın bir açıklık olmuş gibi hisset.

Sahasrar, bin taç yapraklı anlamına gelir. Bin taç yapraklı bir açıklık. Binyapraklı, açılmış bir

lotus hayal et ve her taç yapraktan bu ışık enerjisinin kozmosa yayıldığını hayal et. Yine, bu

bir aşk eylemidir. Artık doğayla değil, nihai olanla. Yine bu bir orgazmdır. İki tür orgazm

vardır; biri cinseldir, diğeri tinseldir. Cinsel olan en alçak merkezden gelir. Tinsel olan en

yüksek merkezden gelir. Cinsel eylemdeyken bu egzersizi yapabilirsin. İki eş bunu yapabilir.

Enerjiyi yukarı iletin ve o zaman cinsel eylem Tantra Sathana olur. Meditasyon olur. Ama

enerjiyi bedende bir merkezde bırakma. Biri gelebilir, bir işin olabilir ya da telefon çalabilir

ve durman gerekebilir. Bu yüzden öyle bir zamanda yap ki kimse seni rahatsız etmesin. Ve

enerjiyi herhangi bir merkezde bırakma. Aksi halde enerjiyi bıraktığın merkez bir yara halini

alır. Pek çok zihinsel hastalık yaratabilirsin. Bu yüzden dikkatli ol. Aksi halde bunu yapma.

Bu yöntem mutlak mahremiyet gerektirir ve hiç rahatsız edilmemen gereklidir ve

tamamlanmalıdır. Enerji başa gelmeli ve oradan salıverilmelidir.

Meditasyona başladığında cinsel merkezin daha duyarlı, daha canlı ve daha heyecanlı

olacaktır. Ve başlangıçta heyecan tıpkı cinsel heyecan gibi olacaktır, ama yalnızca

başlangıçta. Meditasyon derinleştikçe enerjinin yukarı aktığını hissedeceksin. Enerji yukarı

aktıkça cinsel merkez sessizleşir. Daha az heyecanlı olur. Enerji hareket ettiğinde cinsel

merkez gittikçe serinler. Ve sıcaklık başa gelir. Enerji başa geldiğinde başının döndüğünü

hissedersin, bazen midenin bulandığını bile hissedersin. Çünkü ilk defa enerji başa gelmiştir.

Ve başın ona alışık değildir. Alışması gereklidir. Bu yüzden korkma. Bazen hemen

bayılabilirsin ama korkma, bu olur.

Başın ısınırsa bu iyi bir işarettir. Enerjiyi salıver. Başının tıpkı bir lotus çiçeği gibi açtığını

hisset. Sanki enerji kozmosa salıveriliyormuş gibi... Enerji salıverilirken içine bir soğukluk

dolduğunu hissedeceksin. Bu sıcaklıktan sonra gelen soğukluğu hiç hissetmedin. Ama tekniği

tam yap, asla eksik bırakma.

Işık gerçekten de sıçrar. Ağır ağır, adım adım; büyüme yoktur. Işık bir sıçrayıştır. Elektrik,

sıçrayışlar halinde gelir. Bir sıçrayış, sonra bir karanlık boşluğu olur. Bir sıçrayış daha ve

sonra bir karanlık boşluğu olur. Işık sıçrar, asla yolculuk etmez.

Kadınlar için ilk yöntem, erkekler için ikincisi daha kolay olacaktır. Dişi zihin ağır ağır olan

şeyleri daha kolay kavrar ve eril zihin daha kolay sıçrar. Eril zihin sıçrama sever, bir şeyden

diğerine sıçrar. Erkeğin zihninde ince bir huzursuzluk vardır. Kadın zihni ağır bir süreçle

işler, sıçramaları sevmez. Erkek bir şeyden diğerine sıçrar durur ve kadınlar için bu

anlaşılamazdır. Onlar için bir büyüme olmalıdır, ağır ağır bir büyüme... Şimşekle birlikte

dayanılmaz ölçüde gelebilecek sıcaklık hissedebilirsin. Bunu hissedersen deneme. Şimşek

sana büyük ısı verebilir. Bunu hissedersen, dayanılmaz olursa o zaman bunu deneme. O

zaman ilk yöntemde rahatsan o iyidir. Bazen patlama o kadar büyük olur ki, korkabilirsin ve

bir kez korkunca bir daha asla yapamazsın. O zaman korku başlar. Bu yüzden insanın hiçbir

zaman hiçbir şeyden korkmamasına dikkat etmesi gerekir.

Dışsal bir alet kullanırsan donuklaşırsın (LSD için).

Sen kendine ne yaptığının farkında değilsin. Bir cinayet filmi görmeye gittiğinde ne yaptığını

bilmiyorsun. Beden kimyanı değiştiriyorsun. Bir dedektif romanı okuyorsan, ne yaptığını

bilmiyorsun, kendini öldürüyorsun. Heyecanlanıyor, korkuyor, geriliyorsun. Dedektif

romanından bu şekilde zevk alıyorsun. Ne kadar gerilirsen o kadar zevk alıyorsun. Neler

olacağını ne kadar merak ediyorsan o kadar heyecanlanıyorsun ve beden kimyanı

değiştiriyorsun. Bütün bu teknikler de beden kimyanı değiştiriyor. Tüm dünyanın yaşam, ışık

dolduğunu hissediyorsan beden kimyanı değiştiriyorsun. Ve bu bir zincirleme reaksiyondur.

Beden kimyan değiştiğinde dünyaya bakarsın ve dünyan daha canlı görünür. Ve daha canlı

görünüyorsa beden kimyan yine değişir ve bu zincir halini alır.

Bu konuyu yazdır

  NEKROMANTİ NEDİR? NASIL YAPILIR?
Yazar: Spiritüeller - 12-06-2016, Saat: 20:08 - Forum: Nekromanti - Yorum Yok

Nekromanti (Yunanca nekros: ölü + manteia), ölü ruhların çağrılması ve sorgulanması sanatına verilen addır.

Antik çağda ölü oraklı, her çeşit bilgi için en emin kaynak sayılıyordu. Çünkü o zamanki inanç düşüncesine göre ölülerin ruhları, uzak geçmişe ve geleceğe bakabiliyordu.

En iyi bilgiler konusunda yaşadığı dönemlerde mantik yetenekleri bulunan ölülere güveniliyordu. Örneğin bu şekilde Kral Saul, Filistinlilere karşı yapacağı savaşta şansının ne olduğunu sormak için Eyn Dor cadısının yardımıyla kahin Samuel'in ruhunu çağırtır. (1. Samuel 28) Ve Homeros'ta Odysseus, güzel Kirke'nin tavsiyesi üzerine büyük kahin Teiresias'ın ruhunu Hades'ten getirmek için ölülerin ruhunu çağırtır.

Yunan eski çağı, birçok resmî ölü sorgulama mekanı tanımaktadır. Bunlar, genellikle ölüler diyarına girişlerin tahmin edildiği yerlerde, yani karanlık uçurumlarda, yer yarıklarında ya da derin mağaralar ve kaya yarıklarında bulunuyorlardı.

Efsaneye göre şarkıcı Orpheus'un karısı Eurydike'yi geri getirmek için ölüler diyarına geçtiği ve Herodotos'a göre Korint Kralı Periandros'un bizzat öldürdüğü karısını sorguladığı söylenenThesprotia'da Akheron nehrindeki Ephyre mevkisi meşhurdur. Aenas'ın Hades'in derinliklerine gittiği Cumae'nin Averner Gölü'ndeki ölü orakline de sıkça danışılmıştır.

Bu resmî orakl yerlerinde çağrılan ruhlar, rahiplerin inkubasyon yolundaki kurban vermesi ve dua etmelerinden sonra, soruyu sorana rüyada görünüyorlardı. Daha sonra uzmanlar, bu rüya görümlerini yorumluyorlardı.

Ölülerin ruhları ile daha yoğun bir temas isteniyorsa, doğudan alınan, çok daha sansasyönel büyü pratikleri de kullanılabiliyordu. Bu durumda ölülerin ruhları ile bağlantıyı profesyonel ruh çağırıcılar kuruyordu. Gerekli gizli bilgileri ise özel öğreti kitaplarından, yani birkaç tanesi günümüze kadar gelmiş olan sihir papirüslerinden alıyorlardı.

Daha sonra ölü ruhları, birçok demon sınıfı hiyerarşisine göre en alt demon olarak ele alınıyordu. Ölü demonların özelliği, kötü mizaçlı olmalarıydı ve ancak doğru uygulanan sorgulama ile istenilen cevapları vermeye zorlanabiliyorlardı.

Bu kadar hiddetli olmaları, dünyevî yaşantıya olan özlemlerine ve hala yaşayan ruhları kıskanmalarına bağlanıyordu. Erken vefat edenlerin, şiddetle ölenlerin, idam edilen veya cinayete kurban gidenlerin ya da intihar edenlerin ve kaza eseri ölmüşlerin ruhları, daha öfkeli sayılıyordu.

Bu ruhların kendilerine biçilen yaşam zamanından önce bedenlerinden ayrılmak zorunda olmaları nedeniyle bedenlerini tamamen terk etmedikleri, ait ruhu büyüsel zorlama yöntemleri ile çağırabilir ve kendisine itaat etmesini sağlayabilirdi. 

Şiddet sonucu ölenler, bir sorgulama için özellikle elverişli görülüyordu. Fakat bu cesetler, daima bulunamadığından, özellikle reşit olmayan çocuklar öldürülerek de sağlanabiliyordu.

Ruh çağırmadan evvel cesetlerin tanımlanan ritüele göre sorgulama için hazırlanması gerekiyordu. Bu, sadece karanlıkta, en iyisi dolunay gecesinde yapılıyordu. Çünkü ölü demonlar, ışığa katlanamıyordu.

Ölünün tekrar bilinç ve düşünme yetisi elde etmesi için cesedin damarlarına mümkünse siyah posta sahip yeni kesilmiş koyun kanı sıkılıyordu. Kana büyüsel maddeler ilave ediliyordu: Kuduz köpek salyası, vaşak iç organlarının özü, Mısır'dan toz haline getirilmiş yılanlar ya da okunmuş sihirli otlar ve zehirler, bunlardan sayılıyordu.

dementor_dudley1.jpeg


Süt, bal, su ve şarap ile kurbandan sonra ritüelin en önemli kısmına esrime altında ve sihir formülleri ile dualar zikredilerek gerçek ruh çağırmaya geçiliyordu.

Önce ölülerin ruhlarını bırakması için ölüler diyarının üst seviyesindeki tanrılıklara aforoz sözleri yöneltiliyordu. Daha sonra dünyadaki mekanına geri dönmesi için demonun kendisi zorlanıyordu. Belirgin biçimde mukavemet gösteriyorsa, tüyler ürpertici tehditler savruluyor ya da ceset, canlı yılanlarla kamçılanıyordu. Eğer cesette demonun mağlubiyeti kabul ettiğini ve geri döndüğünü belirten bir işaret ortaya çıkarsa, sorgulama başlıyordu.

Resmî yasaklara rağmen yüzyıllar boyunca var olan nekromanti, büyük başarısını şüphesiz korku uyandıran ritüellerinin başarılı sunumuna  ve bunların doğurduğu akıl almaz dehşete borçluydu. Bazı büyücüler, seyircilerini günümüzde "özel efekt" denebilecek özel ilavelerle etkiliyordu.

Örneğin bir dananın ince iç derisinden modellenmiş, bembeyaz kireçlenmiş ve iki kolay tutuşabilir zift dolu bir ölü kafatası, toprağa yerleştirilirdi Bu kafatasından demonun sesi işitilirdi. Aslında bu, altta gizli bir bölmede bulunan ve bir ses hunisi gibi çalışan leylek sesi çıkararak çare arayana hitap eden bir yardımcının sesiydi.

Sorgulamadan sonra kafatası, güya geride bir şey kalmayacak şekilde demon ile birlikte etrafı kömürle donatılıp yakılır, duman içinde kurban edilir, kısa sürede yanarak yok olurdu.

Ölü oraklına antik dönemde çok danışılmıştır ve en şaşaalı dönemini Roma İmparatorluk döneminde yaşamıştır.

Ortaçağ'da nekromanti kavramı, yazım hatası yüzünden farklı bir anlam kazanmıştır. Nekromanti'den "negromanti" ortaya çıkmış ve bundan da "nigromanti" yani kara büyü türetilmiştir. Kavram, bu form ile birlikte yavaş yavaş tamamen sihirbazlık anlamını almıştır.

Nigromanti adı altında ölülerin ruhlarının çağırılması, kilisenin tüm yasaklamalarına rağmen devam ediyordu. Ne kadar yaygın olduğu, birçok tarihi kaynaktan ispat edilmektedir.

27 Şubat 1318 tarihinde Papa 22. Johann, kısmen Papalık sarayındaki birçok ruhani ve dinsize karşı nigromantik ve diğer sanatlar nedeniyle araştırma başlatır. Papa 12. Benedikt Piskopos Wilhelm von, Paris'e tutuklanmış bir İngiliz nigromantın kendisinde bulunan ve el konulan sihirli tablosu ile birlikte Papalık sarayına gönderilmesini emreder.

Engizisyon ve Nantes Piskoposu Gilles de Rais, Fransa Mareşali'ni nigromanti nedeniyle de mahkum etmiş ve Nantes'te aforoz etmiştir. Floranslı Antonuis'in batıl inanç listesinde nigromanti, ölüm günahları arasında ele alınmıştır ve büyülü kitapların sahiplerini günah çıkarmalarına izin verilmeyeceği tehdidi ile bunları yakmaya zorlamıştır.

Bu konuyu yazdır

  OSHO - TANTRA’NIN AŞK VE ÖZGÜRLEŞME SIRLARI
Yazar: Mutlakguc - 12-06-2016, Saat: 19:58 - Forum: OSHO - Yorum Yok

TANTRA’NIN AŞK VE ÖZGÜRLEŞME SIRLARI

Onun için sana gerek yok. Senin varlığın bir engel. Ne kadar yoksan, o kadar iyi. Sen

olmadığında aşk gerçekleşir.

Aşk yapılamaz. Meditasyon yapılamaz. Coşku, mutluluk, onları başaramıyoruz, çünkü onlar

yapılamaz. Onlar eylem değil, onları kullanamazsın, tam tersine kendini salıvermek gerekir. O

zaman coşku başına gelir. O zaman mutluluk başına gelir, o zaman aşk içine girer, o zaman

aşk seni sahiplenir.

Çağdaş insan, çağdaş zihin, her şeyi sahiplenmek ve hiçbir şey tarafından sahiplenmemek

ister. Çağdaş insan her şeyin efendisi olmak ister. Ve yalnızca şeylerin efendisi olabilirsin.

Canlı olan hiçbir şeyin efendisi olamazsın. Yaşam kontrol altına alınamaz.

Çağdaş ego her şeyi kontrol altına almak ister. Ve sen kontrol altına alamadığın her şeyden

korkuyorsun.


osho.jpg


Paraya sahip olabilirsin ama aşka sahip olmazsın. Bu yüzden biz her şeyi nesnelere

dönüştürüyoruz. Hatta insanları şeylere dönüştürüyorsun. Çünkü o zaman onlara sahip

olabiliyorsun. İki insan birbirini seviyor ve hiçbiri efendi değil. Ne sevgili, ne âşık... Tersine,

efendi olan aşktır.

Sırf sahiplenebilmek için kişileri şeylere dönüştürüyoruz ve sonra hayal kırıklığına uğruyoruz.

Çünkü biz kişiye sahip olmak istiyoruz, oysa kişiye sahip olunamaz. Bir kişiye sahip

olduğunda o artık bir kişi değildir. O, ölü bir şeydir. Ve sen ölü bir şeyden tatmin olamazsın.

Aşkın sırrı, duanın sırrı, seni tatmin edebilecek her şeyin sırrı, teslimiyettir.

Âşık olduğun zaman mantığı tamamen bir kenara atarsın. İşte bu yüzden ‘aşka düşmek’

deriz. Nereden düşüyor? Baştan yüreğe düşüyor.

Çağdaş hayatın tüm acısının sebebi, sevmediği zaman insanın hayatında bir anlam

hissedemiyor olmasıdır. Yaşam anlamsız görünür. Aşk ona anlam verir. Aşk tek anlamdır.

Biri hayatın ne anlamı olduğunu sorduğunda, bir aşk deneyiminde çiçeklenemediği için

soruyor. İnsan âşık olduğunda hayatın ne anlamı olduğunu asla sormaz. Hayatın anlamı aşktır.

Ve aşk aracılığıyla dua mümkündür. Çünkü dua da bir aşk ilişkisidir. İki birey arasında değil,

bir bireyle varoluşun kendisi arasında. O zaman tüm varoluş, sevgilin ya da âşığın olur.

Sevebiliyorsan, ilâhi olana girmişsin demektir.

Bu bilincin merkezi egodur. Tantra ile Yoga’nın ilgilendikleri durumlar bilinç üstüdür. Bilinç

üstü, tüm bilinçsizliğinin bilinç haline gelmesidir. Bilinçsizlikte ego yoktur, bütünsündür.

Bilinç üstünde yine ego yoktur, bütünsündür. Ama bu ikisinin arasında bilinçli zihnin bir

merkezi vardır: Ego. Ego sorundur.

Bilinçsizlikte erersen, bu aşktır. Bilinç üstünde erersen, bu duadır. Ama ikisi de erimektir.

Aşk konusunda, dua konusunda hiçbir şey yapılamaz. Bilinçli zihin kudretlidir, hiçbir şey

yapamaz. Onun kaybedilmesi, bir kenara konması gerekir. Ne zaman kendi ötene geçmek

istersen yolu teslimiyettir. Aşkta da, duada da...

Her açıdan teslimiyet ölümdür. Aşk ölümdür ve yaşam da daimi bir ölümdür.

Ölmeye hazırsan, yaşam başına gelir. Bu çelişkili görünür ama kanun budur. İsa der ki:

“Kaybetmeye hazır olan kazanacaktır. Ve tutunan her şeyi kaybedecektir.”

Bu konuyu yazdır

  astral mı bilmem rüyalarım
Yazar: Cemre Neria Turunç Parlanti - 12-06-2016, Saat: 19:38 - Forum: ASTRAL SEYAHAT - Yorumlar (2)

1-yatagımda uyuyorum rüyada yanımda ikizim gibi bir kız senin dogaüstü güçlerin var diyor ve yatagın uzerinde havaya kaldırıyor telefon çalıyor annemi isteyen erkek sesi tanımıyorum onu biz kızlarıyız güçlerimiz var diyip teli kapatıyoruz

2- rüyamda dagların ve rüzgarın gücünü çağırıyordum izin alıyordum gelmeleri için

3- şeytan evime girmek istiyor yataktan kalkıyorum mutfak kapısını açıyorum ve yüzüne nas felak okuyorum bana bagırıyor eve giremiyor
 
4- rüyamda 2 kere uçuyorum yere iniyorum

5- dünyanın üzerindeyim yukarıda yıldızlar var asagıda dünya masada oturuyorum o ara yerde

6- elime yanan ateş alıyorum beni yakmıyor ateş göktaşlarına atıyorum parçalanıyor 

7- iki kere cinler alemini gördüm gelmicem buraya dedim hayır gelceksin dediler

8- 2 uzaylı ile tanıştım ucan daire bindirdiler korkuyorum dedim geri çıktım sesleri melodik vucut hatları oval renkleri beyaz

bunları yorumlayabilir misiniz? bunlar astral midir? bilmeden astral yapmak mumkun mudur?

Bu konuyu yazdır

  ECKHART TOLLE - ZAMANI ORTADAN KALDIRMAK
Yazar: Emka - 12-06-2016, Saat: 17:30 - Forum: ECKHART TOLLE - Yorum Yok

Tolle%2BEckhart%2BWeb.jpg

ZAMANI ORTADAN KALDIRMAK

Egosuzluğu gelecekteki bir hedef haline getirip buna ulaşmak için çalışamazsınız. Elde edeceğiniz tek şey, daha fazla tatminsizlik, daha fazla içsel çelişki olur, çünkü daima henüz oraya ulaşmamış, henüz o duruma gelmemiş gibi görünürsünüz. Egodan kurtulmak geleceğe dönük bir hedef olduğunda, kendinize daha fazla zaman verirsiniz ve daha fazla zaman da daha fazla ego demektir. Ruhsal araştırmanızın kılık değiştirmiş bir ego olup olmadığına dikkat edin. Kendinizi “benlik”ten kurtarmaya çalışmak bile, geleceğe dönük bir hedef haline getirildiğinde ego olmaktan kurtulamaz. Geçmiş ve gelecek olarak zaman, sahte zihin ürünü benliğin, yani egonun varlığını sürdürmek için kullandığı şeydir ve sadece zihninizdedir. Somut varlığı olan, hatta beş duyunuzla algılayabileceğiniz bir şey bile değildir. Zaman, hayatın yatay boyutudur ve gerçekliğin yüzeysel tabakasıdır. O halde dikey bir boyutu, yani derinliği de olmalıdır ve ona sadece şu anda ulaşabilirsiniz.

Bu yüzden, kendinize daha fazla zaman yüklemek yerine, zamandan kurtulun. Zamanı bilincinizden silip atmak, egoyu ortadan kaldırmak demektir. Bu, tek gerçek ruhsal uygulamadır.
Zamanı ortadan kaldırmaktan söz ederken, elbette ki saatlerden söz etmiyoruz. Saatler olmadan bu dünyada hareket etmek neredeyse imkansız olurdu. Asıl sözünü ettiğimiz, psikolojik zamanı ortadan kaldırmaktır; yani egonun geçmiş ve gelecekle sürekli uğraşmasına son vermek.

Hayata alışkanlık olarak söylediğiniz hayır, bir evet haline geldiğinde, şu anın olduğu gibi olmasına izin verdiğinizde, egoyla birlikte zamanı da ortadan kaldırırsınız. Egonun hayatta kalabilmesi için, zamana ihtiyacı vardır ve şu andan nefret eder. Ego, şu anla dost olmaya tahammül edemez. Ama hiçbir şey egoyu uzun süre tatmin edemez. Hayatınızı ego yönettiği sürece, mutsuz olmanın iki yolu vardır: İstediğinizi elde edememek ve istediğinizi elde etmek.
Şu anda olanlar, şu anın aldığı biçimdir. İçsel olarak ona direndiğiniz sürece, biçim sizi biçimin ötesinde gerçekte kim olduğunuzdan, Yaşamın biçimi olmayan birliğinden ayırır. Şu anın aldığı biçime samimi bir şekilde evet dediğinizde, o biçim biçimi olmayan boyuta açılan bir kapı haline gelir. Dünya ile Tanrı arasındaki ayırım yok olur.

Hayatın şu anda aldığı biçime tepki verdiğinizde, şimdiye bir araç, bir engel ya da bir düşman olarak baktığınızda, kendi biçimsel kimliğinizi, yani egonuzu güçlendirirsiniz. Ego tepkiselliktir. Tepkisellik nedir? Tepkiye bağımlı hale gelmektir. Ne kadar tepkisel olursanız, kendinizi o ölçüde biçime dolarsınız. Kendinizi biçimle tanımladığınız sürece, egonuz da o denli güçlenir.
Biçime direnmediğinizde, biçimin ötesindeki gerçek özünüz kısa ömürlü biçimsel kimliğinizden çok daha büyük ve sessiz bir güç olarak ortaya çıkar. O, biçim dünyasındaki her şeyden daha çok sizsinizdir.

Bu konuyu yazdır

  ECKHART TOLLE - KİM OLDUĞUNUZU DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
Yazar: Emka - 12-06-2016, Saat: 17:28 - Forum: ECKHART TOLLE - Yorum Yok

Tolle%2BEckhart%2BWeb.jpg

KİM  OLDUĞUNUZU DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

Kimlik duygunuz, ihtiyaçlarınızı ve sizin için hayatta önemli olan şeyleri belirlemenizi sağlar; sizin için önemi olan şeyler ise, aynı zamanda sizi üzme ve rahatsız etme potansiyeline de sahiptir. Bunu, kendinizi ne kadar derinden tanıdığınızı anlamak için bir kriter olarak kullanabilirsiniz. Sizin için önemli olan şey, söyledikleriniz ya da inançlarınızla ilgili olmak zorunda değildir; sizin için asıl önemli olan şeyleri ele verecek olan, yaptıklarınız ve verdiğiniz tepkilerdir. Dolayısıyla kendinize şu soruyu sorabilirsiniz: Beni rahatsız eden, öfkelendiren ve üzen şeyler neler? Eğer küçük şeyler sizi üzüyor ve sinirlendiriyorsa, o zaman kendinizin de öyle olduğunuzu düşünüyorsunuzdur; yani küçük. Bilinçaltınızdaki inanç budur. Peki küçük şeyler neler olabilir? Aslında her şey küçük ve önemsizdir, çünkü her şey gelip geçicidir.


“Ölümsüz bir ruh olduğumu biliyorum,” ya da “Bu çılgın dünyadan bıkıp usandım, tek istediğim biraz huzur,” diyebilirsiniz; ama ancak telefon çalana kadar. Kötü haber: Borsa çöktü; anlaşma bozuldu; arabanız çalındı; kayınvalideniz geldi; yolculuğunuz iptal edildi, sözleşme bozuldu; eşiniz sizi terk etti; daha fazla para istiyorlar; bunun sizin hatanız olduğunu söylüyorlar. Aniden endişelenir ve öfkelenirsiniz. Sesiniz sertleşir: “Buna daha fazla dayanamıyorum.” Başkalarını suçlar, onlara saldırır, kendinizi savunur ve haklı çıkarmaya çalışırsınız; üstelik hepsi otomatik pilota bağlanmış şekilde olur. Açıkça görüldüğü gibi, şimdi kendiniz için az önce başka bir şey istemediğinizi söylediğiniz halde, huzurdan çok daha önemli olan başka bir şey vardır ve artık ölümsüz bir ruh olduğunuzu düşünmezsiniz bile. Anlaşma, para, sözleşme, kayıp ya da kayıp tehlikesi daha önemlidir. Kim için? Az önce sözünü ettiğiniz ölümsüz ruh için mi? Hayır, egonuz için. Küçük benliğiniz, geçici olan şeylerde güvenlik veya tatmin aramakta, bulamadığı için de öfkelenmektedir. Eh, en azından şimdilik gerçekte kim olduğunuzu düşündüğünüzü biliyorsunuz.


Eğer istediğiniz şey gerçekten huzursa, huzuru seçersiniz. Eğer sizin için en önemli şey gerçekten huzur-sa ve kendinizin gerçekten ölümsüz bir ruh olduğunuza inanıyorsanız, zorlayıcı insanlarla ya da durumlarla karşılaştığınızda tepki vermezsiniz ve tamamen uyanık kalırsınız. Durumu hemen kabullenirsiniz ve kendinizi ondan ayırmak yerine, onunla birleşirsiniz. Sonra, uyanıklığınız sayesinde bir cevap gelir. Cevap veren gerçek sizsinizdir (bilinç), olduğunuzu sandığınız kişi değil (küçük ben ya da ego). Son derece güçlü ve etkili olduğundan, hiçbir durumu ya da insanı düşman olarak görmesine gerek yoktur.

Dünya sürekli olarak sizin için gerçekten neyin önemli olduğunu gözünüze sokarak, kimliğinizle ilgili kendinizi uzun süre kandırmanızı engeller. Özellikle bir sorunla karşılaştığınız zaman insanlara ve durumlara tepki verme şekliniz, kendinizi ne kadar iyi tanıdığınızın en gerçekçi göstergesidir.


Kendinizle ilgili ne kadar sınırlı, ne kadar dar bir ego-sal bakış açınız varsa, başkalarının egosal sınırlarına o denli tepki verirsiniz. Onların “hatalarını” ya da hataları olarak algıladığınız şeyleri, onların kimliği olarak yorumlarsınız. Yani sadece onların egolarını görür ve dolayısıyla kendi egonuzu güçlendirirsiniz. Başkalarının egolarının içinden bakmak yerine, egonun kendisine bakarsınız. Peki egoya bakan kimdir? Sizin egonuz elbette.

Fazlasıyla bilinçsiz insanlar, kendi egolarını başka insanlardaki yansımalarından deneyimlerler. Başkalarında tepki verdiğiniz şeyin aslında sizde de olduğunu anladığınızda, kendi egonuzun farkına varmaya başlarsınız. Bu noktada, başkalarının size yaptığını sandığınız şeyleri başkalarına yaptığınızı da fark edebilirsiniz. O zaman da kendinizi kurban olarak görmekten vazgeçersiniz.
Siz ego değilsiniz, dolayısıyla kendi egonuzun farkına varmanız, kim olduğunuzu bildiğiniz anlamına gelmez sadece kim olmadığınızı bildiğiniz anlamına gelir. Ama kim olmadığınızı bilmek, gerçekte kim olduğunuzu bilmek yolundaki en büyük engeli aşmak demektir.

Kimse size kim olduğunuzu söyleyemez. Eğer söylerse, bu başka bir kavram olur ve yine değişemezsiniz. Kimlik, inançsızlığı gerektirir. Aslında, her inanç bir engeldir. Zaten her kimseniz o olduğunuzdan, kim olduğunuzun farkında olmanıza bile gerek yoktur. Ama farkındalık olmadan, gerçek kimliğinizi bu dünyaya gösteremezsiniz. Gerçek kimliğiniz, ifade edilmemiş bir şekilde olduğu yerde kalır. O zaman da bankada 100 milyon doları varken sokakta dilenen yoksul bir adam gibi olursunuz, çünkü onun da sahip olduğu zenginlik ifadesini bulmamıştır.

Bu konuyu yazdır

  ECKHART TOLLE -MUTLULUĞUN SIRRI
Yazar: Emka - 12-06-2016, Saat: 16:50 - Forum: ECKHART TOLLE - Yorum Yok

VAR OLMANIN GÜCÜ MUTLULUĞUN SIRRI

Yukarıdakilerin hepsi gerçeklikle karıştırılan varsayımlar, incelenmemiş düşüncelerdir. Sizi şimdi huzurlu olmadığınıza ya da olamayacağınıza inandırmak için egonun kurguladığı hikâyelerdir. Huzurlu olmak ve kendiniz olmak, aslında aynı şeydir. Ego der ki: Belki gelecekte bir gün, huzurlu olabileceğim; eğer bu, şu ya da o olursa, bunu ya da şunu elde edersem. Ya da şöyle der: Geçmişimde olan bir şey yüzünden asla huzurlu olamayacağım. Eğer başka insanların hikâyelerini dinlerseniz, şöyle bir başlıkla karşılaşırsınız: “Şimdi Neden Huzurlu Olamıyorum.” Ego, huzurlu olmak için tek fırsatınızın şimdide olduğunu bilmez. Ama belki de biliyordur ve sizin de keşfetmenizden korkuyordur. Sonuçta huzur, egonun sona ermesidir.


Şimdi nasıl huzurlu olabilirsiniz? Şu anla barış yaparak. Unutmayın, hayat oyununu sadece “şimdi”de oynayabilirsiniz. Başka bir zaman ya da yer olamaz. Şu anla barış yaptığınız anda, neler olduğunu görün, neler yapabildiğinizi veya ne yapmayı seçebildiğinizi ya da hayatın sizin sayenizde neler yaptığını görün. Yaşam sanatını özetleyen, bütün başarıların ve mutluluğun sırrını veren sadece üç kelime var: Yaşamla Bir Olun. İnsanın yaşamla bir olması, şimdiyle bir olmasıdır. O zaman aslında hayatı yaşamadığınızı, hayatın sizin sayenizde yaşadığım görürsünüz. Hayat dansçıdır ve siz de danssınız.



o-ECKHART-TOLLE-NEW-EARTH-OWN-facebook.jpg


Ego gerçekliğe karşı kırgın olmayı sever. Gerçeklik nedir? Her neyse o. Buda buna tatata derdi; hayatın böyleliği. Yani şu an nasılsa öyle. Anın böyleliğine karşı çıkmak, egonun temel özelliklerinden bilidir. Egonun beslendiği olumsuzluğu ve bayıldığı mutsuzluğu yaratan şey budur. Bu şekilde kendinize ve başkalarına acı çektirirsiniz ve ne yaptığınızı, aslında dünyada cehennemi yarattığınızı bile bilmezsiniz. Farkında olmadan acı yaratmak; işte bilinçsiz yaşamanın özü. Bu, tamamen egonun esiri olmak demektir. Egonun kendini tanıyamaması ve ne yaptığını görememesi, inanılmazdır. Başkalarına acı çektiren şeyler yapar ve bunun farkına bile varmaz. Bu işaret edildiğinde, öfkeyle inkar eder, akıllıca tartışmalara girişir ve gerçekleri çarpıtmak için kendini haklı çıkarmaya çalışır, insanlar bunu yapar, şirketler bunu yapar, hükümetler bunu yapar. Diğer her şey başarısız olduğunda, ego bağırıp çağırmaya, ve hatta fiziksel şiddete başvurur. Komandoları gönderin. İsa’nın çarmıhtayken söylediği sözlerin anlamını ancak şimdi anlayabiliyoruz: “Onları bağışla, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.”


Binlerce yıldır insanlığı etkisi altında tutan acıya son vermek için, önce kendinizden başlamalı, içsel durumunuzla ilgili sorumluluğunuzu kabul etmelisiniz. Bu da şimdi demektir. Kendinize şöyle sorun: “Şu anda içimde herhangi bir olumsuzluk var mı?” Sonra uyanık olun ve hem duygularınızı hem de düşüncelerinizi gözlemleyin. Daha önce sözünü ettiğim mutsuzluğu izleyin. Bu mutsuzluğu gerçeklikle açıklamaya ve haklı çıkarmaya çalışan düşüncelere karşı dikkatli olun. Kendi içinizdeki olumsuz bir durumun farkına varmanız, başarısız olduğunuz anlamına gelmez; tam aksine, başarılı olduğunuz anlamına gelir. O farkındalık başlayana kadar, insan kendini içsel durumuyla tanımlama eğilimindedir ve bu tanımlama da egodur. farkındalıkla birlikte düşüncelerden, duygulardan ve tepkilerden uzaklaşmak gelir. Bu, inkarla karıştırılmamalıdır. Düşünceler, duygular veya tepkiler tanınır ve tanındıkları anda, otomatik olarak çözülür. O zaman benlik duygunuzda belirgin bir değişiklik olur: Daha önce duygularınız, düşünceleriniz ve tepkilerinizdiniz; şimdi ise o durumlara tanıklık eden Varlıksınız.


“Bir gün egomdan kurtulacağım.” Bunu kim söylüyor? Ego! Egodan kurtulmak hiç de o kadar büyük bir iş değildir; tam aksine, çok basittir. Bütün yapmanız gereken, kendi düşüncelerinizin ve duygularınızın farkında olmaktır. Bu gerçekte bir “yapış” değil, bir “görüş“tür. Bu açıdan, kendinizi egodan kurtarmak için yapabileceğiniz bir şey olmadığını söylemek doğrudur. Bu değişiklik gerçekleştiğinde, düşünceden farkındalığa geçtiğinizde, egonun aklından çok daha büyük bir zekâ hayatınızı kontrol altına alır. Duygular ve hatta düşünceler bile farkındalık sayesinde kişisellikten uzaklaşır. Kişiliksiz doğaları tanınır. Artık içlerinde benlik kalmaz. Sadece insan duyguları, insan düşünceleridir. Bir hikâyeden ibaret olan bütün kişisel geçmişiniz, bir yığın düşünce ve duygu, ikincil derecede öneme sahip olur ve artık bilincinizin en yüksek noktasını meşgul etmez. Artık kimlik duygunuzun temelini oluşturan şey onlar değildir. Siz Varlığın ışığı, tüm düşünce ve duygulardan önce var olan farkındalık olursunuz.

Bu konuyu yazdır

  ECKHART TOLLE - GERÇEK: GÖRECE Mİ, YOKSA MUTLAK MI?
Yazar: Emka - 12-06-2016, Saat: 16:48 - Forum: ECKHART TOLLE - Yorum Yok

GERÇEK: GÖRECE Mİ, YOKSA MUTLAK MI?

Basit ve kanıtlanabilir gerçeklerin ötesinde, “Ben haklıyım, sen haksızsın,” görüşü gerek kişisel ilişkilerde, gerekse uluslar, kabileler, dinler vb. arasındaki ilişkilerde çok tehlikeli bir şeydir.

Ama “Ben haklıyım, sen haksızsın,” inancı, egonun kendini güçlendirmesinin en temel yollarından biridir ve kendini haklı kılıp başkalarını haksız çıkarırken, insanlar arasında ayrım ve çatışmalara neden olmaktadır. Peki bu, hiçbir şekilde doğru ve yanlış davranışların, eylemlerin ya da inançların olmayacağı anlamına mı gelir? Bu, bazı çağdaş Hıristiyan öğretilerinin zamanımızın en büyük kötülüğü olarak gördüğü ahlaki görecelik değil midir?


Gerçek şu ki Hıristiyanlık tarihi, mutlak gerçeğin tek sahibi olduğuna inanmanın - diğer bir deyişle, haklı olmanın - eylemleri ve davranışları delilik noktasına vardıracak kadar sapkınlığa yol açabileceğinin en güzel örneğidir. Asırlar boyunca görüşleri Kilise doktrininden bir parça saptığı ya da İncil’in dar görüşlü yorumları (“Gerçek”) haklı ve kendileri haksız görüldüğü için insanlara işkence yaptılar ya da diri diri yaktılar. Kilise’ye göre bu insanlar o kadar hatalıydı ki öldürülmeleri gerekiyordu. Gerçek, insan hayatından daha önemli olarak algılanıyordu. Peki Gerçek neydi? İnanılması gereken bir hikâye; diğer bir deyişle, bir yığın düşünce biçimi.


Kamboçya’nın manyak diktatörü Pol Pot’un öldürülmesini emrettiği bir milyon insan, gözlük takanları da kapsıyordu. Neden mi? Ona göre, tarihin Marksist yorumu mutlak gerçekti ve Pol Pot’un kendi yorum eklemelerine göre, gözlük takan insanlar eğitimli sınıfa aitti, yani burjuvalar, köylüleri sömüren asalaklardı ve öldürülmeleri gerekiyordu. Yeni bir sosyal düzen kurulabilmesi için, onların ortadan kaldırılması şarttı. Onun gerçeği de bir yığın düşünce biçiminden ibaretti.


Kilise, göreceliğin, yani insan davranışlarına rehberlik edecek hiçbir mutlak gerçeğin bulunmadığı inancının zamanımızın en büyük kötülüğü olduğunu düşünmekte kesinlikle haklı; ama onu bulamayacağınız bir yerde ararsanız, mutlak gerçeği asla bulamazsınız: Doktrinlerde, ideolojilerde, kural yapılarında veya hikâyelerde. Bütün bunların ortak noktası nedir? Hepsi düşünceden oluşur. Düşünce, gerçeğe işaret edebilir ama asla gerçeğin kendisi değildir. Bu yüzden Budistler şöyle derler: “Ay’ı işaret eden parmak, Ay değildir.” Bütün dinler, nasıl yaklaştığınıza bağlı olarak, aynı derecede doğru ve aynı derecede yanlıştır. Onları egonun ya da Gerçeğin hizmetinde kullanabilirsiniz. Sadece kendi dininizin Gerçek olduğuna inanırsanız, dininizi egonun hizmetinde kullanıyorsunuz demektir. Bu şekilde kullanıldığında, din ideoloji haline gelir ve insanlar arasında çatışma, ayrılık ve hayali bir üstünlük duygusu yaratır.  Gerçeğin hizmetinde kullanıldıklarında ise, çoktan uyanmış olan insanların ruhsal uyanış yolunda size bıraktıkları tabelaları ve işaretleri görür, onları olması gerektiği şekilde izleyerek kendinizi biçimle tanımlamalardan özgürleştirirsiniz.



Sadece bir tek mutlak Gerçek vardır ve diğer tüm gerçekler ondan türemiştir. O Gerçeği bulduğunuzda, davranışlarınız da onunla uyum içinde olur. İnsan davranışları Gerçeği yansıtabileceği gibi, illüzyonu da yansıtabilir. Gerçek söze dökülebilir mi? Elbette. Ama kelimeler Gerçeğin kendisi olamaz; sadece Ay’ı işaret eden parmak olabilirler.


Gerçek sizden ayrılamayacak bir şeydir. Evet, Gerçeğin kendisisiniz. Onu başka bir yerde aradığınız her seferinde aldanırsınız. Öz Varlık olarak siz Gerçeğin kendisisiniz. “Ben yolum, ben gerçeğim, ben yaşamım,” dediğinde, İsa bunu kastediyordu. Bu sözler doğru anlaşıldığı takdirde, İsa’nın gerçeği en güçlü ve doğrudan işaret ettiği bölümdür. Ama yanlış yorumlandıklarında, çok büyük bir engel haline gelebilirler. İsa en derindeki, en temeldeki Ben’den söz etmiştir; bütün canlıların temel özü olan kimlikten. Hayattan bizler olarak söz etmiştir. Bazı Hıristiyan mistikler, buna içteki İsa demişlerdir; Budistler aynı şeye içteki Buda derler; Hindular için ise içte yaşayan tanrı, Atman’dır. Kendi içinizdeki o boyutla bağlantı kurabildiğinizde - bunu doğal olarak yapabildiğinizde, mucizevi bir başarı olarak değil - bütün eylemleriniz ve ilişkileriniz, derinden hissettiğiniz tüm yaşamın birliğini yansıtacaktır. Bu sevgidir. Kanunlar, emirler, kurallar ve tüzükler, kendi özlerinden uzaklaşanlar için gereklidir. Kurumsal kanunların asıl amacı, egonun aşırı uçlara kaymasını engellemektir ama bunu bile yapamamaktadırlar.

Bu konuyu yazdır

  ECKHART TOLLE İLE TEPKİSELLİK VE KİN
Yazar: Emka - 12-06-2016, Saat: 16:46 - Forum: ECKHART TOLLE - Yorum Yok

Kırgınlık genellikle şikayet etmeyle birlikte oluşan bir duygu olsa da, öfke gibi daha güçlü bir duyguyla da ortaya çıkabilir. Bu şekilde, enerjik açıdan çok daha yüklü bir hale gelir. Şikayet etmenin ardından tepkisellik gelir ki bu da egonun kendini güçlendirmek için başvurduğu diğer bir yoldur. Tepki vermek için bir sonraki şeyi bekleyen çok kişi vardır. Rahatsızlık duyacakları veya sinirlenecekleri bir şey arayıp dururlar ve genellikle de bir sonraki öfke nedenini bulmaları uzun sürmez. “Bu çok büyük bir terbiyesizlik,” derler. “Nasıl cüret edersin?” “Buna çok kızdım.” Bazı insanlar nasıl madde bağımlısı olursa, bu insanlar da öfke bağımlısıdırlar. Şuna buna öfkelenerek,  benlik duygularını güçlendirirler.

Uzun süreli kırgınlığa kin adı verilir. Kin, sürekli bir duygudur ve birçok kişinin egosunda bu yüzden önemli yer tutar. Kolektif kin - kan davası gibi - ulusların ya da kabilelerin kolektif bilinçsizliğinde uzun süre devam edebilir ve asla sona ermeyen bir şiddet döngüsünü canlı tutar.

Kin, bazen uzak geçmişte yaşanmış ama takıntılı düşünceler sayesinde canlı tutulmuş bir olaydan kaynaklanan güçlü bir olumsuz duygudur. Böyle bir durumda insanlar sürekli “biri bana şunu yapmıştı” ya da “biri bize şunu yapmıştı” deyip dururlar. Diğer yandan, kin aynı zamanda hayatınızın diğer alanlarını da kirletir. Örneğin, kin duyduğunuz kişi hakkında düşünürken ve nefretinizi hissederken, şu anda olan bir şeyi, şu anda konuştuğunuz bir kişiyi ya da size yapılan bir şeyi algılamanızı tamamen çarpıtacak olan olumsuz bir duygusal enerjiyle karşılaşırsınız. Güçlü bir kin, hayatın büyük bölümünü kirletmeye ve sizi egonun tutsağı konumunda tutmaya yeter.

Hâlâ kin güdüp gütmediğinizi, hayatınızda hâlâ tamamen bağışlamadığınız bir “düşmanın” bulunup bulunmadığını anlamak için kendinize karşı son derece dürüst olmanız gerekir. Eğer böyle bir durum söz konusuysa, hem duygu hem de düşünce olarak kinin farkına varmalısınız; yani, nefret duygusunun yanı sıra, onu canlı tutan düşünceleri de fark edebilmelisiniz. Kininizden kurtulmaya çalışmayın. Kinden kurtulmaya, bağışlamaya çalışmak işe yaramaz. Bağışlama, ancak nefretinizin sahte bir benlik duygusunu güçlendirmekten başka bir amaca hizmet etmediğini anladığınızda doğal olarak gelecek olan bir şeydir. Görmek, özgürleşmektir. “Düşmanlarınızı bağışlayın,” derken, İsa aslında insan zihnindeki en temel egosal yapılardan birini ortadan kaldırmaktan söz ediyordu.



Geçmiş, sizi şimdide yaşamaktan alıkoyma gücüne sahip değildir. Bunu sadece geçmişe dayalı nefret ve kin yapabilir. Peki kin ya da nefret nedir? Sadece eski düşünce ve duygulardan oluşan bir “yük.”




maxresdefault.jpg

Bu konuyu yazdır

  ECKHART TOLLE - EGONUN ÖZÜ
Yazar: Emka - 12-06-2016, Saat: 16:45 - Forum: ECKHART TOLLE - Yorum Yok

Bazı insanlar kendilerini zihinlerindeki sesle - istek dışı ve sürekli düşüncelerle onlara eşlik eden duygular - öylesine derinden tanımlamışlardır ki zihinlerinin esiri olduklarını söyleyebiliriz. Bunu hiçbir şekilde fark etmediğiniz sürece, düşünen kişiyi kendiniz sanırsınız. Bu egosal zihindir. Egosal diyoruz, çünkü her düşüncede - her anı, her yorum, görüş, bakış açısı, tepki veya duygu - bir benlik duygusu vardır. Ruhsal açıdan ele alırsak, bu bilinçsizliktir. Düşünceleriniz, zihninizin içeriği, elbette ki geçmişinizle şartlanmıştır; yetiştiğiniz ortam, kültürünüz, aile geçmişiniz vb. gibi. Bütün zihinsel faaliyetlerinizin özünde, sürekli tekrarlanan belli düşünceler, duygular ve tepki kalıpları vardır. İşte bu kimlik, egonun kendisidir.

Daha önce de gördüğümüz gibi, birçok durumda “ben” dediğinizde, konuşan egodur. İçinde düşünce ve duygu, “ben ve geçmişim” diye tanımladığınız bir yığın anı, farkında olmadan oynadığınız ve alışkanlık haline gelmiş roller, milliyet, din, ırk, sosyal sınıf ya da politik eğilimler gibi kolektif tanımlamalar vardır. Buna ek olarak, sadece mülkiyetlerle değil, aynı zamanda görüşler, dış görünüş, uzun süreli kırgınlıklar, kendinizi başkalarından daha iyi ya da daha kötü veya başarılı ya da başarısız olarak görmeniz gibi kişisel tanımlamalar da söz konusudur.
Egonun içeriği kişiden kişiye değişir ama her egoda aynı yapı işler. Diğer bir deyişle: Egolar sadece yüzeyde değişir. 


Derinlerde hepsi aynıdır. Peki hangi şekillerde aynıdır? Tanımlama ve ayrılıkla yaşarlar. Ego olarak tanımladığımız, benlik içeren zihin ürünü düşünceler ve duygularla yaşadığınızda, kimliğinizin temeli sallantılıdır, çünkü düşünce ve duygular doğalarında gelip geçicidir. Her ego sürekli olarak hayatta kalmak, kendini korumak ve genişletmek için mücadele eder. Ben düşüncesini desteklemek için, “başkası” şeklinde bir zıt düşünceye ihtiyaç duyar. Kavramsal “başkası” olmadan, kavramsal “ben” hayatta kalamaz. Başkaları, onları en çok düşmanlarım olarak gördüğüm zaman başkalarıdır. Bu bilinçsiz egosal kalıbın temelinde, başkalarında hata bulma ve şikayet etme gibi egosal bir alışkanlık yatar. 

“Neden kardeşinizin gözündeki çapağı görürsünüz de, kendi gözünüzdeki merteği görmezden gelirsiniz?” dediğinde, İsa bunu kastetmişti. Terazinin diğer ucunda, bireyler arasındaki fiziksel şiddet ve uluslar arasındaki savaşlar vardır.   İncil’de,   İsa’nın sorusu cevapsız kalmaktadır ama cevap elbette ki şudur: Çünkü başka birini eleştirdiğimde ya da suçladığımda, bu bana kendimi üstün ve daha büyük hissettiriyor.

Bu konuyu yazdır