Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,075
» Son Üye: rahmanmutlu
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1250 kullanıcı aktif
» 1 Kayıtlı
» 1249 Ziyaretçi
rahmanmutlu

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 233
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 352
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 782
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 702
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,549
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,922
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,129
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,318
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,570
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,854

 
  Mucizevi Sıvı Kan ve Kalp
Yazar: Archilles - 22-05-2016, Saat: 16:57 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Benzeri Üretilemeyen Mucizevî Sıvı: Kan


Kanda gerçekleşen olayları inceleyen bilim adamları karşılaştıkları kusursuz düzeni taklit edebilmek için çalışmalarını sürdürmektedirler. Ancak bugüne kadar somut bir gelişme kaydedilememiştir. Hatta araştırmacılar bu olağanüstü sıvıyı taklit etmeye çalışmaktan vazgeçmişler, kan ile ilgili araştırmaların yönünü değiştirmişlerdir. Oksijen taşıyabilen yedek bir sıvıyı üretmek için çalışmalar yürütmektedirler.
Ancak bilim adamları kan ile ilgili çalışma yaparken çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Kanı damardan çektikleri anda kan pıhtılaşmaktadır. Kan hücrelerinin mikroskop altında ve bedende aynı şekilde hareket edip etmedikleri bilinmemektedir. Ayrıca kan ne plastik hortumda ne de cam şişede tam anlamıyla canlı kalmadığı için içindeki hücreler ayrı ayrı alınıp incelenmektedir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda bilim, canlı 'kan'ı değil laboratuardaki kanı analiz ederek tanımaktadır.1
Laboratuarlarda benzeri üretilemeyen bu olağanüstü madde insan ilk ortaya çıktığından beri vücutta üretilmektedir. Bugün sahip olduğumuz yüksek teknoloji ile taklidi dahi yapılamayan bir maddenin zaman içinde kendi kendine tesadüflerin etkisiyle oluştuğunu iddia etmek akılcılıktan tamamen uzaklaşmak demektir. Pek çok canlı türüne hayat veren bu madde Allah'ın yaratışının açık delillerinden bir tanesidir.
Vücuttaki Geri Dönüşüm Sistemi ile Sağlanan Ekonomi 

İnsan vücudundaki geri dönüşüm sistemi de kusursuz bir yapıya sahiptir. Her an çok sayıda işlemin gerçekleştiği vücudumuzda sürekli zararlı atıklar, ölü hücreler, vücuda giren ve savunma sistemi tarafından parçalanan yabancı maddeler ve daha pek çok gereksiz madde dolaşır. Ancak bunların hiçbiri vücuda zarar vermez. 
Çünkü vücutta bu maddeleri dışarı atabilecek veya vücut içinde gereken işlemlerde değerlendirecek sistemler mevcuttur. Örnek olarak sürekli yenilenen alyuvar hücrelerini verebiliriz. Bu hücrelerin ömrü yaklaşık 120-130 gün kadardır. Yaşlı alyuvarlar karaciğerde, dalakta ve kemik iliğinde ölürler. Ölen alyuvarların yerine de sürekli yeni alyuvarlar üretilir. Her saniye 10 milyon alyuvar ölür ve yerine her gün 200 milyar yeni hücre oluşturulur ve bu şekilde vücudun tüm alyuvarları yaklaşık dört ayda bir tamamen yenilenmiş olur.2 
Ölen alyuvarların içinde bulunan demir molekülü de vücudumuzdaki 'geri dönüşüm' sistemiyle yeni alyuvarların üretiminde kullanılmak üzere depolanır. Bu mükemmel bir endüstriyel planlama örneğidir.3Böyle bir planlamanın kendiliğinden ortaya çıkamayacağı açıktır. Alyuvarları bu özellikleriyle birlikte yaratan Allah'tır.


Kalp Nasıl Beslenir? 

Kalp kası, besin maddelerinin ve oksijenin geçemeyeceği kadar kalın ve sıkı dokuludur. Bu nedenle kendi içinden geçen kandan yararlanamaz. Ancak kalp de bir organdır ve diğer organlar gibi hücrelerinin kana ihtiyacı vardır. Hatta kalp sürekli çalışan bir kas olduğu için diğer bütün organlardan çok daha fazla oksijene ihtiyacı vardır.
Kalbin bu ihtiyacı da yine çok benzersiz bir sistem sayesinde çözülmüştür. Akciğerlerden kalbin sol bölümüne gelen kan, vücuttaki en temiz ve en bol oksijenli kandır. Bu kanın vücuda pompalandığı aort atardamarından "koroner atardamarlar" denilen iki damar çıkar. Bu damarlar diğer damarlar gibi vücuda gitmez, gerisin geriye kalbe döner. Böylece en bol oksijene sahip kan, başka hiçbir yere uğramadan doğrudan kalbe ulaştırılır.
Bir başka özel mekanizma da koroner damarların döşenme planında vardır. Bu damarlar kalbe doğru giderken, birbirleriyle ara bağlantılar yaparlar. Bu bağlantılar damarlardan birinin tıkanmasına karşı bir sigortadır. Eğer damarlardan biri tıkanırsa, kan diğer damardan yoluna devam ederek tıkalı bölümü aşar ve kalbe ulaşır. Bu tasarım şehir planlama uzmanları tarafından içme suyu şebekeleri döşenirken kullanılır. Mevcut borulardan birinde arıza olması halinde şehrin bir bölgesinin susuz kalmaması için borular "ağ sistem" denilen bu tasarıma uygun olarak döşenir. 
Görüldüğü gibi yalnızca kalbi besleyen damarların birbirleriyle yaptıkları bağlantılarda bile, hiçbir tesadüfe yer bırakmayan bir akıl ve planlama görülür.
Kalbin diğer yapısal özelliklerine geçmeden önce bir hatırlatma yapmakta fayda vardır. Sadece buraya kadar anlatılan özelliklerini dikkate alsak dahi kalbin, evrimcilerin iddia ettikleri gibi aşamalı bir şekilde, üstelik de bu aşamaların tümünün tesadüfen meydana gelmesiyle oluşmasının imkânsız olduğunu hemen görürüz. 
Kalpte her yönden eksiksiz, kusursuz bir yaratılış söz konusudur. Kalbin tek başına hatta bırakın kalbin tamamını, kalbi oluşturan parçalardan birinin dahi kendi kendine oluşması kesinlikle mümkün değildir. Üstelik kalp gibi mükemmel yapıya sahip olan bir organın –ne kadar imkânsız olsa da- kendi kendine ortaya çıktığını düşünsek bile bu da hiçbir işe yaramayacaktır. Çünkü dolaşım sistemi olmayan, pompalayacak kanı olmayan bir kalp ne kadar mükemmel özelliklere sahip olursa olsun hiçbir işleve sahip olamayacaktır. Ve yine evrimci mantığa göre işlevi olmayan bir organ olarak ortadan kaybolacaktır. Görüldüğü gibi tek bir örnek dahi evrimci iddiaların kendi içinde dahi büyük çelişkiler taşıdığını ortaya koymaktadır.

Bu konuyu yazdır

  Paralel Evrenler Yanılgısı
Yazar: Archilles - 22-05-2016, Saat: 16:55 - Forum: EVREN VE BİLİM - Yorum Yok

Bilim adamlarının günümüzde doğa ve uzay üzerine yaptıkları araştırmalar açık bir gerçeği göstermektedir: “Kusursuz bir yaratılış”. Ancak bu fikri kabullenemeyenler ortaya attıkları bazı iddialarla bu gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyorlar. Medyada çıkan, “İnsan ile maymun arasındaki ara geçiş formu bulundu” ya da “Dünya dışındaki bir gezegende yaşamın izlerine rastlandı” türünde başlıklı haberler hep bu amaca hizmet ediyor. Şimdilerde ise “paralel evrenler” konusu rağbet görüyor. Bu iddia evrenin büyük bir patlama ile yaratılışı gerçeğinin karşısına bir tez olarak sunulmaya çalışılıyor. Üstelik hiçbir somut kanıtı olmaması ve kendi içinde önemli çelişkiler barındırmasına rağmen...

Bilim Dünyasını Sarsan Gözlem
Evrenin başlangıcını oluşturan ve “Big Bang” olarak da adlandırılan Büyük Patlama'nın delilleri ortaya çıkana kadar birçok bilim adamı evrenin sonsuzdan beri var olduğunu iddia ediyordu. Evrenin sonsuzdan beri var olduğu ve varlığını da sonsuza kadar devam ettireceği iddiası “Sabit Durum Teorisi” olarak adlandırılıyordu. Ancak 1929 yılında Amerikalı astronom Edwin Hubble’ın California Mount Wilson gözlemevinde yaptığı bir gözlem, bilim dünyasına bomba gibi düştü. Bu, astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biriydi.

Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsacaktı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Bu durum bir gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe incelmesi gibi düşünülebilir. Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu. Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Bilimsel gözlemler evrendeki her şeyin birbirinden uzaklaştığını ortaya koymuştu. Bu durum karşısında varılan tek sonuç, evrenin "genişlemekte" olduğuydu.
Hubble'ın ortaya koyduğu evrenin genişlediği gerçeği, materyalistlerin öngördüğü hareketsiz başlangıcı olmayan evren modelinin tam tersi bir durumu ortaya koyuyordu. Evren adeta şişirilen bir balon gibi genişliyor ve gök cisimleri de balonun üzerindeki noktalar gibi birbirlerinden uzaklaşıyorlardı.

Evren Sonsuz Değildir; Bir Başlangıcı Vardır
Evren genişlediğine göre, zamanda geriye doğru gidildiğinde çok daha küçük bir evren, daha da geriye gittiğimizde ise "tek bir nokta" ortaya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu "tek nokta"nın, muazzam çekim gücü nedeniyle "sıfır hacme" sahip olacağını gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya "Big Bang" (Büyük Patlama) dendi ve teori de aynı isimle bilindi. 
Big Bang'in gösterdiği önemli bir gerçek vardı: Sıfır hacim "yokluk" anlamına geldiğine göre, evren "yok" iken "var" hale gelmişti. Bu ise, evrenin bir başlangıcı olduğu anlamına geliyor ve böylece materyalizmin "evren sonsuzdan beri vardır" varsayımını geçersiz kılıyordu.
Big Bang'in Yeni Kanıtları Bulunuyor 
Big Bang’in tek delili genişleyen evren değildi. Zaman içinde bilim adamları Big Bang teorisini doğrulayan başka bulgulara ulaştılar. George Gamov bu bilim adamlarından biriydi. 1948 yılında Gamov, Georges Lemaitre'in hesaplamalarını geliştirdi ve Big Bang'e bağlı olarak yeni bir tez ortaya sürdü. Buna göre evrenin Büyük Patlama ile oluşması durumunda, evrende bu patlamadan geriye radyasyon olarak adlandırılan bazı kalıntıların olması gerekiyordu. "Olması gereken" bu kanıt çok geçmeden bulundu.
1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araştırmacı söz konusu kalıntıları içeren dalgaları keşfettiler. "Kozmik Fon Radyasyonu" adı verilen bu radyasyonun Big Bang'in ilk dönemlerinden kalma olduğu ortaya çıktı. Penzias ve Wilson, Big Bang'i deneysel olarak ilk gösteren kişiler oldukları için Nobel Ödülünü kazandılar.
1989 yılına gelindiğinde ise, George Smoot ve beraber çalıştığı NASA ekibi, COBE adlı yapay bir uyduyu uzaya gönderdiler. Bu gelişmiş uyduya yerleştirilen hassas tarayıcılar, Penzias ve Wilson'ın ölçümlerini doğruladı. Sonuçlar, tarayıcıların kesinlikle evrenin başlangıcındaki büyük bir patlamanın sıcak, yoğun konumunun kalıntılarını gösterdiğini kanıtladı. Çoğu bilim adamı COBE'nin başarısını Big Bang'in olağanüstü bir şekilde onaylanması olarak yorumladı.

Bu bulgu ve bilim adamlarının yorumları dünyanın birçok TV kanalında yer alacak kadar büyük bir yankı uyandırdı ve yüzyılın en büyük buluşu olarak haber verildi. Hatta bazı kanallar haberi Allah’ın varlığının delili olarak duyurdu.
Big Bang'in bir diğer önemli delili ise uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarıdır. Günümüzde yapılan ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen ve helyum gazlarının oranı, Big Bang’ten sonra arta kalan hidrojen-helyum oranı ile tamamen uyuşmaktadır. Bilindiği gibi yıldızların temel yakıtı hidrojendir. Yıldızlardaki hidrojenin helyuma çevrilmesi sayesinde buralarda ısı ve ışık üretilebilmektedir.  Eğer evren, materyalistlerin iddia ettiği gibi bir başlangıcı olmadan, sonsuzdan geliyor olsaydı, evrendeki tüm hidrojenin tamamen yanarak helyuma dönüşmesi gerekirdi.
Materyalizmin İflası
Evrenin yaratılmış olduğunu kanıtlayan somut delillerin artması üzerine bir çok materyalist bilim adamı bu delilleri yaptıkları yorumlar ile örtbas etmeye, geçiştirmeye çalıştılar.  Fred Hoyle ve Dennis Sciama da bu bilim adamlarından ikisiydi. Ancak Sciama, ardı ardına gelen ve Big Bang'i ispatlayan deliller karşısında içine düştükleri durumu şöyle anlatmak durumunda kalıyordu:
“Sabit durum teorisini savunanlarla onu test eden ve bence onu çürütmeyi uman gözlemciler arasında, bir dönem çok sert çekişme vardı. …Teorinin geçersizliğini savunan kanıtlar ortaya çıkmaya başladıkça Fred Hoyle bu kanıtları karşılamada lider rol üstlenmişti. Ben de yanında yer almış, bu düşmanca kanıtlara nasıl cevap verilebileceği konusunda fikir yürütüyordum. Ama kanıtlar biriktikçe artık oyunun bittiği ve sabit durum teorisinin bir kenara bırakılması gerçeği ortaya çıkıyordu.”

..Fred Hoyle ........................Dennis Sciama

Bu sözler adeta Big Bang'in bir zafer belgesiydi. Bu zafer, materyalistlerin ideolojilerinin temelini oluşturan; bir başlangıcı olmayan "sonsuz evren" iddiasını da yerle bir ediyordu.  Peki o zaman Big Bang'den önce ne vardı ve "yok" olan evreni büyük bir patlama ile "var" hale getiren güç neydi? Elbette ki bu sorunun cevabı, materyalistlerin de hoşuna gitmeyen gerçeği, yani bir Yaratıcı'nın varlığını göstermektedir. 81 yaşına kadar ateist olan ancak yakın bir dönemde ateizm düşüncesini terk ettiğini ve evrenin yaratılmış olduğunu kabul ettiğini açıklayan ünlü felsefeci Anthony Flew bu konuda şunları söylüyordu:
“İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını.” (Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse. Cosmos, Bios, Theos. La Salle IL: Open Court Publishing, 1992, s. 241)
Anthony Flew doğru söylüyordu, evreni sonsuz güç sahibi olan Yüce Allah yoktan yaratmıştır.
Big Bang'deki Denge

Big Bang'de gerçekten de şaşırtıcı derecede hassas bir düzenleme vardır. Bu düzenlemenin ilk basamağı, patlamanın hızıdır. Big Bang'le birlikte var olan madde, elbette etrafa korkunç bir hızla yayılmaya başlamıştır. Ama burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Patlamanın bu ilk anında, şiddetli bir çekim gücü vardır. Evrenin tümünü bir noktada toplayabilecek kadar büyük bir çekimdir bu. Dolayısıyla Big Bang'in ilk anında birbirine zıt olan iki güçten söz etmek gerekir: Patlamanın gücü ve bu patlamaya direnen, maddeyi yeniden bir araya toplamaya çalışan çekim gücü. Bu iki güç arasında bir denge oluştuğu için evren ortaya çıkmıştır. Eğer ilk anda çekim gücü patlama gücüne baskın çıksa, o zaman evren genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi gerçekleşse ve patlama gücü çok fazla olsa, bu kez de madde birbiriyle bir daha asla birleşmeyecek şekilde savrulacaktı.
Peki bu denge ne kadar hassastı? İki güç arasında ne kadarlık bir oranda farklılığa izin verilebilirdi? Avustralya'daki Adelaide Üniversitesi'nden ünlü matematiksel fizik profesörü Paul Davies, bu soruyu cevaplamak için uzun hesaplamalar yaparak şöyle bir sonuca ulaştı:  
“Hesaplamalar, evrenin genişleme hızının çok kritik bir noktada seyrettiğini göstermektedir. Eğer evren biraz bile daha yavaş genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek, biraz daha hızlı genişlese kozmik materyal tamamen dağılıp gidecekti. Eğer patlama hızının belirli hale geldiği zamanda, bu hız gerçek hızından sadece 10–18 kadar bile farklılaşsaydı, bu gerekli dengeyi yok etmeye yetecekti. Dolayısıyla evrenin patlama hızı inanılmayacak kadar hassas bir kesinlikle belirlenmiştir. Bu nedenle Big Bang herhangi bir patlama değil, her yönüyle çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur.
Havaya Atılan Bir Kalem Sivri Ucu Üzerinde Durabilir mi? 

Böylesine bir patlamanın tesadüfen oluşmuş olması ihtimaller dâhilinde midir?
Elinize sivri uçlu bir kalem alsanız ve onu havaya atsanız, bu kalemin yere düştüğünde ucu üzerinde durma ihtimali nedir? İşte blim çevreleri Big Bang’in tesadüfen oluşmasının kalemin ucu üzerinde kalması kadar imkânsız olduğunu söylüyorlar. Ünlü Science dergisindeki bir makalede bu durum şöyle ifade edilir:
“Eğer evren maddemizin yoğunluğu, bir parça daha fazla olsaydı, evren atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri dolayısıyla bir türlü genişleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacığa dönüşecekti. Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla genişleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluşamayacaktı. Doğaldır ki biz de olmayacaktık! Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile ötesinde oluşması imkânı bulunmayan kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer... Üstelik, evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır.”
Peki bu denli olağanüstü bir denge neyi göstermektedir? Elbette böyle hassas bir ayarlama tesadüfle açıklanamaz ve bilinçli bir tasarımı ispat eder. Paul Davies, gerçekte materyalist yaklaşımı benimseyen bir fizikçi olmasına karşın, bu gerçeği şöyle kabul etmektedir: 
“Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur... Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir."
Big Bang’in varlığının inkâr edilemez olduğunu gören materyalistler, Big Bang bir yana evrenin ve dünyanın bugünkü yapısının dahi tesadüfen oluştuğunu iddia etmeye çalışmışlardır. Peki bu iddiada bir doğruluk payı var mıdır? Acaba bize hayat imkânı verecek düzendeki bir evrenin materyalistlerin iddia ettiği gibi tesadüfen oluşması, kaçta kaç ihtimaldir? Milyar kere milyarda bir mi? Ya da trilyar kere trilyar kere trilyar ihtimalde bir mi? Ya da daha büyük bir sayı mı? Ünlü İngiliz matematikçi Roger Penrose işte bu sayıyı hesaplamıştır. Penrose hesaplamayı yaparken tüm fiziksel değişkenleri hesaba katmış, bunların kaç farklı biçimde dizilebileceğini dikkate almış ve içinde canlıların yaşayabileceği bir ortamın oluşmasının, Big Bang'in diğer muhtemel sonuçları içinde kaçta kaç ihtimale sahip olduğunu tespit etmiştir. Penrose'un bulduğu ihtimal şudur: 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir ihtimal! Acaba Roger Penrose hesapladığı bu sayı hakkında ne düşünmüştür? Penrose, akıl sınırlarını çok aşan bu sayı hakkında şu yorumu yapar:
“Bu sayı, yani 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir ihtimal, Yaratıcı'nın amacının ne kadar keskin ve belirgin olduğunu bize göstermektedir. Bu gerçekten olağanüstü bir sayıdır. Bir kimse bunu doğal sayılar şeklinde bile yazmayı başaramaz, çünkü 1 rakamının yanına 10123 tane sıfır koyması gerekecektir. Eğer evrendeki tüm protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı yazmaktan çok çok geride kalacaktır.”
Penrose evrendeki tüm atomlar bir yana atomu oluşturan parçacıkların sayısının bile bu sayıyı ifade etmeye yetmeyeceğini söylüyor. Ne kadar büyük bir sayı ile karşı karşıya olduğumuzun daha iyi anlaşılması için basit bir örnek verelim: Evrendeki bütün atomları değil, sadece tek bir tuz tanesinin tüm atomlarını saymak istediğimizi düşünelim. Saniyede bir değil, tam bir milyar tane sayacak kadar hızlı olduğumuzu da varsayalım. Bu olağanüstü beceriye karşın, ufacık bir tuz tanesi içindeki atom sayısını tam olarak tespit edebilmek için beş yüz yıldan fazla bir zamana ihtiyacımız olacaktır. Yemeden içmeden saniyede bir milyar atom sayarak geçecek beş yüz yıl demektir bu.
Matematikte 10 üzeri 50'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sıfır ihtimal" sayılır. Kısacası bu sayı bizlere, evrenin varoluşunun tesadüfle açıklanmasının kesinlikle ama kesinlikle imkânsız olduğunu göstermektedir.
Penrose’un da ortaya açıkça koyduğu gibi evrenin tesadüfen oluşma ihtimali hiç yoktur. Ne var ki bu gerçeği görmezden gelmeye çalışanlar hala mevcuttur.  Montreal Üniversitesi Psikiyatristi Karl Stern, bu kişiler hakkında şöyle bir değerlendirme yapmaktadır:
“Evrenin şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi, tamamıyla delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetiyle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır.”


Ateist Arayışlar: “Paralel Evrenler” ya da “Çok Dünyalar” İddiası

“Paralel evrenler” ya da “çok dünyalar” diye bilinen tez de Stern’in “şizofrenik” olarak nitelendirdiği evrenin yaratılışını inkâr etmeye çalışan düşüncenin bir türevidir. Paralel evrenler kavramı sonsuz sayıda dünyanın var olduğunu ve bizim bunların her birinde, birbirinden farklı versiyonlarımızın bulunduğunu, bu yüzden de hepsinin farklı olaylar zincirinin gelişmesini sağladığını iddia eder.
Bu tezdeki temel gaye yaşamı barındıran bir evren meydana getirmek için olası denemelerin sayısını ve zamanın miktarını artırmak ve dolayısıyla evrenin sözde ihtimaller dahilinde oluşabilme olasılığını yükseltmektir. Paralel evrenler düşüncesi, ne kadar ihtimal dışı olursa olsun her olayın başka bir paralel evrende gerçekleşebileceği iddiasını taşır. 
“Çok dünyalar” hipotezi, çok büyük sorunları içinde barındırır. Çok evrenleri içeren hali hazırdaki tüm kozmolojik modeller, bu evrenleri yaratmak için bir mekanizmaya gereksinim duyarlar. Ucu üzerinde durmayı başarabilecek kalem örneğinde olduğu gibi evrenin var olması çok hassas ayarlamaları gerektirir. 
Söz gelimi ışığın hızı saniyede 300.000 kilometredir. Eğer ışık küçük bir ölçekte şimdikinden daha hızlı olsaydı, termonükleer reaksiyonlarda, şimdikinden on binlerce kat daha fazla enerji üretilecekti. Bu durumda da yıldızların çekirdeğindeki enerji çok daha çabuk tüketilecek ve evrenimiz milyonlarca yıl önce karanlığa gömülmüş olacaktı. Peki ya ışık küçük bir ölçekte şimdikinden daha yavaş olsaydı? Bu durumda evrenin başlangıçtaki genişlemesi çok daha yavaş olacak ve evren çekim gücünün etkisinden kurtulamayarak çökecekti. Yani her iki durumda da hayatın var olması imkânsız olacaktı. Yukarıda da söz konusu edildiği gibi bilim adamları ışığın bu hızda olduğu evrenin ortaya çıkması ihtimalini 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir olarak hesaplamışlardır. İmkânsız olmasına karşın bir an için hızı saniyede 200.000 km. olan bir evrenin var olduğunu varsayalım. Böyle bir evren için yapılacak ihtimal hesapları da, hızı saniyede 300.000 km. olan ışığı barındıran evrenin ihtimal hesaplarından farklı olmayacaktır. Görüldüğü gibi ışık hızının 200.000 km olduğu bir evrenin varlığını var saymak bile, paralel evrenler iddiasını içine düştüğü açmazdan kurtaramamaktadır.
 
Yaratılış Gerçeğini Örtbas Etme Çabaları Geçersizdir
Bazı bilim adamları sırf Big Bang’in “evrenin bir Yaratıcısı olduğu” gerçeğini delillendirmesi nedeniyle ateist fikirlerine destek olacağını düşündükleri yeni arayışlar içine girmişlerdir. Paralel evrenler teorisi de “açılır kapanır sonsuz evren modeli” ya da “Kuantum evren modeli”nde olduğu gibi böyle bir arayışın sonucudur. Kozmolog Stephen Hawking de bu tip arayışlar içinde olan bilim adamlarından biridir. Prof. Herbert Dingle bu arayışlar ve Hawking hakkında şu değerlendirmeyi yapar:
“…matematikte soyut, teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının olmasını gerektirmez. İşte Hawking matematiğin bu soyut özelliğini kullanmakta ve hiçbir gerçekliğe karşılık gelmeyen varsayımlar üretmektedir. Peki acaba bu çabasının nedeni ne olabilir? Cevabı kendi sözlerinde bulmak mümkündür. Hawking, Big Bang'e alternatif olarak öne sürülen evren modellerinin çoğunlukla Big Bang'in "İlahi yaratılışı çağrıştırması nedeniyle" ortaya atıldığını kabul etmektedir.”

Bazı bilim adamlarının paralel evrenler konusunu gündeme getirmeleri, hipotezin herhangi ikna edici bir esası olmasına değil, daha ziyade ateist düşünceye duyulan kesin bağlılığı gösterir. Allah’ın evrenin Yaratıcısı olduğu gerçeğinden kaçmak için çok dünyalar iddiasının kullanılması genelde bir tür ümitsizliği açığa vurmaktadır. Gazeteci yazar Clifford Longley, London Times’ta yayınlanan bir yazısında evrenin yaşam için gerekli tüm koşullarla birilikte yaratıldığını belirttikten sonra şöyle devam eder:
“Bunun alternatifi üzerinde diretmek, Shakespeare’in eserlerinin, Shakespeare tarafından değil de bir milyar daktilonun başına oturmuş, bir milyar maymunun, bir milyar yıl boyunca süren yazma işleminin sonucunda yazıldığında ısrar etmeye benzer. Bu olabilir(7). Ama böylesine ümitsiz çarelere başvuran bilimsel ateistlerin bakış açısı Allah’a inananların söylediklerini güçlendirmiştir.”(8)
Evren hakkında yapılan her inceleme bize evrende olağanüstü bir tasarımın olduğunu gösterir. Bu da evrenin her detayına hakim olan sonsuz bir güç ve akıl sahibi bir Yaratıcı'ın varlığını ispatlar. Evreni ve canlı yaşamına olanak verecek şekilde yaratılmış olan Dünya'yı kusursuz biçimde var eden Allah'tır.

Bu konuyu yazdır

  Metafizik Savaşın Şifresi: Kızkulesi
Yazar: Spiritüeller - 22-05-2016, Saat: 16:50 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Üsküdar’ın tarihi değerlerinden 2.500 yıllık Kızkulesi, İstanbul’un da en önemli simgelerinden biridir. Battal Gazi’den Afrodît’e kadar uzanan pek çok efsanesi anlatılır. Bu yüzden gizemini hâlâ korumaktadır.

Kızkulesi, Marmara ve Karadeniz’in sularının birleştiği yerde bulunuyor. Bu açıdan Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın buluştuğu mekan  olma ihtimali de çok yüksek.

Klasik hikayeyi herkes bilir. Kendisine, çok sevdiği kızının on sekiz  yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenen kral çareyi yılanlardan uzak, denizin ortasındaki kuleyi onarmakta bulur ve kızını da oraya kapatır. Ama kehanete engel olunmaz. Kuleye gönderilen üzüm sepetinden çakan yılan prensesi zehirler. Prensese demirden bir tabut yaptırılır. Ayasofya’nın girişine defnedilir. Bugün, halâ daha bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, prensesi ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair rivayetler de vardır.
Kuran ı Kerim’de, Kehf (Mağara) suresinde Hz. Hızır’la Musa’nın buluşmasından ve yol arkadaşlığına ait sırlardan bahsedilir. Hz. Hızır mahlukatın sırrına eşyanın görünmeyen ilmine vakıftır. Hz. Musa ise dış aleminin rehberi ve bilgesidir.

Bu ayetlerde Hz. Hızır’la, Musa Aleyhisselamın buluştuğu iki denizin birleştiği yerden bahsedilir. Ancak coğrafya, açık bir şekilde belirtilmez. Bu ayetlerden yola çıkarak Musa Peygamberin daha çok yaşadığı coğrafyayı hesaba katarak bu iki denizin birleştiği yer olarak daha çok Kızıldeniz’in ismi geçiyor.
İsrail Kohenleri’nin de bildiği bir sır şu ki Hz. Musa ile Hz. Hızır bu Kızkulesi’nin bulunduğu bölgede buluşuyor. Karadeniz ve Marmara’nın buluştuğu; yani iki denizin birleştiği yer burası. Ayrıca Hz. Hızır Batın ilimde bir denizdi, Hz. Musa ise zahir ilimde. “İlmin deryası iki adam ve iki deniz” iki sır bir noktada cem oldular.
Bir de bu birleşmenin mührü gerekiyordu. Zamanla kulpuna oturtturulup bu mühür, Boğaz’ın bu mutena yerine dikildi. Hikayesi ne olursa olsun Kızkulesi de işte bu mühürdür, Kızkulesi onun bahanesidir. (Hz. Musa’nın yardımcısı askeri deha Hz. Yuşa’nın makam kabri, kulenin teğetini alan tepededir.
Kızkulesi ile ilgili tarih, antik çağa yani M.Ö 341’e kadar dayandırılıyor. Kim neden yaptırdı bilinmiyor. 



kizkulesi-6.jpg?w=587&h=479

kizkulesi-2.jpg?w=587&h=417


kizkulesi-4.jpg?w=587&h=380

Kaynak: Kara Divan – Orkun UÇAR, Hakan Yılmaz ÇEBİ

Bu konuyu yazdır

  Haberci Rüyalar
Yazar: Spiritüeller - 22-05-2016, Saat: 16:46 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

dreams.jpg?w=600&h=338
Zaman ve mekanın ötesinden gelen ses…
Beynin, uyku sırasında zaman ve mekânı aşarak birtakım mesajlar alabildiği söyleniyor. Bu da bize rüyalar halinde yansıyor. Aşağıdaki yazıda, haberci rüyalara ilişkin ilginç örnekler okuyacaksınız.
1947’de bir sabah Ray Robinson aniden silkinerek uyandı. O gün Jimmy Doyle ile ağır sıklette bir şampiyonluk maçı yapacaktı. O gece gördüğü rüya açık bir haber niteliğini taşıyordu. Rüyasını şöyle anlatıyordu:

“Doyle ile birlikte  ringde bulunuyordum, hedefi bulan bir kaç yumrukla onu sarsmıştım, donuk bakışlarla bir süre sendeledikten sonra yere yığılıverdi. Bense ne yapmam gerektiğini kestiremedim. Şaşkın şaşkın bakıyordum. Hakem 10’a kadar saymak üzere rakibime yaklaşmıştı. Doyle ise hareketsiz yatıyordu. Seyirciler bağırıyorlardı: ‘ Öldü… Öldü… ‘ ”
Robinson, gördüğü bu rüya yüzünden dehşete kapılmıştı. Antrenörü George Ginford ve menejeri Lam Atkins ise böyle bir olayın budalalıktan başka bir şey olamayacağını söy­lüyorlardı. Atkins, “Gülünç olma” diyordu. “Rüyalar gerçekleşmez, eğer aksi olsaydı çoktan milyoner olurdun.” Robinson kararından vazgeçecek gibi değildi. Son anda çağırılan bir rahip, nihayet onu ikna ederek ringe çıkmasını sağlamıştı.
Rüya gerçekleşiyor
Aynı gün akşamı, şampiyon ile rakibi 7 raunt boyunca yumruklaştılar. 8. rauntta Robinson rakibinin bir açığını yakaladı: Doyle’u mide­sine ve yüzüne indirdiği iki yumrukla sersem­lettikten sonra, çenesine indirdiği sol kroşe ile yere serdi. Doyle, devrilen bir ağaç benzeri yere yığılırken başını yere vurmuştu. Robin­son ayakta duruyordu ve tıpkı rüyada olduğu gibi ona bakıyordu. Hakem 4’ e kadar saydı­ğında Doyle sanki ulaşılması imkansız bir şeyi aramak için kımıldadı ve tekrar yığıldı. Bok­sör, ertesi gün öğleden sonra ölmüştü.
Mesajı kim veriyor?
Bunun gibi birçok hikâye, geçmiş zamanlar­dan beri halk dilinde yer almaktadır. Buna rağmen uyuyan beynin akıl almaz tiyatro­sunda rüyayı görenin hem seyirci hem oyuncu olması, bütünün sadece tek bir görüntüsüdür. Hafızadan derin etkiler alan rüyalar, hafıza­dan çok daha öte anlamlar taşırlar. Olaylar gerçek dışı mekânlarda oluşmasına rağmen, çoğu zaman geleceğe yönelik bilgiler ortaya koyarlar. Hayal gücüne bağlı rüyalar. uyanık­lık halinde gerçekleşen hayallere nazaran oldukça kontrolsuz ve duygusal tansiyon ile yüklü olduklarından, daha canlı görünürler. Günlük realitelere her ne kadar uymasalar da, garip bir şekilde çoğu zaman gerçeği yansıtmaktadırlar. Öyleyse insanların rüyaları mesai olarak nitelendirmeleri doğaldır. Peki bu mesaj nereden geliyor? Bizden mi? Başka zihinlerden mi? Tanrılardan mı? Ölülerden mi? Her şeyden önemlisi, kaynağı ne olursa olsun, bu mesajları en iyi şekilde nasıl yorumlayabiliriz? Tarih bu konuda örneklerle dolu: Rüyalarında mısra düşüren şairler, konu kuran yazarlar, melodi yakalayan müzisyen­ler, gerçekleri keşfeden bilim adamları, uyanıklık halinde ulaşamadıkları bilgiler elde etmişlerdir. Sonuç olarak, görünürde bilinçsiz hayal gücü ile düşünce sentezi olan rüyalar, çoğu kez orijinal bir hamle oluşturmaktadır.
hitler.jpg?w=600&h=688
 
Tarih boyunca, birçok ünlü devlet adamı, haberci rüyalardan etkilendiler. Hitler, 1. Dünya Savaşı sırasında bir onbaşı iken, rüyasında yaralandığını görmüştü, gerçekten de ertesi gün yaralandı. Arşidük Ferdinand ve Abraham Lincoln, ölümlerinin birer suikastla olacağının rüyasını önceden görmüşlerdir. Jül Sezar’a ise, karısı Calpurnia, öldürüleceğini rüyasında gördüğünü ve senatoya gitmemesini söylemişti.
archduke-franz-ferdinand.jpg?w=425&h=529
Arşidük Ferdinand
abraham-lincoln-1865-400.jpg?w=425&h=460
Abraham Lincoln
juliuscaesar.jpg?w=433&h=707
Julius Sezar
Roman yazdıran rüya
Yazar Robert Louis Stevenson, edebi birçok eserini uyanıklık hali ile rüya arasındaki aktif ilişkiye borçlu olduğunu söylüyordu: Bir gece önce gördüğü rüyayı ertesi gece kaldığı yerden görmeye devam ederek, konularda bir sürekli­lik oluşturabildiğini, yaşamak için para kazan­ması gerektiğinde istediği gibi hikâyelerin kurgularını rüyalarında görebildiğini belirti­yordu. Doktor Jekyll ve Mr. Hyde’ın Garip Vakası da, gördüğü rüyalardan birinde ortaya çıkmıştır. Yazar bunun üzerine insanı kemiren çift kişilik yapısıyla ilgili o keskin duyguyu açıklamaya çalışan bir tema oluşturmayı uzun süre denediğini yazmıştır. Sanki emir almışçasına özellikle Hyde’ın, takipçileri önünde bir toz yutarak değişime uğradığı sahneyi görün­tüleyen Stevenson’ın bilinçaltı, söz konusu romanı yaratmıştır.

Anlaşılması zor
Yazdığı organik kimya eseriyle ilgili başlık araştıran bir bilim adamı ise. bir gece olağan­üstü bır ilhamla uyanmıştı: “Cevap arayan on iki adet yatak başlığı” Filozof William James de bir gece yataktan fırlayarak hemen yazıya geçirdiği bir dörtlükle nihayet kâinatın sırrını çözdüğüne inanmıştı. Dörtlük, şöyleydi:
“Higamus. Hogame. (Kadınlar monogam­dır). Hogamus. Higami. (Erkekler poligamdır).’
Acaba bu tür rüyalar, rüyayı görenin kendi kendine gönderdiği mesajlar mıdır? Günü­müzde bu teori, kuşkusuz, çoğunluk tarafın­dan geçerli sayılıyor. Nitekim zihnin sınırları dışında bir romanın yazılabilmesi ya da bilim­sel bir sırrın çözülebilmesi anlaşılması zor bir olaydır. Ancak görünürde gelecekle ilgili bilgi­ler söz konusu olduğunda, sorun daha da çık­maza girmektedir. Eğer bu tür rüyalar fiilen gerçekleşirse, rüyayı gören kişinin zihninde dış etkilerin görünmesi mantıklı gelebilir.
Rüyasına gazetede rastlıyor
İngiliz havacılığının öncüsü aeroonetik mühendisi J. W. Dunne kültürlü ve güvenilir bir insandı. Dunne, gelecekle ilgili birçok rüya gördüğünü iddia ediyordu. İngiliz-Boer sava­şında Güney Afrika’da alayı ile birlikte kamp kurduğu sıralarda, sonradan büyük yankı uyandıracak olan kitabında öykülendireceği bir rüya görmüştür. Bu rüyada bir tepe üzerinde bulunurken lav fışkırmak üzere olan bir yanardağa dehşetle bakıyordu. Etrafındaki zeminden sürekli buhar çıkmaktaydı. Daha sonra Dunne, yakınlarda bulunan bir adadaki Fransız yetkililerine, zorda olan 4.000 kişilik bir birliğe yardım için gemiler göndermeleri gerektiğini söyleyerek ümitsizce yakarıyordu. Uyandığı zaman hâlâ yalvarmaya devam etmekteydi. Sonradan kampa gelen İngiliz gazetelerinde, Dunne’nin gördüğü rüyayı andıran bir haber yer alıyordu. Daily Teleg­raph, haberi büyük başlıklarla ” Martinika’da korkunç bir yanardağ patlaması” şeklinde duyuruyordu. Haber küpüründe, Fransız Antil adalarının birinde bir yanardağ patlamasının 40.000 kişinin ölümüne yol açtığı yazmak­taydı; yani Dunne’nin rüyasındaki rakama bir sıfır daha ekleniyordu. Tabii, sağ kalanlar deniz yoluyla kurtarılmıştı.
Rüya, bilinçaltından derin etkiler alır. Ama, çok daha ötelerde anlamlar taşır. Olaylar, çoğu zaman gerçekdışı mekânlarda oluşmasına rağmen, geleceğe yönelik bilgiler ortaya koyarlar. İlginçtir, birçok rüya günlük realitelere uygun değillerdir ama aslında gerçekleri yansıtırlar

Gazetelerden mi etkileniyor?
Dostları tarafından bilgili, sağduyu sahibi ve zeki biri olarak bilinen Dunne, kitabında buna benzer birçok vaka anlatmaktadır. Yine bir gece rüyasında, Sudan’ın Hartum yakınla­rında bulunmaktadır. Bir ara kendisine doğru gelen bitkin 3 adam görür. Sorduğu sorulara karşılık, kendilerinin yürüyerek kentten geldiklerini, içlerinden birinin yolculuk sırasında humma yüzünden ölüm tehlikesi geçirdiğini söylerler. Ertesi sabah Daily Telegraph’da, Dunne, Kahire’ye yeni gelen bir İngiliz sefiriyle ilgili haberi okur. Yolculuk sırasında ara­larından birinin hummadan öldüğü yazılıdır. Oysa Dunne. olaydan önce söz konusu sefer hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bir başka zaman ise, İskoçya’nın Forth Bridge yakınlarında bir trenin raylardan çıkıp uçuruma düştüğünü rüyasında görür. Bu sefer “Uçan İskoçyalı” adındaki ünlü trenin, Forth Bridge’ e yaklaşık 20 kilometre mesafede bir yerde uçuruma yuvarlanması olayı, görüntüden birkaç ay sonra gerçekleşmiştir.
Bazı şüpheci kişiler, Dunne’nin gazetedeki haberleri okuyarak, benzer türdeki olayları rüyasında gördüğüne kendisini inandırdığını iddia ettiler. Hatta kendisine, gördüğü rüya­ları Daily Telegraph muhabirlerinden telepati yoluyla alıp almadığını da sordular. Dunne bu iddia üzerinde ciddi bir şekilde düşündü. Ancak, bu varsayımı kabul etse de, gerçekte, geleceği haber eden rüyaların varlığına inanı­yordu. Kendi deyimiyle, bunu ispatlayabilmek için. görülen rüyaları telkinle hatırlamaya çalışıp bir kenara yazmak yeterliydi. Bu teorisini incelemek Üzere daha sonra yapılan deneyler, kesin bir sonuca ulaşamamıştır.
carl-gustav-jung.jpg?w=600&h=753
Carl Gustav Jung
Carl Gustav Jung, rüyaların fantastik bir sembolizm dünyası ile yorumlanması gerektiğini söylüyordu.
Bir kâbusu sembolize eden bir illüstrasyon. Kâbuslar, çoğu zaman korkularımızdan doğmaktadırlar (altta).
dreams1.jpg?w=600&h=383
Kötü haberler daha yoğun
Acaba geleceği haber veren rüyalar niçin sürekli ölüm ve felaket konusundadır? Belki de ürpertici ve olağandışı rüyalar aklımızda daha kalıcı oluyorlar. Örneğin, 17. yüzyılın Fransız tiyatro oyuncusu Champesle, rüyasında, ölmüş olan annesinin, üzerine eğildiğini görür. Bu senaryonun kendi ölümü ile ilgili olduğunu aniden sezinleyen oyuncu, rüyasını arkadaşlarına anlatır ve kendi cenaze merasi­mini hazırlatır. Ayin bitince, kiliseden çıkar ve ölür.
Annelerin, rüya yolu ile, hasta ya da ölmek üzere olan oğullarından algıladıkları çarpıcı mesajlardan söz eden hikâyelerin çokluğu göze çarpmaktadır.

1884 yılında, Kuzey Galler’de Bangorlu Bayan Morris Griffith, Psişik Araştırmalar Derneği’ne rüyalarından birini anlatır. Bu rüyada, 13 yıl önce o zamanlar Güney Afrika’ da bulunan oğlunu ağır hasta olarak görmüş ve heyecanla uyanmıştı. Oğlu rüyasında ken­disini çağırıyordu. Bayan Morris, şöyle anlatıyor: “Ertesi gün boyunca, yoğun bir depresyon yaşadım. Sakat olan kocamı üzmemek için kendisine bu rüyamdan söz etmedim. Garip bir şekilde o da mahzun görünüyordu ve gün boyunca her ikimiz de ağzımıza tek bir lokma almadık.” Sonunda kocam masadan şiddette kal­karak. “Ne pahasına olursa olsun, oğlum eve dönmeli’ dedi.” Ertesi gün karı kocaya oğulla­rından bir mektup gelmişti. Bu mektupta kendisinin şiddetli bir humma geçirdiğini, ancak şimdi daha iyi olduğunu yazıyordu. Aradan iki ay geçtiğinde, ikinci bir mektup geldi ve Bayan Morris’in söz konusu rüyayı gördüğü o gece oğlunun vefat ettiğini öğrendiler. Bu olay haberci rüyalara iyi bir örnek oluşturuyor.
Kabilenin koruyucu sihri: Rüyaların analizi

Malaysia’nın dağlık ormanlarında yaşayan Senoi halkının çevreleri savaşçı kabi­lelerle sarılıydı ve bu vahşi komşuları tarafından rahatsız ediliyorlardı. Sebep oldukça ilginç. Bu halk o kadar barışçı ki, akla, koruyucu bir sihir sahibi oldukları geliyor. Doğru da sayılabilir. Çünkü yaşamları, rüyalar ve yorumları üzerinde kurulu bir felsefe içeriyor.
Rüyalar, Senoi halkının yaşamların­daki en Önemli olayları ve anlık kararları yönlendiren bir unsur niteliği taşıyor. Rüyaların yorumlanması, kabile halkının en önemli faaliyeti olarak biliniyor. Birçok araştırmacının yaptığı incelemeler sonucu, bu halkın sosyal yaşamında şiddetin ve saldırganlığın yeri olmadığı ortaya çıktı.
Yaşamlarının ilk yıllarından başlayarak çocuklar rüyalarını anlatmak için teşvik ediliyorlar. Senoi halkının psikolojik ve sosyal istikrarının kaynağı olduğu sanılan diğer bir olay da, rüyaları denetim altına alabilmek için gerekli tekniğin o yaştaki çocuklara aşılanmasıdır. Araştırmacı Patricia Garfield’e göre, bu tekniklerin teme­linde 3 ilke vardır: “Teknolojiye karşı koyup ona hâkim olmak, zevke doğru ilerlemek, olumlu sonuca ulaşmak.”
Tehlikeye karşı koyup ona hâkim olmak ilkesi, rüya gören kişinin korkula­rını yenmesine yardımcı olur. Örneğin, bir çocuk dehşet içinde rüyasında kaplandan kaçtığını hemen anlatırsa, o rüyayı tekrar yaratılması öğretilir, başarabildiği takdirde ise saldırı karşısında kaçmadan, kaplana karşı direkt saldırıya geçmesi söylenir. Gerektiği takdirde rüyasında arkadaşların­dan yardım isteyebilir, ama asla kaçma­ması gerekir. Bu yolla çocuk, kâbusu yapıcı bir kendine güven dersine dönüştürmeyi öğrenir.
İkinci ilke, rüya gören kişinin korku­sunu coşkuya çevirebilmektedir; Rüyada boşluğa doğru düşmek hissi, bir Senoi için özgürce ve sarhoşça bir uçuş hissine dönüşebilmektedir. Bu kural özellikle cinsel doyumu cesaretlendirmektedir.
Senoililer, bilinçaltının fantezilerini doğal olarak kabul etmeye başladıkları andan itibaren, rüyaları “ben”i oluşturan birimlerin çeşitli durumlarının yansıması olarak nitelendirmektedirler. Rüya sıra­sında kişi yalnız olmalıdır. Hiçbir hareket yasak değildir. Bu şekilde, bastırılmış olan tüm uyarılar tam anlamıyla özgürlüğe ulaşır.
Üçüncü prensip, rüya gören kişinin, kötü durumları kendi adına avantaja dönüştürmesine yardımcı olur. Eğer rüyasında düşman tarafından yaralandıysa, ondan biraz daha güç eksilttiğini düşüne­rek rahatlayabilir. Psikologlar ve psikiyatristler. günümüzün çağdaş insanının rüyaları Senoililer gibi manipule ederek yaşam biçimim değiştirebileceğini tartışıyorlar.
Bu teorinin savunucularından Kaliforniyalı psikolog Eric Greenleaf, Senoililerin tekniğini kullanan bir rüya laboratuvarı kurmuştur. Rüya görenler burada birbirle­rine yardım ederek en korkunç kâbuslar karşısında sakin bir tavır takınmayı öğrenmektedirler. Rüyalardaki ürkütücü görün­tüler üzerinde fanteziler kurularak rüyalarında tekrar görüntülenmesine çalışılmakta ve bu rüyalarda onlara karşı yapıcı tavır takınılması kazandırılmakta­dır. Eğer bu tekniklerin insanların korkula­rını yenmeye yardım edebildiği sonucu ortaya konulabilirse, rüyalar gerçekten çağdaş insanın can simitleri olabilirler.

Kaynak: insanveevren

Bu konuyu yazdır

  Yılan Bilgeliği ve Pleiades
Yazar: Spiritüeller - 22-05-2016, Saat: 16:41 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

yilan_atina_eski_ancient_snake_antik_sah...=600&h=385

Geçmişimizde ne kadar çok yılan hikâyesi vardır; mitolojide, destanlarda, tarihi eserlerde, hikâyelerde ve kutsal kitaplarda… Havva’yı baştan çıkarıp cennetten kovduran yılandır. Ama insanları iyileştirip şifalandıran Tıp Biliminin sembolü de yılandır.
Yılan bir sürü yerde karşımıza farklı isimlerle çıkar:

Naga, Nagual, Nacaal, Adder, Djedhi, Amarus, Levites, Ejderha, Ejder, Quetzlcoatl (Kukulkan), Şahmeran, Serpent, Snake, Typoon, Nahaş…
Mısır firavunları Kobrayı başlarında taşırdı. Tevrat’taki Nahaş kelimesi hem yılan, hem sırları bilen anlamına gelirdi. Sümer’de Tanrı Enki’nin sembolü yılandır. Tufanda Utnapiştim’i uyandırıp uyaran yılandır. Zeus ve Maia’nın oğlu ve habercisi Hermes, yılan dolalı bir asa ile düşmanını yenmiştir. Güney Amerika’daki kadim Meksika, Aztek, Toltek, Maya uygarlıklarının gökten gelen tanrıları yılandır. Eski Türk inanışlarında Ejderha; kutsal, göksel ve iyi bir varlıktır.
Kundalini; üç buçuk kez (yedinin yarısı) kıvrılıp uyuyan spiral bir yılan demektir. İnsanın içindeki ateşi göstermek üzere Kundalini kelimesi kullanılır. Bireysel uyanışın, aydınlanmanın ve bilgeliğe ulaşmanın sembolüdür. Mısır’da Roma’da resmedilen kanatlı yılan Kundalinidir. Uyuyan spiral bir yılan…

Bütün bu mitsel kalıtlara göre yılan; bugünkü kötü imajına inat, aslında yaşamın öz ateşi ve bilgelik sembolüdür. Işıktan dünyaya, yani maddeye inişin başlangıç noktasında bir yılan; çöreklenmiş ve kıvrılmış oturuyor sanki.
Etimolojik açıdan Evren sözcüğü ‘eviren’, ‘çeviren’ anlamına gelir. Eski Türkler ve Çinliler’de gök çarkının/çarklarının döndüğü kabul etmekte ve onlar gök kubbenin en alttaki çemberini bir çift gök ejderinin çevirdiğine inanmaktaydı. Ejder gök çarkını ve buna bağlı olarak da ‘yaşam çarkı’nı çevirmekteydi. Böylece Eski Türklerde ‘ejder’ de evren olarak adlandırılmıştır.
Eski Anadolu antik edebiyat el yazmacıları tarafından anlatılanlara göre, bir zamanlar Anadolu’da tanrısal bilgeleri doğuran kadın, yılan olarak görülüyordu. Ve oturduğu kentin adı Piytion’du. Pi sözcüğünün anlamı ‘baba’dır. Sözcüğün to eki ise ‘sen’ demektir. Pito yani senin baban, senin atan anlamındadır. Piyton kenti ise senin babanın, senin atanın oturduğu kent anlamındadır.
Mitolojide Tanrıça Gaia’nın da yılanları vardır. Kadın Tanrıçaların elindeki bu yılanları Zeus ele geçirmiştir. Apollon ve Zeus’la süreç, artık erkek egemen duruma geçiştir. En baştan beri Babil, Mısır, Girit, Anadolu’da da eski inançlar içerisinde kadın tanrıçalar yılanla bir tutulmuştur. Bilgelik ve bilicilikle yılan, ilişki halindedir.

Hindistan’da insiye bilgelere ve kâhinlere, ‘akıllı yılanlar’ anlamına gelen ‘Nagalar’ denirdi. Alnın tam ortasına sembolün konması, yılan gibi akıllı olmak için iç psişik melekelerin kullanılmasını ifade ederdi. Mister Okulu’nun sadece en yüksek inisiyelerine yılan başlığı takma izni veriliyordu. Başını kaldırmış yılan, aşağıdan yükselen kundalini, Yılan Ateşi’ni sembolize ederdi. Kundalinin yükselmesi ve üçüncü göz’ün açılmasıyla kişi büyük bilgeliğe ve spiritüel yaratıcı güce ulaşır; her şeyin sonsuzluğu bilinir olurdu.
Hint yazmalarında ve efsanelerinde Naga ırkı, yeraltında yaşayan ve yüzeyde insanlarla irtibata geçen bir yılansı ırktır. Bu yılanların kimilerinin insana dönüştüğü yazar. Hint yazmalarında bunlardan başka Sarpa denen bir başka yılansı ırktan daha söz edilir. Ayrıca Hint okyanusu civarında ve sonradan denizin dibine batmış bir ülkede var olduğu söylenen bir yılan  krallığının bahsi geçer.
yilan_okeanos_thoth_tula_hindu_medusa_na...=229&h=315

Antik Kolombiya mitolojisinde de ilksel kadın olan Bachue; büyük bir yılana dönüşür ve bazen ‘ilahi yılan’ olarak adlandırılır.
Tevrat’ın içinde adı geçse de kendisi ortada olmayan kayıp kitaplarından Yaşer’in Kitabı’nda Masonik dinin kurucusu sayılan Nemrut’tan ve insanlığın yaratımında söz sahibi olan bir yılan-ırkından söz edildiği iddia edilir.
Aborjinlerde pek çok tanrı yılan isimleriyle tanımlanır. Ungud bazen dişi bazen erkek olan bir yılan tanrıdır. Wollunqua (yağmur ve bolluk) bir yılan tanrıdır.
Atina’nın ilk kralı olan efsanevi Cecrops yarı insan yarı yılan olarak bilinir. Yunan mitolojisindeki birçok Titan ve dev kanatlı insansılar şeklinde karşımıza çıkarlar. Tek farkları bacak yerine yılansı gövdelere sahip olmalarıdır; ejderha şeklindedirler. Örneğin Boreas, kuzeyin soğuk rüzgârını getiren ve yılan gövdesine sahip olan kanatlı bir Yunan tanrısıdır.

yilan_atina_eski_ancient_snake_antik_sah...=600&h=400

Afrika’daki bazı geleneklerde şamanların, derin ezoterik bilgi öğreten bir yılan-ırk olarak tanımladıkları Chitauri’lerden ders aldıklarına inanılmaktadır.
Güney Amerika Uygarlıklarında Yılan 
Afrika’daki bu inanç, Amerikan yerlilerinin dimethyltryptamine içeren ayahuasca uyuşturucusuyla yaptıkları çalışmaların içeriğine benzerdir. Bu bitkiyi kullanan yerli Amerikan şamanların çoğu, yılansı ve uzaylı benzeri varlıklarla iletişime geçtiklerine ve onlardan ders aldıklarına inanmaktadırlar.

yilan_atina_eski_ancient_snake_antik_sah...=600&h=400

Mixcouatl, Aztek Savaş ve avcılık tanrısıdır. Bulut yılanı anlamına gelir. Tezcatlipoca’nın aldığı isimlerden biridir. Toltek, Aztek, Maya tanrılarının birçoğu yılanla sembolize edilmiştir.
Mark Amaru Pinkham’a göre; Nagual kelimesi yılan demektir. (Bilgelik Yılanlarının Dönüşü adlı kitabın yazarıdır)
Toltek bilgeliği öğretilerine göre; ( Carlos Castaneda Kitapları) Nagual kelimesi, doğaüstü güçlere ve bilgeliğe sahip olan büyücü anlamında kullanılır. ( Nahuatl dilinde Nagual kelimesinin tıpkı Mason kelimesi gibi, İnşaatçı Ustalar anlamına gelmesi ilginç bir benzerliktir) Kendi dünyasal âlemimiz dışında başka dünyalarda yaşama yeteneğine ise, Nagual’a geçmek denir. Evrenden akan enerjiyi aktığı gibi görebilmek ve dünya dışı güç alanında yaşamak olarak tanımlanan Nagual olma durumu, insan biçiminden çıkıp farklı varlıklara dönüşebilme yeteneğidir. Yaqui kızılderilisi Don Juan Matus’a göre eski şaman kadim atalardan kalan bu öğretinin sırları, insanbilimci Carlos Castaneda tarafından bir kitap diziniyle anlatılmıştır. İlk kitap Don Juan Öğretileri, sanrılandırıcı bitkilerin kullanımıyla geçilen olağandışı zihin hallerini ayrıntılı olarak anlatır.
Toltek başkenti olarak kabul edilen Tula’daki en çarpıcı eserlerden biri, Atlant denilen dev taş heykellerdir. Bunlar alçak bir piramit platformunda duran, muhtemelen vaktiyle bir tapınağın çatısını taşımakta olan, yani sütun görevi gören heykellerdir. 4.6 metre yüksekliğinde, tüylü saç modeli olan ve mızrak taşıyan bu heykeller, eski Amerika uygarlıklarında genel bir ilah olan ve bu kentte bazen Toltek hükümdarlarıyla, bazen de sabahyıldızı özdeşleştirilen Quetzalcoatl’ı(tüylü yılan) temsil eder. Bu ad, Toltekler ve Aztekler’de ‘sakallı yılan’ anlamına gelir. Buradaki sütunlardan bazılarına, mimari örnek ve damgalara, Yucatan’daki Chichen Itza bölgesinde de rastlanır.


Azteklerin anası Coatlicue, Tula kenti yakınında Yılandağ (Coatepek) tepesinde bir tapınağı süpürürken gökten bir tüy topu düşmüş ve onu bağrında saklayınca Huitzilopochtli’ye hamile kalmıştır.
(Tula kenti için bir not: Astrolojik çembere göre 3 derece boğa burcu, Krittika denilen bizim Pleiades (Süreyya) diye tanıdığımız takımyıldıza karşılık gelmektedir ve akrep burcunun (Vishakha) 3 derecesi ise Sanskrit dilinde Tula diye adlandırılan bizlerin terazi burcunun kuzey ve güney ucu diye bildiğimiz noktaya denk gelmektedir.)
Tüylü yılan Quetzalcoatl birçok efsanede yer almış, hatta İspanyollar kıtayı işgale geldiklerinde Quetzalcoatl ile ilgili efsanelerden ötürü yerliler bu istilacıları saygı ile karşılamışlardı.
Çin Mitolojisinde Yılan 
Çin Mitolojisinde de ilginç göksel ve yılan hükümdarlar vardır. Amerikalı mitoloji uzmanı Joseph Campbell ‘Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’ adlı kitabında ‘Ulu Üçler’ diye adlandırılan ve M.Ö. yaklaşık 3000 – 2500 yılları arasında yaşadıkları söylenen üç imparatordan bahsetmektedir. Üçü de bazı olağanüstü özelliklere sahiptir. Fu Xi “Göksel İmparator” diye bilinmektedir. Rahme düşüş hikâyesi mucizevî nitelikler göstermektedir. 12 yıllık bir gebelik döneminden sonra doğmuştur. İnsan kolları ve öküz başı taşıyan bir yılan vücuduna sahiptir.

yilan_atina_eski_ancient_snake_antik_sah...=600&h=400

Fu Xi’den sonra insanları onun halefi ‘yersel imparator’ Shen Nong yönetmeye başlamış. Shen Nong boğa başlı, insan vücutluymuş. Mucizevî bir ejderin etkisiyle meydana gelmiş. Bundan utanan annesi, bebeği bir dağ kenarına bırakmış fakat vahşi hayvanların onu besleyip koruduğunu öğrenince eve götürmüş. Çin tıbbının temeli de bu imparatora dayanmaktadır. Shen Nong, yetmiş zehirli bitki ile panzehirlerini keşfetmiştir. Karnına bir cam dayayıp her bitkinin sindirilişini oradan izleyebiliyormuş!
Shen Nong’dan sonra Huang Di, yani ‘sarı imparator’ yönetime geçmiştir. ‘sarı imparator’ denmesinin nedeni şudur: Annesi Chao Tian eyaleti prensinin bir metresiymiş. Büyük Ayı takımyıldızı çevresinde göz alıcı altın bir ışığa rastlayınca gebe kalmış.
Huang Di’nin de olağanüstü özellikleri vardır. Yetmiş günlükken konuşmaya başlamış, on bir yaşında tahta çıkmış. Fakat en ayırt edici özelliği düş görme gücüymüş. Ona ” düşler imparatoru ” denmesi daha uygun olurdu! Huang Di, uykuda, en uzak bölgeleri ziyaret edebilir ve doğaüstü dünyadaki ölümsüzlerle konuşabilirmiş (Toltek bilgeliğindeki en önemli bilgilerden birisi de rüyaların başka dünyalara gitmek için kullanıldığıdır). Tahta çıktıktan sonra tam üç ay süren ve kalbini denetleme dersi aldığı bir düş görmüş. Bir üç ay daha süren bir düş gördükten sonra, insanlara ‘öğretme gücü’yle geri dönmüş. Onlara, doğanın güçlerini kalplerinde denetlemeyi öğretmiş.

Hermetik Bilgilerde Yılan ve Yedi Irk 
Hermetik bilgilere göre fiziksel âlem, süptil âlemin aynasıdır ve ruhlar bir zaman sonra büyük ışığa doğru çekilirler, onlara yol gösterilir. Evrende kozmik yasalar işlemektedir. Hermetizme göre eski insanların kökeni Dünya-dışı’dır. Hermetika adı verilen bilgilerin, eski Yunanca ve Latince yazılmış eldeki parçaları bütününe verilen ad; Zümrüt Tabletler’dir.
Hermes-Thot’un öğretisine ait kimi metinler – İskenderiye yangınından ve bağnazların ellerinden kurtulabilmiş bilgiler – bir miktar anlam kaybına uğrasa da, Kilise’nin tüm çabalarına rağmen Avrupa’da yayılmayı başarmıştır.

Hermes’in  (Hermes’in Toth ile aynı kişi olduğu söylenir) Zümrüt tabletlerinin bilgilerine göre; meditasyon ve duaya yönelen Hermes’e bir ejderha görünmüştür. Anlatılanlar şöyledir:
Bu suret kanatları gökyüzünü kaplayan, bedeninden her yöne ışıklar saçan Yüce Ejderha’ydı. Yüce Ejderha, Hermes’e adıyla seslendi ve ona Dünyanın Gizemi hakkında neden düşündüğünü sordu. Gördüğü şeyle dehşete kapılan  Hermes ejderhanın önünde kendini yere attı ve kim olduğunu açıklaması için ona yalvardı. Yüce Varlık, kendisinin Poimandres, Evrenin Aklı, Yaratıcı Zekâ, her şeyin Mutlak Hâkimi olduğunu bildirdi.
Bunun ardından Poimandres hemen şekil değiştirir. Durduğu yerde göz kamaştıran, nabız gibi atan bir Nur vardır. Bu Işık, bizatihi Yüce Ejderha’nın ruhani doğasıdır. Hermes görkemin ortasında ‘yükseltilir’ ve maddi evren onun bilincinden silinir. Hızla koyu bir karanlık çöker ve karanlık genişleyerek Işık’ı yutar. Her şey sarsılır. Etrafında suya benzer bir töz girdap halinde döner ve ondan dumana benzeyen bir buhar çıkar. Etraf dile gelmez iç çekişlerle ve acı haykırışlarla dolar, bu sesler sanki karanlık tarafından yutulan Işık’tan gelmektedir. Aklı Hermes’e ışık’ın spiritüel evrenin şekli olduğunu ve dönen karanlığın onu yutan maddi töz olduğunu söyler. 
Yine Hermetik bilgilere göre:  
“Doğanın Semavi İnsan ile evliliğinden, hepsi iki cinsiyetli, hem erkek hem kadın olan ve iki ayağı üzerinde duran ve her biri Yedi Yöneticiden birinin doğasına sahip yedi insan doğurdu. Bunlar, yedi ırk, yedi tür ve yedi çarktır. Yedi insan bu şekilde yaratılmıştır. Toprak dişil element ve su eril elementtir; ateş ve esîrden ruhlarını aldılar ve Doğa insan türünde ve suretinde bedenler yarattı. Ve insan Yüce Ejderha’nın Hayat ve Işık’ını aldı. Ruhu Hayat’tan ve Aklı Işık’tan yapıldı. İçinde ölümsüzlük olan ama ölümlülükten de pay alan bütün bu birleşik yaratıklar, bir süre bu hal içinde devam etti. Kendilerinden kendilerini yarattılar, çünkü onlar hem dişi hem erkekti. Fakat dönemin sonunda Kaderin düğümü Tanrı tarafından çözüldü ve her şey serbestleşti. Ve Tanrı bunu söylediğinde Takdiri İlahi Yedi Yöneticinin yardımıyla cinsiyetleri bir araya getirdi, onları birbirine karıştırdı, kuşakları yarattı ve her şey kendi türüne göre çoğaldı. Bedeni severek bağlanma hatasına düşenler ölüme ait şeyleri hissederek ve onlardan acı duyarak karanlıkta dolaştı, fakat bedenin ruhun tabutundan başka bir şey olmadığını kavrayanlar ölümsüzlüğe yükseldi.” 
yilan_okeanos_thoth_tula_hindu_medusa_na...=306&h=396

(Hermes’in Zümrüt Tabletlerinin, yani Toth’un Ölüler Kitabı’nın masonların elinde olduğu iddia ediliyor. 33 sayısı Masonlukta, üstatlığı temsil eder. Alcyone, Pleiades’teki en parlak yıldızdır ve böylece Alcyone 33 derecedir – mistik temel rakam. Master ikiye bölününce Ma / Ster olur ve anlamı Ana Yıldız (Mother Star) demektir. Böylece Alcyone Ana Yıldızın sayısıdır – 33 derece)
Bu kadar çok yılan sembolü ve tanrısının özellikle insanın yaratılışı ve bilgeliği ile ilgili mitlerde yer alması sadece tesadüf olabilir mi?
Medusa,  gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi canavardır. Perseus, Medusa’nın başını kestiğinde Poseidon’dan olan çocukları Pegasus ve Chrysaor dışarı fırlamıştır. Kandamlaları Libya çöllerinde birer yılana dönüşmüşlerdir. Daha sonraları bu yılanlardan biri Mopsus’u öldürmüştür.

yilan_atina_eski_ancient_snake_antik_sah....jpg?w=450

Bütün yaratılış efsanelerinde ve kutsal kitaplarda göklerden inen yılan biçimli tanrıların üstün özellikleri vardır. Yılan tanrılar yeryüzündeki insanlara, bilginin yolunu, teknolojiyi, inşaatçılığı, alfabeyi, astronomiyi öğretmiş, hatta tufandan kurtarmıştır. Bu yılan tanrıların mitsel hikâyelerinin hemen hepsinde, gökten inen bir ışıkla gebe kalan dünyalı dişilerden bahseder.
Yılan Tanrılarla Pleiades Bağlantısı 
Bütün eski efsanelerdeki mitsel yılanlar, göklerle bağlantılıdır ve uzaydan gelip uygarlık kuran (Extra-terrestrial) varlıklardır. Atlantis’teki yıldızlararası yılanlardan bazılarının Pleiades’ten geldiği söylenir. Bu androjen (çift cinsiyetli) yılanlar, kutsanmış yedili diye bilinir (Yılan söz konusu olduğunda ilginç bir şekilde yedi sayısı gündemdedir).

Pleiades’lilerin insanoğlunun zihnine kıvılcım aşılamak için dünyaya yolculuk yapmış oldukları iddia edilir. Bu konuda özellikle Cherokee yerlilerin kayıtlarında bulunan söylemler anlamlıdır.
Pleiades görevlilerin yeryüzü üzerinde İnsan topluluğu ile eşleştikleri ve onların soyunun Atlantis’te devam ettiği söylenir. Benzer bir şekilde Yunanlı tarihçi Diodorus; Pleiadesli yedi kız kardeşten ikisi olan Celoene ve Alcyone’un, Atlantis kralı Poseidon ile çiftleştiği ve onların çocuklarının da Atlantis sakinleri olduklarını anlatmıştır.
Pleiades yıldız sistemi, Ülker, Süreyya, Pervin olarak da anılır. Bir açık yıldız kümesidir. Boğa takımyıldızında (Taurus) bulunur. Dünya’ya en yakın açık yıldız kümelerinden ve büyük ihtimalle de en ünlü ve çıplak göze en güzel gözükenlerdendir. Ülker’in görünen yıldızları Yedi Kızkardeşler olarak da bilinir. Güneş sistemimiz her 25.860 yılda bir Pleiades çevresinde bir tur dönmektedir.  Pleiades üzerinde yapılan astronomi çalışmalarına göre Güneş sistemimiz ve başka birtakım sistemler, Pleiades sisteminin bir parçasıdır.
yilan_atina_eski_ancient_snake_antik_sah...=600&h=409

Bu sistemin döngüsüne göre on binlerce yıl Galaktik gece denilen karanlık çağı yaşadığımız, 2000 yıl kadar da ışık çağını yaşayacağımız iddia ediliyor. Bazı bilim adamları tarafından kıyamet zamanı ya da Maya takvimindeki zamanın sonu diye tanımlanan döneme girmek üzere olduğumuz söylenmektedir (Bkz: Foton Kuşağı Etkisi). Foton kuşağı diye adlandırılan bu iddialara göre; bu süreç 2012 yılında başlayacak ve dünyamız büyük bir enerji kuşağının içine girecek ve uyanış çağı başlayacaktır. Bir önceki foton çağı döneminin Atlantis zamanına rastladığı iddia edilmektedir. Işık bölgesine geçiş sırasında tüm teknolojinin duracağı, buna karşın insanların özel yetenekler kazanacağı, DNA sarmalının değişerek, uyuyan hurda genlerin devreye gireceği iddia edilmektedir. (Bkz: Kader DNA’nın Neresinde).
Yıldız aktivasyonu, Güneş Sistemimizin Pleiades (Alcyone yıldızı), Sirius, Arcturus, Orion ve Andromeda ile aynı sıraya dizilmesi ile başlayacaktır. Bu kuşağa girildiğinde, şu anda bulunduğumuz 3. boyuttan 5. boyuta yükseleceğimiz iddia edilmektedir.
Bütün kültürler boyunca tarih şiir ve mitolojide kozmik objelerden en çok vurgulanan Pleiades:

yilan_atina_eski_ancient_snake_antik_sah...=403&h=449

Yedi Kızkardeşler, Krittika, Kimah, Güvercinlerin Sürüsü, Tavuklar, Bahar Bakireleri, Denizcinin Yıldızları ve Atlantisli Kızkardeşler gibi isimler; Pleiades’in görünür yedi yıldızlarının adlarıdır. Pleiades, Kuzey Amerika’daki Sibirya’daki ve Avustralya’daki insanlar tarafından Yedi Kızkardeşler olarak bilinir ve bu onların 40.000 yıl daha önceden anlatıldığı demektir.
M.Ö. 2357 yılı Çin yargılarında beliren astronomik edebiyatta adı ilk geçen yıldızlar arasında Pleiades görünmektedir. Alcyone, ilkbahar gündönümüne en yakın olmasıyla en parlak yıldızdır.
Yaklaşık 25.900 yıllık uzun dönem dönüşü için Pleiades Yüce Yılı, onları yılı başlatma konusuna kadar yükseltmiştir.
Giza Büyük Piramidinin yedi odasının bu yedi kız kardeşleri anımsattığını, 19.Yüzyılın sonlarında Profesör Charles Piazzi Smyth önermiştir. Büyük Piramidin bitirilme tarihi, kış gündönümünün gece ortasında Pleiades, Alcyone ile tam aynı çizgide bu piramidin boylamı üzerinde yayıldığı dönemdir.

yilan_atina_eski_ancient_snake_antik_sah...=600&h=450

Alcyone, Araplar tarafından Al Wasat, yani merkezi olan ve Babilliler tarafından ise Temennu, yani kuruluş taşı olarak adlandırılmaktaydı. Musevilerin kutsal şehri Sion- Zion ismi, sadece tesadüf müdür? Mezo-Amerikanın Mayaları, uygarlıklarının tohum yatağı ve ışığın kodlarını çocuğuna veren kozmik yıldız ana olduğu için Pleiadesi cranary (anlamı yüksek nitelikte tohum üreten bölge) diye adlandırmaktaydılar. 10 Merovenjler, ( Troyanın Kralı Priamın oğlu)  Prens Paris’ten sonra Parisi kurdular ve kente onun adını verdiler. İlyada’daki Elektra (Pleiades takımyıldızındaki 7 kız kardeşten biri) Troya soyunu kuran Dardanosun anasıydı (bir başka Pleiades bağlantısı).


Gizemli Yılan Bilgeliğinin kaynağı gerçekten Pleiades midir emin olmak çok zor. Bilim kabul etmeden söylenenler iddiadan ve düşlerden ibaret olacak. Pleiades yıldız sisteminin evrensel mirasın odağı olduğu konusunda efsaneler, mitler ve kutsal kaynaklardaki şifreli ifadelerin bu kadar benzer olması şaşırtıcıdır. Yılan sembolünün bilgelik ve aydınlanma ile ilişkisi, ustalığı ve İlahi bilgiyi bu kadar içermesi, yıldızlarla bağlantısı araştırmaya, düşünmeye gerçekten değer 

Bu konuyu yazdır

  Atatürk Kayıp Kıta MU'DA Ne Aradı ?
Yazar: Emka - 22-05-2016, Saat: 15:33 - Forum: GİZEMLİ MEDENİYETLER - Yorum Yok

"M.Ö. 200.000 ile 70.000 yillari arasinda Pasifik'te Mu adinda Avustralya'dan kat kat büyük bir Kita mi vardi? Yüksek bir medeniyet yarattiktan sonra batmis miydi? Atatürk bu kitayla neden ilgilenmisti?" Türkler'in kökenini ortaya çikarmak Gazi'nin en büyük isteklerinden biriydi. Cumhuriyetin ilk yillarinda Osmanlilar'in son dönemlerinde Türklük Akimlari üzerine yapilan arastirmalari derledi. Atatürk'ün istegiyle birçok bilim adami ve arastirmaci bu alanda arastirmalar yapti. 
Yabanci bilim adamlari davet edildi. 1930'da Türk Tarih Kurumu kuruldu. Çok zengin malzeme ve bilgilere ulasildi. Yine de Türkler'in nereden geldikleri tam açiklik kazanmadi. Maya Diliyle Türkçe Arasindaki Benzerlik 1932'de emekli General Tahsin Bey Atatürk'ü ziyaret etti. Maya dili ile Türkçe arasindaki benzerliklerden bahsetti. Mayalar Meksika'da yasamislar, Türkler ise Orta Asya'dan gelmislerdi. Aradaki uzakliga ragmen, Gazi konuyla ilgilendi. Tahsin Bey'i Meksika'ya elçi olarak atadi. Ona iki dil arasindaki benzerlikleri ortaya çikarma görevini verdi. Tahsin Bey Meksika'ya gitti. Orada kendisine Amerikali Arkeolog William Niven 'in buldugu tabletlerden bahsettiler. Maya dilinin kökeninin bu tabletlerde oldugu anlasilmisti. 
Türkçe ile Maya dili benzerlik bu tabletlerde aranacakti. Bu tabletler Tahsin Bey'i saskina çevirdi. Çünkü tabletler MÖ 200.000 ile 70.000 yillari arasinda Pasifik'de yer almis bir kitayi haber veriyordu. Kitanin adi MU idi. Avustralya'dan birkaç kat büyüktü. Yüksek bir uygarliga ulastiktan sonra deprem veya tufan sonucu battigi saniliyordu. Ingiliz Albay James Churcward Hindistan'daki tabletleri Tahsin Bey'e bilgi olarak sundu. Bunlar da kayip Mu Kitasi ile ilgiliydi. Ve Churcward 50 yil çalismisti bu tabletleri çözebilmek için. Bu konuda 5 kitap yayinlamis bir uzmandi. Tahsin Bey, ögrendiklerini, bulduklarini düzenli olarak Atatürk'e rapor ediyordu. 

522-0-2b4ffb41d662dd5dbd46021bce892426.jpg


Gazi; Churcward'in Mu ile ilgili kitaplarini getirtti ve 60 kisilik bir tercüme heyetine Türkçe'ye çevirme emrini verdi. Kitaplar basilmadi. Daktilo edilerek Atatürk'ün önüne kondular. Atatürk metinleri büyük bir dikkatle okudu. Insanin yaradilisini anlatan bölümle özellikle ilgilenmisti. Mu'nun insanligin ana vatani oldugunu nüfusun 64 milyona çiktigini anlatan bölümlerin altini çizmisti. Mu'da geçen Tanri kavramiyla da yakindan ilgilenmis, yaraticinin insan akliyla anlasilamayacagi, sekillendirilemeyecegi ve adlandirilamayacagi üzerinde durmustu. Tercümelerde Maya dili de dahil tüm lisanlarin Mu dilinden türedigi belirtiliyordu. Mu kitasinin batisini anlatan bölümde halkin "Ya Mu bizi kurtar." diye bagirdigina dikkat çekerek Mu'nun bir ilah adi oldugu sonucuna vardi. 
Mu kökenli özel isim ve sifatlari, Öztürkçe ile karsilastirarak (Kui: kögü : Aile vb.) not aliyordu. Atatürk, önce Türkler'in kökenini ve Mu dilinin Türkçe ile baglantisini incelemis sonra da Mu sembollerini Latin alfabesiyle karsilastirmisti. Daha ilginç olan Mu'nun demokrasi ile yönetildigini ve günes enerjisinin aydinlatmada kullanildigini anlatan satirlarin altini çizmekle kalmamisti kendi notlarini da ilistirmisti. Bugün bu kitaplardan Kayip Mu Kitasi ve Mu'nun Çocuklari Anitmabir kitapliginda 1301, 1302 no ile kayitlidir. Çeviri metinleri ise kitaplikta 4 dosya halinde bulunur. Gazi'nin Mu ile ilgili çikardigi sonuçlari ne yazik ki tam olarak bilemiyoruz. 

Emekli general Tahsin Mayatepek Meksika'daki arastirmalarinda çok daha fazlasini bulmustu. Maya, Aztek ve Inka uygarliklarinin Türkler'in kullandigi esyalara benzer esyalar kullandigini Atatürk'e iletmisti. Davullar, kalkanlar üzerlerindeki ay ve yildiz sembollerine kadar bizimkilere benziyordu. Tahsin Mayatepek, çalismalarini belge ve fotograflarla 3 ciltlik defter olarak toplayarak Atatürk'e gönderdi. Bunlarin ikisi 70'lere kadar TDK kütüphanesinde idi. (No:57-56) Üçüncü defter kayiptir. Bu defterlerde dini tören, ibadet ve tapinaklarin bile sasilacak kadar benzerligi gösteriliyordu. Atatürk'ün 6 ay gibi bir sürere Türkçe'yi Latin harflerine kavusturacak kadar bilgili ve yetenekli oldugu düsünülürse, onun kesinlikle siradan bir dil bilimci ve tarihçi oldugu düsünülemez. Öyleyse bu arastirmalari da siradan bir merak olamazdi. Yine O, neyi nerede arayacagini herkesten iyi biliyordu. Bugün Atatürk'ün gizli kalmis düsünceleriyle birlikte bu arastirmalar da Anitkabir'in sessizliginde uyumaya devam ediyorlar. Eger gerçekten var olduysa, Mu Kitasi'nin kalintilarinin Pasifik'in derinliklerinde durdugu gibi...

Kaynak : izafet.net

Bu konuyu yazdır

  PAZAR GÜNÜ MEDİTASYONU
Yazar: Emka - 22-05-2016, Saat: 08:47 - Forum: MEDİTASYON - Yorum Yok

Pazar gunleri yapilan haftalik ozgurlesme meditasyonuna mumkun oldugunca cok kisinin katilmasi son derece onemli. Bu meditasyon isik guclerinin isik enerjisini gezegen yuzeyinde topraklayarak isik gridini guclendirmesine yardim ediyor, ki bu da buyuk kurtulus surecini hizlandiriyor.
Yuzey insan nufusu gucu icinde meditasyonu yapan insan sayisi olayin zamaninin hizlanmasinda tek basina en onemli faktor. 

Bu meditasyonu her pazar gunu yil boyunca tum dunyada 19:00 GMT yani 22:00 Turkiye saatinde yapiyoruz


Meditasyonu su sekilde yapiyoruz:


Meditasyonu yerde bagdas kurarak ya da dik ve rahat bir sekilde oturarak yapabiliriz.


mudra-sa%C4%9Fl%C4%B1k-yoga-indigodergisi.jpg




1. Gozlerinizi kapatin. Birkac dakika boyunca aklinizi ve vucudunuzu dikkatinizi nefes alip vermenize vererek rahatlatin.


2. Mavi elektiriki bir isik direginin Galaksi Merkez Gunesinden cikip vucudunuzdan gecerek Dunya merkezine gittigini hayal edin. Bu isik diregini bir kac dakika aktif tutun.


Daha sonra Dunyadaki tum negatif varliklarin ve onlarin negatif ruhani teknolojilerinin ve sihirli aletlerinin plazma, eterik, ve astral seviyelerden (Isigin fiziksel olmayan ozgurluk savascilari tarafindan) bu isiga eskort edildiklerini hayal edin. Bunun bariscil ve puruzsuz bir sekilde gerceklestigini gozunuzde canlandirin.


Dunyanin sonunda tum ruhani kolelikten,kotu Archon, Reptilian, seytan, ve diger negatif fiziksel olmayan varliklardan kurtuldugunu gozunuzde canlandirin. Butun karanlik varliklar gidip sadece isik kalana kadar plazma, eterik, ve astral seviye titresimlerinin gittikce daha hafif ve aydinlik oldugunu hayal edin.


3.Karanlik Kabal toplumunun fiziki uyeleri merkez banka suclusu Rothschilds ve Rockefeller aileleri, Henry Kissinger, George Bush, ve the Jesuits (din tuccarlari) gibi diger Kabal uyelerinin bariscil bir sekilde teslim olduklarini, guclu pozisyonlarini biraktiklarini, finans sistemi ve medyadaki kontrolu serbest biraktiklarini hayal edin. Sivil otoritenin teslim olmak istemeyen Kabal uyelerini tutukladiklarini gozunuzde canlandirin.


Bu surecin tum dunyada bariscil ve puruszuz bir sekilde gerceklestigini hayal edin. Dunyanin artik paraya olan kolelikten, seytani diktatorlerden, ve duzenbaz politikacilardan arindigini hayal edin. 


4. Parlak beyaz bir isik girdabinin Kabal yandasi politikacilarin, yuksek rutbedeki organizasyon yoneticilerinin, paraci CEO’larin, olduren dronelari kullanan pilotlarin, tetigi ceken askerlerin, buyuk silahlari kullanan personelin, akademisyenlerin, fanatik dincilerin vs. ruh cakralarindan (baslarinin 10-15 cm uzerindeki cakra) enerji alanlarina ve kisiliklerine dustugunu ve onlari isigin varligina uyandirdigini, Kabaldan uzaklasmalarina rehber oldugunu, ve onlara karanliklardan uzaklasmak icin guc verdigini hayal edin. 


5. Butun Kabal yandaslarinin gezegen isik agina katildigini, tum yokeden ve aldatan silahlarini biraktiklarini, insanliga yapici bir sekilde katildiklarini ve isbirligi yaptiklarini hayal edin.


6. Insanlik icin tum borclarin silindigi, refah odeneklerinin serbest birakildigi yeni ve adil bir finansal sistemin oldugu, gelismis teknolojilerin ortaya ciktigi, ekosistemin iyilestigi ve insanligin zulumden kurtuldugu parlak bir gelecegi gozunuzde canlandirin. Parlak altin cagi, melekler, periler, yunuslar, tek boynuzlu atlar, ruhani rehberler ve diger Isik varliklari ile eterik ve astral duzeyde hayal edin.

Insanligin tum yaralarinin iyilestigini, herkesin Buyuk Kaynak ve kendi ruhlariyla baglantiya gecmeye esinlendigi ve bu yolda ilerledigini hayal edin.


7.Ayaga kalkin, kollarinizi basinizin iki yanina kaldirin ve saat yonunde yavasca donmeye baslayin. 


8. Donerken vucudunuzu titretmesi icin “iiiiiii” mantrasini soyleyin ve vucudunuzun parlak bir isik diregine donustugunu ve bu direk icinde milyonlarca gokkusagi renklerinde yildizlarin sacildigini hayal edin.


9. Birkac dakika sonra ellerinizi asagiya indirip donmeye devam edin.


10. Simdi “eeeeeeeaaaaaaaa” mantrasini vucudunuzun titrestigini hissederek soyleyin. Gokkusagi renlerindeki isik girdabinin kalbinizden tum dunyaya yayildigini hayal edin. Ruhani liderlerinizi, Yukselmisleri, Pleiadianlilari, melekleri, ruh ikizlerinizi, ruh eslerinizi, ruh ailelerinizi, ve diger Isik varliklarini ortaminiza davet edin.


Bir sure bu sekilde donmeye devam edin. Sonra oturun ve bir sure ellerinize bakarak bas donmesinin bitmesini bekleyin.


11.Rahatlayinca gozlerinizi kapatip kendinizi sevgi ile dolu pembe bir yumurta icinde hayal edin. 


12. Sonra sevdiklerinizi bu pembe sevgi yumurtasi icinde hayal edin.


13. Simdi de tum insanligi ve tum dunya varliklarini bu pembe sevgi yumurtasi icine sarin. 


Bu konuyu yazdır

  Cinler, UFO'larla Uğraşıyor mu?
Yazar: Emka - 22-05-2016, Saat: 08:26 - Forum: CİNLER ALEMİ - Yorum Yok

ler, UFO'larla Uğraşıyor mu?
UFO, kimliği bilinemeyen uçan cisimlere verilen genel isimdir. Peki UFO olarak görülen bu şeylerin aslı nedir? Bu olayların bir çoğu, gökyüzünde ışık saçan cisimlerin veya Güneş ışını gibi herhangi bir sebeple parlayan değişik cisimlerin UFO zannedilmesinden ortaya çıkar. Gezegen, deneme uçakları (örn. virol'ler), havâî fişekler, elipsoid bulutlar, ateştop biçimi yıldırımlar, kuyruklu yıldız, türlü manyetik türbülanslar, uydu, uçak ve benzeri insan yapısı taşıtlar, bu tür vizyonlar olarak sık sık karşımıza çıkar. Bu görüntülerin bir kısmını ise, insanın hayâlinden türeme illüzyon, halisünasyon ve toplu kitle hipnozu ile görülenler teşkîl eder.

Cinler ve UFO'lar
UFO görüntülerinin enteresan bir kısmı ise, cinlerin meydana getirdikleridir. Genellikle geceleri ortaya çıkan konuşan oğlak, merkep, yarasa, köpek, kurt adamhortlak, cadı,karabasan, al karısı, peri gibi vizyonları çok duymuşuzdur. Bunların tamamının cinler tarafından planlandığı, şahsın rûhî yapısına ve hassasiyetine bağlı olarak ortaya çıktığı bilinmektedir. Çünkü cinler, yapılarında çok değişik görüntü oluşturma, istediği şekle ve biçime girme kâbiliyetinde yaratılmışlardır.
Enerji, bir hamur gibidir. Her şekle girer. Enerjiye kıl-şuur-zihin boyutu hâkimdir. Buna 5. boyut da deniyor. Bunu kendi bedenimizden de anladığımız gibi, maddeye enerjinin, enerjiye de mücerret (soyut) maddenin hâkim olup yönlendirdiğini fizik de bildirmektedir.
Cinlerin [bir kısmının] akıllı, hatta kurnaz olmaları, bu hüneri sergiliyor. Cinlerin bu tip kafa karıştırıcılıklarına kapılanlar, "spiritüalizm" adı altında şeytansı mezheplere rağbet etmektedirler. (Bknz. "Bilgi Kitabı" gibi. Bilgi Kitabı da kendilerini UFO ya da UZAYLI olarak tanıtan cinlerin, VESVESE kanalıyla yazdırılmış ÇELİŞKİLERLE dolu saçmalıklardan ibarettir. Cinlerin en bâriz özelliklerinden biri de mantıkî doğal olarak ya da bilinçli olarak  saçmalamalarıdır. Bu gibi uydurma (UFO) tarikatleri, sadece İslam'ı bilmeyen insanlar için bir aldatmacadır. Daha doğrusu günümüz modernitesinin getirdiği materyalizmin kucağına itilen ve inançları, bir takım kasıtlı medya tarafından "zihin yıkama" ve"toplumsal propaganda" araçları kullanarak insanları fıtratlarında yaratılmış üzere oldukları din ve Allah'ı arama arayışlarından uzaklaştırma tuzaklarıdır. Günümüzün postmodern MANKURT'u olarak (11 ay Materyalizm'e tercüman , Ramazan'da Müslüman olan ) bu kasıtlı medya'nın bu yoğun beyin yıkama faaliyetleri sonucunda hâlâ fıtratlarında yaşamın anlamını ve amacını, Yaratıcı'nın fıtratlarına koymuş olduğu Allah'ı ve Gerçek'i arama dürtüsüyle bu gerçeği "Deniz'e düşen, yılana sarılır." misâli, dün Haçlı seferlerinde ve engizisyon mahkemelerinde DİN ADINA işledikleri onca katliamdan sonra bugün ortaya SEVGİ DİNİ diye lanse edilen, önceleri semâvî bir din ve öğretiyken sonradan insan eliyle tahrif edilen İNSANİ FELSEFELERE; Satanizm gibi toplumu yıkıcı sapkın öğretilere sarılmışlardır. 
Özellikle cinlerin (Müslüman olmayan) bozuk kısmı -ki bunları Şeytânîler olarak nitelendirebiliriz- aldatmaya meyillidir. İnsanları yanlış fikirlere düşürmek için her metodu kullanır, onları aldatmak için zamana ve şartlara uygun olarak usuller seçerler. Bakarsınız karşımıza atalarımızın / dedelerimizin rûhu olarak çıkar ve rûh çağırma seansları ile bizimle dalga geçerler. (Müslümanlar için kullandıkları yöntemlerse kendilerini çoğunlukla evliyâ, Hz. Hızır ya da bir peygamber olarak tanıtmalarıdır. Zaten "Hz.Hızır'ı Çağırma Duası" ya da perileri, koruyucu meleklerimizi çağırma duası adı altında internetteki BİLGİSİZ kimi web sitelerinde CİN ÇAĞIRMA FORMÜLLERİ verilmesinin nedeni de budur.  [Bu süflî / şeytânî cinler yalan yanlış şeyler söyleyerek dinleyenlerin kafasını karıştırır, inançlarını sarsacak ve zayıflatacak şeyler telkine derler. Buna kapılanlar da bu işi ilâhî bir vecd içinde yaparlar (Yukarıdaki evliyâların kılığına girmeleri örneğindeki gibi). Bu moda geçince, "Uzaylı ve UFO" olurlar. Teknolojik görüntülere bürünerek ilgi ve merakı daha da kendilerine çekerler. Böylece "uçan daire ve uzaylılar" modası yaygınlaşır. Artık onlar, disk şeklindeki ışıklı bir yapı içinde seyahat eden acaib kılıklı, kısa boylu, çekik gözlü, tuhaf biçimli, yeşil renkli uzaylılardır.

İnsanların başka gezegenlere olan merakını çok iyi bildiklerinden, kendilerine başka gezegenlerden gelme süsü verirler. Hatta bazen insanlarla temasta bulunur ve güyâ kendi gezegenlerindeki şartlardan bahis açarlar. Böylece insanların merakı, hak dinden ve onun mesajlarından başka konulara, hatta başka tanrı ve inanç sistemlerine çevrilir. Şeytan'ın istediği de budur. 

Medeniyet, teknoloji bakımından daha gelişmiş, zekâ seviyesi daha yüksek uzaylılar gündeme getirerek; insanları oyalayacak, merak ve ilgiyi materyalist meselelere kanalize edecek yeni bir afyon daha bulmuştur.Spiritüalistler de artık bu modanın misyonerleridir.

Uzaylılar sahtekârlığının bizzat cinler tarafından tezgâhlandığı, yapılan pozitif deneylerle ortaya konmuştur. Bu uzaylılardan alınan polaroid filmlerin hem kızılötesi ışık (IR) altında, hem de normal ışık altında spektral analizleri yapılmıştır. Neticede spiritüalistlerin masasına gelen sözde rûhlar ile bu sözde uzaylıların aynı ışın yapılarına sahip olduğu ve birbirine tıpatıp uyduğu görülmüştür. Çünkü enerjikuant, spektroskopik cihâzlarla varlığını ve cinsini kolayca belirleyebileceğimiz yapılardır. Böylece uzaylı sahtekârlığını tezgâhlayanların akıllı enerjiler olması vesilesiyle, her şekle bürünebilen ve ışıklı görüntüler oluşturabilen cinler olduğu ortaya çıkmıştır.

Cinler, "madde dışı"  varlıklar oldukları için, madde boyutu kavramında değildirler. Bu sebeple de bizim zaman boyutumuzun dışında kalırlar ve geçmişi bilebilirler. Cinlerin taşıdıkları perispiri yapısı, henüz bilinmeyen bir ışındır. Bazı yüce ruhlu insanlarda da mevcut olan bu hususiyet, onların istedikleri anda dünyanın herhangi bir yerinde bulunabilme kâbiliyetine ve hızına sahip olmalarını sağlar.

Kurân, madde gözüyle görülmeyen enerji âlemin varlıklarına cin adına vermektedir. Cinlerin özel kâbiliyetleri, onlara madde âleminde de görüntü ve tesir sağlamaktadır. Kurân'da [dumansız] ateşten yaratıldığı bildirilen ve enerji-kuant-ışık-elektromanyetik dalga yapısında olan cinler, insanlar gibi şuurlu ve idrâk sahibi varlıklar olup, onlar da imtihana tâbi tutulmaktadır. Kuant yapısında olduklarından ışık hızına yakın süratte bulunurlar. Aynen ışınlar gibi akıcı ve hareketli yapıları ile istenilen şekle bürünebilirler. perispiri adı verilen mahiyetleri, onlara maddeye benzer bir görüntü verir. Spiritüalistlerin rûh diye çağırdıkları veya "bedensiz varlık" diye adlandırdıkları yaratığının gerçek adı cindir. Cinler de aynen insanlar gibi varlığının kaynağını ve gücünü rûh'tan alırlar. Alemde, teşekkül ve mükemmellik yönünden insandan sonra gelirler.



Cinlerin Doğum ve Ölümleri

Cinlerin doğumları, perisperiye bürünmek şeklinde olur. Ölümleri de ölüm zamanları geldiğinde perisperilerinin yok olmasıyla olur. Cinler, kendilerinden birinin ölümünü, onun aralarında görülmemesiyle anlarlar. Ömürleri, bizim ölçülerimize göre [600 - ]1000 yılı bulur. Onların zaman birimine göre bu süre, 60-70 yıldır. Çünkü ışık hızının yaklaşık ™'u kadar bir sürate sahip olunduğu takdirde zaman, 14 defa yavaşlamaktadır ki, bu da 70 yılın 900 sene olan cinlerin ömrüne tekâbül etmesidir. Cinlerin geçmişi çok iyi bilmeleri, onların [bu] uzun ömürlü olmaları ile açıklanabilir.

Cinlerin ömrü ve yapıları, insana göre çok farklıdır. Ama şuur seviyeleri, insanınkinden düşüktür. Aralarında normal bir insandan daha üst şuurlular bulunabilir. Ama üstün bir insanla mukâyese edilirse, onların en üstünleri bile geride kalır. Karakter yapıları, zayıftır. Bu sebeple [de] olumsuz, düşük ve seviyesiz davranışlarda bulunurlar. Ama içlerinde gelişmiş ve fâziletli [Müslüman] olanları da vardır.
Umumiyetle en büyük özellikleri ve eğlenceleri, insanların zayıf taraflarından faydalanarak yanıltmaktır.  insanları kendilerine tâbi kılmak, istediklerini yaptırmak ve kendilerine taptırmaktan büyük zevk duyarlar. Halbuki insan, cinlerin oyuncağı olmak için eğil; Allah'a kul olmak için yaratılmıştır.[1]

Bu konuyu yazdır

  Cinleri Evden Uzaklaştırmak
Yazar: Emka - 22-05-2016, Saat: 08:14 - Forum: CİNLER ALEMİ - Yorum Yok

Bazen evlerde cinler gözükerek veya sesleriyle, bazen de o ev halkına eziyet ederek rahatsız ederler. Hatta evin içine pislik dahi atarlar. Bunu gözümle bir evde müşahade ettim. Bazen evde beş kişilik yemek pişer sanki on kişi yermiş gibi hemen biter. Bazen de evde üç dört kişi olduğu halde sanki on kişi varmış gibi sesler çıkar. 

Bu yukarıda saydığımız evler ya kimsesiz evlerdir ki, cinler orada mesken kurarlar, yahut da içindeki insanlar islam'ı yaşamadıkları için şeytan evin malından, evladından ve karısından istifade eder, ortak olur. Allah-u Teâlâ Kur'an'ı Mecid'inde "Onlara mallarında ve evlatlarında ortak ol" buyurmuştur, insan Islamdan uzaklaşınca bu ortaklık her zaman olabilir. Allah (c.c.)'a sığınırız. 

Efendimiz (s.a.v.) "Evlerinizi kabirlere (mezarlara) çevirmeyiniz" buyurmaktadır^ Namaz kılınmayan, Kur'an okunmayan ev mezar gibi olmuştur. Bu eve şeytanlar da cinler de rahatça girip cirit atar. Böyle bir evden cinleri uzaklaştırmak istendiği zaman o cinlere evi terketmeleri için üç gün mühlet verilir. Evden gitmeleri ve ev halkından kimseye görünmemeleri istenir, eğer gitmezlerse bol miktarda su alınır, eller suyun içine konur ve ağız iyice suya yaklaştırılır. Okuma bitinceye kadar öyle durulur ve şu dualar okunur: Fatiha, Bakara (1-4), Bakara (255-257), Bakara (285-286), Al-i imran (1?), A'raf (54), Müminun (113-118), Saffat (1-10), Haşr (21-24), Cin (1-37), İhlas ve Muav-vezeteyn okunur ve suya üflenir. O su evin köşelerine serpilirse cinler Allah (c.c.)'ın izni ile evden çıkarlar. (Müslim)

OKUYUP ÜFLEMENİN CAİZ OLMASI
Avf b. Malik (r.a.) şöyle demiştir: "Cahiliye devrinde hastalara okurduk, bu sebeple Rasulüllah (s.a.v.)'e "ya Rasulallah okumak hakkında ne buyurursunuz?" diye sorduğumuzda, "okuduğunuz şeyleri okuyun bakayım" der, şirki ihtiva eden bir şey yoksa "bir mahzur yoktur" derdi. (Ebu Davud, Müslim) 

Hz. Enes (r.a.)'dan, "Rasulüllah (s.a.v.), gözdeğmesinde yılan, akrep gibi hayvanların sokmasında ve yan tarafta çıkan yaralarda hastayı okumaya izin verdi." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi) 

Yine başka bir hadiste, "Kardeşine faydalı olabilen kimse bunu yapsın" buyurdular. (Müslim) Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: Rasulüllah (s.a.v.) hastalanınca, O'na Cebrail (a.s.) okur ve şöyle derdi: "Allah'ın adı ile sana okudum. Allah seni kurtarsın, her hastalığını iyileştirsin, her hasedcinin şerrinden ve her gözü olanın kem gözünden korusun" (Müslim)

Amr b. Şuayb, babasından o da dedesinden şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Efendimiz (s.a.v.) korku için şu duayı okumalarını öğretti,

‏سنن الترمذي للإمام الترمذي

عَن عَمْرو بنِ شُعيبٍ عَن أبيهِ عَن جدِّهِ أنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَليْهِ وسَلَّم قَالَ:

"إذا فَزِعَ أحدُكمْ في النَّومِ فليقلْ أعُوذُ بكلماتِ اللَّهِ التَّامَّةِ من غَضَبهِ وعِقابهِ وشرِّ عبادِهِ، ومن هَمَزاتِ الشَّياطينِ وأنْ يحضُرُونِ فإنَّها لنْ تَضُرَّهُ" فكانَ عبدُ اللَّهِ بنُ عَمْرٍو يُلقنُها منْ بَلَغَ مِنْ وَلَدِهِ، ومن لمْ يبلُغْ منهُمْ كتَبَها في صكٍّ ثُمَّ علَّقَها في عُنُقِهِ". هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ غَرِيْبٌ.

İbni Ömer (r.a.) de küçük ve büyük çocuklarına bunu öğretti. Ibni Ömer (r.a.) bu duayı yazmış ve çocuğunun boynuna asmıştı. (Ebu Davud, Tirmizi, Hakim, Ahmed)

İbni Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; "Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Hasan ile Hüseyin'i okur ve şöyle derdi; "Şeytandan, her türlü zehirli hayvan ile günahkar gözden Allah'ın eksiksiz kelimeleri ile dua ederim" sonra,"babamız ibrahim (a.s.) de, ismail ile Ishak (a.s.)'a bu duayı okurdu" buyurdu. (Ebu Davud, Tirmizi)

Saranın cinlerden olup olmadığı hakkındaki bahiste de, efendimiz (s.a.v.)'in cinli hastaları tedavi ettiğini, sahabeden hastalara okuyanlar olduğunu, Ahmed Ibni Hanbel'in hikâyesini anlatmıştık ki, bunlar yeterli delillerdir.

Ehli sünnet alimlerinden hiç kimse, rukyeyi inkâr etmemiştir. Bu kadar deliller karşısında inkâr eden ancak cehaletinden inkâr etmektedir.

Hastalara ve delilere ve mecnunlara hem Rasulüllah (s.a.v), hem de ashabı okumuştur.

Harice b. Salt et-Temimi, amcasının şöyle dediğini rivayet ediyor; Peygamber (s.a.v.)'in yanından ayrılıp gelirken bir Arap mahallesine uğradık. Mahalle halkı "O zatın yanından hayırlı gelmekte olduğunuzu haber aldık. Biz de cinnet hastalığına tutulmuş biri vardır. Acaba sizde bir ilaç veya hastaya okuyacak birşey var mıdır?" diye sordular. Biz de "evet vardır" dedik. O cinni olan hastayı getirdiler, üç gün sabah akşam kendisine Fatiha'yı okudum. Her Fatiha'nın sonunda hastaya üfledim. Hasta bağını koparmış hayvan gibi dimdik oldu. Bunun üzerine bana bir ücret verdiler. "Hayır Rasulüllah'a soruncaya kadar almam" dedim. Rasulüllah'a sorunca, "Al, ye. Allah'a yemin ederim ki, senden başkası batıl bir okuma neticesinde yerse de, sen hak olan bir şeyi okumak sebebi ile yemiş olacaksın" buyurdular. (Ebu Davud)

Ulema, ittifakla "kâhin ve arraf sınıfına giren cincilere verilen para haramdır" demişlerdir.

Abdullah Ibn Mesud (r.a.) saralının kulağına okudu ve üfledi, hasta kendine geldi. Peygamberimiz (s.a.v.) ona ne okuduğunu sordu, o da sûre-i Mü'minun'un sonunu okuduğunu söyledi. Efendimiz (s.a.v.) "Bir insan o ayetleri tam bir yakın ile dağa okusa, dağ parçalanır" buyurdu. (İbnüssünniy)


574.jpg

Bu konuyu yazdır

  Cinlerin Vesvesesine Dikkat Edin
Yazar: Emka - 22-05-2016, Saat: 08:12 - Forum: CİNLER ALEMİ - Yorumlar (3)

Türk-Yabancı ayrımı olmadan birçok arkadaşımızın başından bu benzer deneyimler geçmiş. Karabasan ve albastı olayları gibi, bu da bütün insanlığı kaplayan bir mistik yanılgı. Kimi zaman kendilerini Agarta ırkı, Ari ırk, kimi zaman da UFO, kimi zaman bir din büyüğü veyâ evliyâ, Mevlana, İmam Gazali, Hz.İsa vs olarak tanıtıyorlar. Sadece Peygamber Efendimiz'in kılığına giremiyorlar. Karşılarındaki insana kendisinin özel ve seçilmiş bir insan olduğunu telkin ediyorlar ve burada zihin yıkama süreçleri başlıyor. Daha çok doğal; ama saklı  telepatik yeteneklerin bulunduğu, yani iletişim kurabilecekleri insanları seçiyorlar. Çoğu zaman, Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat bilgi ve yaşantısından uzak kişileri.

Cinler insanı aldatır. En etkili silahları halisünasyon ve zihinsel kontrol yetenekleri oldukça fazladır. Kuran, bunu VESVESE olarak tabir eder. Bunun için de Nas ve Felak surelerini çokça okumak faydalıdır. Vesvese, kalbe ve zihne sokulan YANILTICI İLÜZYONLAR'dır. Kişi, yaşamadığı şeyleri aslında yaşamış gibi görünebilir. Örneğin bu ilüzyonlarla, geçmişteki bir sahne kişiye telkin edilerek REENKARNASYON'a inandırılabilir. Aslında o kişinin böyle bir hatırası hiç yaşanmamıştır. Ama böyle bir hatıra yaratılır zihinde. Bu konuda Ahmet Hulusi'nin yazılarına göz atmanızı tavsiye ediyorum.

Cinlerin en büyük zaafları, YÜKSEK EGO'dur. Yani kendilerini üstün görme, kimi zaman kutsallaştırma ve tanrılaştırma isteği. Ve insanları da EGO'larını vurmak, EGO'larını hedef seçmek suretiyle kandırırlar. Kimi zaman bir din büyüğü veya bir evliya kılığına girerler rüyasına girip "Seni seçtik, sen şüphesizki çok hayırlı bir kulumuzsun. Cennet'in bahçeleri seni beklemekte. İnsanlara şu, şu mesajlarımızı ilet." vs İSLAMI DA KULLANAN telkinlerde bulunurlar. Çoğu insan bu vesveselere aldanıp kendini Hz.İbrahim gibi telkin edildiğinden dolayı kendi öz bebesini katletmiş, cinnet geçirmiş, sonu ya ölümle, ya hapishanede ya da akıl hastanesinde bitmiştir. 

Allah-u Teala, Kuran-ı Kerim'de "Şüphesiz ki cinleri de insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" buyurur. Cinlerin kimi bu çağrıya icabet edip ABD ve KUL olduklarının farkına varır ve Yüce Yaratıcı'ya itaat ederek onun hükümranlığını tanırlar. Kimi ise kendi azgınlıklarını başka insanlara da bulaştırmaya çalışır. Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

Bismillahirrahmanirrahim. Kul, euzü birabbin nâs, melikin nâs, ilâhin nâsmin şerril vasvasil hannas, elleziy yuvesvısu fiy sudûrin nâs, minel cinneti ven nâs.

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adı ile. De ki: Sığınırım bütün insanların rabbine, bütün insanların melîkine ve bütün insanların ilâhına; o sinsi vesvese verenin şerrinden ki, vesvese verir insanların içine kimi cinden kimi insten!..


unnamed.jpg


Cinlerin vesveselerinden kurtulmak için Felak ve Nas surelerini çok iyi okumalı, kişi, Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat itikadından ayrılmamalı, sürekli gusül abdesti almalı, dost ve yârânını iyi seçmelidir. Neden dost ve yârân de diyeceksiniz; Çünkü sadece cinler vesvese vermez. Ayette belirtildiği gibi vesvese verir insanların içine kimi cinden kimi insten!.. İns, yani insan demektir. Kişinin dostu neyse, dini ve itikadı da ona benzer. Allah dostlarının meclisinde bulunanın, dinini yaşaması mükemmel olmasa bile, onların sohbetleriyle bile kendisi için güzel neticeler vardır. Ama kötü dost, nefsinin peşinden gider. Şeytan ve nefis, insanı aldatır ve onu heva ve tutkualrın peşinden sürükler. Aldanan insanlar da diğer insanları aldatır. Bu yüzden, dost seçiminde, kiminle ülfetiniz, yârânlılığınız bulunduğuna çok dikkat etmek gerekir. Meşhur-u sözdür ki, "Bana dostunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim."
İslam'da Reenkarnasyon denen şey yoktur. Herkes bu dünyaya bir kere gelir, amelini işler ve tekrar Allah'a döner. Hiçkimse için geri dönüş yoktur. Öldüğünüzde kabriniz ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur. İkinci bir şans daha yoktur. Aksi halde imtihanın anlamı olmaz:
"De ki: Rabb'im şeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım. Ver onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım Rabb'im. Nihayet onlardan birine ölüm gelip çatınca "Rabb'im beni dünyay geri döndür" der. "Ki bıraktığım dünyada yararlı bir iş yapayım", "Hayır, bu onun söylediği, (olmıyacak) bir laftır. Önlerinde, ta dirilecekleri kiyamet gününe kadar geri dönmelerine engel olan bir perde vardır." (Muminun suresi 97-100)
Yani bu ayeti okuyan hiçbir Müslüman, cinlerin aldatıcı bu ilüzyonlarına kanmaz. Hatıratına giren karmaşık şeylerin vesvese olduğunu anlar ve bunları ayıklar. Allah'a yakınlık arttıkça, kendisine FURKAN'dan bir parça verilir. Bu, NUR'dur. Hem de NUR ÜSTÜNE NUR... Müminin kalbine bir vesvese geldiğinde hemen kalplerine gelen bu vesvese ZAİL olur:
Şüphe yok ki Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, kendilerineşeytandan bir vesvese dokunduğu zaman iyice düşünürler (derhal Allah'ı hatırlarlar da) sonra hemen gözlerini açarlar. Araf Suresi, 201. ayet
FURKAN'a nasıl sahip olabiliriz? Ayette belirttiği gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınmakla ve takvayla. Ve buna sahip olmak, Emri Mâruf ve Nehyi Anil Münker'i gerektirir ki, insanlara iyiliği emredip kötülükten men edebilesiniz.

Son olarak tavsiyem, Cinlerle iletişimden uzak durun. Yani sitede onları yeterince tanıyabileceğiniz makale ve yazılar; tamam, bunları okuyun ve onlar hakkında bilgi edinin; fakat iletişimden KESİNLİKLE uzak durun. Kimi arkadaşımız diyor ki, "Ben, Müslüman bir cinle görüşmek istiyorum. Bu yüzden bana bir zararı olmaz." Siz, hangisinin gerçek Müslüman cin, hangisinin kafir cin olduğunu nasıl ayırt edebileceksiniz peki? Kendini Müslüman olarak tanıtır, İslam'la ilgili çok güzel öğütler de verir belki. Ama aslında kafir bir cindir ve sadece sizi tuzağa düşürmek için İslami bilgileri kullanıyordur.

Bu konuyu yazdır