Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,077
» Son Üye: kuyucadisi
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 3359 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 3359 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 671
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 521
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 943
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 862
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,874
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 9,274
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,648
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,489
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,788
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 2,033

 
  Evimde negatif enerji var mı? Varsa nasıl temizlerim? İşte bu 3 basit yöntemle
Yazar: Magnetho - 16-08-2017, Saat: 20:00 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Enerji dendiğinde en çok merak edilen konuların başında şu sorular gelir.

Evimde negatif enerji var mı? Varsa nasıl anlarım?

Cevap çok basit aslında.

Eğer o mekanda huzursuzluk hissi, insanlar üzerinde bir ağırlık, çok fazla tartışma, çok fazla hastalıklar, uykusuzluk yada uyuduğunda kötü rüyalar görme gibi sürekli tekrar eden bunlardan biri bile varsa ve yakın zamanda eğer evde bir ölüm olayı gerçekleştiyse mekanda negatif enerji olabilir ve temizlik yapılması gerekir.

Bir diğer şeyde yeni taşınılan evlerde (daha önce ne yaşandığı bilinmediği için) oturmadan mutlaka bir önceki yaşayan insanların enerjisinden arındırmak.

Dışarıya çıktığımız her an gerek toplu taşıma araçlarında gerek negatif enerji olan ortamlardan negatif enerjiler üzerimize yapışıyor. Ve eğer bir insanın aurası zayıfsa orada delikler oluşuyor bu deliklerden çok daha çabuk giriyor bu negatif enerjiler.

Dünyada pek çok kültürde çağlardan beri enerjisel temizlikler yapılmakta. Tüm kültürleri incelediğinizde pek çok enerji temizliği yöntemine rastlayabilirsiniz.

Ben size en çok uygulanan ve en fazla fayda görülen 3 tanesinden bahsedeceğim.

En çok bilineni ve benimde en fazla bahsettiğim Adaçayı.

Adaçayı latince salvia yani iyileşmek kelimesinden geliyor. Yüksek bir titreşime sahip bu bitki tüm düşük titreşimleri üzerine toplar. Aynı zamanda adaçayının özü içerisinde bulunan sinirleri yatıştıran yağ bu maddeler yakılmasıyla ortaya çıkıyor. Müthiş derece sakinleştiren ve dinlendirici etkiye sahip bu yağ sizi uyuşturmuyor tam tersi zihni açıyor. Adaçayına bilgelik bitkisi denmesinin sebebi de bu...

Aslında defalarca bu konuyla ilgili yazdım ama konuya ilk defa denk gelmiş olan birini düşünerek en baştan yazalım

Adaçayını nasıl kullanıyouz.

Başlamadan önce niyet edilmesi önemlidir. Enerjilerle çalışmanın ve yönlendirmenin en önemli şartı NİYET. 

"Negatif enerjilerden evimi veya kendimi arındırmaya niyet ettim" gibi basit bir niyet yeterli.

evdeki_negatif_enerji_yok_etmek.jpg

Alanı temizlemek için Adaçayını bir kase içerisinde yakıyor ve çıkan dumanı o alana yayılmasını sağlıyoruz. Bu konuda sezgilerinize güvenin. Buna izin verirseniz sizi nerenin ve ne zaman temizlenmesi gerektiğine dair yönlendirecektir. Bunun dışında çok fazla kullanılan alanlar olabilir, özellikle koridorlar, salon ve yatak odaları, evinize herhangi bir misafiriniz gelip gittikten sonra kendinizi ağırlaşmış hissettiğinizde yapabilirsiniz. 

Bunun dışında ikinci bir uygulama:

Cam bir bardak içerisine bir tatlı kaşığı tuz koyup yarıya kadar sirke dolduruyorsunuz. Aynı oranda su koyarak üstünü tamamlıyorsunuz. Bu karışımı evinizde özellikle de görünmeyen bir köşeye koyuyorsunuz. 24 saatten sonra evinizdeki tüm negatif enerji bu suya çekilecek ve evinizin enerjisi temizlenecek.

Neden görünmeyen bir köşe çünkü negatif enerji daha çok buralarda toplanır. Bu arada evde tozun biriktiği yerlerde negatif enerjiyi toplayan alanlardır.

Ne kadar zamanda bir yapılabilir?

Aslında suyun renginde bir değişim varsa (kararma ve lekelenme gibi) hiç bekletmeden dökün ve yenileyin. Ama herhangi bir değişim yoksa ilk haftalarda bir kaç günde değişin daha sonra bunu rutin haline getirdiğinizde evinizde fazla negatif enerji eskisi kadar olmayacağı için daha uzun aralıklarla yenileyebilirsiniz.

Bunun için de aynı şey geçerli sezgileriniz sizi yönlendirecektir aslında... Mesela evinize çok fazla arkadaşınız geldiğinde, evde tartışma olduğunda, üzücü bir olay yaşandığında, evde gerginlik hissettiğinizde gibi...

Ben haftada bir suyu WC ye döküp, yenisini hazırlıyorum mesela.

Ve son olarak bir limonu ikiye kesiyoruz. Yarısının içine tuz koyuyor ve bir kase içinde yine odanın bir köşesine koyuyoruz. Bu da yine mekanın enerjisini temizleyen, yükselten ve sizin ruh halinize pozitif yönde tesir eden müthiş bir uygulama.

Yatak odanıza başucunuza koyarsanız siz uyurken, gün boyunca üzerinizde biriken negatif enerjiyi temizleyerek taptaze bir enerji ile güne başlamanızı sağlar. Ve gerçekten mışıl mışıl, huzurla uykuya dalmanıza yardımcı olan sihirli bir formül bu.

Hatta limon tuzla etkileşime girdiği için odadaki mikrıopları da öldürdüğü söyleniyor.

Yaşam alanlarınızda düzenli aralıklarla bu uygulamaları yaparsanız emin olun evinizdeki ve kendinizdeki huzuru, dinginliği bariz hissedeceksiniz.

Ayrıca Enerjiyi bir önceki haftadan temizlemek yeni haftada tüm güzel olasılıkları da hayatınıza davet edecektir.

Kaynak:milliyet.com.tr
Yazar:Nur Demir

Bu konuyu yazdır

  ENERJİNİZİ ÇALANLARA DUR! DEYİN
Yazar: Magnetho - 16-08-2017, Saat: 19:53 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Sizin de çevrenizde, yakınınızda enerjinizi çalan, tüketen kişiler varsa onlara şöyle güzel bir DUR! deyin. Neler yapmanız gerektiği bu yazıda.

Mutluluk, çoğu insan için elinde hali hazır bulunan bir durum değil. Çoğu kişi, kendi çabalarıyla ve yoğun bir emekle mutluluğunu artırabilmek için uğraşıyor. Parayla mutlu olacaklar parasını arttırmaya çalışıyor, huzurla mutlu olacaklar huzuru hayatında kalıcı hale getirmeye çalışıyor…vs

Ömrü boyunca bu gibi çabalarla, tırnaklarıyla kazıya kazıya mutluluğu yakalamaya çalışan insanlar etraflarında da kendi gibi insanları istiyor ama bu her zaman mümkün olmuyor. Siz onca emek verirken biri geliyor bir laf ediyor ve enerjinizi alt üst edebiliyor. Peki, bu gibi durumlarda ne yapmak lazım?

Bu insanların birkaç türü bulunuyor. Kimisi; etrafı yaralama, acıtma çabasında oluyor. Kimisi ise; kendi dertleriyle etrafını boğuyor. Hayat kalitesini artırmak için çaba sarf etmek yerine kendine acıma, herşeyden şikayetçi olma rollerine bürünüyor. İşte bu iki tür insan enerjinizi en çok tüketen insan modelleridir.

İlk iş; Bu gibi insanlardan uzak durmaktır. Çünkü onların olumsuz telkinleri bilinçaltınıza yerleşerek sizi de olumsuz etkilemeye başlar.

enerjinizi-calanlara-dur-deyin.jpg

Ek olarak; Turkuaz taşı size hayli fayda sağlayacaktır. Üzerinizde bu taşı barındıran bir obje olsun. Kolye, yüzük, künye ya da cebinize çantanıza koyabileceğiniz sade bir taş hali.

Karşılaştığınızda göz teması kurmamak da koruyucudur. Oldu da bu kadarını yapamadınız içerisinde bulunduğunuz şartlar nedeniyle bir arada olmak zorundaysanız göz temasınızı minimum seviyede tutmalısınız. Görüşmeniz sonrasında bol suyla yüzünüzü ve ellerinizi yıkayın. Böylece üzerinize bulaşmış enerjiyi bünyenizden akıtabilirsiniz.

Bu kişilerle istemediğiniz bir münakaşaya girecek olursanız tartışma başlar başlamaz göbek deliğinizin üzerine elinizi koymalısınız. Bunun sebebi, bu bölgedeki solar pleksus çakrasını korumaktır. Bu çakrayı koruyabildikçe yaşam enerjiniz artacaktır.

Kaynak:mutlugazete

Bu konuyu yazdır

  4 Adımda Enerjinizi Yükseltmek Mümkün!
Yazar: Magnetho - 16-08-2017, Saat: 17:42 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Son zamanlarda cümleten bir tükenmişlik sendromu yaşıyoruz.
Üst üste gelen tatsız olaylar toplumca keyfimizi kaçırdı, yaşama olan güven ve umudumuzu, heyecanımızı yitirdik galiba... Yaşanılanlar karşısında böyle hissetmemiz çok normal ve son derece insani bir durum. Üzülmemek ve endişe duymamak mümkün değil.. Normal olmayan bu duygu durumunun içinden çıkamamak...

Joe Vitale "Zero Limit" kitabında der ki:
 
Yaşamınızda önünüze çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir, çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsanız, onu iyileştirebilirsiniz de. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsanız ve bu sizi rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir.
 
Ve bunu başarmak için bakacağınız tek yer var. KENDİ İÇİNİZ!
 
Yine mi döndü dolaştı konu buraya geldi
Üzgünüm ama evet Burada yazdığım sürece de bıkmadan usanmadan bunu yineleyeceğim.
Çünkü içeride ne varsa dışarıda yansıyan o!
Çünkü bizim en büyük düşmanımız, bizi en fazla sabote eden kişi yine kendimiziz.

Özdemir Asafın çok sevdiğim bir dörtlüğü var.
 
Dün sabaha karsı kendimle konuştum.
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
Yokuşun basında bir düşman vardı.
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum.
 
Yaşanılan her şey bizim suçumuz olmasa da sorumluluğu bize aittir. Üstelikte bu duygular temizlenmedikçe kolektif bilinç olarak toplumda katlanarak büyüyor ve bütüne sirayet ediyor. 
 
Bazen kötü bir dönem geçiren biri şöyle der: "Geldi mi üst üste geliyor."
Olayların üst üste gelmesinin sebebi kişinin o negatif durumdan kendini çıkaramadığı ve o frekansı yaymaya devam ettiği içindir. Dolayısıyla benzer olayları çekmeye devam eder. İster kabul edersiniz ister etmezsiniz bu bir Kuantum fiziği gerçeğidir 
Endişeye odaklandıkça durumu daha da kötü hale getirir, kötü düşünceler yaşadığınız şeyleri de kendine benzetmeye başlar, mevcut durumu daha daha kötüleştirirsiniz.
 
Ayrıca hepimiz bir şekilde öğrendik ve biliyoruz ki öfke, kızgınlık, stres, endişe, korku gibi olumsuz duygular uzun vadede bedene ciddi zarar vererek sağlığımızı bozuyor.. Yaşam enerjimiz düştüğünde hastalıklara daha açık hale geliyoruz. Ve hepimiz bir şekilde kendimizi enerjimizi şarj etmeyi öğrenmek zorundayız.
 
enerji-titresim-seviyesini-yukseltmek.jpg

Bir insan kendini bu olumsuz duygu durumundan nasıl çıkarır? Tabiri caizse enerjisini nasıl resetler?
 
Aslında vücudumuzu kullanarak duygular arası hızlı bir geçiş yapabilmek mümkün! Hatta zihnimizi doğru bir şekilde kullanmayı öğrenirsek hastalıklarımızın bile iyileşmesine yardımcı olabiliriz.
 
Nasıl mı diyorsunuz? Beynimize her şeyin yolunda olduğuna dair mesajlar göndererek.
Peki bu mesajı nasıl gönderiyoruz dimi?
Emin olun çok kolay...
Çok önceden öğrendiğim bir metodu sizinle de paylaşmak istiyorum.
 
İlk adım NEFES
Nefes çok önemli. Nefes hayattır!
Önce burnumuzdan deriiin bir nefes alıyoruz. 
Bu nefesi alırken 4 e kadar içinizden sayın ve karnımızın şiştiğini görelim.
Daha sonra yine 4 e kadar sayarak bu nefesi ağzımızdan verelim.
 
İkinci adım gülümsemek! 
İçinizden gelsin gelmesin ... Hatta içinizden gelmediği zamanlar özellikle. Çünkü beyniniz bu durumda her şeyin yolunda olduğuna dair olumlu bir sinyal alıyor.
Yüzünüze kocamaaan bir gülümseme yerleştirin.
 
Üçüncü adım Duruşumuzu değiştirerek! 
Çünkü araştırmalar gösteriyor ki vücut pozisyonunu değiştirmek otomatikman duygu durumunuza etki ediyor... Yani omuzlarınız düşük iki büklüm durmak kendinize güveninizi düşürdüğü gibi dik durmak hem insanın kendine güvenini artırıyor hem de karşıya daha öz güvenli bir tablo veriyor. Ayrıca dik durmak omurlardaki enerjiyi harekete geçiriyor sağlıklı bir enerji akışı sağlıyor.

O zaman ne yapıyoruz hemen duruş pozisyonumuzu değişerek dik duruma geçiyoruz..
 
Dördüncü ve son adım dokunmak ama kime, kendimize!
Öyle değil mi ama... Bir çoğumuz üzgün olduğumuzda başımızı yaslayacak bir omuz aramaz mıyız yada şöyle bir sırtımızı başımızı okşasın, elimizi tutsun falan..
İşte aynen bunun gibi ama bir başkası değil biz kendimize dokunuyoruz.
Elinizi kalbinize koyun veya kendinize sarılabilirsiniz de... Ve deyin ki 'her şey yolunda akışa güveniyorum'
 
İnanın bana sadece bu 4 adımla bile vücuda her şey yolunda mesajı vermek ve enerjiyi yükseltmek mümkün.

Kaynak:milliyet.com.tr

Yazar:Nur Demir

Bu konuyu yazdır

  Düşünce gücüyle kendinizi tedavi de edersiniz, hasta da! Placebo ve Nocebo Etkisi
Yazar: Magnetho - 16-08-2017, Saat: 17:37 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Nick adında bir demir yolu işçisi manevra sahasında çalışıyor, çok iyi bir insan ama ne yazık ki biraz kötümser bir yanı var. Yani olaylara hep kötü yanından bakan biri.

Bir yaz günü soğutucu vagonun içine giren Nick yanlışlıkla kendini içeriden kilitliyor.
Nick kilitli kaldığı soğutucu vagonun içinde eğer buradan çıkmayı başaramazsam donarak öleceğim diye panik ve korkuyla kapıyı yumruklamaya başlıyor. O gün tüm işçiler ustabaşının doğum günü sebebiyle erken ayrıldıkları ve sahada kimse olmadığı için dolayısıyla sesini kimseye duyuramıyor.
 
Titremeye başlıyor yerde kıvrılıyor. Bulduğu bir kağıda karısı ve çocuklarına "Bunlar benim son sözlerim olabilir. Şu an yavaş yavaş donduğumu hissediyorum" diye bir not yazıyor
 
Ve ertesi gün diğer işçiler dondurucunun kapısını açtıklarında Nick'in donmuş bedeni ile karşılaşıyorlar.
Gerçekten üzücü bir hikaye...
Fakat bu hikayenin şaşırtıcı kısmı, burada olağanüstü olan şey, o gece dondurucunun çalışmıyor olması... Gayet sıcak bir yaz akşamı ve donmasına ihtimal yok.
Ne yazık ki, Nickin korkusu kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşüyor.
 
Kişisel gelişimde Zihnin gücüne örnek olarak verilen en fazla anlatılan hikayelerden birisidir.
 
Zihnimizin ne kadar güçlü olduğunu ve bize inandığımız her şeyde neler yapabileceğini tahmin bile edemezsiniz. Bedeninizin her bir hücresi konuştuğunuz - dahası düşündüğünüz her şeye karşılık veriyor.
Gerçek bir inanç durumunda insanı şaşkınlığa düşüren buna benzer olaylar çok olmakta... Hasta bir insana şekerleri ilaç diye verdiğinizde ona inanıp iyileşmesi gibi... Ameliyat edilmediği halde bayıldığında Ameliyat olduğunu sanan bir insanın iyileşmesi gibi.

telkin-dusunce-gucu-nedir.jpg
 
Nörolog Dr. Marjolein Kammers ve ekibinin yaptığı ısı çalışmasının sonuçları ise bir hayli ilginç.
 
Çalışmada, sadece bir tanesinin yakıcı özelliği bulunan 3 ayrı sıcaklıktaki noktaya elin 3 parmağı değdiriliyor. Diğer iki nokta soğuk olduğu halde kişi, 3 parmağı da yanmış gibi tepki gösteriyor ve kızarıyor. Hatta parmaklar su bile topluyor.
 
Tıp dünyası son yıllarda zihin ve beden arasındaki bağlantının ne kadar güçlü olduğunun farkında. Hatta bir insanın zihin gücü ile hiç ilaç almadan iyileşmesi mümkün mü, son yılların en büyük tartışma konusu bu.
 
Bütün bu çalışmalar değerlendirildiğinde ortaya şu sonuç çıkıyor.
 
İnsan iyi ya da kötü bir şeyin olacağına kuvvetle inanmışsa: Yani bir şeyi bu sana iyi gelecek diye birine verdiğinizde o kişi buna inanırsa gerçekten işe yarıyor ve iyi geliyor.
Eğer aynı şeyi bir başkasına bu sana zarar verecek diye verdiğinizde o kişide buna inanırsa zarar veriyor.
 
Bizler bir şeyi Pozitif-Negatif / Olumlu-Olumsuz olarak algıladığımızda hücrelerimizde buna göre programlanıyor ve ona göre davranıyorlar.
 
İnsanın olumsuz bir şeyi başına getirmesi olayına Nocebo etkisi deniliyor. Pozitif düşünce ile şifalanma etkisi yapan Placebonun tam tersi. Sürekli düşünülen olumsuz düşünceler ve söylemler hastalığa sebep oluyor.
 
Bu arada Placebo latincede kelime olarak "sizi hoşnut edeceğim" anlamına geliyor.
Nocebo ise "zarar vereceğim"
 
Sözcüklerin suya etkisini hatırlayın, suya bunu yapıyorsa, %70 'i su olan vücudumuza neler yapar düşünün?
 
*Hücrelerinizle konuşabilir ve diyebilirsiniz ki:
 
Şimdi şu andan itibaren hücrelerimi yaşamımı daha kolaylıkla ve refah içerisinde yaşamamı sağlayacak niteliklere sahip olmak ve daha sağlıklı olmak üzere programlıyor ve kodluyorum.
 
Louise L Hay'e gelen Kanser hastası bir kadın danışanı diyor ki "bedenimde oluşan iyi katil hücrelerin kanserli hücrelere saldırdığını ve onu yok ettiğini hayal ediyorum."

Louise diyor ki: sen cinayet işleyecek biri misin? Açıkçası bedeninde bir savaş yaratmak çok doğru bir seçim değil. Bilinç seviyesinde bize fazla saldırgan gelmeyecek canlandırma tekniklerine ihtiyacımız vardır. Bunun yerine ona zihninde canlandırma yöntemini daha nazik bir başkasıyla değiştirmesini öneriyor. Güneşin hasta hücreleri erittiğini hayal etmesini... Kendisi kansere yakalandığında serin temiz suyun rahatsız hücreleri bedeninden temizlediğini hayal edermiş mesela..
 
Bu arada Ailesi veya dostları arasında hasta insanlar olanlar, sürekli onları hasta görmekle aslında onlara zarar verirler. Onların iyileştiğini zihninizde canlandırın. Onlara iyi titreşimler göndermek gerekir.
 
Beyin ve bilinçaltı çok fazla sorgulamaz siz neye inandıysanız onu ortaya koyar!
Bir şeye inandığınızda aklınız size yardım etmek için çözümler üretmeye başlar.
 
Güzel düşünün, güzellikler olsun!
 
Mevlananın dediği gibi
Kardeşim sen düşünceden ibaretsin
Geri kalan et ve kemik.
Gül düşünürsen gülistan olursun.
Diken düşünürsen dikenlik olursun.
 
Çiçekler ekip miss kokulu bahçelerde gezmek varken çer çöple uğraşmak niye?

Kaynak:milliyet.com.tr
Yazar:Nur Demir

Bu konuyu yazdır

  Ne isterseniz onu değil, Neyseniz onu çekersiniz! Hayatın sırrı titreşimlerde gizli!
Yazar: Magnetho - 16-08-2017, Saat: 17:12 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Evrende her şey enerji. Enerji titreşerek salınır ve var olan her varlığın bir frekansı var.
Aynı şekilde bedenimizdeki her organın her hücrenin de kendine göre bir frekansı var.
 
Fiziksel çevremizden gelen tüm olumsuz frekanslar hücresel parçalanmaya ve düşüşe neden olduğu için hücreyi kendi doğal frekansına yükseltecek şeyleri öğrenip uygularsak daha kaliteli ve sağlıklı bir yaşama sahip olabiliriz.

Yaşayan her varlığı sağlıklı tutan var olan yaşam gücümüz.
Sahip olduğunuz enerjiyi temizler dengeler ve arınırsanız yaşam enerjiniz de yükselir.
 
Buna Çinde ve Japonyada "ki"
Hindistan ve Tibet'te "prana"
Sufizm de "Baraka" denir.
Ki zayıflarsa hastalıklar ortaya çıkar, tamamen bittiğinde ise varlık ölür!
 
Peki Frekans nasıl yükseltilir?
En çok sorulan sorulardan biridir. Aşağıda maddeler halinde yazmaya çalışacağım.
Aura temizliği, Olumlamalar, Olumlu duygu ve düşünceler, Dualar, Meditasyon,
(Namaz da bence bi şekilde meditasyon ve ben namaz kılarım daha çok)

Bir kere en başta ruh halimizi pozitife çevirmeliyiz. Öfke endişe ve korku gibi duygular frekansın aşağıda olduğunun en büyük göstergesidir. Ve frekansı 12 mhz düşürür.
 
Bunun için kendinize sık sık kendimi nasıl hissediyorum diye sorabilirsiniz.. Huzurlu, sakin, öfkeli, kızgın? Kendinize dürüst olun.

Derin bir nefes alıp verin - bunu 3 defa tekrarlayın.

"Hayatının akışına güveniyorum, her ne oluyorsa benim hayrıma her şey yolunda ve her şey tam olması gerektiği gibi "
 
Bedeninizdeki tıkanmış enerjileri serbest bırakın.
 
Farkında olarak ya da olmayarak kendimde yarattığım tüm engellemeleri iptal ediyorum. Farkında olarak ya da olmayarak kendime koyduğum tüm blokeleri kaldırıyorum. Geçmişi, geçmişimdeki herkesi ve kendimi sevgiyle affediyorum ve serbest bırakıyorum.
 
Lütfen bunu kulağınızın duyacağı şekilde kendinize inanarak söyleyin.
İnsanları da yargılamayı bırakın lütfen. Herkes kendi hayatını ve kendi seçimlerini yaşıyor.
Sevgi dolu, hoş görülü ve şükür enerjisi içinde olmaya çalışın çünkü bunlar yüksek frekanslı düşünce halleridir.

Ayrıca Zihninizi kendinize dair kötü inanç ve düşüncelerle doldurarak gezdiğinizde etrafınıza sürekli ben değersizim mesajı yayacağınız için doğru insan ve kişileri de çekmeniz mümkün değildir. Sevilmek istiyorsanız önce kendinizden nefret etmekten vazgeçin.
 
Auranıza yapışmış negatif enerjileri temizlemek. Gün içerisinde dışarıdan sürekli negatif enerjiye maruz kalıyoruz.

cropped-psy-art.jpg

Düzenli aralıklarla aura temizliği yapılması gereklidir.
Duşta bir kase içine biraz sirke koyup su ile karıştırıyorsunuz. Ve başınızdan aşağı döküyorsunuz. Hepsi bu! Aynı uygulamayı Kaya tuzu ile de yapabilirsiniz. Bu defa sirke yerine tuz ile suyu karıştırıyorsunuz.

Ayrıca Adaçayı enerjiyi temizlemenin en etkili yollarından bir diğeri.
Adaçayı titreşimi çok yüksek bir bitki, yakıldğı yani tütsü yapıldığı ortamda tüm negatif etkileri alandan uzaklaştırır enerji bedeninizi de temizler.
 
Olumsuz enerjileri bir kap içerisine koyacağınız tuz ile toplayabilir ve bunu mutlaka 15 günde- en fazla ayda lavaboya dökerek yenisini koyabilirsiniz. 

Bu tuz kaplarını salonunuza, yatak başucunda komidinin üstüne, yatağın altına koyabilirsiniz. 

Yatak demişken de ne yazık ki yatağımızda üzerimizdeki ve çevremizdeki olumlu olmayan enerjiyi emen noktalardan biri. Özellikle altını sık sık tozdan arındırmak ve eşyalarla doldurmamak gereklidir. Yatak altına doldurulmuş eşyalar, özellikle eski eşyalar bütün gece sahip olduğu titreşimi yayar, Vücudun enerji alanı sürekli bu enerjilerle boğuşur, ertesi gün bize gerekli olan enerji burada harcar.
 
Renklerin enerjisi de çok önemlidir, biliyorum bir çoğunuz koyu renkleri çok seviyor. Bende çok seviyorum, sarışın olduğum için siyah rengini kendime daha çok yakıştırıyorum mesela ve giyimimde çok fazla kullanıyorum. Ama ben işin tekniğini bildiğim için başka renklerin enerjisi ile de bilahare çalışıyorum ve telafi ediyorum Oysa bilmeyen biri sürekli siyah ve kahve gibi renklerle hayat enerjisini düşürebilir. Çünkü koyu renklerin frekansları çok düşüktür. 

Canlı tonlar ve ve özellikle pembe rengi sevgi enerjisi çok yüksek bir renktir. Ev dekorasyonunda ve kıyafetlerinizde canlı ve pastel renklerin enerjisinden destek alın. Koyu renk giydiğinizde bile örneğin kahve ağırlıklı bir kıyafete turkuaz fular katarak enerjiyi dengeleyebilirsiniz. Yada kahverengi koltuklarınız varsa yine turkuaz objeler gibi..

Bunun dışında esanslar özellikle gül frekansı çok yüksek bir bitkidir. 320 mhz.
Ondan sonra önerebileceğim bir bitki lavantadır 118 mhz, 
Nane 78 mhz ve fesleğen 52 mhz gelir.. 

Bu bitkilere dokunmak, koklamak varsa yağını sürmek frekansınızı artırır. Hatta lavantayı kaynatıp bulunduğunuz odaya koyun buharı odada yayılsın bu bile ortamın huzurunu artıracaktır. Bu arada lavanta gerek kokusu gerek rengi gerek faydaları benim ennn sevdiğim bitkidir ve o kadar çok bahsettim ki artık takipçiler lavanta görünce sizi hatırlıyoruz derler hep

Müzik! Havadaki titreşimi enerjiyi hareket ettirmek için yardımcı olan bir başka şey MÜZİK!
Dinlediğiniz şarkılar. Ahhh, hemde ne kadar etkiliyor frekansınızı biliyor musunuz 
 
Çok tecrübe etmişsinizdir gayet normalken radyoda çalan acılı bir şarkıyla birden efkar bastığını.. İşte hooop düştü frekan

Sadece sözler değil müziğin temposu yaydığı frekans. 
Ses frekanslarının etkisi şimdi değil çok uzun yıllar önce keşfedilmişti. Akıl hastanelerinde hastalar müzikle tedavi edildiğini duymuş muydunuz?

Mesela bunun bir örneği Amasya'da bimarhane de eskiden böyle bir uygulama varmış. Yapılan araştırmalara göre o dönemde hastalara burçlarına göre farklı makamlar dinletirlermiş mesela bu makamlardan Uşşak makamının gut hastalığı, uykusuzluk ve ayak ağrısı tedavisine, buselik makamı baş ağrısına, Hüseyni makamının kalp ve ciğerde oluşan iltihaplar ile mide rahatsızlıklarına, rast makamının felce, Irak makamının ateşli hastalıkların tedavisine iyi geldiğini okudum.. 
 
Ve en son olarak frekansı yükselten en önemli şeylerden birisi de DUA. MEDİTASYON. ve ESMA Çalışmalarıdır.

Bu da 15  mhz kadar yükseltiyor. Mesela Arapça çok zengin bir ses frekansına sahip olduğu için duaları Arapçasından okumak çok daha fazla etki gösterdiğiniz biliyor muydunuz. Bir yerde okumuştum Arapça dualar incelendiğinde kelimelerin yan yana gelişi insanın üzerinde çok olumlu etki bırakacak şekilde düzenlenmiş olduğu ortaya çıkmış..
Ya Rafi enerjiyi yükselten esmalardan birisidir.
 
 
Bu arada son olarak; çok önemli bir bulgu ise frekansı yüksek bir kişinin beraberinde pek çok kişiyi de dengelediği araştırmalarla ortaya çıkmış
 
Buna göre sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir kişi 750 bin insanın yaydığı düşük enerjiyi dengeliyor.
 
Yine yapılan araştırmalardan çıkan sonuca göre frekans seviyesi 200 'ün altında olan bir kişi de aynı şekilde çevresindeki insanların enerjisini de aşağıya çekiyor!
 
Dolayısıyla eğer bunu başarmakta zorlanıyorsanız enerjisi yüksek insanların yanında olmaya çalışın. Onların bu ışığı ve enerjisi size de yansıyacaktır.
 
 Yaydığınız frekansa dikkat edin çünkü;
 
NE İSTERSENİZ ONU DEĞİL, NEYSENİZ ONU ÇEKERSİNİZ!

Kaynak:milliyet.com.tr

Yazar:Nur Demir

Bu konuyu yazdır

  Atatürk ve Mu Kıtası Araştırması
Yazar: EvrimBilge - 16-08-2017, Saat: 15:23 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yasef'in oğlu olan kişidir.

Atatürk 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmada Türklerin kökeni hakkında böyle diyordu. Tesadüfi bir konuşma değildi ve onun Türklerin kökenine ilgisinin devamı da gelecekti... 

Atatürk'ün cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanda başlattığı araştırmalar, özellikle 1930'ların başında yoğunlaştı. 1930'da Tarih Heyeti'ni oluşturarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitabı hazırlattı. 1931'de ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin kuruluşuna ön ayak oldu ve adı daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilen cemiyetin çalışma alanını Türk ve Türkiye tarihi olarak belirledi. Kurumun bir yıl sonra gerçekleştirilen ilk genel kurulunda Türk Tarih Tezi kabul edildi. 

Tez iki ana eksen üzerine oturuyordu; "Türk uygarlığı tarihin en eski uygarlıklarından biridir ve bu uygarlığın kökeni Orta Asya'dır. " 

Bu çalışmaların bir ayağının eksik olduğunu düşünen Atatürk, Türk Dil Kurumu'nu da kurdurarak, ulusçuluğun ana öğelerinden olan dil konusunda da derin bir çalışma başlattı. Onun Türk Tarih Kurumu'nun ikinci Dil Kurultayı'nda yaptığı konuşmada yer alan "Güneş" yaklaşımı, sonradan tanışacağı Mu Efsanesinin Güneş kültü ve kendi tezi Güneş Dil Teorisi'yle doğrudan ilintiliydi. 

Tarih çalışmaları, Türk tarihinin ana kaynaklarını araştırmak, arkeoloji yoluyla yeni bilgiler sağlamak, tarihte ve bugün ırk karakterlerini antropolojik yöntemlerle saptamak gibi noktalar üzerinde şekilleniyordu. 

Tarih ve Dil kurumlarının varlık nedeni de bu temellere yaslanıyordu. Atatürk, uzmanların yabancı meslektaşlarına ihtiyaç duymadan arkeolojik kazılardan çıkacak yazıları inceleyebilmesi ve bu yoldan elde edilecek bilgilerle eski uygarlıkların gerçeğine ulaşmak amacıyla eski dillerin öğrenilmesi için de Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ni kurdurdu.

Türk Tarih Tezi'nde Türklerin kökeninin Orta Asya olduğu resmen dile getiriliyordu. Ama Orta Asya uygarlıklarının kökü neredeydi? Mustafa Kemal bu sorunun yanıtı olabilecek anahtara 1932'de ulaştı. İlkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek'in sunduğu ön raporda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyordu. 

Mayatepek, bu süreci inceleyip Atatürk’e raporlar halinde iletmesi için 1935’de Meksika’ya maslahatgüzar atandı. Çok geçmeden de arkeolog William Niven’in Meksika’da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churcward’ın Hindistan’da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk’ü haberdar etti. O da söz konusu yazarların kitaplarının çevrilmesini emretti. Sağlığı yerinde değildi ama, 1937 yılının önemli bir bölümünü geniş bir kurulca gerçekleştirilen bu çeviriler, üzerlerinde notlar alarak incelemekle geçirdi 

Atatürk’ün özellikle altını çizip notlar aldığı bölümler insanlığın yaratılışı, 64 milyon nüfuslu bir kıtanın batışı, kıtadan göçler ve özellikle de Orta Asya, Uygurlar ve Türklerle ilgiliydi. 

1904-0-e8007c014d6e59883bce6eb407b6ba01.jpg

Mayatepek başlangıçta bu temelden yola çıkıp raporlarında Amerika ve Meksika yerlilerinin dillerindeki Türkçe sözcükleri incelemiş ve yerlilerin kültürel kaynakları ve güneş kültünün dinlerindeki etkilerine yoğunlaşmıştı.

Uygur, Akad, Sümer Türkleri’nin Pasifik Denizi’nde ilk insanların zuhur ettiği Mu’daki büyük medeniyet, dil ve dinlerini cihana yaydıklarına dair yepyeni ve mühim malumatı ihtiva eden rapor: Kuzey Amerika alimlerinden Cononel James Churcward 4 Kıta eserinde dünyada ilk insanların ilk zuhur ve saadet diyarı olarak Tevrat’ta ‘Gan Edn ve Kuran’da “cennati Adn’namı altında zikri geçen ve Pasifik deniz’inde bulunan ‘Mu’ kıtasında ortaya çıktığı ve bu büyük kıtanın 11 bin 500 sene evvel müthiş depremler ve patlamalar neticesinde 24 saatte 64 milyon nüfusuyla denize battığı ve ilk yüksek medeniyetin, dilin ve vahdaniyete dayalı dinin ve fen ilimlerinin Mu kıtasından 70 bin sene önce Maya namıyla çıkarak Asya’da Uygur, Hindistan Naga-Maya, Fırat nehri deltasında Akad, Mezopotamya’da Sümer, Kızıldeniz’in batısındaki arazisindeki Mayu ve Etiyopya kıtasında Tamil namlarını almış olan Mu çocukları tarafından bütün cihana yayılmış olduğu vesaire hakkında, şimdiye kadar Doğu’da ve Batı’da yayımlanan kitapların hiçbirinde görmediğim çok derin ve 50 sene süren incelemeler mahsulü malumata tesadüf ettim”. 

Mayatepek Churcward’ın kitabından şunları naklediyordu: “Eski Türklerin ilk vatan ve kökenleri şimdiye kadar bildiğimiz üzere Orta Asya olmayıp, Pasifik Denizi’nde 200 bin sene mevcudiyetten sonra batmış olan Mu kıtası olduğu ve Orta Asya’ya, Mezopotamya’ya, Yukarı ve Aşağı Mısır kıtasına ve Etiyopi’ye Mu kıtasından binlerce sene evvel gelip Mu’daki yüksek kültür ve medeniyetlerini, dil ve dinlerini yaydıkları anlaşılıyor.” 

Raporda Mu’ya ait bazı sembolleri açıklayarak dünyanın dört bir yanına dağılan uygarlıkları da anlatıyordu: 
“1.Kol: Bu kolu Mu’dan ‘Maya’ namıyla çıkarak Asya’nın doğu kıyılarına ayak bastıktan sonra ‘Uygur’ namı alan Mu çocukları teşkil etmektedir. 

2.Kol: Bu kolu teşkil eden Mu çocukları gemilerle ve ‘Maya’ namıyla çıkarak Hindi Çini kıyılarına çıkmışlar ve oradan ‘Burma’ kıtası istikametinden Hindistan’a girerek oralarda, ‘Naga Maya’ namını alıp, bu namda büyük bir imparatorluk vücuda getirmişlerdir ve bu devlet 200 bin sene devam ettikten sonra yok olmuştur. Bu insanların bir kısmı Hindistan'ın batısından gemilerle Basra Körfezi’nin kuzeyinde Fırat Nehri deltasına girerek, bu yerlere ‘Akad’ ve daha kuzeye ilerleyerek bu havaliye de ‘Sümer’ adını vermişler ve kendileri de bu namı almışlardır.” 

Churcward’ın yapıtı kaynak gösterilerek nakledilen bilgiler arasında şu satırlar da yer alıyordu:”Uygur İmparatorluğu ortadan kalkmadan önce Türk İmparatorluğu’nun mevcut olmadığı ve bu imparatorluğun, Uygur İmparatorluğu’nun yukarıda izah olunan felaketler neticesinde son bulmasından sonra, 10-11 bin sene evvel ortaya çıktığı ve ırktaşlarımız olan Akadlar’la Sümerler’in Orta Asya’dan değil, doğrudan doğruya 70 bin sene evvel Mu kıtasından çıkıp Hindi Çini, Burma, Hindistan yolu ile evvela Fırat deltasına ve müteakiben Mezopotomya arazisine yerleştikleri anlaşılmaktadır.”

Bu konuyu yazdır

  5 Adımda Enerjinizi Pozitife Çevirin
Yazar: Emka - 16-08-2017, Saat: 15:13 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Enerjinizi ve düşünce yapınızı değiştirecek güçlü ve kolay 5 adımı uygulayabilirsiniz. Eğer enerjinizi pozitife çevirirseniz olumlu düşünür ve olumlu şeyleri hayatınıza çekersiniz.

"Bir adım geri çekilin"

Hayatın o kadar içindeyiz ki çoğu zaman ne yaptığımızın bile farkında değiliz. Her şey otomatik pilotta olmakta. Yapmamız gereken hayatımızdan bir adım geri çekilmek ve enerjimizi değiştirmektir. Düşüncelerinizden bir anda sıyrıldığınızda sessizlik ve huzur sizi bekliyor olacaktır.

"Nefes almaya odaklanın"

Hayatta en önemli şey aslında nefes almaktır. İnsanoğlu nefessiz en fazla 3 dakika yaşayabilir. Sukunet içinde nefesinize odaklanın. Enerjiniz değişecektir.

dd03e-1396.jpg


"Sessiz olun"

Gerçekte zihin bir ilizyondur. Ruhsal enerjimiz ise tamamen sessizdir. Zihnimizde binlerce düşünce ve fikir bizi huzursuz eder. Pozitif enerji için zihnimizi sessizleştirmeliyiz.

"Yavaş ol"

Telaş içindeyiz. Sürekli olarak problemlere karşı hızlı ve ani tepkiler veriyoruz. Ama gerçekte yavaşlarsak yaşamın gerçek akışına şahit oluruz. Çevremizdeki her şeyi tam anlamıyla fark ederiz.

"Kendine iyi davran"

En acımasız davrandığımız kişi kimdir sizce... Genellikle bu kendimiz oluyoruz. Kendimize iyi davranırsak enerjimiz değişecektir. Kendine zaman ayır ve en önemlisi kendini sev. 


Kaynak: Bilgi Erdemdir.

Bu konuyu yazdır

  KİM BU GÖZCÜLER?
Yazar: EvrimBilge - 16-08-2017, Saat: 01:09 - Forum: ANUNNAKİ - Yorum Yok

İbrani folklorunda adları "Nefilim". Eski Mısır'da "Neter" olarak adlandırılıyorlar. Sümer, ilk kez adlarının duyulduğu yer. Bütün bu kültürlerde ortak olan ve "Gözcü" olarak nitelenen bu "sıradışı" varlıklar birer mit mi, yoksa gerçek mi? 
Kim bu "Gözcü"ler ?

İbrani mitlerinde ve Tevrat'ta onlara "Nefilim" diyorlar. Eski Mısır'da adları, "Neter". Sümer mitlerinde "Anunnaki" diye geçiyorlar. Diğer yandan "Sumer" sözcüğü, "Gözcü'lerin ülkesi" anlamına sahip. Hangi adla anılırlarsa anılsınlar, bütün eski kültürlerde ve bu kültlere ilişkin mitlerde başrol onların. Eski diller uzmanları, Antik Çağ kültürlerine şaşılacak biçimde net biçimde damgasını vurmuş bu esrarengiz varlıkların, neredeyse bütün eski uygarlıklarda "gözcüler" olarak adlandırıldıklarını söylüyorlar. Sözünü ettiğimiz dönem, İsa'dan en az 3000 yıl öncesi. İyi ama, "geç neolitik" olarak adlandırılan dönemin bütün uygarlıklarının literatürlerine benzer ifadeler ve anlatılarla girmiş bu "Gözcü"ler kimler? Neyi ya da kimi "gözlüyorlar"? Bütün bunlar yalnızca antik Çağ insanlarının düşgüçlerinin bir ürünü mü, yoksa gerçekten bugün anıları silinmiş, izleri bulunamayan, haklarında hiçbir şey bilmediğimiz birileri, bu gezegende yaşamışlar mı? 

Mitler ve gerçekler 
Sürekli vurguladığımız gibi, bilginin az olduğu ya da bazen üzerinin örtüldüğü yerlerde, spekülasyonların başını alıp gitmesini engellemek mümkün değildir. Bilimsel yöntemlerden, bilimsel şüphecilikten (scepticism) ve somut bulgulardan başkasına güvenmemekten söz ederken, aynı şüpheciliği şu anda bildiğimizi varsaydığımız alanlara uygulamamak, bazen spekülasyonlardan da olumsuz sonuç verir. Bilim eğer "gerçeği aramak" amacını içeriyorsa bizler için, bu aynı zamanda kurumlaşmaya, bilimsel otokrasiye de karşı çıkmamızı da gerektirir. Herhangi bir alanın "spekülasyona açık" olması bizi ürkütmemeli; verileri doğru okumak, burada anahtar sözcük niteliğine sahip. Ortodoks bilim ve akademisyenler, çoğu kez içinde bulundukları "bilimsel bürokrasi"nin ellerini kollarını bağlayıcı hantallığı ve "ağaçlardan ormanı görememe" alışkanlığı nedeniyle; yeni ve sarsıcı düşüncelere baştan olumsuz tepki vermeye eğilimlidirler. Hele bu, onların "Akademisyenler Olimpos'u"nun dışından geliyorsa. Arkeoloji ve arkeoastronomi, yirminci yüzyılın başlarından bu yana bu sorunu yoğun biçimde yaşıyor. Sıradışı olduğu varsayılan düşünce ve teoriler yalnızca dışlanmakla kalmıyor, bir de aşağılanıyor kendilerini "bilimsel şüpheci" diye adlandıran ortodoks çevrelerde. Oysa tarih, uzun ve yavaş bir yürüyüş. Geniş dilimler halinde onu incelediğimizde, her aşamasında ortodoksinin engellemelerini ve inanılmaz tutuculuğunu fark ediyor, ama uzun vadede "sıradışı" varsayılan fikirlerin yaşadığını görüyoruz. 

"Neter"ler ya da "Gözcüler" sorunu da yirminci yüzyılın bitmeyen tartışmalarından biri. Dogmalarla gözünü bağlamayan ve açık fikirli olmaya çaba gösterenler, bugün "mitler" deyip geçtiğimiz anlatıların bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynı ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak, bu metinlere daha farklı bakmamız gerektiğine işaret ediyorlar. Oysa ortodoks bilim akademisyenlerinin yaklaşımı, oldukça farklı. Onlar, eski toplumları bütünüyle çözümlediklerine inanıyor ve ekliyorlar: "Din dindir, mitoloji de mitoloji. Bunları gerçek tarihsel olgularla karıştırmayın." Bunu söylerken de, bilerek ya da bilmeyerek, bugünün egemen dinlerinin yörüngesinde duruyorlar. Eşine az rastlanır bir ikiyüzlülük ve çifte standart uygulaması bu. Bir yandan somut bilimsel bulgular dışında hiçbir şeye prim vermemekten söz ediyorlar, bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen diniyle sürtüşmemeye çaba gösteriyorlar. Bunun kendilerine göre "etik" bir yolunu da bulmuşlar: "Bilim ayrıdır, din ve inanç ayrı." Oysa "inanmak ve inanç" sözcüklerinin egemen olduğu bir kültürde bilim ve bilginin her zaman bu çifte standartın gölgesinde kalacağını bilmezden geliyorlar. Ama ne gam; "bilimsel" kurumların birçoğunun bütçesini, Kilise'yi destekleyen holdingler, hatta bazen bizzat dini vakıflar sağlıyor. Çoğu üniversitede kürsü başkanları arasında en az bir musevi var. Bilimin "beşiği" olduğu varsayılan ABD'de halkın ezici bir çoğunluğu İncil'e bütün kalbiyle inanıyor. Ortalığı bulandırmanın anlamı var mı şimdi? 

"Gözcüler" sorunu, Antik Çağ tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin en kilit noktalardan biri. Bir biçimiyle, felsefe ve ilahiyat akademisyenlerini, hatta dilbilimcileri de bu tartışma çemberi içinde düşünebiliriz. Şimdi, bu uzun girizgahtan sonra meseleyi olabildiğince yalın biçimde ortaya koyalım: 

maxresdefault%2B%25281%2529.jpg

Eski Mısır'ın "Neter"leri 
Bütün Antik Çağ metinlerinde, kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler, geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına, net olarak çözümlenemeyen bir tür "başlangıç dönemi" yerleştiriyorlar. Bu, onların tarihlerinde, "yönetimin tanrılardan insanlara geçmekte olduğu" bir ara dönemi belgeliyor. Belirsiz bir başlangıç döneminden beri bizzat "tanrılar" tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin, bu ara dönemde "Gözcüler" adı verilen üstün yaratıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Eski Mısır'da bunların adı, "Neter"ler. Son olarak Osiris'in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke, belli bir dönem sonrasında, bir "Kral yaratma" (Kingmaker) töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neterler geri plana çekiliyorlar - sonra da, izleri siliniyor. Bu ilk "insan kral", bugün arkeolojinin değişmez bir gerçek biçiminde kabul ettiği, Firavun Menes. Bildiğimiz, yazılı tarihe göre İ.Ö 3100 dolaylarında Yukarı ve Aşağı Mısır'ı bir tek ülke halinde birleştiren Menes, Mısır tarihinde "Hanedanlar Dönemi" denen bir evrenin de başlatıcısı. 

Mısır kronolojisi üzerine bildiklerimiz, iki ana belgeye dayanıyor: Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı krallar listesi ve bugün "Torino Papirüsü" olarak bilinen bir yazıt. Her iki belge de birbiriyle uyumlu. Bu sayede arkeologlar ve ejiptologlar, Mısır'ın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar. Buna göre, Firavun Menes'le başlayan Hanedanlar Dönemi, alt evrelere ayrılıyor: Eski Krallık, 1. Ara Dönem, Orta Krallık, 2. Ara Dönem (Hiksoslar Devri) ve Yeni Krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da bu kronolojik düzen aynen böyle. süreç içindeki arkeolojik bulguların Manetho'yu ve Torino Papirüsü'nü doğrulaması sayesinde, Yeni Krallık ve sonrası, neredeyse bütünüyle tarihlenebilmiş durumda. Eski Krallık'ta, en fazla 150 yıl yanılma payıyla arkeologlar hanedan listesini ve Kralları sıralayabiliyorlar. Yani bu iki belge, doğruluğu desteklenmiş veriler içeriyor. Bütün sorun da aslında burada: Çünkü Manetho'nun listesi ve Torino Papirüsü, yalnızca hanedanlar dönemi Mısır'ını değil, ondan çok daha öncesini de kronolojik sıra içinde sunuyor. Yalnız burada yöneticiler insanlar değil, Neterler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan, ülkeyi binlerce yıl yöneten, esrarengiz varlıklar. Ejiptoloji ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor? "Alt paragraflarını" tartışmasız biçimde kabul ettiği ve bulgularla doğrulanan bir tarihi yazıtın "üst paragraflarını" ya yok sayıyor, ya da "Bunlar mitoloji" deyip işin içinden çıkıyor. Neden? Çünkü hayranlıkla benimsediği alt paragraflarda "normal insan"lar krallık yapıyor; üstteyse, kim oldukları anlaşılamayan üstün yaratıklar. Böylece bilimsel ortodoksi, aynı belge üzerinde işine gelen bölümü "olgu" diye benimseyip dosyalarken, işine gelmeyen, çünkü anlayamadığı, işin gerçeği "dini inanışlarına aykırı düşen" bölümleri "mitolojik" bulup ayıklıyor! 

Mezopotamya'da aynı şeyle karşılaşıyoruz: Layard ve Wooley'nin yaptığı araştırmalarda, son derece değerli ve ilgi çekici kil tabletler ele geçiyor. Bunlar, Sümer Kral Listeleri olarak adlandırılıyor. Aynı Mısır'da olduğu gibi, listenin en üst sırasında, yani "normal krallar"dan önce, her biri neredeyse 10.000 yıl, 15.000 yıl yaşayan yöneticiler var. Bunlar, "Tufan'dan önce" uzun süre ülkeyi yönetmişler, sonra insanlara devretmişler. Babil metinleri bu olayı "Krallık gökten indiğinde" gibi bir deyişle açıklıyor. Bütün Mezopotamya'da aynı kült var aşağı yukarı. Bulunan belgeler, "en eski metin" olduğuna inanılan Tevrat'ın, Tufan başta olmak üzere bir sürü temayı Sümer ve Babil anlatılarından ödünç aldığını ortaya koyarak Kilise'de ve dini çevrelerde buz gibi rüzgarlar esmesine neden oluyor. Üstelik, Tufan öncesi ülkeyi yöneten "tanrılar"dan söz ediliyor, tek bir tanrıdan değil! 

Bu durumda ortodoks arkeoloji ne yapıyor? Mısır'da yaptığının aynısını. Yani Sümer Krallar Listesi'nin "normal insan ömrüne sahip" kralları doğru kabul ediliyor ve belgenin bu bölümü "somut bulgu" sınıfına sokuluyor ama Tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan, 200.000 yıl hüküm sürmüş "tanrılar" ve onların sonrasında, "ara dönem"de insanlara yönetimin geçişini üstlenen ve denetleyen "Gözcü"ler, "mantıksız" bulunarak "mitoloji" sınıfına sokuluyor yine. Aynı belgenin alt kısmı doğru, üst kısmı "masal"! 

Enoch'un şaşırtıcı hikayesi 
Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrılar" sözcüğünü tek bir "Tanrı" olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı'ya verilen sıfat ve onun genel adı, "Efendi" ya da "Sahip" anlamına gelen "Lord" sözcüğünde somutlanıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal'den söz ediyor. "Baal"in sözlük anlamı da "Efendi" ve "Sahip". Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak "Tanrılar" sözcüğünü "Tanrı" olarak tashih eden Tevrat'ın, birkaç yerde bunu unutması. "Elohim" sözcüğü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, "ilahlar"; yani, "çoğul" bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar - arkeologlarsa, sessiz. Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab'ında "O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı" diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcüğü, İngilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, "yukarıdan aşağıya inmiş olanlar". Yaratılış'taki hikayede "devler"in hiçbir anlamı yok - daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki "araya yanlışlıkla girmiş" gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947'de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları bulunduğunda, "Nefilim"in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu çıkıyor ortaya. Bunun yanı sıra, Tevrat'ın din adamlarınca "edit edildiği" de anlaşılıyor. Çünkü İ.Ö 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmış olan kopyası "sahte" sanılan "Enoch'un Kitabı"nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında. 

Yaratılış'ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve "Tanrı'yla birlikte yürüdüğü" söylenen Enoch'un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat'tan çıkarılan bu parçaların "Nefilim" sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Enoch'un Kitabı'nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6'nın aynı satırında sözü edilen "..ve Tanrı'nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular" ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran "Tanrı'nın oğulları" ile insanın kızları arasındaki ilişki Tevrat'ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Enoch'un Kitabı'nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu çıkıyor ortaya. Evinden, ailesinden ayrılan ve "Tanrı katında" yaşamını sürdüren Enoch, "Gözcülerden" söz ediyor anatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen "ara halkası" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Enoch'un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sırasında "insan kızları"nı arzuladığı ve bu fikrini diğer "gözcü"lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukarıdan inen") aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında "yasak". Sonuçta bu birleşmeden "melez" çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, "insan kızlarıyla" birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan'la insanları. 

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Enoch'un kitabının da, Tevrat'ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar "revize edilerek" yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda "Gözcü"ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz! Şimdi, bütün bunlara "Mitoloji işte canım" deyip, elimizin tersiyle bir yana mı itmemiz gerekiyor, "bilimsel tavır" sergilemiş olmamız için. Yoksa eski metinleri farklı bir bakışla bir daha inceleyip, "Kim bu Gözcüler?" diye sormak mı daha mantıklı bir davranış...

Alıntıdır...

Bu konuyu yazdır

  Thot'un Kitabındaki Sırlar
Yazar: EvrimBilge - 16-08-2017, Saat: 01:06 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Thot bir gün varoluşun kökenini derin derin düşündükten sonra uyuya kalmıştı... Fiedenini ağır bir uyuşukluk içinde hissediyordu. Bedenindeki bu uyuşukluğa paralel olarak ruhu da uzaya doğru gitgide yükselmeye başlamıştı. Tam o sırada tarif edilebilecek bir şekle sahip olmayan ilâhi bir varlığın kendisini ismiyle çağırdığını farketti. Korkuya kapılan Thot: "Sen kimsin?" diye sormuştu.

— Ben Osirisim...En yüce Zekayım...,Her sırın örtüsünü kaldırabilirim... Sen ne istiyorsun?
— "Ey İlâhi Osiris! Varlıkların ve varoluşun kaynağını seyretmek ve Tanrı'yı tanımak istiyorum..."

Osiris kesin bir dille cevap verir:

— Arzun yerine gelecek

Bu kısa konuşmanın ardından, benliğini kaplayan ağırlık yerini büyük bir hafifliğe bırakmıştı...

Tothun-Kitab%25C4%25B1-2.jpg

Thot, kendisini büyük bir huzur ve iç aydınlanma sağlayan bir ışığın içine gömülmüş olduğunu hissetmeye başlamıştı. Bu saydam ışın demetlerinin içinden, hayranlık uyandırıcı güzellikte şekiller geçmekteydi. Ancak birden bire her şey değişivermiş ve üzerine aniden, içinde canavarımsı şekillerin bulunduğu korkunç karanlıklar çökmeye başlamıştı.

Koyu gri sisler içinde, iç karartıcı böğürmelerin duyulduğu rutubetli soğuk bir girdabın içine yuvarlanıvermişti. Girdabın içinde döne döne düşerken, ne dediği anlaşılamayan bir ses yükselmişti. Bu ses, ışığın sesiydi... Ne dediğini anlamasa da, bu sesi duyar duymaz rutubetli ve soğuk karanlık girdabın derinliklerinden insanı yakmayan büyük bir alev yükselmiş ve Thot'u üzerine alarak, onu bu karanlıklar girdabından yukarılara doğru hızla çıkartmaya başlamıştı. Bu alevle birlikte yükselen Thot, kendisini pırıldayan yıldızların süslediği, uzayın ferahlatıcı atmosferinin içinde bulmuştu. Alevin çevreye saçtığı pırıltılar çok tatlı bir sesle uzayın derinliklerinde kaybolup gitmişti...

Tüm uzayı ışığın sesi doldurmuştu... Aşağıda yeryüzü, yukarıda gökyüzü... İkisinin tam ortasında ise Osiris, boşlukta asılı duruyordu... Her şey bir anda olup bitmiş ve Thot şaşkınlık içinde Osiris'e bakıyordu.

Osiris Thot'a: "Gördüklerinin anlamını kavradın mı?" diye sormuş, "Hayır!" cevabı alınca da sözlerine şöyle devam etmişti:

Pano03.jpg
Pano04.jpg


Bu açıklamanın üzerine, Thot zihnine takılan kendisiyle ilgili bir soru sorar:

- "Bende nasıl bir içsel güç gelişim gösterdi ki, beden gözleriyle değil de, gönül gözleriyle görmeye başladım?"

Pano05.jpg

- "Bu herkes için geçerli midir? Yoksa sadece bana mı özgüdür? " diye soran Toht'a Osiris'in cevabı son derece kısa oldu.
Pano06.jpg

Thot'un sembolik olarak Osiris'le olan konuşmasının temeli ruhsal irtibata dayanır. Dinsel terminolojide bu irtibat tekniğine "Vahiy Sistemi" denmiştir. Yani yukarıdaki satırlar Thot'un aldığı vahiydir.

Thot'un Kitabı'nda yer alan bu satırlar arasında kullanılan sembollerin İsa Peygamber'in kullandığı semboller arasmda büyük bir paralellik olduğunu sanırım farketmişsinizdir.

Bu semboller: "Tanrılar'in Dünyası", "İlâhi Kelâm", "Baha", "Oğul" ve "Kutsal Ateştir. 

Bunların hepsi Ezoterik Öğreti'nin temelini oluşturan Mu Sembolleri'dir. Bu sembolizmi aynı şekliyle İsa Peygamber de kullanmıştır. Thot'un kitabında "Kutsal Ateş senin içinde gizlidir" sözleriyle dile getirilen ezoterik sırrı, İsa Peygamber şu şekilde ifade etmiştir:

"Tanrı'nın Krallığı sizin içinizde ve çevrenizdedir." 


Alıntı

Bu konuyu yazdır

  İlatlitum Tabletleri ve Anunnakilerin Yarattığı Irk : Reptoidler
Yazar: EvrimBilge - 16-08-2017, Saat: 01:00 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Öncesini tabii ki bilemeyiz, ancak Anunnakilerin kendi gezegenlerini birtakım savaşlarla veya kötü kullanımla mahvettikleri söyleniyor, ancak bunlar çok eski konular ve aslını tam ve net olarak veren bir kaynak henüz yok.

ILAT-LITUM yazıtlarında ise, Reptoid’lerin yaratılışı ve yeryüzüne yerleştirilişleri ile ilgili bölümler yer alır. Bunlar, bir Nazi keşif gezisi sırasında Antarktica’da bulunmuşlardır ve Tibetli bir rahip yardımıyla Almanca’ya yapılan çevirisi, orijinal belge niteliğindedir. Thule Gesellschaft ise, günümüzde bile, eski saf ari ırkı yeniden ortaya çıkarmaya yönelik bir dernek olduğundan, Tibet – Nazi Almanyası – Reptoidler temalarında genel bir bağlantı var gibi görünüyor.


Genesis I (Yaratılış 1)

ANU’nun gemisi, yabancı sahillere yaklaştı, Tanrıların Evi’nden, Aldebaran’dan çok uzakta. Yabancı bölgeye girdi ve bazı sesler duydu, birtakım varlıklar gördü; Reptilian (sürüngenler) ırkından pek çok varlık; gökkuşağının her rengindeydiler ve akıllı gözleri ve kuvvetli pençe-elleri olan başka diğer varlıklar da vardı.

Bu gezegende yaşayan başka canlılar vardı, boş değildi ve Tanrılar için yer yoktu ve dokuz ay boyunca, Tanrılar ANU’nun planını kabul edinceye kadar bu konuyu konuştular.

( Ne konuşulmuştu acaba ????? )

SEPT, ateşin lideri ve hakimi, gezegene gemisiyle indi, yanında tuhaf silahlar, kayaları yakan ve metalleri eriten ateş çubukları vardı.

Gökten kül ve köz yağdı, yine dokuz ay boyunca ve ne Güneş ne de yıldızların parlayan ışığı görülebiliyordu. Yangının alevleri o denli güçlüydü ki, sadece SEPT gezegende kalabiliyordu, büyük bir keyifle Tanrılar, gemilerinden ANU’nun gemisini seyrediyorlardı. Sonunda Reptoid’ler yok oldular, sadece SEPT onların saklandığı yerleri, mağaraları biliyordu.

!!! (anlaşılan birtakım silahlarla orada yaşayan halkı ortadan kaldırmışlar, sağ kalanları da yeraltına kaçmaya mecbur bırakmışlar) !!!

O zaman Tanrılar inebildiler, ancak Reptoid’lerin intikamlarından korkuları da çok büyüktü ve TU, bilgece, Yeraltı Dünyasının girişini kapatmayı, mühürlemeyi önerdi ve bunu yaptılar, Tanrılar artık huzur içinde uyuyabilirlerdi.

O zaman Tanrılar yere inebildiler ve disklerini döndürebildiler ve Acacias ülkesi onların evleri oldu.

Güneşler ve aylar cennetlerle beraber geçti, ancak zaman içinde Tanrıların doğurganlıkları da azaldı, üreyemez olmuşlardı.

Kurul yine toplandı ve Tanrılar asil soydan gelen MIRA’yı TU’nun tohumuyla dölleyerek MIRA’yı hamile bırakmayı kararlaştırdılar ve 36 tane de Reptoid DNA’sı ilave ettiler.

… (Tanrısal bir zigot, Reptoid genleriyle birleştirilerek bir ırk yaratılıyor, ki bu ırk, sonradan Atlantis’e yerleşerek Lemuria’yı ortadan kaldıracak olan ırktır)….


Bu yüzden, yer altı dünyasının mühürleri kırıldı ve SEPT, ateş sembolünün lideri aşağı dünyanın ışığına geri döndü, yanında neredeyse bütün savaşçıları da vardı ve geri dönenler, döndüklerinde, akıllarını yitirmişlerdi.

SEPT bir erkek Reptoid getirmişti ve o, uykudaydı (bilinçsizdi) her el ve ayağında altı parmağı vardı ve boynunda altından bir halka, küçük kulaklarının arkasında da iki kalın çıkıntı vardı.

Onun tohumu (sperm) alındı ve ondan 36 iplikçik alınarak TU’nun tohumuyla karıştırıldı ve MIRA’ya yerleştirildi. Yazıtta söylenilen süre kadar bir zaman geçti ve soylu MIRA ikiz çocuklar doğurdu : EA ve MAGDI, parlak yeşil gözlü, el ve ayaklarında ışıldayan altın tırnakları olan muhteşem bir çift. O sırada Tanrıların hiçbiri, tohumları alınan Reptoid’in nerede olduğunu söyleyemezdi, çünkü o, iz bırakmadan kaybolmuştu.

Ancak EA ve MAGDİ diğer normal Tanrı çocuklarından çok daha hızlı büyüdüler, onlardan daha akıllı ve güçlüydüler, yeşil gözleri hısımlarından daha kuvvetliydi ve tırnakları metalle bile kesilemiyordu. İki güneş sonra bu ikizler Tanrının çocukları kadar büyümüşlerdi ve onsekiz güneş sonra kurul tekrar bir araya geldi.

ANU ikizlerin öldürülmesini talep etti, çünkü onlar, Tanrılar için bir tehlike oluşturuyorlardı ve bilge kurul, bu öneriyi kabul etti.

Ölümü SEPT gerçekleştirmeliydi, onların canını ateşten bir çubukla almalı ve bedenlerini de onlardan geriye hiçbir şey kalmasın diye, ateşle eritmeliydi.

Ancak TU sessiz kaldı. Aklındaki planı asil MIRA’ya hemen iletti ve birlikte şu planı yaptılar:

EA ve MAGDI’nin tıpatıp aynı klonlarını yapacaklardı, bu amaç için yapılmış, altın için madenleri kazıp durmakta olan Lulu’yu da yaratırken (Lemuria’ya yerleştirilen ırk, yılan-ejderha genleriyle döllenerek yaratılmışlardı) kullanılmış olan bir cihaz vardı. MIRA bu klonları asillerin kırmızı yatak odasına yerleştirdi ve masum bir sabırsızlıkla SEPT’i beklemeye başladı. Gece, oda zalimce açıldı ve SEPT yanında savaşçılarıyla odaya girdi, MIRA şiddetle haykırıyordu (görünüşü kurtarmak için) ve SEPT kurulun onayladığı planı uygulamaya koyuldu.

Ancak oyunları anlaşılmamıştı, hiç kimse MIRA’nın gözlerindeki pırıltıyı görmedi, başı öne eğik Tanrıçayı, çocuklarından ayrıldığı için rahatlatmaya ve teselli etmeye çalıştılar.

Ona yeni bir uzlaşma için söz verdiler, bu sefer Reptoid’lerden alınan yüksek derecede modifiye edilmiş iplikçikler kullandılar. MIRA önüne eğdi başını ve hiç bir şey söylemedi, Tanrılar başarılarıyla sonunda onu tekrar neşelendirdiler. Ama TU üç altın “ateş gemisi” olan ve istediği gibi idare edebildiği bir eve sahipti. EA ve MAGDI’yi bu gemilerden birine koydular ve pek çok erzak, yedi altın ve bir zümrüt tablet ile suyun üzerindeki cennetlerin çok yükseğinde, Acacian’ların tam zıt yönünde olan bir ülkeye doğru yola çıktılar. Seçimlerinin sonucu yakın zamanda anlaşıldı ve ona PEN-TA-KIT adını verdiler. EA ve MAGDI’nin evleri gölün altındaydı, ona da BAN-TAN adını verdiler. Olası düşmanlardan korumak ve diğer gizli amaçlar için heybetli EA altın tabletleri, güzel MAGDI ise zümrüt tableti alacaktı. Ancak kısa zaman sonra, MIRA ve TU, üzerlerine şüphe çekmemek için Tanrıların evine, Acacians’a geri döndüler.

Şöyle anlaşmışlardı : Bundan sonra MAGDI ve EA onlarla mesajlaşacaklardı, ancak ne gökyüzündeki dalgalarla, ne de ateş gemisindeki suyun akışıyla; onlar gizli ve hiç tahmin edilmeyecek bir yöntem kullanacaklardı. İşaretler konusunda anlaşmışlardı ve 72 saat içinde ikizler işaretlerin hepsini öğrendiler. İşaretler yazın yüksek otlarda ve/veya ekinlerde, kışın ise BAN-TAN gölünün donan buzunun altında görünecekti. İkizler ayrıca, onlara Tanrılarda olduğu gibi, ölümsüzlük veren kendi DNA iplikçikleri hakkında da bilgiye sahiptiler. Bu yüzden, Tanrı ebeveynlerinin dönüşünü beklediler ve pek çok işaretler verildi ve bir tane de Son İşaret.

Kalpleri ferahlamış olan MIRA ve TU Acacians’daki Tanrıların evine geri döndüler.

Ancak, gördüklerine inanamadılar, diğer Tanrılar aceleyle GATA-BEN limanını terk etmişlerdi, neden?

ANU’nun gemisi artık güneşte parlamıyordu, parlak gökyüzü kan kırmızı bulutlarla kaplıydı ve tuhaf yapılı taşlar yeryüzüne yuvarlanıp duruyordu. Ne olmuştu?

Gittikleri ilk ev de aceleyle terk edilmişti ve kapıları mühürlenmemişti. Sadece Lulu’lar hiç bir şey olmamış gibi Acacias’ın keyfini çıkarıyorlardı. Lulu’ların lideri de hiçbir şey bilmiyordu, sadece güldü ve “ANU’nun gemisi yıldızlara doğru yola çıktı” dedi.

MIRA ve TU aceleyle NI-BI-RU’ya döndüler.

Kurul çoktan toplanmıştı ve ANU’nun gemisinin önderliğinde Tanrılar bir yol bulmaya çalışıyorlardı. MIRA ve TU mesaj göndermek için tam zamanı olduğunu düşündüler ve MAGDI ve EA’yı uyarmak için ilk işareti gönderdiler.


(Not: Bu tabletlerin Almanca versiyonunu veren Thule üyesi, “Mars” “Nibiru” ve “Dünya” kelimelerinin yazıya eklenmesini özellikle rica etmiş)

seres-reptilianos.jpg

Genesis II (Yaratılış 2)

Değişim zamanı gelmişti. Sadece ANU geleceği tüm açılardan görebiliyordu. Ne olmuştu peki?

Olan şey, NI-BI-RU’nun kendi yörüngesinden çıkmasıydı.

Tanrılar ne yapabilirdi?

Yeniden, Aldebaran’dan ayrıldıklarından beri her zaman yaptıkları gibi, kehanete başvurdular, yeniden diski çevirdiler.

Ama kehanet cevapsızdı, hiçbir ışık vermedi. Gerçek Tanrıları ile olan bağlantıları kopmuş muydu?

ANU-NAKI’lerin bilgelerinden ERA söz aldı, ekibinden IR-MIN-SUL’u düşüncelerinin gücüne dahil ederek bilgeliği ve gerçeği Tanrılara söyledi :

NI-BI-RU kendi orijinal yörüngesinden ayrılmıştır, bu yüzden KI önceden belirlenmişi olan kendi yörüngesinden çıkmak zorundadır ve Tanrıların sayıları belirli bir süre için değişecektir. Kulakları olan dinlesin ve gözleri olan görsün, kendi ekibinin gücü ile ERA gerçeği duyuruyor : MUMMU, APSU’nun 1. refakatçisi olarak 36 Hunab boyunca kendi yörüngesinde kalacak. LAHAMU’nun bekareti ise 72 Hunab boyunca bozulmayacaktır.

Ancak KI’nin yörüngesi 108 Hunab’dan 96 Hunab’a dönmek zorundadır, LAHMU’nun yüzünden 12 çizgi / hat kadar ayrı düşecektir !

KI önceden belirlenmiş kendi yörüngesine tekrar dönünceye kadar 12 büyük tur gerçekleştirmek zorundadır ! Çağlar geçecek ve Tanrının hikayeleri ancak tabletler üzerinde kalacaktır, ancak yine de gerçek değişmeyecek ve yeniden dönecektir.

Büyük bir sel KI’yi yıkacak ve sonradan Lulu’lar tarihlerini istedikleri gibi değiştireceklerdir yine de gerçeği bilecek ve onu bütün geleceklere taşıyacaksın.

Bu Tanrıların intikamı değil, Lulu’ların insanlarla birleşmesinden (cinsel anlamda) kaynaklandı. NI-BI-RU önceden belirlenen yolunu terk ettiği için değil, ve Tanrıların hiçbiri bunu durduramaz. Sayıları okuyun ve bilgeleşin, sizler buna yerçekimi dersiniz ancak Tanrılar “altın zincir” derler.

12 büyük tur 12 defa oniki işaretin (12 burç) ufuktan geçmesi demektir, o zaman zaman tamamlanacak ve KI kendi yörüngesine dönebilecektir.

Bunlar ERA’nın sözleriydi, kurul bunları hoşnutsuzlukla dinledi ancak yapılacak bir şey yoktu.

Kısa zaman sonra söylenenler gerçekleşti : KI yörüngesinden ayrıldı ve bekarete karşı 12 çizgi/hat boyunca ilerledi. KI birçok sel tarafından vuruldu, kısa bir süre KI sendeledi ve bilincini yitirdi. KI’deki yaşam su tarafından yutulmuştu ve Acacias yıkılmıştı. Sadece Lulu’lar madenlere kaçabilmişlerdi. Neden?

Yeraltı girişleri açılmıştı ve Reptoid’ler Lulu’lara girmeleri için izin verdiler.

Lulu’ların dişileri çok mu güzeldi?

Reptoid’ler her zaman Lulu ırkına karşı değiller miydi?

YENİ IRK doğmak üzereydi.

Biz buna LE-MU-RYALI diyoruz çünkü onlar aslında Reptoid’ler ile Lulu’ların birleşmesinden olmuşlardı. (??)

Lemurya’lılar Reptoid’lere karşı daha kuvvetli olmalıydılar çünkü onlarda hem Reptoid hem de Tanrı DNA’ları vardı!

Onlar daha önce hiç kimsenin görmediği kadar güzel bir dünya kurdular ve görevleri sadece Tanrıları korkutmak değil, döndükleri zaman da onları uzaklaştırmak idi.
……………

Alulu’nun ırkını Mu kıtasına nasıl yerleştirdiği anlatılmıyor, çünkü bu bölüm, reptoidlerin yeryüzüne nasıl indirildikleri ile ilgili. Diğer ırk, Alulu ırkının, insanlarla birleştiğine dair bilgiler var. -Yılan / ejderha kültü-

Ancak, anlaşıldığı kadarıyla, her iki ırk da aşırı savaşçı, aşırı hırslı ve hedonist.

(Devamı var, sonraki bölümlerde Genesis III – Atlantis ve Mu arasındaki savaş ve Mu kıtasının batırılışıyla ilgili bölümler de yazılı)

Buraya kadar olan bilgilerde yine bir hata yok, ancak savaşa ve sonuçlarına değinilmiyor. Ayrıca, yazıyı yazanların, Anunnaki’lerin tarafında olduklarını söylemeye de gerek var mı bilemiyorum. Daha önceden, kendi gezegenlerindeki yaşam tükenince, Reptoid’lerin gezegenlerine el koymuşlar, ancak zamanla orada da üreyemez hale gelmişler ve onlardan kaçan Alulu’yu ve onun ırkını takip ederek Acasias gezegenini (Dünya?) ele geçirmişler.

Onların görevleri, zaten Tanrılar (Anunnakiler) geldiğinde onlara karşı direnmekti, kendi yazıtlarında da belirtildiği gibi. Direndiler de. Ancak kaybettiler ve kurulan uygarlık, gerçekten de bir gece içinde yok edilmiştir.

Cortesianus Kodeksi : “Güçlü koluyla Homen güneşin batışından sonra yerküreyi titretti ve gece yeryüzünün tepeleri olan topraklar, Mu, battı”

“Temellerinin iki kere yerinden oynamasının ardından, bugün artık ölü hükümdarın mekanı cansız ve kıpırtısızdır, derinliklerin kralı yukarı doğru baskı yapıp onu yukarı ve aşağı sallamış, onu öldürmüş, onu batırmıştır”

“Mu iki kere temellerinden fırlamıştır, sonra ateşe kurban edilmiştir. Depremler tarafından bir aşağı, bir yukarı şiddetle sarsılırken infilak etmiştir. Her şeyi solucanlar gibi hareket ettiren büyücü, onu tekmeleyerek o gece kurban etmiştir”


Alıntıdır.

Bu konuyu yazdır