Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 3045 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 3045 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 671
|
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 521
|
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 942
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 862
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,872
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 9,274
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,647
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,489
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,788
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 2,033
|
|
|
BOLLUK VE BEREKETİ HAYATINA ÇEKMEK İÇİN KENDİNİ DEĞİŞTİR |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 23:17 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
 |
Bolluk seviyen, kendini ifade etmenin temel yollarından biridir. Bolluk içinde olmak, özündeki doğal özgürlükle olan bağlantını ifade etmektir. Paranın kendisi özgürlük değildir. Bolluk enerjinin bolca alkışıdır.
Bu akış kendisini para, destek, eşzamanlılık ve sevgi olarak ifade eder. Bolluk akışı içinde olduğunda istediğin şeyi yapmakta, olmak istediğin kişi olmakta özgür olursun. Tüm bunlar aynı zamanda büyük değişim potansiyelini ifade eder.
İster para, ister özgürlük ister sevgi yoksunluğu olsun, yoksunluk inancıyla kendi hikayemizi tanımlarız.
”Eğer bolluk içinde olsaydım, şunları şunları yapardım” diye sıklıkla konuşuruz. Rüyalarımızı neden yaşayamadığımızın, niye bize doyum vermeyen durumlar içinde hala kaldığımızın ya da neden mutlu olmadığımızın mantıksal açıklamalarını yapmak için yoksunluk mazeretini kullanırız.
Yoksunluğa odaklanmak kişinin kendisini tanımlamasında çabucak çok güçlü hale gelebilir. Yoksunluk içinde ne kadar mutsuz ve sefil olursak,aynı zamanda hayatımız statik ve rahat hale gelir. Yoksunluk, bilinmeyen korkusunu ( kontrol edilemeyen değişimi ) bizden uzakta tutar. Mutsuzluk ve sefalet inanılmaz derecede rahat olabilir.
Bu alışıldık güvenli mutsuzluk ortamında, bolluk akışını açmak,hikayemiz için büyük boyutlarda tehdit edici olabilir. Yoksunlukt an dolayı birçok şeyi yapmamızın mümkün olmadığına dair inancımızla direndiğimiz tüm değişimler için ayağımızı frenden çekmek,çok tehdit edici olabilir.
Yoksunluk inancı,bolluğun getireceği tüm değişikliklere karşı gösterilen direncin inancıdır. Açılım ve bolluk birbirinden ayrılamaz ; ikisi de akışın ve değişimin sembolleridir. Onlar akışını kontrol edemeyeceğiniz nehirlerdir. Hayatında akışa ve değişime izin vermek,onları kontrol edemesen bile güvenli olduğunu kabul etmektir.
Bolluğun özgürlüğüyle, hikayemizi tümüyle yok etme yeteneğimizi acilen kullanabiliriz. Bu nedenle hayatımızda bolluğun olmaması bir hata değildir ; bir anlamı vardır.
Bolluk seviyen sana bir mesajdır. Eğer mesajı işitirsen, temsil ettiği değişime de izin verirsin.
Bolluk, direnç gösterdiğin değişimin taşıyıcısıdır. Mesajı işitmek, bolluktan mahrum olmanın sana nasıl hizmet ettiğinin farkında olmaktır. Bunu görebilmek için yoksunluğu reddetmekten vazgeçmen gerekir.
Yoksulluk da bir hata değildir ; yoksulluğu seçtik çünkü hikayemize bir şekilde hizmet ediyor. Yoksulluk bizi,kendimizi yok edici eğilimlerden koruyor olabilir, işi bırakıp inzivaya gömülmekten koruyor olabilir. Yoksunluk bizi korkularımızla yüzleşmekten koruyan bir mazeret olabilir,rüyaları mızı gerçekleştirmenin sorumluluğundan bizi koruyabilir.
Terk etmekten korktuğumuz bir kişiye bizi suni olarak bağlayabilir. Evdeki hayatla yüzleşmek istemediğimiz için, bizi uzun saatler çalışmak zorunda bırakıyor olabilir. Kendi değersizlik duygumuzun direkt yansıması olabilir. Yoksulluğun doğal durum olduğuna inanıyor olabiliriz. Nedeni her ne olursa olsun, yoksulluk inançlarımızın bir yansımasıdır.
Yoksunluk durumunun mesajını işit. Realiteni dönüşüme açtığında bolluk gelir. Bolluğun realiteni kontrol edemeyeceğin biçimde değiştireceğini bil.
Genellikle insanlar realitelerinin fazla değişmeden aynı kalmasını ama daha çok paraya sahip olarak daha konforlu yaşamayı isterler.Bolluk akışı böyle kontrol edilebilen bir şey değildir. Kontrol bolluk akışını kapar.Bolluk hayatınıza kontrollü biçimde gelmez.Bolluk özgürlüktür ; kontrol,özgürlüğü bastırmak ister.
Değiştirmek isteyeceğiniz şeyler listesi ve aynı kalmasını istediğiniz şeyler listesi işe yaramaz. Para hayatınızı hiç beklemediğimiz biçimde değiştirir.Bu öngörülebilen ve belirlenebilen bir enerji değildir. Para hayatınıza yeni şeyler getirir,hayatı mızdan bazı şeyler götürür. Bolluk kontrol edilemeyen değişimdir. Bu kadar basit.
Değişimi istemek ile değişime ihtiyaç duymak arasındaki farkın farkında ol. Eğer bolluğu arzu ediyorsan,nası l geleceğine ve seni nasıl etkileyeceğine dair bir tanımlama yapmadan kendini değişime aç. Bolluğu değişim , güçlenme ve özgürlük enerjisi olarak hisset. Bu duyguyu kontrol ihtiyacından özgürleşerek tüm varlığınla hisset ve doğanda zaten var olan bolluğun akmasına izin ver.
Tıpkı açılım gibi,bolluk bilinci, kendimizi ve realitemizi tanımlamalardan özgürleştirme bilincidir. Bolluk bilinci varlığımızın bol enerjisini hissetmektir. Bolluk bilinci dışsal zenginlik değildir; kendi sınırsızlığımızın içsel bilincidir.
Bolluk bilincini hissetmek, bolluğu dış realitemize de yansıtmaktır. Realitemiz bolluk bilincinin akışında ise, zavallı, fakir, silik, ezik, değersiz, kibirli, kendini beğenmiş, despot olamayız.
Bolluk bilinci, kendi harikuladeliğinin varlığından akmasıdır. Olmak istediğin her şey,içindeki bu akışla olur. Realite seni mutlu edemez. Realite ancak kendi içindeki mutluluğu sana yansıtabilir. Kendi değerini içinde hissettiğinde,dış dünyada da değerli bulunacaksın. Kendi değerini biçen sensin.
Bolluğu hayatına sokmak için, yoklukla özdeşleşmeyi bırak.Yoksunluğa tepki duyduğun ölçüde,kendini yoksunluğa mahkum edersin.Bolluk, yoksunluğun yadsınması değildir. Yoksunluk, doğal halimiz olan bolluğun yadsınmasıdır. Kontrolü elden bırakmadan yoksunluktan çıkamazsın.
Kontrolle inşa edilen zenginliğin temelleri yoktur. Bu tür zenginlik,onu korumak için sürekli çaba gerektirir. Daima onu kaybetme korkusu ile kuşatılmıştır. Gerçek bolluk,öylesine kolaylıkla akar ki,asla kaybetme korkusu hissedilmez. bolluğun zorluğu sadece ne kadar bolluğa sahip olma konusunda kendimize izin vereceğimizdedir. Hayatı ndaki değişimlerin akışı karşısında ne kadar güçlüsün ? Ne kadar dönüşüme, özgürlüğe ve sevgiye izin verebilirsin ? Hikayenden ne kadar vazgeçebilirsin ?
Hayatında bolluğa izin vermek için, şu andaki bolluk seviyenin anlamlı olduğunun farkında ol. Anlamını bildiğinde, neden mükemmel olduğunu da netlikle görebileceksin. Anlam bize bolluğa niçin ve nasıl direndiğimizi de gösterir. Eğer direncimizin temsil ettiği korkuyla yüzleşmeye hazırsak, realitemizi değişime açmaya da hazır oluruz. Yokluk ve sınırlılıkla özdeşleşmek sona erer.
Bolluğun akışının içinden akmasına izin ver. Kendi gücünü ve harikuladeliliğini hisset. Enerjinin bolluğunu hisset. Bu gücün ve harikuladeliğin hiçbir beklenti ve kontrol olmadan realitene yansımasına izin ver. Varlığının açılımında kendine özgürce yaratma iznini ver. Dünyayı etkilemek,iz bırakmak senin hakkın. Dünyayı değiştirmek hakkın. Kendi özgünlüğünün ifadesine izin ver.Bolluk, sahip olduğun dış zenginlik tarafından belirlenemez. Bolluğun kaynağı sensin. Bolluk, özgürlüğünün ifadesidir.
|
|
|
Çakralarınızı Bloke Eden Duygulardan Nasıl Kurtulabilirsiniz? |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 23:12 - Forum: Çakra
- Yorum Yok
|
 |
Çakraların musluğunu açıp kapamak mümkün müdür? Çakra sanskritçe tekerlek anlamına gelir. İnsan bedenindeki çakralar yaşam tekerlekleridir. Özellikle omurga etrafında yükselen ve her biri bir salgı bezine denk gelen 7 ana çakra vardır ki fiziksel, ruhsal, zihinsel ve bedensel seviyede sağlığımızı etkiler. Aslında bu iki taraflı bir etkileşimdir. Çakralarımız yaptığımız, söylediğimiz ve hissettiğimiz her şeyden etkilenir ve bizi etkilerler. Duru görü sahibi insanlar onları çıplak gözle görebilirler. Çakraların açık ve dengeli olarak çalışması için pek çok meditasyon ve nefes egzersizi olmakla birlikte dilinize, elinize, gözünüze, düşüncelerinize dikkat etmedikçe bütün bunlar nafiledir. Örneğin egoizmin kitabını yazanlardansanız 7.çakra olan taç çakranızın kozmik enerji ile uyumlu olmasını rüyanızda bile göremezsiniz. Bir yandan suçluluk duyup bir yandan hayattan zevk alamazsınız. Korkularınızla yüzleşmedikçe yaşayan bir ölüden farkınız kalmaz. Önce kendinize dürüst olmadıkça.

Peki çakralarınızı bloke eden korku, suçluluk, utanç, keder gibi duygulardan nasıl kurtulabilirsiniz? Öncelikle kurtulmaya çalıştığınız bütün duyguların her zaman orada olacaklarını kabul ederek işe başlayabilirsiniz. Onlardan kurtulmak diye bir şey yoktur. Her an her duygunun içinden geçeriz. Onlara tutunmayı bırakın. Korkularınızla, yaralarınızla, utançlarınızla birlikte yürüyün, birlikte büyüyün. Onları yargılamadan, yok saymadan ya da büyütmeden… Ne göğe çıkarın ne de yerin dibine sokmaya çalışın.
Aslında çakralarımızı bloke eden, ilerlememizi, büyümemizi, içsel mutluluğu hissetmemizi önleyen bu duygular değil, onları aşırı sahiplenişimizdir. Duygularımızı görmezden gelmek, yok saymaya çalışmak da aynı anlama gelir. Yüksek benliğiniz ya da sizin en yüksek haliniz, potansiyeliniz ile temasta kalın, sadece akşamları değil, her an. Farkındalık ışığını kendinize tutun, sadece meditasyon sırasında değil, her an. En azından buna niyet edin. Evrene seçiminizi bildirin, kararlılığınızı gösterin, sadece bu yazıyı okuyunca değil, her tökezlediğinizde. Gittikçe daha çok sevinç, mutluluk, var olan her şeyle bir olma hali deneyimleyeceksiniz.
Kaynak: Senem Yurttakalan
|
|
|
Başmelek Chamuel’in Pembe Sevgi Işını |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 19:59 - Forum: Melek Enerjileri
- Yorum Yok
|
 |
Başmelek Chamuel Sevginin Pembe Işını olan Üçüncü Işından hizmet eder. Başmelek Chamuel kendinizi sevme, başkalarını sevme ve tüm kalp konularında size yardımcı olmak için sizinle birliktedir. Kalbinizi iyileştirmeye ve kendinizi sevmenize ve kalbinizi, zihninizi ve ruhunuzu sevgi ile doldurmasına yardımcı olması için Başmelek Chamue’li çağırın. Bu sevginin bedeninizden aktığını hissedin ve kendinizi sevmekte rahat olduğunuzda, bu sevgi etrafınızdakilere yansımaya başlayacaktır. Bu gerçekleştiğinde, yaşamınıza daha çok sevgi dolu ve nazik insanları çektiğinizi göreceksiniz.
Aşağıdaki çağrıyı yüksek sesle veya içinizden söyleyerek, Başmelek Chamuel’i çağırın.
“Başmelek Chamuel, İçimdeki sevgiyi görebilmem için ve bu sevgiyi etrafıma yansıtabilmem için senin sevgine ve yardımına ihtiyacım var. Lütfen bana yardım et.”
Alternatif olarak, pembe ışığın güzel ve sıcak bir ışınının sizi çevrelediğini ve başınızdan ayaklarınıza kadar sizi sevgi dolu ışığın pembe ışını ile doldurduğunu gözünüzde canlandırabilirsiniz. Bedeninizden akan bu pembe ışını hissedin ve sonra onun kalbinizden etrafınıza yansıdığını görün.
|
|
|
Ametist Taşı Hakkında Öğrenmek İstediğiniz Herşey |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 19:53 - Forum: DOĞAL TAŞLAR
- Yorum Yok
|
 |
Kuvars ailesinden gelen, 7 sertliğinde, silisyumdan oluşmuş bir taş olan Ametist hem görselliği hem de benzersiz işlevleri ile çok eski zamanlardan beri bilinen ve sevilen bir taştır. Ametist taşı rengini içindeki demir, titanyum ve mangan elementlerinden alır. Bu elementlerin oranları doğrultusunda rengi pembeden koyu mora kadar değişkenlik gösterir. Eski Yunanlılar ametist taşının sarhoşluğun etkilerini azalttığına inanırlardı, bu yüzden ona sarhoş olmayan veya ayık anlamına gelen “amethystos” adını vermişlerdir. Ruhsal ve bedensel güçleri arttırdığı, negatif enerjilerden koruduğu için ametist taşı birçok kültür tarafından benimsenmiştir.
Ametist Taşının Vücut Üzerindeki Etkileri
Ametist taşının kalp ve sinir sistemi üzerinde yatıştırıcı bir etkisi vardır ve konsantrasyonu kolaylaştırır. Migren ve stresten kaynaklanan gerginliklere iyi gelir. Uyurken yastığınızın altına koyacağınız ametist size sakin bir uyku sağlar ve kötü rüya görmenizi engelleyebilir. Stres, aşırı sinirlilik, kekeleme, histeri ve bunlara bağlı olarak cilt üzerinde oluşan bozukluklara da iyi gelir. Ametist taşı, deri hücrelerini aktive eder, derinin daha fazla nem saklayabilmesine yardımcı olur. Böylece cildiniz hastalıklara karşı daha dirençli olur.
Ametist Taşının Psikolojik Etkileri
Arındırıcı özelliği ile onu taşıyan kişinin yaşantısındaki olayları daha derinden ve pozitif algılamasına yardımcı olur. Olaylara ve insanlara daha sıcak bakmanızı ve güven duygusunu destekler. Hayal gücünüzü arttırır, gerçek arkadaşlıkları görmenize yardım eder. Problemleri daha geniş bir perspektiften görmenizi ve onları çözmenizi sağlar. Meditasyon esnasında kullanırsanız ametist taşının yaydığı sıcaklık, huzur, barış ve armoni duygularını deneyimleyebilirsiniz.
Ametist Taşının Çakralar Üzerindeki Etkisi
Menekşe rengindeki ametist taşı alın çakrasının (6. çakra) taşıdır. Ametist taşının yaydığı enerji taç çakrayı da uyarır. Direkt olarak üçüncü gözün üzerine tutulduğunda farkındalıklar artar. Meditasyon sırasında bilinçaltının derinliklerine inmenize yardımcı olur. Bir çok spiritüel öğreti kendi içinde bu taşın kullanımı ile ilgili değişik yöntemler geliştirmiştir. Hepsinde ortak olan özellik, ametist taşının bir şeyin (düşünce, duygu, kişi, eşya vb.) negatif etkilerini nötralize etmesidir. Ametist ayrıca pozitif enerji yaydığı ve istenmeyen etkileri ortadan kaldırdığı için de feng shui uygulamalarında sıklıkla kullanılmaktadır.
Ametist Taşı Nerede Bulunur, Bakımı Nasıldır?
Renginin güzelliği ve çok aranılan bir taş olması sebebi ile ametist, doğaltaş, kristal, jeod, piramit, obelisk, küre, yüzük, kolye gibi pek çok formda kullanılabilmektedir. Ametist taşının en çok bulunduğu ülkeler Brezilya, Uruguay, Meksika ve Batı Avustralya’dır. Ametist taşı ülkemizde de bulunur ancak bu yatakların rezervleri fazla değildir. Çok fazla tüketildiği için piyasada doğal olmayan ametist benzeri taşlar da bulunmaktadır. Obelisk, küre ve piramit şeklinde olanların doğal olmama ihtimali yüksektir. Fasetalı ve fasetasız yüzük ve kolyelerde doğal olmayan ametist benzeri yapay taşlar da kullanılabilmektedir. Ayırt etmek zor olduğundan, bu gibi ürünleri doğal taşları satan ve işleyen yerlerden almak daha doğru olacaktır.
Ametist taşı ayda bir defa ılık ve içinde az miktarda deniz tuzu bulunan suda 2-3 saat bekletilerek temizlenir. Tuzlu sudan çıkartıldıktan sonra yine ılık su ile durulanır. Soğuk veya sıcak su kullanmayın ve ametisti güneş ışığına bırakmayın.
Kaynak: Üçüncü Göz Dergisi, Sayı 8
|
|
|
Ayağınızdaki Bu 6 Güçlü Nokta Hayatınızı Nasıl Değiştirebilir? |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 17:52 - Forum: SAĞLIK
- Yorum Yok
|
 |
Bacak, ayak ve ellerinizde binlerce sinir olduğunu biliyor muydunuz? Peki her birini bütün vücudunuzu canlandırmak için nasıl kullanabilirsiniz?
Ayak refleksolojisi yüzyıllardır basit ve etkili bir alternatif şifa metodu olarak pek çok insan tarafından kullanılmaktadır. Akupunkturun geleneksel tedavi metoduyla ilişkili olan refleksoloji bedenin canlandırıcı noktalarına odaklanarak denge, rahatlama ve şifalanmayı sağlar. Açıkçası refleksoloji her şeyi tedavi edemez ama refleksoloji uzmanları uyku sorunları, yüksek tansiyon ve strese birebir olduğu konusunda iddialılar.
Refleksolojinin vücut üzerindeki başlıca dört faydası bilimsel olarak kanıtlanmıştır:
Böbreklere ve barsaklara kan akışını artırır
Diyaliz hastalarında pozitif değişikliklere neden olur
Kan basıncını düşürerek rahatlatır ve anksiyeteyi azaltır
AIDS, göğüs hastalıkları, diyabet, böbrek taşları ve osteoartirit ağrılarını azaltır
Siz de ayağınızdaki bu 6 noktayı basit bir masajla uyararak bedeninizi rahatlatabilirsiniz.
1. Büyük ayak parmağı
Büyük ayak parmağına masaj yaparak iştahınızı kontrol edebilir ve doğru egzersizle birlikte kilo verebilirsiniz.
2. Büyük ayak parmağının ortası
Burası birincil hormon salgı bezi olan hipofiz bezinin ana giriş noktasıdır. Eğer hormon dengesizliğinden şikayetçiyseniz bu noktaya masaj yapabilirsiniz.
3. Büyük ayak parmağının tabanı
Bu bölgeye masaj yapmak tiroid bezine masaj yapmak gibidir. Tansiyonu düzenler ve stresi azaltır. Stres sorununuz yoksa bile gevşemenize yardımcı olur.
4. Ayakların orta noktası
Ayağınızın merkezinde sinirler buluşur ve bu sinirler diyaframınızla bağlantılıdır. Bu bölgeye masaj yaparak bedeninizi rahatlatabilir ve her türlü stresten arınabilirsiniz. Stresle baş etmenizi sağlayacak, bu bölgeye özel çeşitli masaj teknikleri vardır.
5. Ayakların iç kısımları
Ayakların bu bölümleri adrenalin beziyle bağlantılıdır, bu noktalara masaj yaparak enerji seviyenizi yükseltebilirsiniz.
6. Topuk bölgesi
Bu bölgeye masaj yapmak boşaltım sisteminizi aktive eder ve vücudunuzdaki toksinlerden kurtulmanızı sağlar.
En iyi sonuçları almak için her gün düzenli olarak ayaklarınızdaki bu spesifik bölgelere masaj yapmanızı öneririz.
Kaynak: lifeadvancer.com
|
|
|
Bolluk Meditasyonu İle Zenginliğe Kucak Açın |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 17:48 - Forum: MEDİTASYON
- Yorum Yok
|
 |
Mutlu Bir Yaşamın Sırları yazı dizimizin bu bölümünde, çoğumuzun onunla saadet olmaz dediğimiz ama hasretini de çektiğimiz zenginliğe kucak açmak için bir bolluk meditasyonu ve ardından olumlamalar paylaşacağız.
Bazı insanlar adeta bolluk okyanusunda yüzerken bazıları bu konuda çölde suya hasret kalmış gibidir. Daha doğrusu okyanusun ortasında susuzluk çekiyorlardır. Bunun nedeni bolluk bilincinden yoksun olmalarıdır. Kendimizi neye açarsak onu elde etmeye motive oluruz. Yokluğa açarsak yokluk çekeriz, bolluğa açarsak bolluğu çekeriz. Söylemesi kolay ama bu durumdan çıkması, yokluk döngüsünü kırmak oldukça zordur. Çünkü bolluk ya da kıtlık bilincimiz ile ilgili inanç sistemimizin inşası yıllarımızı almıştır.
Birazdan sizlerle paylaşacağımız, Yaratıcı İmgeleme kitabında Shakti Gawain’ın anlattığı bolluk meditasyonunu ve olumlamaları 21 gün boyunca her akşam yapmanızı öneririz. Çünkü araştırmalara göre beynin her hangi bir konuyu öğrenip özümseme, onunla ilgili sinaptik bağlantıları kurma süresi yaklaşık 21 gündür. Sizin de mevcut inanç sisteminizi yıkıp yerine yenisini inşa etmeniz için ihtiyacınız olan süre en azından bu kadardır. Zaten bu süre içerisinde algıda seçicilik başlayacak ve hayatınızda bolluk bilincinizi yükseltecek, sevindirici, küçük ama sizi teşvik edici olaylar yaşamaya başlayacaksınız.
Bolluk meditasyonunu ve olumlamaları yapmadan önce kendinize şu soruları sorun: Kendimi gerçekten başarılı, doyumlu, mutlu, tam bir insan olarak görüyor muyum? Gözlerimi çevremdeki iyilik, güzellik ve bolluğa gerçekten açabiliyor muyum? Parayla saadet olmaz, zengin insanlar gerçekte çok mutsuzdurlar, para insanı bozar, ben paraya hiç önem vermem gibi sözleri günlük hayatımda ne sıklıkla kullanıyorum?
Bu soruları sorduktan sonra kendinizi rahat bırakın. Cevaplar üzerinde düşünmeyin, çünkü onlar en uygun zamanlarda çeşitli mesajlarla birlikte bilincinize akacaklardır.
Rahat bir pozisyonda tümüyle gevşeyin. Kendinizi güzel bir doğal çevrede düşleyin. Bu herhangi bir yer olabilir. Bir süre tüm güzel ayrıntıları imgeleyin ve kendinizi bunların tadını çıkarırken görmeye çalışın. Şimdi yürümeye başlayın ve az sonra kendinizi tamamen farklı bir çevrede, örneğin altın başakların dalgalandığı bir tarlada dururken ya da bir gölde yüzerken hayal edin. Çeşitli güzellikteki yerler bularak dolaşmaya ve araştırmaya devam edin. Her birini incelemek ve zevkini çıkarmak için zaman ayırın. Kendinizi ağaçlarda olağanüstü lezzetli meyvelerin bulunduğu, bolluk içindeki bir cennete giden bir teknede hayal edin.
Görkemli bir şatoya geliyorsunuz. Burada çok büyük bir ziyafet, müzikle dans sizi bekliyor. Sonra geniş hazine dairesine götürülüyorsunuz ve orada size kullanabileceğinizden çok daha fazla, değerli mücevherler, madenler, göz kamaştırıcı giysiler sunuluyor. Sonra hayal gücünüzü kullanarak tüm dünyayı dolaştığınızı ve herkesin sizinle aynı doyumu, bolluğu yaşadığı muhteşem bir cennette olduğunuzu düşünün. Bu dünyanın tadını çıkarın. Arzu ederseniz öteki gezegenlere gidin ve orada da mucizevi şeyler bulun. Hayallerinize sınır koymayın. Önce hayallerinizi zenginleştirin. En sonunda hoşnut ve mutlu bir halde eve dönün ve evrenin gerçekten de olağanüstü harikalar ve bolluk yeri olduğu gerçeği üzerine düşünün.
Olumlamalar
Bu zengin bir evren ve onda hepimiz için her şey var. Bolluk benim gerçek var olma halimdir. Ben şimdi onu tümüyle ve sevinçle kabul etmeye hazırım. Tanrı ihtiyaçlarımın tükenmez ve sınırsız kaynağıdır. Evren bütünüyle bolluktur. Yaşamın bana sunabileceği refah ve mutluluğu kabul etmeye artık hazırım. Ben zengin ve mutluyum. Her gün mali açıdan güçleniyor ve zenginleşiyorum. Yaşam neşe dolu ve ben artık onun zevkini çıkarmak istiyorum. Zengin bir bilince ve isteklerimi gerçekleştirme gücüne sahibim.
Bu olumlamaları dilerseniz bir kağıda her bir kelimesini hissederek, tekrar tekrar yazabilirsiniz. İçlerinden bir ya da bir kaçını seçerek gün içinde içinizden tekrar edebilirsiniz. Bu konularda rahat olduğunuz bir arkadaşınızla karşılıklı olarak da bu onaylamaları yapabilirsiniz.
Kaynak: SENEM YURTTAKALAN
|
|
|
EPİFİZ BEZİ GÜCÜ UYUMLAMASI VE AKTİVASYONU |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 17:40 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Epifiz bezi, son olarak ortaya çıkarılan bir içsalgı bezidir.
Beynin arka kısmına doğru ,mercimek tanesi büyüklüğünde,çam kozalağına benzeyen bir organdır.
Fiziksel işlevi son zamanlarda keşfedilmiş olsada ruhsal önemi kadim zamanlardan beri bilinmektedir. Beyin bölgesinin derinlerinde olması da onu anlamlı kılar. Onu mit, batıl ve hatta metafizik teorilerle kuşatılmış, fonksiyonlu bir “mistik” salgıbezi olarak tanımlayabiliriz.
Epifiz bezi sıklıkla altıncı çakra ile ilişkilidir (yogada üçüncü göz çakrası veya ajna olarak adlandırılır). Ruh ve beden arasında iletişim sağladığına inanılan epifiz bezi, “telepatik” iletişimin sağlanmasını uyandıran bir organır.
Fiziksel bedende aslında göz, objeleri aşağı dönük olarak görür, beyine görüntü ters gider, onu bize düz olarak gösterilmesini, yorumlanmasını sağlayan epifiz bezi olduğu söylenmektedir.
Gene Serotonın ve Melatonin hormonları bu organdan salgılanmaktadır.
Ama insanoğlunun çok önceden bildiği, fiziksel bedenin bir başka bir fiziki göze sahip olduğudur. Bu da “üçüncü göz” olarak bilinir ama realitede bu aslında epifiz bezidir. Bu bezin, mistik güçleri olduğu uzun süredir bilinmektedir. Bir çoğu bunu spirütüel üçüncü göz veya içgörü olarak kabul eder.
Epifiz bezi gücü uyumlaması ve aktivasyonu, sizin epifiz bezinizin aktive olmasına yardımcı olur.Serotonin ve Melatonin salgılanmasını arttırır...
Bilinç farkındalığının ,sezgi ve psişik yeteneklerin artmasına yardımcı olur....
DNA nızın gücüne (potansiyel)erişim sağlar. DNA nızın bedeninizi güneş gibi parlatmasını sağlar! Epifiz beziniz parlamaya başlar, ve DNA nız da güneş ışığının ışınları gibi bedeninizden adeta fışkırır.
Sisteme bir kez uyumlandıktan sonra siz de başkalarını bu sisteme uyumlayabilirsiniz.
|
|
|
MELEKLERLE İLETİŞİM KURMAK İÇİN NELER YAPMALIYIZ |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 15:13 - Forum: Melek Enerjileri
- Yorum Yok
|
 |
* 1. Rahatsız edilmeyeceğinizden ve oda sıcaklığının uygun olduğundan emin olun. Telefonun fişini çekin, perdeleri veya panjurları kapatın.
* 2. Küçük bir tütsü veya bununla birlikte mum yakmayı da arzu edebilirsiniz. Mumlarınız dört tane beyaz mum olursa ve her birini bir yöne yerleştirerek ortasına gelecek şekilde oturursanız bu çok iyi olur. Eğer sizi rahatlatacaksa meditasyon müziği de dinleyebilirsiniz. En sevdiğiniz sanatçının albümünü veya dikkat çekici bir şarkıyı çalmanız iyi bir fikir değildir, çünkü bunlar sizin konsantrenizi çabucak bozabilir. Yine de bir New Age (Yeni Çağ) tarzı veya stres giderici tarzda parçalar yardımcı da olabilir.
* 3. Rahat giysiler giyin. Mümkün olduğunca kendinizi hafif ve rahat hissetmelisiniz, bu yüzden sizi hiçbir açıdan kısıtlamayan, sıkmayan giysileri tercih edin.
* 4. Rahat bir sandalyeye uzanın ya da oturun. Sırtınızı dayayabileceğiniz türde bir sandalye bu olay için idealdir. Eğer bu çalışma sırasında uyuyup kalmak istemiyorsanız yatağı tercih etmemelisiniz. Bu olay benim başıma birçok defa geldi. Şimdi bu alıştırmayı tamamen uzanıp yapmaktansa, rahatça oturur bir pozisyonda yapıyorum.
* 5. Bir kere tam anlamıyla rahatladığınızı hissettiğinizde, gözlerinizi kapatın. Bunu birçok sebepten yapıyorsunuz. Beş duyunuzdan birini devreden çıkararak diğerlerinin güçlenmesini sağlıyorsunuz. Aynı zamanda, gözleriniz kapalıyken bir şeyi hayal etmeniz veya gözünüzde canlandırmanız çok daha kolaydır. Ayrıca gözleriniz aniden odanın içindeki bir şeye takılırsa; ki bu da potansiyel bir dikkat dağıtıcıdır, bunu da önceden engellemiş oluyorsunuz.
* 6. Tüm kaslarınızın mümkün olduğunca gevşemesine izin verin. Ben normalde bunu başarabilmek için aşamalı rahatlama tekniği kullanırım. (Bir sonraki bölümde anlatılıyor.) Ancak siz işinize yarayan herhangi bir yöntemle de gevşeyebilirsiniz. Diğer bir gevşeme yöntemi ise önce bir kolunuzdaki tüm kasları iyice germek ve sonra onların hepsinin tamamen gevşemesini sağlamaktır. Diğer kolunuzda da aynı şeyi yaparak, sonra bacaklarınıza aynı şeyi uygulamalısınız. Daha sonra bedeniniz, boynunuz ve başınızın da gerçekten rahatlayıp gevşemesini sağlamalısınız.
Bir başka teknik ise; kollarınızı önünüze doğru iyice uzatmak, derin bir nefes alarak nefesinizi verdiğiniz sırada içinizden 5'ten 1'e kadar geriye doğru saymaktır. 1'e geldiğinizde kollarınızı serbestçe dizlerinizin üzerine bırakırsınız ve kendinize "Gevşe, rahatla" diyebilirsiniz. Biraz deneme ve pratik ile bu metodu kullanarak tam anlamıyla gevşediğinizi fark edebilirsiniz.
* 7. Çevrenizdeki sessizlik ve dinginliği içinize sindirin. Tam olarak gevşeyip rahatladığınızı anlamak için zihinsel olarak tüm vücudunuzu tarayın. Eğer herhangi bir yer olabildiğine gevşememiş ise, o bölgeye odaklanın ve ona rahatlamasını söyleyin.
* 8. Tamamen gevşediğinizi anlayınca sağ elinizin tersini gözünüzde canlandırın. Eğer solak iseniz o takdirde sol elinizi hayal etmelisiniz. Mümkün olduğunca net görmeye çalışın. Elinizi çevirin ve böylece avuç içinizi zihin gözünüzle tam olarak görün. Avuç içinizdeki çizgileri ve küçük kıvrımları da seçmeye çalışın. Şaşırtıcı bir şekilde mucize gibi elinizi görebileceksiniz. Şimdi elinizi tekrar çevirin ve baş parmağınız üzerine odaklanın. Giderek baş parmağınızın tırnağı üzerine konsantre olun. Tırnağınızın zihninizde oluşan resmi tamamen kaplamasına izin verin. Bu tırnak düşünce şekillerinizi üzerine yansıttığınız ekran olacaktır.
* 9. Koruyucu Meleğinizi hayal edin şimdi. İlk seferinde bu çok kolay olmayacaktır. Çünkü zihniniz çeşitli konulara doğru kaymaya eğilimlidir.
Dikkatinizin dağıldığını hissettiğinizde sadece başparmağınızın tırnağını görüntüleyin, sonra Meleğinizi canlandırmaya çalışın. Rahatlamış şekilde kalmanız çok önemlidir. Aslında zihniniz her an gezintiye çıkmaya hazırdır. Bu yüzden böyle bir şey olursa kendinize kızmamalısınız. Sadece tekrar geri dönüp yine tırnağınızı canlandırmaya çalışmalısınız.
* 10. Hepimizin Koruyucu Meleklerimizin görünüşleri ile ilgili farklı düşünceleri vardır. Belki de küçük, masum yüzlü hoş bir çocuk veya muhteşem giysiler içinde uzun boylu bir Melek resimleyeceksiniz. Belki de sizin Koruyucu Meleğiniz tanımlanamaz bir sevgiyi ifade eden parlak beyaz bir ışık olacak. Belki kanatları olacak veya olmayacak. Aslında bu sadece bir bakış açısıdır ve önemli olan Meleğinizin orada olduğunu biliyor olmanızdır. Hayal gücünüzü kullanın ve içsel dünyanızın sizin için Meleğinizi resimlemesine izin verin. Hiçbirimiz geçmişimizden veya yetiştiriliş tarzımızın etkilerinden kaçamayız. Eğer dinine bağlı bir aileden geliyorsanız sizin Meleğiniz büyük ihtimal ile o geleneksel parlak uçuşan beyaz giysiler içinde ve kanatları olan bir Melek olacaktır. Eğer böyle bir geçmişiniz yoksa, sizin yaratımınız tamamen farklı olabilir. Bu hiç önemli değildir. Sadece mümkün olduğunca onu dolu dolu hayal etmeniz önemlidir.
* 11. Bir kere zihninizde Meleğinizin görüntüsü oluştu mu, artık ona yani bu resme düşüncede form verme zamanınız gelmiştir. Koruyucu Meleğinizin resminin kaybolmasına ve o resmin yine tırnağınızın görüntüsü ile yer değiştirmesine izin verin. Tırnağınızı net bir şekilde görünce hemen, mümkün olduğunca hızlı bir şekilde tekrar geri dönüp Meleğinizin resmini görüntüleyin. Bunu birkaç defa tekrarlayın. Her seferinde daha hızlı ve kolay olduğunu göreceksiniz.
* 12. Bu aşamada Meleğinizin görüntüsüne duygu eklemeye başlamalısınız. Özellikle çok mutlu olduğunuz, kendinizi güven ve sevgi ile sarılı hissettiğiniz bir olayı düşleyin. Eğer bu tür duyguları yoğun olarak hiç yaşamadıysanız, yaşanmış olsaydı nasıl olurdu diye düşünerek hayal edebilirsiniz (Harry Potter'daki patronus büyüsü sahnesi gibi izleyenler anlayacaktır beni). Bu güzel duyguların tüm benliğinizi sarmasına izin verin böylece varlığınız tamamen saf sevgi enerjisi ile çevrelenecektir. Bu güçlü duygu seli içinde iken Koruyucu Meleğinizi tekrar canlandırın. Daha önceki aşamada çok pratik yapmış olduğunuzdan bu sefer onu oluşturmanız daha kolay olacaktır. Yine bunu birçok defa tekrarlayın, Koruyucu Meleğinizin resminin silikleşerek, yerini mükemmel sevgi duygularının almasını sağlayın. Bu duygular tam anlamıyla sizi sardığında, yine çabucak Meleğinizin görüntüsüne dönün. Burada yapıyor olduğunuz şey, Koruyucu Meleğinizin görüntüsüne yani varlığına o olağanüstü sevgi duygularını yerleştirmektir.
* 13. Bu aşamada sadece Koruyucu Meleğinizi gözlemleyin. Onun resminin zihninizde daha da netleştiğini fark edebilir, Meleğinizin sevgiyi size geri yansıttığını görebilirsiniz. Meleğiniz kendisi hayata geçiş yaparak yani canlanarak bu yaptığı şey ile sizi şaşkınlığa uğratabilir. Yaşanan bu olayların hepsi pozitiftir ve başarmış olduğunuz şeyden dolayı kendinizi tebrik edebilirsiniz.
* 14. Bu final aşamasında Koruyucu Meleğinizin geliş gidişlerinde özgür olmasını sağlamanız gerekmektedir. Meleğiniz sizin hayal gücünüz ve yaratımınız sonucu oluşmuştur ancak unutmayın ki ona sevgi ve bilinç de kattınız. Hem sizin yaratıcılığınız hem de evrenin bir parçası olan bu varlık, aynı zamanda sizin de bir parçanızdır ama yine de ayrı bir kişiliği de vardır. Bunun sonucunda da, genellikle sizin istediğiniz şeyler doğrultusunda davranacak olmasına rağmen her zaman arzularınıza göre hareket etmeyebilir. Başparmağınızın tırnağını tekrar görüntüleyin ve ta ki açıkça elinizin tamamını görene kadar görüntüyü genişletin. Yine zihninizde elinizi çevirin, böylece avuç içiniz yukarı bakıyor olsun. Koruyucu Meleğinizi elinizde, avucunuzun içinde hayal edin. Büyük ya da küçük, Meleğiniz avucunuzun içine sığacaktır. İçinizden Meleğinize orada sizinle olduğu için teşekkür edin. Onu sevginizle sarın ve sevgiyi içine alışını izleyin. Sonunda yine zihninizde elinizi dudaklarınızın hizasına getirin ve yavaşça avucunuza üfleyin. Meleğinizin avucunuzdan ayrılarak yukarıya doğru uçuşunu izleyin.
* 15. Normal günlük yaşamınıza dönmeden önce sessizlik içinde biraz bekleyin. 1'den 5'e doğru yavaşça sayın. 5'e vardığınızda gözlerinizi açın, gerinin. Ve hazır olduğunuzda da yerinizden kalkın. İlk seferinde yani ilk denemenizde bu çalışmayı tam olarak sonuçlandırmada zorluk yaşayabilirsiniz veya yarım kalabilirsiniz. Bu olayın ne kadar zaman aldığı hiç önemli değildir; yeniden denediğiniz her sefer daha uzun sürecek ve sizi sona yaklaştıracaktır.
Ufak eklemeler yaptım ancak konu alıntıdır. Burdaki "melek yaratma" deyişi aranızdaki bağı güçlendirmek, yaratmak manasındadır. Fiili yada ruhanî olarak merak yaratmak gibi düşünülmemelidir zîra buna ancak Allah'ın gücü yeter.
Umarım meleğinizle iletişime kolayca geçebilirsiniz. Mutlu kalın
|
|
|
Mısır'ın Ölüler Kitabı ve Psikostazi |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 13:54 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
"Hiç kimseye kötülük etmedim.
Yakınlarımı bahtsızlığa sürüklemedim.
Gerçek evinde alçaklık etmedim.
Kimseyi gücünün dışında çalıştırmadım.
Benim yüzümden kimse korku duymadı,
yoksulluk ve acı çekmedi, bahtsız olmadı. Tanrıların kötü gördükleri şeyleri hiç bir
zaman yapmadım.
Kölelere kötü muamele etmedim ve ettirmedim. Kimseyi aç bırakmadım.
Kimseye göz yaşı döktürmedim.
Kimseyi öldürmedim ve kimsenin
kahpece öldürülmesini emretmedim.
Kimseye yalan söylemedim. Hiç bir utandırıcı davranışta bulunmadım.
Zina etmedim. Yiyecekleri pahalı ve eksik satmadım. Terazinin dirhemi üzerine hiç bir
zaman elimi bastırmadım. Teraziyle tartarken hiç bir zaman hile yapmadım.
Süt çocuklarının ağızlarından sütü uzaklaştırmadım. Hayvanları çalmadım.
Tanrının kuşlarını avlamadım.
Ölmüş balığı tutmadım. Hiç bir arkın suyunu başka yöne çevirmedim.
Ben temizim, temizim, temizim...”
Eski Mısır'ın Ölüler Kitabından [1]
"Bu kitap, tanrısallaşmış ruhun, Ra'nın bağrındaki mükemmelleşmesini konu alır ve onu Osiris nezdinde yüceltir, Amenti'nin Efendisi nezdinde güçlü kılar ve tanrıların hiyerarşisinde saygıya layık kılar. Bu kitap, Douat'ın esrarlı yerlerinin sırlarını açıklar, alt dünyanın sırlarına inisiye olmak için bir rehber görevi görür... bu kitabı okurken sana ve Rahip Kher-heb' e yakın olanlardan başka, hiç bir insan varlığının seni görmesine izin verme... içine yıldızlı dokumalar gerilmiş bir odaya kapan. o zaman bu metinlerin, kendi için okunacağı her ölünün ruhu yaşayanlar arasında, parlak gün ışığı içinde dolaşabilecek; tanrılar arasında güçlü olacak... ve tanrılar onu yokladıktan sonra, ölüyü eşitleri olarak tanıyacaklar... gerçekte bu kitap çok gizli ve çok derin bir sırdır" [2]

Mısır ölüler kitabı eski Mısırlılara ait bir kitaba verilen addır. Ölüm-ötesi yaşamında kendisine yardımcı olması için ölmekte olan kişinin huzurunda okunan metinlerin ve gömülme yöntemleriyle ilgili metinlerin derlenmesinden oluşmuş bir kitaptır. Geç dönem hanedanları zamanında yazılmış bu kitabın orijinal adı, “Gün'e çıkışın bölümleri” anlamında “Ra nu pert em hru”dur. Kitabın üç ayrı kaynaktan uyarlanmış biçimleri bulunmaktadır (Heliopolis uyarlaması, Teb uyarlaması, Sais uyarlaması).
Yer yer sembolik ifadelere yer verilen kitapta özetle, ölüm olayından sonra fiziksel bedenini (Aufu) terk eden ruhun ka'sıyla öte-aleme (Amenti, Amentet) göçtüğü, burada kendisini bir hesaplaşma, bir yargılanma (Psikostazi) beklediği, bu yargılanmada vicdanın rolünün çok önemli olduğu, yargılanma işleminden sonra bazı ruhların tekrar yeryüzünde doğduğu, bazı yükselmiş ruhların ise İsis ve Osiris'in hükümranlığındaki organizasyonlarda görevler aldığı anlatılır.[3]
Ölüler Kitabı, Eski Mısır'da ölülerin mezarlarına bırakılan, papirüslere yazılmış, dua ve sihirler kitabıdır. İlk bulunanı 453 babdır. Daha sonraları 165 bab'a kodlanmışları çeşitli mezar kazılarında bulunmuştur.[1]
Eski Mısır'da ölüm ve ötesiyle ilgili kaynaklar, Piramit ve Tabut yazıtlarıdır. Bütün bunlar, "Ölüler Kitabı" denen ölüm, ölüme geçiş ve ölümden sonraki yaşamla ilgili kuralları ve düzeni anlatan, bütün bir bilgi veya inanç sisteminin parçalarıdırlar. Mısırlılar, ölümden sonra yeniden dirileceklerine inanırlardı. (Osiris'in yeniden doğması ve onun kişiliğinde simgelenen KIŞ ve BAHAR örneklerindeki gibi.)
İnsan, beden ve ruhtan oluşuyordu. Her ikisi de ölümden sonra ebedî olarak kalabilirdi. Yeter ki ölümden sonra insan, Osiris'in önünde günahlarını bağışlatsın ve saf olarak cennette kalabilsin. Osiris, insanin kalbini bir tüy ile tartarak samimiyetini ölçerdi. Eğer ölü insan, bu ölçümde başarısız olursa; aç, susuz ve güneşsiz olarak ebediyen mezarında kalırdı.[4]
İnanışa göre insanlar ölünce, ruhları Duat'ta (Mısır mitolojisinde yer altı dünyası, Araf) yargılanırdı. Bu yargılama, Hakikat'i temsil eden bir tüy yardımıyla yapılır. Ölünün ruhu Duat'taki bir mahkeme salonuna Anubis (mumyalama tanrısı) tarafından götürülür ve ölünün kalbi, ki kalbin kişinin ahlaki durumunun kaydı olduğuna inanılırdı. Osiris tarafından yapılan bu mahkemede, ölünün ruhu temiz ise; Ammit, ölüye dokunamaz. Ruh, Osiris tarafından Aaru'ya götürülür; ama Maat'ın hakikat ve adaleti temsil eden devekuşu tüyü, ölünün kalbinden daha hafif ise Ammit, ölünün ruhu / kalbiyle beslenir ve ruh, Duat'ta (Araf'ta) kalmaya mahkum edilir; kişi, ikinci kez ölürdü.[5]
Osiris'in sınavlarından başarıyla geçebilmek için bazı yöntemler uygulanırdı. Örneğin, mezarlara yiyecek ve "tanrıları" sevindirecek tılsımlar konurdu. Ayrıca balık, yılan, hamamböceği gibi böcekler, rahipler tarafından kutsanarak ölüye yardımcı olurlardı. Ama en önemlisi, "Ölüler Kitabı"nın satın alınıp mezara konmasıydı. "Ölüler Kitabı", ölüm rahiplerinin yazdıkları dua ve yöntemlerle, Osiris'i sakinleştirecek ve hatta aldatacak önerilerle doluydu.
"Ölüler Kitabı" örneklerinden yüzlercesi, papirüs rulolar halinde mezarlardan çıkarılmıştır ve en eskileri Piramitler Dönemi'ne aittir, yani M.Ö. 2500'lere. Mısır inançlarına göre tüm bilgiler veya bilim, "Bilge Tanrı" ve yazman Toth tarafından yazılmıştır. Bugün dahi, bazı mistik-pagan çevreler, Tarot Kartları'nın kökeninin Toth kültünden kaynaklandığına inanırlar.
kaynak: gizliilimler
|
|
|
ATLANTİS UYGARLIĞININ ÇÖKÜŞÜ |
Yazar: Magnetho - 29-08-2017, Saat: 12:22 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
 |
Platon’un Timaeusve Critias adlı dialogları Atlantis’in mevcudiyetinden kesin olarak bahsedilen tek yazılı kayıtlardır. Dialoglar Sokrates, Hermo Crates, Timaeus ve Critias arasinda geçen konuşmalar seklindedir. Timaeus ve Critias, Sokrates’in ideal toplumlar hakkında yapmış olduğu bir konuşmaya “hayal ürünü olmayan gerçek bir hikaye” ile katılmaya karar verirler.
Hikâye Platon’un 9000 yıl öncesinde antik Atina ve Atlantis arasındaki savaş hakkındadır. Uzak geçmişe ait bilgiler Platon’un Atina’da yasadığı zamana kadar unutulmuş, Atlantis’in hikayesi Solon’a Mısır’lı rahipler tarafından aktarılmıştır. Solon hikayeyi Dropes’e yani Ciritias’in büyük büyük babasına aktarmıştır. Critias hikâyeyi kendisiyle ayni ismi taşıyan büyük babasından öğrenmiştir. Bu hikaye Atlantis uygarlığının bir hayal ürünü olmayıp gerçek olduğunun bir kanıtıdır.
Atlantis Uygarlığı; çamur ve yosun tabakasıyla geçit vermez olusuydu. Bu durum başka tarihçiler tarafından da anlatılır. Rusya’da St. Petesburg Müzesi’nde bulunan ve bilinen en eski papirüslerden olan bir papirüste ise, Ikinci Hanedan Firavunlarından Sent’in, onlara bilgeliği getiren atalarının, anavatanlarını araştırmak üzere bir araştırma grubunu Atlantik Okyanusu’na gönderdiği yazılıdır.
Arkeolojik açıdan bu konuya ilişkin önemli bulgular ise, Eski Truva’da Dr. Schliemann tarafından bulunan ve ithaf yazısında “Atlantis Kralı Kronos”dan yazılı “Baykuşlu Vazo” ve yine üzerinde ayni yazı bulunan “Kus Sfenksi”dir. Kanıt olarak; çözülmüş Naacal Tabletleri’ndeki anlatımlar, Mısır Uygarlığı’nın hiyerogliflerinden elde edilen bilgiler, Maya yazıtları, efsaneleri, ilahileri de gösterilebilir.
Jeolojik kanıtlar ise, Kuzey Atlantik Okyanusu’nun dibi ya da yatağının biçimidir. Buradaki veriler “bölgesel çökmeye” işaret etmektedir. Bugünkü teknolojiyle Kuzey Atlantik bölgesinde Atlantis’in haritası da çıkarılmıştır. Jeolojik olarak da kabul edilen diğer kanıtlar ise söyle sıralanabilir: Amazon Denizi’nin yok olusu, Missisippi Vadisi’nin kuruması, St. Lawrence Vadisi’nin kuruması, Florida’nın ortaya çıkısı, Kuzey Amerika Atlantik kıyı hattının genel olarak genişlemesi.
Bunların hepsi de büyük bir kütlenin denize batması ve batma nedeniyle deniz dibinde olusan büyük çukura çevre suların dolmasını kanıtlar niteliktedir. Ayrıca jeologlar, Brest ile A.B.D.’nin kuzeyi arasındaki alanda 15 bin yıl öncesine ait açık havada katılaşmış olan lav parçaları keşfetmişlerdir.
Atlantis’in, efsane mi, gerçek mi olduğu, Rönesans döneminde de kafaları en çok meşgul eden sorulardan biri durumundaydı. Özellikle 17. ve 18 yy’da bu tartışmalar oldukça yoğunluk kazanmıştı.Atlantis, Dünya Edebiyatı’nın devleri tarafından da tartışılmıştı. Bu tartışmaların sonucunda onun varlığına tüm kalpleriyle inanan yazarlar; Montaigne, Bafflon ve Voltaire olmuşlardı.
Atlantis vardı ve battı? Peki neden? Neden çok basit, sadece küçücük bir kelime; “ego”… Bugünkü biz Dünya çocuklarına ne kadar da yakin gelen bir sözcük değil mi? Hemen hemen tümümüzün içini kemiren, bizi olmadık yollara, asklara, yaşamlara ve hırslara sürükleyen o çoklukla kontrol edemediğimiz yönümüz içimizdeki yaramaz çocuk ego…
Peki Atlantislileri bu ego’nun en uçlarına sürükleyen ve onları yokoluşa götüren nedenler nelerdi?
Aslında bu nedenler bugün yasadıklarımızdan hiç de farklı değildi? İnsanları, geçmişte toplu yokoluşlara götüren hatalar günümüzde hala tüm hızıyla devam ediyor? Peki devam etmek zorunda mi? Bu sorunun yanıtı tabii ki “Hayır”… Simdi, bu “Hayır”ı gerçekleştirmek için Atlantis’in tarihine bir göz atalım.
(Asagidaki bilgiler Eflatun’un “Kritias”, Akasa Yayınları’nın “Galaktik İnsan”, Ruh ve Madde Yayınları’nın “Kahin” isimli kitabında Edgar Cayce’nin, 1000'e yakin kişiye yaptığı -önceki yaşamlara döndürme seansları- sırasındaki Atlantis dönemine ilişkin okumalarından elde edilmiştir).
Dünya’nın unutulmuş tarihinin önemli bir bölümünde, Dünya üzerindeki hâkimiyet dinozorumsu ve sürüngenimsi ırkın kurmuş olduğu uygarlıklardaydı. Bu ırklar bugünkü Dünya insanlarıyla kıyaslanacak olurlarsa üstün bir zekaya sahiptiler. Ama kötü bir yanları vardı, kendileri dışındaki fiziksel varlıklara yasam hakki tanımıyorlardı. Bu nedenle, 900 bin yil kadar önce, o dönemlerde karada yasayan, memeli deniz öncelleri dediğimiz varlıkların ( yunuslar ve balinalar) ve Dünya spritüel Hiyerarşisi’nin de desteği ile Dünya’dan yok edildiler.
Ve bu yokedilişten bir süre sonra Dünya’da insan ırkı var olmaya başladı. Dünya insanları ilk kolonilerini, Pasifik Okyanusu üzerinde bulunan, Lemurya Kıtası (MU) denilen yerde kurdular. İnsanin bes ırkının bu kıtada yaratıldığı ve sonraları Dünya’ya yayıldıkları söylenir. İlk koloninin kuruculari olan bu insanlar, hayatin tüm düzeylerinde demokratik ilkelerin geçerli olduğu bir Lyra/Srius uygarlığı oluşturdular. Sonraki 850.000 yıl boyunca Lemuryalılar bir dizi yavru imparatorluklar kurarak Dünya’ya yayılmaya başladılar.
Bu yavru imparatorlukların en önemlisi, Atlantik Okyanusu’nun ortasında bulunan kocaman bir ada olan Atlantis idi. Atlantis’in batisinda Kuzey ve Orta Amerika, doğusunda ise Avrupa ve Kuzeybatı Afrika yer alıyordu. Yüzölçümü bugünkü, Avrupa ve Rusya’nin birleşik yüz ölçümlerine eşitti. Poseidon, Atlantis’in kurucusuydu. Atlantisliler, babaları olduğunu kabul ettikleri Poseidon için bir tapınak yapmışlardı. Her beş ve her altı yılda bir insanlar burada toplanır ve boğalar kurban ederek tapınağın sütunlarına işlenmiş kutsal yazılara riayet için yemin ederlerdi.
Atlantisliler topraktan gelmiş insanlardan, Euenor’un kızı Kleito’yu anneleri olarak kabul ederlerdi. İnsanları; kültüre, bilime, sanata oldukça düşkündüler. Kibar insanlardı. Atlantis’de çoğunluk kızıl ırktaydı. Yönetim şekli ise, sosyalist eğilimli bir monarşiydi. Toplumda din adamlarının sayısı hayli fazlaydı. Din adamları, o devrin en bilgili kadın ve erkekleriydiler. Hekimlik, vicdani ahlaki değerlerin danışmanı olarak görev yapıyorlardı. Atlantis varolduğu dönem boyunca üç imparatorluk dönemine ayrılmıştı.
“Galaktik İnsan” Kitabı’nda Atlantis’in yükselişini ve düşüşünü incelerken şöyle bir anlatıma yer veriliyor; “Atlantis’in tarihinin üç imparatorluğa ayrıldığını görürüz. Ilk tarihi dilime “Eski İmparatorluk “denir (M.Ö 400.000 yildan 25.000 yila kadar uzanir) Eski İmparatorluk, Lemurya ile ayni zamanlarda var oldu ve nihayet Lemurya’nın yıkımını planladı. İkinci tarihi dilime, “Orta İmparatorluk” denir (M. Ö 25.000 yıldan 15.000 yıla kadar uzanır) ve o, Dünya Gezegeni’nin ilk gerçek hiyerarşik yönetimine sahne olmuştur. Son tarihi devreye ise “Yeni İmparatorluk” denir. O Atlantis tarihinin son 5000 yılını kapsayan nihai çatışma ve yıkımın öyküsünü içerir (MÖ. 15.000 yıldan 5000 yıla dek uzanır).
“Santesson kitabında ise Atlantis’deki yasam, Eflatun’un yazdıklarından yola çıkarak Atlantis söyle tasvir edilir; “Atlas soyundan gelenler, Atlantis’e hakim olmayı sürdürdüler. On bölge yöneticisi, birbirlerinden sadece askeri islerle ilgili ayrıntılar bakımından ayrılıyorlardı. Atlantis krallarının her biri kendi ülkesinde hükümdardı, ama hepsi merkezi adadaki Poseydon Mabedi’nde dikili, Orisalk’tan yapılmış bir sütuna, ilk on kral tarafından kazılmış bir işarete itaat ederlerdi.
Atlant krallarının ilk yasası, birbirlerine karşı silah kullanmamak, hücuma uğramaları halinde birbirlerine yardim etmekti. Atlantis’in doğal kaynakları sanki sinirsizdi. Kıymetli madenler çıkarılıyor, kokulu bitkilerden kokulu özler damıtılıyordu. Köprü ve kanal ağı, ülkenin çeşitli bölgelerini birleştiriyordu. Kıtanın altında bulunan tas ocaklarından çıkarılan beyaz, siyah ve kırmızı taslar, evlerin ve sair yapıların yapımında kullanılıyordu. Her bir araziyi çevreleyen duvarlar yapıyorlar, bu dış duvarları bakırla kaplarken, şehri tahkim eden iç duvarları orsalk, orta duvarları ise kalayla kaplıyorlardı. Merkezi adada kurulu şehirde saraylar, mabetler ve halka ait diğer binalar kurulmustu. Merkezde altın bir duvarla kuşatılmış bir mabet bulunuyordu. Bu mabed, Kleyto ile Poseydon’a adanmıştı.
Bahçe ve koruluklarda sıcak su kaynakları akıyordu. Çeşitli tanrılara adanmış birçok mabet, insan ve hayvanlar için arenalar, hamamlar ve bir hipodrom vardı. Pek büyük limanlardan kalkan gemiler, Dünya’nın her yerine gidiyordu. Bölge halkının nüfusu o kadar yoğundu ki her yerde sesleri işitiliyordu. Merkezi şehrin etrafında, sarp yükseklik ve güzelliklerinden dolayı ünlü dağların koruduğu çok geniş bir ova uzanıyordu.
Ovada senede iki kez hasat yapılıyordu. Bu büyük imparatorluk Helen Devletleri’ne en kudretli ve şanlı oldukları bir devirde hücum etti. Ve böylece bilgelik ve biat yolundan saptı. Ölçüsüz alanlara sahip olan Atlantis kralları, tüm Dünya’yı zapt etmek azmindeydiler.” Bundan sonraki bölüm, “Kritias”in orijinalinde söyle devam ediyor; “Zeus, İşte o zaman bir vakitler erdemli olan bu soyun bahtsızlığını fark ederek, onların aklını başına getirmek, onları uslandırmak için cezalandırmaya karar verdi. Bütün tanrıları, evren’in ortasında kurulu ve oradan durmadan degisen her seyi gören en kutsal evinde bir araya topladi; onlara dedi ki…” Eflatun’un “Kritias”ı burada sona eriyor. Sonrasi malum…
Atlantis’i tufanlara ugratanlar
Atlantis batisindan önce üç kez tufana ugramistir.
Edgar Cayce’nin okumalarına göre, bu tufanlar günümüzden; 50 bin, 28 bin ve10.600 yıl kadar önce gerçekleşmiştir. Bu tufanların nedenlerini incelediğimiz de günümüzle ne kadar da özdeş olduklarını tüm gerçekliğiyle görüyoruz. Ilk tufanın nedenine baktığımızda günümüzde de sıklıkla kullanılmakta olan kimyasal maddeleri ve silahları görüyoruz. Bu maddelerin ilk kez yoğun olarak kullanılmasının öyküsü ise söyle; M.Ö. 50200 yılında etobur, iri cüsseli hayvanlar, insanlar için büyük sorun oluşturmaya başlayınca Dünya’nın beş ulusundan gelen, beş ırkın temsilcileri bir araya geldiler, topraktaki ve havadaki unsurlarda bulunan güçlü kimyasal enerjileri hayvanlara karşı kullanmak için karar birliğine vardılar. Bu kararların sonucunda hayvanların yasadıkları mağaralara ve bölgelere çok büyük miktarlarda kimyasal maddeler, gazlar verildi. Bilinçsizce kullanılan bu kimyasal maddeler ve güçlü patlayıcılar doğanın dengesini bozdu. Verilen gazlar, halen soğumakta olan yerkürede volkanik patlamalara, zelzelelere, buzul çağına girilmesine ve Atlantis’in ilk tufanını yaşamasına yol açtı.
Atlantis de uzun yıllar boyunca toplumsal olarak da karışıklıklar yasandı. Toplum yönetiminde hakim olan ve Işığı temsil eden Bir’in Oğulları; bir tanrı, bir din, bir es kurallarını toplumda yerleştirmeye çalışırlarken, Karanlığı temsil eden, Belial Oğulları’nın, bu kurallar hiç islerine gelmiyordu. Onlar toplumsal normları hiçe sayıyor, insan hakları konusunda ise kayıtsız kalıyorlardı. Maddesel, safahata eğilimli, şiddete dayalı bir hayat biçimi ve anlayışları vardı. Toplum hayatında bu iki grubun anlaşmazlığı gittikçe artıyor, bu da iç savaşlara ve huzursuzluklara neden oluyordu. Belial Oğulları’nın bedene bağlı, materyalist yasam biçimleri bazı Bir’in oğullarına da cazip geliyor ve onların tarafına geçmelerine neden oluyordu.
GÜÇ YANLIŞ AMAÇLARLA KULLANILDI
Atlantis’teki ikinci tufan ise M.Ö. 28.000'e dogru gerçekleşti. Bu tufanın öyküsü ise söyle anlatılır; Atlantisliler ilk tufanın sokunu atlattıktan sonra hızlı bir toparlanış dönemi geçirdiler. Atlantis’in ikinci döneminde Atlantisliler, elektrik ve elektronik alanında önemli buluşlar yaptılar ve büyük gelişmeler gösterdiler. Uranyumdan elde edilen atom enerjisini taşımacılıkta kullanılıyordu. Laser gibi her türlü ışıklı sualar keşfetmişlerdi.
Ölüm suası da bu gruba dâhildi. Sıvı hava, sıkıştırılmış hava, kaucuk ve bugün henüz bilinmeyen bakır, aliminyum ve uranyumdan meydana gelen madeni alaşımlar kullanılıyordu. Asansör, telefon, radyo, Tv yaygındı.
En önemli bilimsel başarıları ise güneş enerjisine hâkim olmalarıydı. Bu gücü denetim altında tutan merkeze, Tuaoil Taşı veya Ates Taşı adını veriyorlardı. Bu dönemde insan bedeni, kristallerden çıkan suaların hafifletilmiş bir uygulaması ile gençleştirilebiliyordu.
Bununla beraber Ateş Taşı yıkıcı amaçlarla işkence ve ağır cezaların yerine getirilmesinde de kullanılıyordu. Bu merkezin kuvvetinin, çok ileri bir düzeye ulaştığı bir zamanda yapılan bir hata, suanin elektrik güçleriyle birleşerek toprağın bağrında birçok yangının çıkmasına yol açtı ve volkanik patlamalar meydana geldi. Güç kaynaklarının bilinçsiz ve kötü kullanımı bu medeniyetin sonunu getirmiş oldu.
GENLERLE OYNADILAR
Atlantislilerin hatalarından birisi de “gen”lerle oynamaları olmuştur. Belial Oğulları’nın etkisi altındaki, Atlantislilerin yaptıkları, bugünün dünya insanlarını genetik bakımdan indirgenmiş ve mutasyona uğratılmış durumda da bırakmıştır. Nedir bu genetik bakımdan indirgenmiş ve mutasyona uğratılmış olmak?
Yapılan işlem bugünün gen mühendislerinin üzerinde çalıştıkları yöntemlere çok benzer. Sadece Atlantisliler bu işlemi yaparken, hayvan türleriyle yetinmemişler, insanlar üzerinde de denemeler yapmışlar daha da ileri giderek insan ve hayvan karışımı yaratıklar meydana getirmişlerdi. Atlantisliler bu yaratıkları köle olarak en ağır islerde kullanıyorlardı.
İnsanların önceleri daha büyük olan kafa yapısını küçültenlerde yine Atlantisliler oldu. Atlantislilerin hırsı sınır tanımıyordu. Yaptıklarıyla yetinmeyip, insanlarda önceleri 12 sarmalli olan DNA yapısını, 2 sarmala indirdiler. Öfke, korkular, şiddet eğilimi, telepati yeteneğimizin azalması gibi olumsuz durumlar insan ırkından bu sarmalların çalınması sonucu oluştu.
KENDİLERİNİ TANRIYA EŞ KOŞTULAR VE ACIMASIZLAŞTILAR
Atlantislilerin zamanla, yaptıkları yaratım ve genlerle oynama çalışmalarını öylesine abartılar ve Dünya’ya hakim olma istekleri öylesi bir boyuta geldi ki, bir anlamda kendilerini, Allah, Tanri, Yaradan, Ogan, Kutsal Beyaz Işık gibi birçok isimle anılan “Büyük Yaratıcı Güç”le eş görmeye başladılar. Çünkü onlar “yaratmanın” sırrına erdiklerini düşünüyorlar ve “Büyük Yaratıcı Güce” ihtiyaçları olmadığını iddia ediyorlardı.
Dünya’daki askeri gücün büyük bölümüne sahip olma istekleri onları Ana imparatorluk “Lemurya”yı yok etme düşüncesine de götürdü. Çünkü Lemurya’da tıpkı, Atlantis gibi egosunu ön plana almış, Dünya üzerinde hakimiyetini sürdürmek isteyen bir konumdaydı ve Atlantis’in Dünya’ya hakim olma yönündeki amacına engel teşkil ediyordu.
YERKÜRE’NİN DENGESİNİ BOZDULAR
Bu dönemde Atlantislilerin Dünya’ya hakim olma istekleri ve kendilerini “Yüce Yaratıcı”yla eş koşma kibirleri çok daha uç boyutlara geldi. Yaratıcı güce sırtlarını döndüler. Tapınaklarda insanlar kurban edilmeye başlandı. Doğa güçlerini kötüye kullanıyorlardı. Güneş prizmalarının işkence ve ceza amaçlı kullanımı öylesine artmıştı ki halk bunlara “Korkunç Kristaller” adini vermişti. İnsani değerlere hiç saygı kalmamıştı. Askeri üstünlük için, yerküreyi onların değimiyle, “Leydi Gaia”yı dengelemek amacıyla kullanılan Maldık ayini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya başladılar.
Bu kullanim Dünya’ya isyanları ve kaos dolu günleri getirdi. Engizisyon ve işkence dönemi başladı. “Yü” gibi, Lemurya’nın yavru imparatorlukları Atlantislilerin zulmünden kaçmak için Himalayalar’a oradandan yerin altına sığınarak bugün Agarta veya Şambala denilen 5. boyutsal bir uygarlık kurdular. Bir’in Oğulları insanları uyarıyor, doğruya çekmeye var güçleriyle uğraşıyorlardı. Ama Belial Oğulları’nın insanlara, zaaflarına yönelik sundukları olanaklar her geçen gün Atlantisli insanların Karanlığın temsilcileri Belial Oğullarının tarafına daha fazla yönelmesine neden oluyordu.
Belial Oğulları ve Bir’in Oğulları arasındaki savaşlar öyle bir duruma geldi ki kristal tapınaklara saldırılar sonucu Dünya’nın iklimini dengede tutan gök kubbelerde önemli boyutta çatlamalar meydana geldi. İste bu çatlamalar Atlantis’in sonunu hazırladı. Dev ada büyük bir tufanla karşı karşıya kaldı. Depremler, sağanak yağışlar volkanik patlamalar sonucu Atlantis’in batisi gerçekleşti. Atlantis’in ilk olarak 11.500 yil önce bir dip yükseltisi oluşturarak battığı, daha sonra bu günkü seviyesine indiği söylenir. Bermuda Şeytan Üçgeni’nin de Atlantis’in batması sonucu oluşan boyutlar arası bir geçiş kapısı olduğu söylenir.
RUHSAL DÜŞÜŞE NEDEN OLDULAR
Eflatun, Kritias’I Zeus dedi ki;… diye bitirmişti… Onun Zeus olarak nitelendirdiği, bizim Allah dediğimiz o “Yüce Yaratıcı Güç” belli ki tufan emri vermişti. Yahudi ve Hıristiyan metinlerinde Atlantis’in sulara gömülüşü “insanin düşüşü olarak” ele alınır. Çünkü Atlantisliler yaptıkları hatalar nedeniyle insan ırkının spritüel yani ruhsal olarak düşmesine neden olmuşlardır.
Atlantis kristalleri
Tüm Atlantis gizemleri içinde, hiçbiri kristaller kadar ilginç degildir. Bunlar ruhani ve siyasi gücün mistik simgeleri miydiler? Yoksa bilinmeyen teknolojilerin ve pşişik tesirlerin yüklendiği mineral aküler miydiler? Bunlar hâlâ okyanusun bilinmeyen derinliklerinde o batik kıtanın yıkıntıları arasında mi bulunmaktalar? Ya da afetten kurtulanlar tarafından yeni kıtalara mı taşındılar?
Bu soruların yanıtlarının bazıları, 20. yüzyılın en ünlü psişiği Edgar Cayce’nin sözlerinde bulabilir. Edgar Cayce trans hâlindeyken, zihni yoğun bir biçimde değişime uğrayıp ruhu farklı boyutlara süzülebildiğinden ötürü “Uyuyan Kâhin” olarak anılır. Onun kendi adlandırmasıyla, bu “yasam okumaları” esnasında Cayce, Atlantis tarihini yeniden hatırlamıştır.
Cayce 1920'li yılların sonundan 1945'deki ölümüne kadar, batık şehrin bütün detayları ile birlikte dünyasal ve ruhsal amaçlar için kullanıldıkları kabul edilen kristallerden defalarca bahsetmiştir. Ona göre “Büyük Kristal”in kötüye kullanılması, onların kendi kendilerini yok edişine neden olmuştur.
Cayce’nin anlattığına göre felâketten geriye kalan insanlar kristal teknolojisi ile diğer kıtalara kaçarak sonraki uygarlıkların temellerini atmışlardır.
Atlantis ile ilgili olarak antik döneme ait en eski bilgi, klâsik dönem filozofu Eflâtun’un 2350 sene önce yazdığı bir çift diyalogdan ibarettir. Sasaali ve parlak Bronz Çağı uygarlığından bahsederken Eflâtun, ne TIMAEUS ne de KRITIAS adli eserinde kristallerde, ya da Atlantislilerin kristal esası üzerine kurulmuş teknolojilerinden bahsetmemiştir. Bununla birlikte Eflâtun, aslen özellikle Atlantis kültürünün asker” ve etik yönleri ile ilgilenmiş olduğundan, tasvirleri; Cayce’nin “yaşam okumaları” ile çelişmez.
Cayce ise esas olarak Atlantis’te teknolojik ve başkalaşımla ilgili elemanlar olarak kristal kullanımının ve bunun suiistimal edilmesinin neden olduğu açmazdan bahsetmiştir. Her ikisi de Atlantis’in yıkımına kendi bireylerinin neden olduğunu ifade etmiş olup, yozlaşma öncesi Atlantislerin erdemli ve olağanüstü yetenekler bahşedilmiş insanlar olarak eşi benzeri görülmemiş bir uygarlık seviyesine ulaştıkları konusunda hemfikirdirler. Eflâtun’un anlatımı, tam Atlantis’in çöküşünü belirtirken bilinmeyen nedenlerden ötürü kesilir.
Filozofun durakladığı noktadan Cayce devam ederek; ulusal açgözlülükleri yüzünden kozmik kuvvetlerle oynamanın getirdiği felâketi anlatarak devam eder. Onun açıklamasına göre: “Atlantis’te dünyanın içsel tesirleri ile bağlantı kurmak amacı ile kazılmış çukurlara yerleştirilmiş kristaller mevcuttu. Bu kristallere güneş ışığının düşürülmesi ile meydana getirilen güçlü ışınsal etki, yıkıcı bir niteliğe sahipti.” Ve daha sonra “…Tasin (Tuaoi) küreler üzerindeki ilkesi… bunlar yıkıcı güçleri meydana getirmiştir.”
kaynak: bilinmeyenler.org
|
|
|
|