Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,075
» Son Üye: rahmanmutlu
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1122 kullanıcı aktif
» 1 Kayıtlı
» 1121 Ziyaretçi
rahmanmutlu

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 251
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 358
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 789
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 710
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,559
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,940
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,150
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,327
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,580
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,860

 
  ÇOKLU EVREN MODELLERİ
Yazar: Emka - 18-06-2016, Saat: 19:00 - Forum: TEORİLER - Yorum Yok

paralel-evren.jpg



Genellikle evrenimizi büyük ve galaksi, yıldız ve atomları içeren neredeyse sonsuz genişlikte düşünürüz. Ama öyle mi? Ya evrenimiz pek çok evrenden bir tanesi ise? Başka galaksiler ve muhtemelen başka dünyaları içeren içinde paralel evrenli Çoklu evrende (multiverse) yaşıyor olabilir miyiz? Bu sadece bilim kurgusal bir şey değil.


Fizikçiler çoklu evren fikrini oldukça ciddiye almakta. Burada parallel evrenlerin neye benzeyebileceğine ve nasıl şekil aldığına dair 4 gerçek model var.



1. Inflationary (şişme) Çoklu Evren:

Evrenin başlangıcının büyük patlama ile nasıl olduğunu okulda öğrenmişsinizdir.Peki ya o büyük patlama, var olan tek büyük patlama değilse? Inflationary (şişme) Çoklu Evren modelinde büyük patlamalar her an olmakta. Bu modeldeki fikir; okyanustaki köpükler-baloncuklar gibi patlayan evrenlere sahip sonsuz bir enerji denizinin olması. Her bir yeni baloncuk evren “inflation-şişme” adında hızlı bir genişleme sürecinde meydana gelir. Bu diğer evrenlerde fizik garip bir şekilde farklıdır. Yerçekiminin zayıf olduğu ve nesnelerin etrafta yüzdüğü evrenler olabilir ya da elektrikmanyetizmasının dikkat çekici bir şekilde farklı olduğu evrenler…

2. Quilted (Kapitone) Çoklu Evren:

Bu modelde sadece gerçekten de bir tane evren vardır. Ama büyük ve sonsuz. O kadar sonsuz ki; sonsuz uzayı,sonsuz galaksileri ve yıldızları araştırabilirsiniz ve netice de bizimkine benzer bir kaç dünya gezegenlerinden bulabilirsiniz. Bazı dünyalarda hattâ size benzeyen birisini de bulabilirsiniz. Ama muhtemelen kendinizle karşılaşmazsınız. Diğer siz, muhtemelen ulaşılamayan sonsuz kozmik örtünün bir yerinde-bölümünde bulunmaktadır.

Evrenin doğmasından hemen sonra ışık hızında uzayda, 10 milyarlarca ışık yılı uzaklığa seyahat etseniz bile, içinde bulunduğunuz uzayın o sonsuz örtüsündeki küçük bölgenizden hiç bir zaman çıkamazsınız
.

3. Kuantum Çoklu Evreni:

Şeyler gerçekten de küçüldükçe, garipleşirler. Kuantum mekaniği küçük parçacıkların davranışlarını yönetir. Tıpkı bu elektron gibi… hareket ettikçe aslında tam olarak nerededir ki? Kuantum mekaniği onun çok sayıda bir yerde olabileceğini söyler. Ama resmini çektiğinizde, işte tam olarak oradadır. Resmi çektiğinizde, nereye gideceğine nasıl karar vermişti?

Kuantum Çoklu Evren hipotezinde, kuantum parçacıkları resimlerde nerde duracağına karar vermeleri gerekmiyor. Her bir olasılık kendi evreninde yaşar ve çılgın olan şey; resim çektiğiniz her seferde, bir şey gözlemlersiniz ve evreni ayırırsınız ve tüm evrenleri göremezsiniz, çünkü, siz pek çok olasılığın içindeki bir tanesinde yaşıyorsunuzdur. Dolayısıyla, parçacıkları,insanları, köpek yavrularını gözlemleyerek yaşadığınız sürece, evren sürekli olarak bölünmektedir ve siz kuantum çoklu evrenindeki yollardan sadece bir tanesinde seyr etmektesiniz…


4. Brane-Membrane (Zar) Çoklu Evreni:


Bazen insanlar paralel evrenlerden değişimli boyutlar olarak bahsederler. Biz 3 uzamsal boyutta yaşamaktayız.Ön-arka, yan yana (sağ-sol), aşağı-yukarı. Oysa ki daha fazla boyutlar da var mı?
Brane-Membrane (Zar) Çoklu Evreninde cevap: “Evet!”

Brane-Membrane (Zar) Çoklu Evreni, bir tür sicim teorisinden ortaya çıkmakta. 3 boyutlu evren bir membrane ya da kısaca brane-zar içinde bulunmakta. Ve aslında 10 boyut içinde gömülüdür. Bizim zarımız tek brane-zar değildir. Başka evrenli başka brane-zarlar da olabilir. Bu tıpkı 3 boyutlu bir kitabın iki boyutlu sayfalara sahip olması gibi. Ama çok boyutlu kitabımız 10 boyutlu ve 3 boyutlu sayfaları ile evrenimiz bunlardan bir tanesi.

Peki, bu 4 çoklu evren modellerinden bir tanesinin mevcut olduğuna dair güçlü kanıt bulabilir miyiz?
Bilimadamları dünyanın çevresinde teleskopları ile çalışıyorlar, büyük patlamanın hemen ardından bir parmak izi, bir çeşit artık bulmak için gökyüzünü araştırıyorlar.

Bu, “Enflasyon-şişme” adı altındaki Patlamanın kısa sürecindeki ani genişlemenin neticesindeki polarize ışık kalıbı ve eğer enflasyon- şişme burada olsaydı, başka bir yerde de olacaktı. Geniş Enflasyon-Şişme çoklu evren modelinin var olduğu düşünülürse, her birinin kendi büyük patlaması ile sonsuz balonculuklu evrenli olanın içi de muhtemelen sonsuz büyüklükte olacaktır ve quilted-kapitoneli çoklu evrenin varlığını da olası kılacaktır.

Dolayısıyla,çoklu evrende mi yaşıyoruz? Çok yakında yaşıyor olmayabiliriz. Bir daha gökyüzüne baktığınızda, sadece hatırlayın; gördüğünüz, sonsuz oklu evrendeki bir balonun içindeki parça olabilir…

Bu konuyu yazdır

  KENDİ FREKANSIMIZI YÜKSELTEREK İYİLEŞTİRMEK
Yazar: Emka - 18-06-2016, Saat: 17:22 - Forum: SAĞLIK - Yorum Yok

Bir dalganın belli bir zaman birimi (genellikle saniye) içerisinde tekrarlanma sıklığına, yani bir saniye içindeki döngü sayısına “frekans” denir.  “Hertz” birimiyle ölçülür. Herşey titreşmektedir. Bu nedenle herşeyin frekansı vardır. İnsan bedenindeki her hücrenin kendine göre bir doğal frekansı vardır. Aynı şekilde, her hastalığın, her bakterinin , her virüsün de doğal frekansı vardır. Her hücreyi kendi doğal frekansına döndürmek, bedeni sağlığa kavuşturur. Bedenin frekansıyla çatışan, onu bloke eden dalga boyları ise hastalığa hatta ölüme  neden olabilir. Yalnız maddî/fiziksel şeylerin değil, duyguların, düşüncelerin, isteklerin, ilişkilerin, filmlerin, kitapların, dokümanların, toplumsal konuların ve bireysel bilincimizin de frekansı vardır.

 Amerikalı Bilim Adamı Dr. David Hawkins , ( 1927-2012) frekanslar , frekansların bilinç düzeylerinde etkisi , ilişkisi üzerine binlerce araştırma yapmış ve ortaya Hawkins bilinç haritası denen Tabloyu çıkarmıştır. Yaptığı deneylerde , yüksek frekanslı duygu ve düşüncelerin ; düşük frekanslı olanlardan daha güçlü ve etkili olduğunu . En yüksek frekansa ulaşmış bir bilincin düşük frekanslı 70 milyon bilinci dengelediğini klinik olarak kanıtlamış ve Power vs Force - An Anato my of Consciousness ( Güç Kuvvete Karşı – Bilincin Anatomisi ) Kitabında detaylı olarak anlatmış.

Yapılan araştırmalardan kritik seviyenin 200-cesaret olduğu, ölçümü 200 un altında çıkan duyguların düşüncelerin, durumların kişiyi ve çevresini zayıflattığı , yorduğunu, aşağıya çektiğini ortaya çıkartmış.

Bir başka ilginç bulguysa , yüksek bilinç frekanslarının şaşırtıcı sayıda düşük frekansı dengelediği yönünde . Bireylerden herhangi birinin bilinç frekansı yükseldiğinde , çok sayıda düşük frekanslı bilinci etkileyip dengeleme imkanı olması .

Tablo şöyle :

300 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 90.000 kişiyi,
400 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 400.000 kişiyi,
500 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 750.000kişiyi,
600 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 10 milyon kişiyi,
700 seviyesindeki bir kişi ise 200’ün altındaki 70 milyon kişiyi dengelediği görülmüş.

 Pozitif ve herşeyi olduğu gibi kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji, 90.000 insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji,750.000 insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji,10 milyon insanin yaydıgı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Mevlanalığı yaşayan bir insanın yaydığı enerji,70 milyon insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Peygamber,budha seviyesinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji ise tüm insanlıgın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir...

voice-650x393.jpg

Yapılan araştırmalar ve sonuç teyitleri yıllar sürmüş ve yüzbinlerce denek üzerinde çalışılmış.
Hawkins, insanlığın %85’inin 200’ün altında titreştiğini, son dönemde insanlığın ortalama farkındalık seviyesinin 204’e ulaştığını, yani negatif-pozitif sınırını aştığını, ancak insanın  anlamlı bir şekilde tatmininin 250’nin altında gerçekleşemediğini yazmaktadır.                                                                   
Bireyler gibi, toplumların ve kültürlerin, ülkelerin, coğrafyaların  da titreşim seviyeleri vardır. Bu titreşimler , o alanda yaşayan insanlar, bitkiler , toprak, hava, eşyalar,binalar  vs tarafından oluşturulmaktadır. 200’ün altındaki enerji alanları, açlık, kıtlık ve hastalıkların çok yaşandığı, cahillik ve işsizliğin çok olduğu, ilkel şartlara sahip ortamlardır. Tatmin edici bir yaşam 250 lerde başlamaktadır. 300’lerde teknolojik ve ekonomik olarak çok gelişmiş bir toplum mümkün olmakta, 400’lerde ise yüksek bir eğitim, bilgi, kültür ve sanat seviyesi yaşanacaktır.  500, başka bir büyük sıçramanın gerçekleştiği bir eşiktir. 500’lerin sonlarında toplum artık spiritüel bir toplum haline gelmektedir. 600, bütün topluma şefkat ve sevginin hâkim olduğu, bütün eylemleri sevginin yönlendirdiği bir seviyedir.

 Şimdi tablonun 200 ün altında kalan ve 200 ün üstünde kalan kısımlarına tekrar göz atalım . Sonra dönüp içimize, düşüncelerimize, sözlerimize, dualarımıza bakalım . Biz acaba bu tablonun neresindeyiz. Yaşadığımız yeri, mahalleyi, kenti, ülkeyi, dünyayı iyileştirmek için bizim üzerimize düşen nedir ? 

Begüm Karace
iyilikmerkezi
Kaynak : Power vs Force - An Anato my of Consciousness
Dr. David Hawkins 

Bu konuyu yazdır

  Eski Mısır'ın Sırlarla Dolu İnşa Teknolojisi
Yazar: Emka - 18-06-2016, Saat: 14:45 - Forum: ESKİ MISIR - Yorum Yok

5.jpg


Antik Mısır'da inşa edilen ve günümüzde hala büyük bir hayranlıkla izlenen en önemli eserler gizemli piramitler dir. Bu piramitlerin en ihtişamlısı olan "Büyük Piramit" şimdiye kadar dünya üzerinde inşa edilmiş en büyük taş yapı olarak kabul edilir. Bu piramidin nasıl inşa edildiği konusunda Herodot zamanından itibaren birçok tarihçi ve arkeolog, çeşitli teoriler ortaya atmıştır. Kimileri bu piramidin yapımı sırasında kölelerin çalıştırıldığını ve rampa tekniğinden basamaklı piramide kadar birçok yöntemin kullanıldığını savunmuştur. Bu yöntemlerin karşımıza çıkan manzarası şöyledir:

-Bu piramidi kölelerin inşa etmiş olma ihtimali durumunda, çalışan köle sayısının 240.000 gibi olağanüstü bir rakam olması gerekirdi.


-Eğer inşa tekniği olarak rampa yöntemi kullanılmış olsaydı, piramidin yapımı bittikten sonra bu rampanın yıkılması için yaklaşık 8 yıl gerekirdi. Mısır bilimcisi Garde-Hansen'e göre bu, oldukça saçma bir teoriydi. Çünkü bu rampanın yıkılmasından sonra geride kalan dev moloz artıklarını bir yerlerde görmemiz gerekirdi. Ama böyle bir delile hiçbir yerde rastlanmamıştır.


Garde-Hansen, diğer teorisyenlerin önemsemediği bazı yönleri ele almış ve şunları söylemiştir:

Piramidi ziyaret ettiğinizde şaşırtıcı görüntüleri gözünüzün önüne getirmeye çalışın: 5000 yıl önceki taş ocağı işçisi, günde, piramitlerin inşasında kullanılan 330 taş blok üretiyor. Suyun bastırdığı mevsimde, günde 4000 blok Nil nehrinin üzerinde taşınıyor ve Giza platosuna gelindiğinde bu taşlar platodan yukarıya taşınarak, piramidin inşa edileceği bölgeye ulaştırılıyor. Eğer bu şartlar altında taşıma işlemi gerçekleşiyor olsaydı, dakikada 6.67 blok taşınması gerekirdi. Bu sonuç, sunulan teorinin geçersizliği için yeterli bir rakamdır.

-Tüm bunların yanında, piramidin bir yüzeyinin alanının yaklaşık olarak 2.5 hektar olduğu düşünülürse, her bir yüzeyin yaklaşık olarak 115.000 kaplama taşıyla kaplanmış olması gerekir. Bu taşlar da öylesine itinayla yerleştirilmiştir ki, taşlar arasında bırakılan mesafe bir kağıdın geçmesine olanak vermeyecek derecede dardır.46 

Tüm bunlar piramitlerin yapımlarıyla ilgili sırların günümüz bilim ve teknolojisiyle dahi çözülemediğini gösteren bilgilerden bazılarıdır.

Bu konuyu yazdır

  BAŞMELEK GABRİEL - Günlük Mesajı – 17.06.2016
Yazar: Emka - 18-06-2016, Saat: 13:23 - Forum: Gabriel (Cebrail) - Yorum Yok

ba%25C5%259Fmelek.jpg


BAŞMELEK GABRİEL - Günlük Mesajı – 17.06.2016 Cuma


SİZLER DÜŞÜNDÜĞÜNÜZDEN ÇOK DAHA YETENEKLİ ŞİFACILARSINIZ(You Are All More Capaple Healers Than You Realize)


Size sevgi dolu ve iyi hissettiren her türlü imgeleme, kendiniz için yaratmak istediğiniz her türlü şifaya yardımcı olabilir. Pek çoğunuz eski yaraları ve başkalarına olan bağımlılıklarını salıvermek istiyor. Onların dönüştürülmek üzere göklere doğru güle oynaya ve kolaylıkla vücudunuzu terk ettiğini hayal edin. Balon gibi süzüldüklerini, melekler tarafından taşındıklarını veya güvercinlerin yardımıyla uçup gittiklerini hayal edebilirsiniz. Size hangisi hafif ve güzel geliyorsa onu seçin! Bu tekniği her kullandığınızda ilgili herkes için şifa olduğunu bilin.

Benliğin yaralanmış herhangi bir tarafınızı(ruh parçalarını) geri çağırmak için de aynısı geçerlidir. Onların güvercinler, melekler veya ilahi olarak mükemmel bulduğunuz herhangi bir görüntüyle, parlak ve yeni bir halde size geri gönderildiklerini hayal edin. O parçaların enerji alanınıza yerleştiklerini ve sizi bir bütünlük ve huzur alanına götürdüklerini hissedin.

Sevgililer, şifanızdan ve enerjinizden daima sorumlusunuz! Bunu veya size doğru gelen imgelemle kendinize ilham verebileceğiniz başka bir şifayı seçmeye teşvik ediliyorsunuz. Şifanızla oyun oynayın! Onu hafif ve eğlenceli hale getirin. Denemeler yapın. Size en uygun olan şeyle ilahi olarak ilham almayı isteyin. Sizler düşündüğünüzden çok daha yetenekli şifacılarsınız, böylece kendi geminizin kaptanı olmak için kendinize izin verin ve hakkınız olan bütünlüğü ve iyileşmeyi seçmeye başlayın. ~Başmelek Gabriel

Bu konuyu yazdır

  İŞTE ZENCİLERİN TENİNİN SİYAH OLMASININ NEDENİ
Yazar: Emka - 18-06-2016, Saat: 01:30 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

zenci-yerli-foto%25C4%259Fraf.jpg


İnsanoğlunun çok çok eski temellerine baktığınızda her birinin farklı kıtalara yayıldığını görürüz. Oranın yaşam şekline, havasına ve iklimine ayak uydurarak ve alışarak yaşamaya başlamışlardır. Özellikle Afrika ülkeleri güneş ışınlarını daha dik olarak alırlar ve bu sebeple de orada yaşayan insanlar zaman içinde pigmentlerinde koyulaşma meydana gelerek zenci ırkını ortaya çıkarmıştır. Derinin koyulaşması, güneşten gelen ışınlar ile orantılı ve uzun yıllar o bölgelerde yaşayan insanlar gittikçe daha koyu bir tene bürünerek bu genetik halini almış ve ondan sonra ise daha da koyu bir rene doğru devam ederek zenci ten rengi ortaya çıkmaya başlamıştır.


Belli bir bölgeye baktığınızda oradaki insanların hemen hemen hep aynı ten renkleri ile dünyaya geldiğini görürsünüz. Örneğin daha soğuk ülkelere baktığınızda ise onların da daha açık tende olduğunu ve hatta beyaz bir tene sahip olduklarını görürsünüz. Bunun nedeni de güneş ışınlarının çok az gelmesi dolayısı ile melanin pigmentinin az salgılanmasından dolayı ortaya çıkmaktadır.

Yani ten rengini ayarlayan melanin pigmentleri yaşanılan iklimlere göre belirlenir ve kişi dolayısı ile ten rengini böylelikle ortaya koyar. Örneğin bir kişi tüm yaz boyunca güneşlenmeye devam ederse oldukça bronz bir tene hatta siyaha doğru bir ten rengine kayacaktır. Bunun hiç bitmediğini ve hep devam ettiğini düşündüğünüzde sürekli güneş ışınlarını alan kişinin teni hep koyu olacaktır. Bunu solaryum ile de bağdaştırabiliriz. Kişi ten rengini korumak için güneş olmayan havalarda da solaryuma giriyor ve ten rengini koruma altına alıyor. Dolayısı ile Afrika gibi çok sıcak ülkelerde kişilerin neden zenci yani siyah tenli olduğunu anlamak çok zor olmuyor. Merak edilen bu soru böylelikle örnekleri ile açıklanmış olarak Akıllarda ki soru işaretlerini yok ediyor

Bu konuyu yazdır

  AGARTA - Shasta Dağı ve Esrarengiz Kızılderililer
Yazar: Emka - 17-06-2016, Saat: 20:14 - Forum: AGARTA - Yorum Yok

gilbert-davis-munger-9147-shasta-dagi.jpg

Belirli dağlarda yaşamakta olan üstün varlıklara ait hikâyeler çok yaygındır. Kuzey-batı Pasifiğin Amerikan Kızılderili mitolojilerinde Kaliforniya'daki Sahsta Dağı önemli bir yer tutar. Efsanelerden biri, Tufan'dan söz etmektedir. Eski kahramanlardan Çakal'ın (Coyote) kendini kurtarmak için nasıl Shasta Dağı'nın tepesine kaçtığı anlatılır. Arkasından yükselen su, zirveye ulaşmaz. Çakal, kuru kalan tek yer olan tepelerde bir ateş yakar. Tufan yatışınca da afetten sağ çıkan birkaç kişiye ateşi getirir ve onların kültürel kahramanı olur


Bu efsanelerde ayrıca, Uzay-Ruhları'nın Şefi 'nin (Chief of the Sky-Spirits) ailesi ile birlikte Shasta Dağı üzerine indirdiği, eski zamanlardan bahsedilir. Dünyalı insanların, Uzaylılar'ın yaşam yerlerine yaptıkları ziyaretlerden de söz edilmektedir.

Shasta Dağı efsaneleri Büyük Tufan, astronotlar ya da havacıların dünyaya inişi ve dağın içinde yeraltı sığınaklarının tesisi gibi geçmişteki gerçek olaylara dayanıyor olabilir. Dahası, bu koloni halâ yaşıyor olabilir. Bu varsayımı destekleyen kanıtlar mevcuttur.

Geçen yüzyılın ortasında, Kaliforniya'daki Altına Hücum günlerinden sonra, maden araştırmacıları, Shasta Dağı'nın üzerinde görülen gizemli parıltılardan söz ettiler. Bunlar bazen açık havada oluştuklarından, yıldırımla bir ilişkileri olamazdı. O zamanlar henüz ülkede elektrik bulunmadığından, bu parıltıların elektrikle açıklanması da düşünülemezdi. Daha yakın zamanlarda ise, Shasta Dağı üzerinde, arabaların ateşleme tertibatlarında, görünürde bir neden olmadan ortaya çıkan arızaların söz konusu olduğunu görüyoruz.

1931'de Shasta Dağı'nda bir orman yangını çıktığı sırada, gizemli bir sis belirmiş ve yangının yayılmasına engel olmuştu. Yangının yarattığı zararın sınır çizgisi yıllar boyunca izlenebildi. Merkezi bölge çevresinde tam bir eğri çiziyordu. 1932'de Los Angeles Times tarafından tuhaf bir makale yayımlandı. Yazarı Edward Lanser'in iddiasına göre, Shasta Dağı çevresinde yaşayanlarla yaptığı görüşmelerin sonucunda, dağın üzerinde ya da içinde acayip bir topluluğun mevcut olduğunun yıllardır bilindiği gerçeği ortaya çıkmıştı. Hayalet kasabada yaşayanlar, kısa kesilmiş saçları ve alınlarını çevreleyen bantları ile beyaz tenli, uzun boyunlu, asil görünüşte kimselerdi. Uzun, beyaz elbiseler giymişlerdi. Tüccarların dediğine göre, bu adamlar nadiren dükkânlarına gelirler, aldıklarının karşılığını her zaman malların değerini bol bol geçen altın külçeleri ile öderlerdi. Shastalılar, ormanda gördüklerinde ya kaçarak ya da birden ortadan kaybolarak temas kurmaktan kaçınmışlardır. Dağın eteklerinde Shastalılar'a ait acayip sığırlar belirmiştir. Amerika'da bilinen hayvanların hiçbirine benzemiyorlardı. Shasta Dağı bölgesinin üzerinde, rokete benzer hava gemilerinin gözlenmiş olması muammayı daha da arttırmaktadır. Bunlar kanatsız ve gürültüsüzdüler. Bazen, Pasifik Okyanusu'na dalarak gemi ya da denizaltı gibi denizde yollarına devam ettikleri de oluyordu.

Eski Kızılderili efsanelerinin bahsettiği gibi dağın göbeğinde, Uzaylılar'a ait bir sığınak var mıdır? Bunlar, gerçekten, tüm gezegeni kaplayan bir tufandan, uçan araçlarıyla mı kaçmışlardır?

Buna benzer gizli toplulukların Meksika'da da bulunması muhtemeldir. Harold T. Wilkins "Mysteries of Ancient South America" ("Kadim Güney Amerika'nın Gizemleri") adlı kitabında, Kızılderililer'le mal değiş tokuşu yapan, bilinmeyen bir Meksika halkından bahseder. Bunların, kaybolmuş bir orman kentinden geldikleri sanılmaktadır.

Roerich'in kayıtlarında, dağlardan gelip Sinkiang'da alış veriş yapan ve karşılığını eski altın paralarla ödeyen gizemli adam ve kadınların bahsi geçer. Kaliforniya, Meksika ve Türkistan, birbirinden oldukça uzak yerler, ama yine de acayip kişiler hakkındaki hikâyelerin birçok ortak noktaları var gibi.

L. Taylor Hansen, "He Walked the Americas" ("Amerika Kıtalarının Yürüyerek Geçti") adlı kitabında, yıllar önce özel uçaklarıyla Yıkatan Cangılı üzerinde uçmakta olan Amerikalı bir çiftten söz eder. Yakıtları tükenince mecburen inişe geçerler, havadan gözlenmeye karşı kamufle edilmiş gizli bir Maya kentine rastlarlar.

Mayalar, kökeni hiç şüphesiz Atlantis'e dayanan saygıdeğer kültürlerini korumak üzere, dış dünyadan tamamiyle tecrit edilmiş bir halde, geçmişin ihtişamı içinde yaşamaktadır. Amerikalı çift, kentlerinin yerini açıklamayacaklarına dair Mayalara söz verirler; uzun bir süre Yutakan'da kaldıktan sonra, Meksika'nın gizli halkının ahlâkî ve entelektüel düzeyi üzerine oldukça övücü izlenimlerle birlikte Amerika Birleşik Devletleri'ne dönerler.

Tanınmış Amerikalı arkeolog J. L. Stephens "Incidents of Travel in Central America, Chiapas and Yucatan" ("orta Amerika, Çiapalar ve Yukatan Gezilerinden Olaylar") adlı kitabında, bir İspanyol rahibin 1838-9'da Cordillera Dağları'nda gördüklerinin hikâyesini aktarır:

"Büyük bir kent geniş bir mekana yayılıyor, içindeki beyaz kuleler güneşte parıldıyordu. Geleneklere göre, beyaz tenli insanlar arasında bu kente ulaşan hiç olmadığı gibi, yerliler Maya diliyle konuşmakta, tüm topraklarının yabancıların eline geçtiğini bilmekte ve arazilerine girmeye kalkan beyaz adamları öldürmektedirler. Paraları, atlar, sığırları, katırları ya da evcil hayvanları yoktur."

İspanyol işgalciler, içlerinde muazzam hazine ve malzeme depolarının bulunduğu cangılda saklı olan ileri sınır üslerine ait Aztek tradisyonunu kayıtlara geçirmişlerdi. İşgalciler Meksika'ya ayak bastıkları zaman, bu yedek üsler hakkındaki bilgi, hemen hemen tamamiyle unutulmuş bulunuyordu. Verrill'in yazdığına göre, "Bu 'kaybolmuş kentler'den herhangi bir tanesini keşfeden birinin bulunmaması, bunların mevcut olmadığı ya da zamanımızda var olmayacakları anlamına gelmez." Peru ve Bolivya'nın Quecua Kızılderilileri, And Dağları'nın içindeki yaygın bir yeraltı tünel şebekesinden bahsederler. İnka öncesi üstat inşaatçıların, mühendislik alanındaki olağandışı başarılarını düşünürsek, bu hikâyeler gerçek olabilir. Albay P.H. Fawcett, Atlantis gerçeğini ispat edebileceğine inandığı kaybolmuş bir kent ararken hayatını feda etmişti. Güney Amerika'daki bu çeşit bir kentin yıkıntılarını gördüğünü söylüyordu.

Bu geleneksel inançlardan bazıları, bizi Atlantisliler'in ve Hattâ belki de daha önceki ırkların neslinden gelenlerin kolonilerine ulaştırabileceğinden; kaybolmuş kentler, kutsal dağlar, saklı vadiler ve tünellere ait efsaneler hiçbir önyargı olmadan incelenmelidir.

Bu konuyu yazdır

  AGARTA - Kutsal Dağlar ve Kayıp Kentler
Yazar: Emka - 17-06-2016, Saat: 20:11 - Forum: AGARTA - Yorum Yok

mayan-temple-tikal.jpg

Dünya üzerindeki birçok dağın "tanrılar" ın yurdu oldukları düşünülür. Bu, bilhassa Hindistan için geçerlidir. Hindular, Nanda Devi, Kailas, Kançencanga ve diğer birçok yüksek tepenin ilahî anlam taşıdıklarına inanırlar. Onlara göre dağlar tanrıların yaşam mekânlarıdır. Dahası, sadece tepeleri değil, dağların içlerini de kutsal sayarlar. Şiva'nın tahtının Kailas (Kang rimpoche) Dağı'nda olduğunu söylenir. Ayrıca, Kançencanga üzerine Şiva'nın gökten indiği de kabul edilir. Tanrıça Lakshmi'nin ise, Şiva'nın aksine, bu tepeden cennete yükseldiğine inanılır. Bu efsanelerin analizi sonucunda kişi, insanların arasından tanrıların yaşadığı zamana ait geçmiş bir devirde, iki yönlü bir hava ya da uzay trafiği sürdüğü izlemine kapılıyor.


Medeniyetin ilk ışıklarının ağarmasıyla birlikte, insanlığın vahşetten kurtulmasından bu yana iyilik sever, güçlü tanrılara karşı bir inanç belirdi. Dünyanın belirli bölgeleri ve göklerdeki yaşam yerleri bu uzaylı varlıklara atfedildi. Eski Yunanistan'da, Parnas ve Olimpos Dağları'nın tanrıların tahtları olduğu düşünülürdü. Mahabharata'ya göre, Asuralar göklerde yaşarken Paulomalar ve Kalakanjalar, uzayda yüzmekte olan altın kent Hiranyapura'da yerleşmişlerdi. Aynı zamanda, Asuralar'ın yeraltı sarayları da vardı. Uçan yaratıklar Nagalar ve Garudalar'ın da buna benzer yeraltı yaşam merkezleri mevcuttu. Acaba bu efsaneler, alegorik anlamda uzay platformları, kozmik uçuşlar ve dünyadaki uzay hangarlarından mı bahsediyorlar.

Puranalar, Uzay Boyutları'nın Ataları (The Ancients of Space Dimensions) olan "Sanakadikalar" dan söz eder. Geçmiş zamanlarda uzay gezilerinin yapılmış olması ihtimalini kabul etmezsek bu varlıklar bir gizem olarak kalacaklardır. Astronomi olmadan yıldızlararası ulaşım imkânsız olduğuna göre, Atala'nın (yoksa "Atlan" mı?) idarecilerinden Maya'nın, astronomiyi güneş-tanrı'dan almış olduğunu belirten Surya Siddhanta, sanki bu bilgin kişinin, kozmik bir köke bağlı olduğunu ima eder.

Tanrılar; Yunanlı, Mısırlı ya da Hintli de olsalar, istisnasız olarak insana işe yarar bilgiler veren ve kritik anlarda onu uyaran velinimet olarak görünürler. Hint metinleri, dünyanın merkezi olan Meru Dağı'ndan söz ederler. Bu dağ bir yandan Tibet'teki Kailes Dağı ile tanımlanırken, diğer yandan dünyadan 411, 000 mil yüksekliğe ulaştığı da söylenir. Yoksa, Kailas Dağı, Atlantis'in son afetle yok olmasından önceki tarihlerde dahi mevcut olan ve uzaya açılan bir geçit midir?

Bu konuyu yazdır

  AGARTA - Kuzey Şamballa
Yazar: Emka - 17-06-2016, Saat: 20:06 - Forum: AGARTA - Yorum Yok

017-620x330.jpg


1920'lerde bir Şangay gazetesinde, Dr. Lao-Tsin'in bir ütopya peşinden Orta Asya'ya yaptığı seyahat üzerine yazdığı bir makale yayımlandı. Doktor, James Hilton'un "Lost Horizon" (Kaybolan Ufuk) adlı romanının yayımlanmasından önceki bir tarihe rastlayan bu renkli hikayesinde; Nepal'li bir Yogi ile Tibet'in yaylalarına yaptığı tehlikeli geziyi anlatır. İki gezgin, boş bir dağlık bölgede, keskin kuzey rüzgarlarından korunmuş ve çevresine nazaran daha ılıman bir iklime sahip, saklı bir vadi bulurlar. Dr. Lao-Tsin, "Şamballa Kulesi" nden ve merakını uyandıran laboratuarlardan bahsediyordu. İki gezgin, vadide yaşayanların büyük bilimsel aşamalar yaptıklarını görmüşler, uzun mesafeler dahilinde yapılan olağandışı telepati deneylerini de seyretmişlerdir. Eğer, her şeyi açıklamamak üzere burada yaşayanlara verilmiş herhangi bir sözü olmasaydı, Çinli doktor, vadide geçirdiği günler hakkında daha çok şeyler anlatabilirdi. Doğu'nun Kuzey Şamballa tradisyonuna göre, Orta Asya'da şimdi sadece tuz gölleri ile kumların bulunduğu yerde bir zamanlar muazzam bir deniz mevcuttu. Bu denizin, şimdi geriye dağlardan başka hiçbir şeyin kalmadığı bir adası vardı. O uzak devirlerde büyük bir olay meydana geldi:


"Ateş'in Çocukları'nın, Venüs'ten gelen Alev Senyörleri'nin arabası, püsküren alevden dilleri ile göğü dolduran korlaşmış ateş kütlelerince çevrili olarak, ölçülmeyecek yüksekliklerden hızlı düşüşün görkemli kükreyişi ile göksel mekanların içinden yeryüzüne doğru parladı; Gobi Denizi'nin sinesinde gülümseyerek uzanan Beyaz Ada'nın (White Island) üzerinde asılı kalarak durdu."

Sibirya, Tunguska'da 1908'de yere çakılan kozmik uzay gemisi olayının zamanımıza yarattığı tartışmanın çerçevesi içinde bu Sanskrit metinin ciddi olarak incelemeliyiz.

Şamballa, Tibet ve Moğolistan folkloru ile şarkılarında, en yüksek dereceden bir realite biçimine dönüşene kadar yüceltilmiştir. Nicholas Roerich, Orta Asya'daki bir sefer gezisi sırasında, Şamballa'nın üç ileri sınır noktasından biri olarak kabul edilen beyaz bir sınır boyu mevkiine rastladı. Lamalık'ta Şamballa inancını ne kadar kuvvetli olduğunu göstermek için, Roerich'le konuşan Tibetli bir rahibin sözlerini aktaralım: "Şamballa halkı zaman zaman dünyaya çıkar. Şamballa'nın, dünya ortamında yaşayan ortakları ile buluşurlar. İnsanlığın iyiliği için dışarıya kıymetli hediyeler, harikulâde emanetler gönderirler." Csoma dö Köros (1784-1842), Tibet'teki Budizm geleneklerini inceledikten sonra Şamballa ülkesini Siri Derya Nehri'nin ötesinde, 45 ile 52 derece kuzey paralelleri arasında yerleştirmiştir. Belçika, Antwep'te yayımlanan bir 17. yüzyıl haritasının Şamballa ülkesini göstermesi dikkate değer bir husustur. Peder Stephen Cacella gibi Orta Asya'daki ilk Cizvit gezginleri, "Zembala" adında bilinmeyen bir bölgenin varlığını kayıtlarına geçirmişlerdir.

Albay N.M. Prjevalsky ve Dr. A.H. Frank gibi kâşifler, çalışmalarında Şamballa'dan bahsederler. Eski bir Tibet kitabı olan "Then Path to Shambhala" nın ("Şamballa'ya Giden Yol"), Prof. Grünwedel'ce yapılan tercümesi ilginç bir dokümandır. Ancak, coğrafi işaretler sanki bir amaçla belirsiz hale getirilmişlerdir. Yerlerin ve manastırların eski ve yeni isimler ile onlar, tamamen aşina olmayan birinin işine yaramazlar. Koloniler hakkında gerçekten bilgisi olanlar, Gözeticiler'in insanlık üzerine çalışmalarını engellememek için nerede olduklarını hiçbir zaman açıklamayacaklardır. Ayrıca, Doğu edebiyatı ve folklorunda bu yerlere yapılan atıflar, değişik bölgelerdeki topluluklardan bahsettikleri için bazen çelişkiye düşmüş gibi görünürler.

Andrew Tomas, bu konuyu birçok yıllar inceledikten sonra bu bölümü Himalayalar'da yazmıştır. Kendisine göre, "Şamballa" adı, Gobi'deki Beyaz ada'yı, Asya ve diğer yerlerdeki saklı vadiler ile tünelleri ve daha birçok şeyi kapsar. Taoizm'in kurucusu Lao Tse (İ.Ö. 6. Yy), "batı tanrıçası" olan His Wang Mu'nun yurdunu aramış ve bulmuştu. Taoist gelenek, tanrıçanın binlerce yıl önce bir ölümlü olduğunu doğrulamaktadır. Tanrıça, "ilahi" olduktan sonra, Kun Lun Dağları'nda inzivaya çekilir. Çinli rahipler, rehbersiz gezginlere geçit vermeyen muhteşem güzellikteki bir vadinin mevcudiyeti üzerine ısrar etmektedirler. Kun Lun Dağları'ndaki bu vadi, bir cinler topluluğuna hükmeden His Wang Mu'nun yurdudur. Bunlar, dünyanın en büyük bilim adamları olabilirler.

Bu görüş açısından bakıldığında, Roerich Heyeti tarafından (Kun Lun Dağları'nın bir uzantısı olan) Karakurum Dağları üzerinde acayip bir uçan aracın görünmesi oldukça anlamlıdır. Bu acayip disk, "tanrılar" a ait bir uçak olabilir, ya da uzay hangarından gelmiş olabilir.

Şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılacağı gibi, gizli topluluklarda yaşayanlarla temas kurmanın zorluğu açıkça bellidir. Yine de bu karşılaşmalar, kayda geçirenlerden çok daha sık olagelmiştir. Kayıtların bulunmaması, bu eski kolonilerin ziyaretçilerinin, haklı nedenlerle, kaçınılmaz bir gizli yemini etmeye bırakılmaları ile açıklanabilir. "Mahatma" lar, Kadim Bilim'in bekçileri ve Çağlar'ın Hazinesi'nin gözeticileri olduklarından; değişiklik meraklıları, hazine avcıları, ya da şüpheciler tarafından rahatsız edilmek istemezler.

Mahatmalar'ın, insanlığa yardım faaliyetlerinin kapsamını aydınlatıcı bir biçimde özetleyen mektupların birinden aktarma yapmak yerinde olacaktır:

"Sayısız kuşaklarca üstatlar, yalçın kayalıklardan oluşan bir mabed, devasa bir Sonsuz Düşünce Kulesi inşa etmişlerdir. Burada 'Titan' yaşamıştır ve daha gerekirse tek başına yaşayacak, buradan ancak her devrenin sonunda, kendisiyle birlikte çalışmak ve sırası geldiğinde boş inançlı insanları aydınlatmak için insanlığın seçkin kişilerini davet etmek üzere çıkacaktır."

Temmuz 1881'de Mahatma Koot Humi böyle yazmıştır. Evrim yolundaki büyüklerimizin, "İyi Kanun" un takipçileri kişilerin Atlantis'ten göçlerini emretmiş olmaları çok muhtemeldir. Atlantis'in görkemli günlerinde ulaştığı tüm maddesel ve spiritüel aşamalar halâ daha gizli kolonilerde muhafaza ediliyor olabilirler. Bu ufacık Cumhuriyet, Birleşmiş Milletler Organizasyonu'nda temsil edilmemesine rağmen, Dünya gezegenindeki tek kalıcı devlet ve kayalar kadar eski bir bilimin bekçisi olabilir. Şüpheciler şunu unutmamalıdırlar ki Mahatmalar'ın Mesajları, belirli bazı hükümetlerin devlet arşivlerinde halâ korunmaktadırlar.

Rus folklorunda, içinde hakkaniyetin hükmettiği Kitezh yeraltı kentine dair bir efsane vardır. Çar hükümetince mahkûm edilen İhtiyar İnançlılar (Old Believers) bu Vaat edilmiş Ülke'yi aramışlardı. Gençler, "Nerede bulunacak?" diye sorduklarında ihtiyarlar, "Batu yolunu izleyin", diye karşılık verdiler. Tatar fatihi Batu Han, batıya doğru ilerleyişine Moğolistan'dan başlamıştı. Bu yön, ütopyanın Orta Asya'da bulunacağını belirtiyordu.

Efsanenin diğer bir çeşitlemesinde de Rusya'daki Sveltloyar Gölü belirliyordu. Ancak, gölün dibi taranıp da bir şey bulunamayınca bu iddianın aslı olmadığı anlaşıldı. Kitezh geleneğini Kuzey Şamballa geleneği ile birlikte ele almak gerekir. Aynı şeyi Belovodye Destanı için de söyleyebiliriz.

Rus Coğrafya Derneği'nin 1903 yılı Dergisi'nde Korolenko'nun yazdığı, "Ural Kazakları'nın Belovodye Krallığı'na Yaptıkları Yolculuk" adında bir makale vardır. Aynı şekilde, 1916'da Batı Sibirya Coğrafya Derneği de Belosliudov'un "Belovodye Tarihi'ne" başlıklı bir yazısını yayımladı.

Bilimsel kuruluşlarca sunulan bu makalelerin her ikisi de oldukça ilginçtir. Rusya'daki "Starover" ya da İhtiyar İnaçlılar arasında süregelen tuhaf bir tradisyonda bahsederler. Buna göre, "Belovodye" ya da "Belogorye" -Beyaz Sular'ın ve Beyaz Dağlar'ın ülkesi- diye bir yerde dünyasal bir cennet mevcuttur. Şunu da unutmayalım ki Kuzey Şamballa, Beyaz Ada (White Island) üzerine kurulmuştu.

Bu hayalet krallığın coğrafi konumu, ilk anda edinilen izlenimdeki kadar belirsiz olmayabilir. Orta Asya'da, bazılarının korumakta olduğu, beyaz bir tabaka ile kaplı birçok tuz gölü vardır. Chang Tang ile Kun Lun Dağları'nın tepeleri de karla kaplıdır

Nicholas Roerich'in Altay Dağları'nda edindiği bilgiye göre, büyük göllerin ve yüksek dağların ötesinde bir "gizli vadi" mevcuttu. Birçok kişinin Belovodye'ye ulaşmak için çabalamasına rağmen, başaramadıklarından söz ediliyordu. Ancak, aradıklarını bulan bazı kişiler, kısa bir süre için orda kalmışlardı. 19. yüzyılda, iki adam bu ütopyaya ulaştılar ve geçici olarak orada yaşadılar. Döndüklerinde, kaybolmuş koloni hakkında harikalardan bahsettiler, ama "diğer harikalardan söz etmelerine izin verilmemişti."

Bu hikâyenin, daha önce anlattığımız Dr. Lao-Tsin'inki ile birçok ortak noktası olduğu görülüyor. Roerich'in bu toplulukların birinden manastırına dönmekte olan bir lama hakkındaki hikâyesinden, bu gizli yerleşim merkezlerindekilerin bilime yönelik kişiler oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Bu keşiş, dar bir yeraltı geçidinde kusursuz yetiştirilmiş bir koyunu taşımakta olan iki adama rastlar. Hayvan'ın, gizli vadide uygulanan bilimsel üretme için kullanıldığını
anlaşılmaktadır.

Misyonerlerin, 19. yüzyıldan kalan ve Çin imparatorlarının kritik zamanlarında akıl danışmak üzere "Dağların Cinleri" ne (Genii of the Mountains") temsilciler gönderdiklerini teyit eden nadide raporları Vatikan Arşivleri'nde korunmaktadır. Bu dokümanlar, Çinli diplomatların nereye gittiklerini belirtmeseler dahi, sadece Chang Tang, Kn Lun ya da Himalayalar''a gitmiş olabilirlerdi.

Katolik misyonerlerin bu kayıtları (ve Monseigneur Delaplace'nin yazdığı "Annales de la Propagation de la Foi"), Çinli bilgelerin Çin'in geçit vermeyen bölgelerinde yaşayan insanüstü varlıklara inandıklarını gösterir. Kayıtlardaki tariflere göre "Çin Koruyucuları" ("Protectors of China") görünüşte insana benzer ama fizyolojik olarak bizlerden farklıdırlar.

Bu konuyu yazdır

  AGARTA - Birleşmiş Milletler'ce Bilinmeyen Devlet
Yazar: Emka - 17-06-2016, Saat: 20:03 - Forum: AGARTA - Yorum Yok

uncharted2_shambala01.jpg


Okyanus, Atlantis'i kapladığı zaman bundan kurtulan koloniler, yıkılmış olan İmparatorluğun hatalarını tekrarlamaktan kaçınarak bir ütopya inşa etmek üzere ayakta bırakılmışlardı. Barbarlık ve cehaletten uzakta kalan bu topluluklar, tecrit olmakla korunarak geliştiler. Daha başından, dış dünya ile bütün teması kesmeye karar verilmişti. Hiçbir engelle rastlanmayan bilimleri gelişerek, Atlantis'in başarılarını geride bıraktı.


Bu anlatımlar, bir fantezi mi? Yine de, günümüzün bazı bilim adamları, şimdiden, gelebilecek bir atom afetine karşı yeraltı sığınakları ve hâtta yeraltı kentleri önermişlerdir. Kentlerin boşaltılması ve yeraltı kasabalarının inşa edilmesi, insanlığın devamlılığını garantiye almak için gösterilen çaba dahilinde sorumluluklarını anlayan bilim adamlarınca teklif edilen projelerdir. Eğer böyle bir plân bugünün bilim adamlarınca da düşünülüyorsa, insanlığın ahlâki çöküşü ve "Brahma'nın onbinlerce güneş gibi parlayan silahı"nın tehlikesi ile karşılaşıldığında Atlantis'in kültürel liderlerince buna benzer bir projenin önerilip gerçekleştirilmesi mümkün değil midir?

Unutulmuş bir devirde bir teknolojiye sahip olmuş güçlü bir devlet görüntüsü, aklı başında bilimsel düşüncenin çerçevesi içinde pekâlâ yer alabilir. Nükleer fiziğin öncülerinden Prof. Frederick Soddy, 1909'da, eskilerin bilimsel geleneklerinin, "dünyanın kaydolunmamış tarihindeki geçmiş birçok devirlerin birinden, bugün bizim yürümekte olduğumuz yolu önceden tamamlamış olan bir insanlık çağından kopup gelen bir yankı" olabileceğini söylemiştir. Bir medeniyetin ürünlerini, yıkıcı savaşların ve jeolojik afetlerin tehlikelerine karşı belirsiz bir süre boyunca koruyabilmek için, yeraltı sığınaklarından daha etkin bir şey olamaz.

İnsanın, bu gezegen üzerindeki yaşam hikayesinden birçok sayfa, Zaman'ın eli tarafından yırtılarak çıkarılmıştır. Ancak, efsaneler, ileri bir medeniyeti yok eden devasa bir afetten bahseder. Kurtulanların çoğu vahşilere dönüşmüştü. Sonradan, "İlâhi haberciler"ce rehabilite edilenler, ilkel durumlardan yükselerek bizim kendi kökenimin de dayandığı geçmiş tarihin uluslarını oluşturdular. "Güneş'in Çocukları"nın gizli topluluklarının nüfusu azdı, ama bilgileri çoktu Yüksek bilimleri sayesinde, bilhassa Asya'da, muazzam bir tüneller şebekesi kazdılar.

Tecrit edilme, bu kolonilerin ebedi kanunu olagelmiştir. Filozoflar, bilim adamları, şairler, ressamlar, yazarlar, din ve müzik ile uğraşanlar çabalarını sürdürmek üzere sakin bir ortama gerek duyarlar. Askerlerin ayak sesini, ya da pazaryerinden gelen bağırtılar işitmek istemezler. Çağlar boyunca, bilgeliklerini buna benzer olanlarla paylaşa geldiklerinden, hiç kimse bu filozofları egoistlikle suçlayamaz. Bu kopukluk, koruyucu niteliktedir. Bugün kaba kuvvet, ilk çağların zamanlarındaki kadar geçerli değil midir? Kaba kuvvet, teknolojik zırhı içinde belki daha da dehşetlidir. İnsanlığı Büyük Kardeşler'i (Elder Brothers), karlı tepeler arasındaki gizli vadilerde kaybolmuş ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği üzerine belirtiler, Hindistan , Amerika, Tibet, Rusya, Moğolistan gibi birbirilerinden bu kadar uzakta olan ülkeler ile dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmektedir. Zamanın genişliği içinde, bu raporlar geçen 5000 yıl süresince ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde yaşayan insanların hayalleri ile süslenmelerine rağmen gerçeğin tohumlarını taşıdılar.

Elli yıl kadar önce, Fransız Akademisi'nden Dr. Fredinand Ossendowski, kendisine Prens Chultun Beyli ve onun Lama'sı tarafından Moğolistan'da anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir. Bu görüşe göre, önceleri Atlantik ve Pasifik Okyanusu'nda iki kıta bulunuyordu. Bu kıtalar denizin dibine çöktüğünde buralarda yaşayanlardan bazıları muazzam yeraltı sığınaklarına kaçtılar. Bu mağaralar, tarih öncesi insanlığın kaybolmuş halkına hayat veren ve bitkilerin büyümesini sağlayan acayip bir ışıkla kaplıdır. Bu ırk, bilimin en yüksek düzeyine ulaşmıştır.

Polonyalı bilgin, Agharta'nın yeraltı halkının büyük teknik aşamalara ulaştıklarını belirtir. Asya'daki devasa tünel şebekesinin içinde, yüksek hızda yol alan olağandışı araçlara sahiptirler. Diğer gezegenlerdeki yaşam üzerine çalışmalar yapılmıştır. Ancak, en büyük başarılarını zihin konusunda elde etmişlerdir.

Meşhur kâşif ve ressam Nicholas Roerich'e, Çin Türkistan'ı ve Sinkiang'taki gezileri sırasında uzun yeraltı koridorları gösterilmiştir. Yerel sakinler ona, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan tuhaf insanlardan bahsettiler. Onlara, aldıklarının karşılığını kimsenin teşhis edemediği eski paralarla ödemişlerdi. Roerich, 1935'te Çin'deki Kalgan yakınlarında Tsagan Kure'de konaklarken, "The Guardians" (Gözeticiler) adlı bir makale yazdı. Bu yazıda, eğer çölün ortasında boşluktan çıkıyormuşçasına gizemli adamlar beliriyorsa, bunlar bir yeraltı geçidinden çıkmış olamaz mı, diye soruyor. Nicholas Roerich, bu gizemli ziyaretçiler hakkına Moğollara danıştığında ona birçok ilginç hususlar açıklamışlardır. Yabancılar, arada bir at sırtında geliyorlar ve ortalığı fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı. Moğollara hediyeler vermişlerdi.

Uluslararası bir şöhrete sahip olan ve hem araştırmacı, hem de ressam olarak başarılı sayılan bir kişinin tanıklığı hafifçe geçiştirilemez. Andrew Tomas, bu kâşifle 1935 yılı seferinden sonra Şangay'da karşılaşma bahtiyarlığına ermiştir. Burada belirtmeliyiz ki, 1926'da Prof. Roerich ve heyetindeki üyeler, Karakum Dağları'nın üzerlerinde parlak bir disk izlemişlerdir. Güneşli bir sabahleyin ve üç kuvvetli dürbünle objeyi net bir şekilde gözlediler. Sonra, bu oval araç aniden yönünü değiştirir. Kırk yıl önce Orta Asya'da ne uçak, ne de balon vardı. Bu, tarih öncesi bir koloniden gelen bir uçan araç mıydı?

Roerich Heyeti, Karakurum Geçidi'nden geçerken yerli rehberlerden biri kendisine, dağların içlerindeki gizli girişlerden ortaya çıkan uzun boylu, beyaz tenli adam ve kadınlardan bahsetmişti. Bunlar, meşalelerinin ışığı altında karanlıkta görülmüşlerdi. Rehberlerden birinin söylediğine göre, bu gizemli dağ insanları gezginlere de yardım etmişlerdir. Tibet kâşifi Madam A. Davit-Neel, yazılarında Tibetli bir şairden söz eder. Denildiğine göre bu şair, Çin'in Çinhai eyaletinin boş çölleri ile dağlarının bir yerinde bulunan "tanrıların yurdu" na ulaşan yolu bilmekteydi. Bir keresinde, Madam David-Neel'e, bu yerden mavi renkte bir yaz çiçeği getirmişti. Halbuki David-Neel'in bulunduğu bölgede ısı -20 dereceydi ve Dichu Nehri180 cm'ye kadar donmuştu.

Bu konuyu yazdır

  AGARTA - Tufan Öncesi Koloniler
Yazar: Emka - 17-06-2016, Saat: 20:00 - Forum: AGARTA - Yorum Yok

agartha___realm_of_the_underground_world...00x450.jpg


Alman yazar K.K. Doberer, "The Goldmakers" adlı kitabında şu düşünceyi belirtir: "Atlantis'in bilge kişilerinin görüşlerine göre büyük tehlikeden kaçmanın bir yolu da göç etmektir. Akdeniz üzerinden doğuya doğru ilerleyerek Asya topraklarına varıp DÜNYA'NIN DAMI'nda koloniler kurmaktı. (Himalayalar'da)" Bu, şaşırtıcı bir tahmin olmasına rağmen, belki de gerçeklerden pek uzak değildir. "İyi Kanun"un yüksek rahipleri ve prensleri kültür ve teknolojilerinin tüm meyveleri ile birlikte, yeryüzünün güvence içindeki uzak bir köşesine havadan nakledilmiş olabilirlerdi. İlimlerini, küçük, tümüyle tecrit edilmiş topluluklarda, akademilerimizce bile tahayyül edilemeyecek yüksekliklere değin gelişmiş olabilirlerdi. Görünürde fantastik olan bu kurama ağırlık kazandıracak kanıtlar mevcuttur.


Mahabharata Destanı'nda, göklerde uçakların uçtuğu ve kentler üzerine tahrip edici bombaların atıldığı eski bir devirden bahsolunur. Zalim savaşlar yapılmış ve kötülük serbestçe hükmetmiştir. Jeolojik tufandan az önce olanların muhtemel görüntüsünü eski yazıtlardan ve çoğu ırkların efsanelerinden faydalanarak yeniden kurabiliriz.

Kültürlerin sonunun geldiği ve insanlığın ilerleyişini tehlikeye girdiğini fark eden bir grup açık görüşlü filozof ve bilgin, dünyanın erişilmesi imkânsız bölgelerine çekilmeye karar verdiler. Dağlarda gizli yeraltı sığınakları inşa edildi. Himalayalar'daki saklı vadiler, uyanış meşalesini geleceğe ulaştıracak birkaç seçkin kişiye tahsis edilmişti.

Bu konuyu yazdır