Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,075
» Son Üye: rahmanmutlu
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1088 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1088 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 257
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 366
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 794
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 713
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,569
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,955
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,179
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,338
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,586
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,867

 
  KUR’AN’IN AÇKILANMAYAN SIRRI: BEN - BİZ - O
Yazar: Emka - 17-02-2017, Saat: 05:18 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Kur’an-ı Kerim’i Türkçe olarak okumuş olanlar bilirler. Kur’an’da farklı hitap şekilleri vardır. Kur’an’daki ayetlerde en çok, “biz” şekilinde, birinci çoğul şahıs ağzından hitaplar yeralmaktadır. “Hamd, Alemler’in Rabb’i, merhametli olan, merhemet eden ve Din Günü’nün sahibi olan Allah’a mahsustur. Ancak sana kulluk eder ve yalnız Sen’den yardım dileriz. Bizi doğru yola, nimete erderdiğin kimselerin, gazaba uğramayanların, sapmayanların yoluna eriştir.” (Fatiha Suresi: 1/1-7) Bu sure Kur’an’ın başlangıç suresidir. Ve yine bu sure, Kur’an’ın özü ve en önemli suresi olarak kabul edilmiştir. Ama surenin asıl anlam ve önemi hakkında geniş halk kitlelerine pek az objektif bir değerlendirme yapılabilmiştir. Yedi ayetten oluşan bu sure dikkatlice okunursa, daha Kur’an’ın hemen başlangıcında, insanlara büyük bir sırrın ilk ipuçlarının verildiği dikkatlerden kaçmayacaktır. Surenin başlangıcında konuşmaya başlayan varlık, yahut da “biz” olarak konuşan varlıklar grubu, Allah’a hamd etmekte, sonraki ayetlerde de dua ve dilekte bulunmaktadırlar. 

Bu anlatım özelliği “biz” olarak konuşan varlıklar topluluğu ile, Allah’ın ayrı ayrı anlamlarda kullanıldığını, en açık ve ince bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ayrılığa, başka ayetlerde de rastlanır. “Doğrusu, Biz, Kur’an’ı kadir gecesinde indirmişizdir.” (Kadir Suresi: 97/1) “İşte bunlar, ey Muhammed, sana doğru olarak okuduğumuz Allah’ın ayetleridir. Allah hiç kimseye zulmetmek istemez.” (Al-i İmran Suresi: 3/108) “Ey Muhammed. İşte bunlar Allah’ın ayetleridir. Biz onları sana doğru olarak okuyoruz. şüphesiz sen peygamberlerden birisin. İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah’ın kendilerine hitabettiği, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa’ya belgeler verdik, onu Ruhü’l Kudüs’le destekledik...” (Bakara Suresi: 2/252-253) Kur’an’la ilgili yapılacak en basit bir incelemede dahi, bunlara benzer sayısız ayetlerin bulunduğu görülecektir. 

kuran-i-kerimde-en-cok-duasi-gecen-peyga...ffe86b.jpg


Bir çok ayetlerde “biz” olarak konuşan varlıklar grubu yahut varlıklar grubunun sözcüsü ile Allah’ın aynı kavramlar olmadığı tüm açıklığıyla ortadadır. Biz olarak konuşan varlık, aynı ayette ayrıca Allah’tan bahsetmekte, onun emirlerini aktarmaktadır. Eğer bir an için bu iki kavramın ortaklaşa Allah’ı ifade ettiğini düşünecek olursak; konuşan varlığın kendi kendine hamdettiği, kendi kendine dileklerde bulunduğu, kendi kendisinden kendisini doğru yola iletmesini istediği gibi mantıksız ve anlamsız sonuçlar çıkarılması gerekecektir. Kur’an’da insanlara “biz” diye hitabeden varlıkların fonksiyonları nedir? Bu soruya da yine cevap Kur’an’dan gelmektedir. 

Aşağıdaki ayetlerin incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, insanlar, Cebrail’in de üyesi bulunduğu, Kur’an’da kendisini “biz” olarak tanıtan, Allah’ın izni ve emri doğrultusunda çalışan yüce bir topluluk tarafından sevk ve idare edilmektedir: “Cebrail Muhammad’e şöyle dedi: ‘Biz, ancak Rabbinin buyruğuyla ineriz; geçmişimizi geleceğimizi ve ikisinin arasındakileri bilmek O’na mahsustur...” (Meryem Suresi: 19/64) “... Bizim herbirimizin bilinen bir makamı vardır. şüphesiz biz sıra sıra duranlarız. şüphesiz biz Allah’ı tesbih edenleriz.” (Saffat: 37/164-166) Al-i İmrân Suresi’nde geçen bir ayet ise, belki de hepsinden daha ilginçtir: “Allah, melekler, ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O’ndan başka Tanrı olmadığına şahitlik etmişlerdir. O’ndan başka Tanrı yoktur, O güçlüdür, Hâkimdir.” (Al-i İmrân Suresi: 3/18)

Allah’ın, meleklerin ve ilim sahiplerinin şahitlik ettikleri ve ayette “O” diye isimlendirilen Tanrı ile kasdedilen, Kadir-i Mutlak Yaradan’dır. İlginç bir başka benzerlik de, Mu Kültürü’nde Yaradan’dan “O”diye bahsediliyor olmasıdır. Mu Kültürü’nde Yaradan’ın isim ve sıfatı yoktur. Yaradan’dan sadece “O” diye bahsedilirdi. Konumuzu yavaş yavaş toparlayabilmek için, üzerinde görüp gözeticilerin yaşadığını açıkça anlatılan bir yıldızdan bahseden Tarık Suresi’ndeki bir ayeti, son olarak sizlere aktarmak istiyorum... “Göğe ve gece ortaya çıkana and olsun. Gece ortaya çıkanın ne olduğunu sen bilir misin? O, ışığıyla karanlığı delen yıldızdır. 

Üzerinde gözetici olmayan kimse yoktur.” (Tarık Suresi: 86/1-4) Kur’an’da, görüp gözetici özelliğiyle yüce bir topluluğun bulunduğu başka ayetlerde de geçer. Ancak burada ilginç olan, “Görüp Gözetici” özelliğindeki yüce topluluğun gece ortaya çıkan bir yıldız kastedilerek onun üzerinde olduğunun söylenmesidir. Ezoterizm’deki karşılığı ise “Ruhsal İdare Mekanizması”dır. Ve yine Ezoterizm’e göre bu yıldız Sirius Yıldızı’dır. Böylelikle Sirius Yıldızı’nın gizemi Afrika’daki Dogonlar’dan sonra burada da karşımıza çıkıyor...

Bu konuyu yazdır

  ÖLÜLER KİTABI ve ASTRAL SEYAHAT YAPAN RAHİPLER
Yazar: Emka - 17-02-2017, Saat: 05:11 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Dünya üzerinde “Ölüler Kitabı” adıyla bilinen iki ayrı yazılı metin bulunmaktadır. Bunlardan biri Mısır’a, diğeri ise Tibet’e aittir. Her ikisinin de konuları aynıdır. Ancak kendi toplumlarının geleneklerine göre anlatım üsluplarında farklılıklar vardır. Ancak öz olarak anlatılan bilgiler bir ve aynıdır. Çünkü köken aynıdır. Her ikisi de bir zamanlar yeryüzünde varolan Atlantis ve Mu Uygarlıkları’nın kültür izlerini taşır. Biz burada Mısı’ın Ölüler Kitabını kısaca incelemeye çalışacağız: Bilinen ilk Ölüler Kitabı, 453 Bab’dan oluşan metinlerden oluşur. Bu metinler Eski Mısır’ın kutsal yazıtlarıdır. Atlantisli bilgeler tarafından eğitilen ilk Mısırlı rahipler tarafından kaleme alındığı tahmin edilmektedir. Bu metinler yıllarca gizli tutulmuş ve içindeki sembollerle gizlenen sırlar çok az sayıdaki kişiye aktarılmıştır. Bu metinler çok sonraları M.Ö. VII. yy.’da 165 Bab’da toplanmıştır. Torino’daki Eski Mısır Müzesi’nde bulunan 20 metre boyundaki papirusta bunlar saklanmaktadır. 

Ölüler Kitabı’nın Babları’nın okunuşu, ayinlerde arınmış rahiplerce yapılıyor, bütün cenaze töreni boyunca ölünün mumyasına dönük olarak, kutsal metinler okunuyordu. Mayasis, “Sırlar ve İnisiyasyon” adlı kitabında: “Bu okuma, inisiye olmamış ruhun dünyayı terk ettiği sırada yapılan aceleye getirilmiş bir inisiyasyon benzeriydi” diye yazıyor. Mısır’ın Ölüler Kitabı’nın bazı Bablar’ı, hiç bir insana açıklanmaması istenen büyük sırları ima etmektedir. Bu sırlar sadece Mısırlı rahiplerce bilinir ve gizli tutulurdu. Ölüler Kitabı’nı, sadece ruh varlığının bedenini terk ettikten sonra karşılaşacağı olayların bir açıklaması olarak görmek, onu gerçek değerinden uzaklaştıracaktır. Her ne kadar öte aleme yani Spatyom’a geçen varlığın karşılaşacağı olaylar hakkında bilgiler de kitabın konusu içinde varsa da, esas özelliği; varlığın hem bu dünyada hem de öte dünyada sadeleşmesi, arınması ve onların tabiriyle, tanrılara eşit olabilmesi için öğrenilmesi gereken bilgilerle dolu olmasıdır. 

gizemli-kitap-misirin-oluler-kitabi.jpg

İşte bu yüzden, Ölüler Kitabı, aslında bir inisiyasyon kitabıdır. İnisiyasyonun safhalarını ve inisiyasyonda geçen olayları anlatmaktadır. Bu yüzden, mabetlerde ezoterik bilime inisiye olan adaylara, belirli bir metotla açıklanan sırları bünyesinde sembolik bir dille muhafaza eden Mısır’ın Ölüler Kitabı, her iki açıdan da değerlendirilebilir. Yani Ölüler Kitabı’nda anlatılanları hem bedenini terk eden varlığın karşılaşacağı olaylar, hem de inisiyenin eğitimi esnasında yaşayacağı şuur halleri olarak görebilmek mümkündür. Aslında her ikisini de birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Çünkü her ikisi de birbirinin parçası ve devamıdır. Bu yüzden az sonra yapmaya başlayacağımız açıklamalarımızı iki ayrı grupta toplamaktan ziyade, birbirini tamamlayan açıklamalar olarak ele almayı daha uygun görüyorum. 

Ayrıca, gizli inisiyasyona dahil olan bir varlığın, o devirlerde astral tecrübeleri gayet kolaylıkla yapabileceği de göz önüne alınacak olursa, böyle bir ayırımın söz konusu edilemeyeceği açıkça ortaya çıkacaktır. Mısırlı rahipler yaptıkları Astral Seyahatlar ve Durugörü yetenekleri vasıtasıyla öldükten sonra gidilecek olan spatyomu daha ölmeden önce inceleme imkanı bulabiliyorlardı. Bu açıdan bakıldığında; astral mekanla, fizik mekan birbirlerini tamamlayan bir bütünlük oluşturmaktadır. Mısır’ın üzerindeki esrarengizlik örtüsünün ucunu aralamak için, o devirlerde mabetlerde yaşananları gün ışığına çıkartma mecburiyeti vardır. Aksi takdirde Mısır’ın bir türlü çözülemeyen
bilmecesi, daha uzun yıllar insanların zihnini meşgul edecektir. İşte o gizemlerden bir tanesi de, mabetlerde Osiris rahiplerinin gözetiminde adaylara yaşatılan astral tecrübelerdir. Astral tecrübeden kast edilen şey nedir?

ASTRAL SEYAHAT YAPAN RAHİPLER 


Günümüz Parapsikoloji Bilimi’nin üzerinde titizlikle durduğu bir çalışma burada kastedilmektedir. Bu çalışmaya Parapsikoloji Astral Seyahat adını verir. Temeli fizik bedeni bilinçli bir şekilde terk ederek, belirli bir süre beden dışına çıkmaya dayanır. Bedenin dışına çıkıldığında fizik mekanda kalınabileceği gibi astral mekana da geçilebilmektedir. Böylelikle öldükten sonra gidilecek olan mekan hakkında daha ölmeden önce bir bilgi sahibi olunabilmektedir. Osiris rahiplerince öğretilen bir teknikle böyle bir tecrübe inisiye adayına rahatlıkla yaşatılabilmektiydi. Günümüzde de yurtdışında bilimsel çevrelerce üniversitelerde bu yöntem aynen kullanılarak başarılı sonuçlar elde edilmektedir.

Bu konuyu yazdır

  NAZİ KARARGAHINDA TİBETLİ RAHİPLERİN İŞİ NEYDİ?
Yazar: Emka - 17-02-2017, Saat: 05:05 - Forum: Hitler - Yorum Yok

II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı’na girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesedi bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu... Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum birçok kimsenin merakını çekmeye başladı: Nazi Karargahı’nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi ki? İşte bu mesele inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler şambala ile irtibattaydılar!... Her şey Thule efsanesiyle başlıyordu... Thule efsanesinin kökeni ise kayıp bir uygurlığa dayanmaktaydı. 

Bu da Nazizm’in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdular. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Dietrich Eckardt, Thule tarikatının temel felsefesini şöyle açıklıyordu: “Thule’nin tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile “dış zekalar” arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı, geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır.” İşte bu sözler özetle Nazizm’in de temelini oluşturmaktaydı... “Gizli Thule Tarikatı”nın üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. 

Nazi Partisi’nin kurucu üyelerinden ve Thule Tarikatı’nın önde gelen isimlerinden Karl Haushofer’ın, bir takım normal ötesi yeteneklere sahip olduğu bilinmekteydi. Örneğin ileri düzeyde geleceği bilme yeteneği vardı. Olacakları daha olmadan önce haber verebiliyordu. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerin düşeceği noktaları önceden çevresindekilere söyleyebiliyordu. Dahası, hakkında hiç bir şey bilmediği ülkelerdeki siyasal gelişmeleri de önceden tahmin edebiliyordu. Buna benzer şekilde, Hitler’in de garip yeteneklere sahip olduğu tespit edildi. ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in 1945 yılında öleceğini çok daha önceden çevresindekilere söylemiş olması onun bu garip yeteneklerine verlebilecek örneklerden sadece birisidir.

 Daha sonraları, Hitler’in majik çalışmalar gerçekleştirdiği de ortaya çıkacaktı... Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda, “ses majisi” denilen majik bir yöntemi kullanmasıydı. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştür. Bunun ortaya çıkmasından sonra, A.B.D.’de Hitler’in radyo konuşmaları araştırma amacıyla, CD’lere kopya edilerek satışa sunulmuştu. Araştırmalar ilerledikçe ortaya bir başka gerçek daha çıktı. Nazi Partisi Kurucu üyeleri’nden Karl Haushoffer’ın Hindistan, Japonya ve Tibet’e giderek oralarda uzun bir süre gizli çalışmalarda

hitler_buyucu_muydu_h9725.jpg


bulunduğu tespit edildi. Esrarengiz bir eğitimden geçtiği de, kayıtlar arasındaki bilgilerde dikkat çekiyordu. Tibet’te esrarengiz bir takım insanlarla gizli toplantılar yaptığı raporlarda belirtildi. Bu kişilerin kim olduğu hiç bir zaman öğrenilemedi. İşin bir başka ilginç noktası da Naziler’in bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir sembol değildi. Gamalı haç insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biridir. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole rastlanmıştır. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan bu sembolü daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu sembolü kullanmışlardır. Sembolün aslı, arka sayfada gösterildiği gibidir. 

Kökeni Mu Uygarlığı’na dayanan bu sembol daha sonraları gamalı haç şeklinde ifade edilmeye başlanmıştır. Hristiyanların kullanmaya başladıkları haç sembolü de gamalı haçtan türetilmiş ve aynı sembolün stilize edilmiş halidir. Ama asıl köken Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayınır. Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu Uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkartan Niven ve Churchward’ın kayıtlarında da yer almıştır. (Alttaki şekil) Bu sembol Mu’nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklar. Bu sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştır. 

Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden geçen inisiye rahipler bilmekteydi... Kökeni Mu’ya dayandığı için bu sembol hem Agarta’da hem de şambala’da da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Naziler’in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet’teki gizli çalışmalarına dayanmaktadır. şambala’nın üyelerinden olan bazı rahiplerden öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylelikle bu sembol, şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı. Oysa ki sembolün içinde gizlediği anlam tamamıyla başkaydı. Evrenin temel sırlarından birini sembolleştiren bu geometrik şeklin Mu’da neyi ifade ettiğini kısaca sizlere aktarmak istiyorum.

Bu konuyu yazdır

  VAROLUŞUN DÖRT BÜYÜK KUVVETİ
Yazar: Emka - 17-02-2017, Saat: 04:59 - Forum: NOTLAR - Yorum Yok

Dünyanın çeşitli bölgelerinde tabletlere çizilmiş olarak bulunan bu sembol, Atatürk’ün araştırmalarında da yeralmaktadır. Sembol genel olarak Evren’in anahtarı konumundadır. Dört kutsal kuvvetin, evrenin meydana getirilişindeki fonksiyonunu dile getirir. Her parçası ayrı bir anlama sahiptir. Sembolün içerdiği sırrı daha iyi anlayabilmek için şimdi bunları sırasıyla ele alalım: 1. Ezoterizm’de daire, başı ve sonu bir arada bulundurması ve sürekliliği göstermesi bakımından her şeyden önce mükemmelliyetin sembolüdür. Mısır’da Ra’yı yani güneşi sembolize eder. Dinsel metinlerde dairenin içi yaradanı, dış çizgisi yaratılmış olanı ve her ikisinin birliğini anlatır. 2. Mu alfabesinde bu şekil H harfi olarak kullanılmıştır. Dairenin ortasında kullanılması dört kuvvetin dairenin merkezinden ilk çıkışlarını gösterir. 

Birlikten çokluğa geçişin ilk adımıdır. Fizik evrenin ve varoluşun başlangıcıdır. 3.Birden çıkan ve dört farklı kuvveti ya da bir başka ifadeyle dört farklı enerjiyi ifade eder. Bunlar sırasıyla Ruh Enerjisi, Zaman Enerjisi, Fizik Enerji ve Hayat Enerjileridir. Bunlar, Evreni meydana getiren dört temel enerji olduklarından dolayı dinsel metinlerde kutsal varlıklar olarak sembolleştirilmiştir. Antik bilgilerde: Ateş, Hava, Toprak ve Su olarak ifade edilmiştir. 4. Her bir kuvvetin ortasına konulan bu işaret, kuvvetlerin aktif olarak çalışmakta olduklarını ve yaradılıştan sonra da faaliyetlerine devam ettiklerini gösterir. Faaliyet sembolüdür. 5. Her bir kuvvetin merkezden aldıkları gücün bağlantısını sembolleştirmektedir. Şeklin tamamı ise varolan tüm evrenin sembolü konumundadır. 

b_199151.jpg

Soldan sağa doğru dönüşü göstermesi, aynı zamanda evrenin, gezegenlerin ve galaksilerin hareket halinde olduğunun da bir işaretidir. Kısacası bu sembol bizzat varoluşun ve varoluşu meydana getiren dört büyük kuvvetin sembolü olarak Mu Kültürü’nde şifrelendirilmiştir. Gamalı haç ve artı şeklindeki haç işaretinin de kaynağı olan bu sembol, Naziler tarafından asıl anlamından çok farklı bir şekilde kullanılmış olması bir çok araştırmacı tarafından bir talihsizlik olarak nitelendirilmiştir. Bütün bu gelişmeler, Naziler’in bazı sırları ele geçirdiklerini ama bu sırları karanlık güçlerin hizmetinde kullandıklarını göstermiştir. Ele geçirdikleri bazı bilgiler vasıtasıyla yoğun kara maji uygulamalarını gerçekleştiren Naziler, bu güçle büyük halk kitlelelerini kendi ideolojileri peşinden sürükleyebilmişlerdir. 

Nazi Partisi mensuplarının ve özellikle de partinin kurucu üyelerinin yaşamlarındaki gizem perdesi günümüzdeki birçok araştırmacı için hala araştırma konusudur. Örneğin, Tibet’te gizli eğitimden geçtiği saptanan Karl Haushofer’in yaşamındaki sırlar, ölümü üzerinde de kendisini göstermiştir. Esrarengiz bir şekilde ölen Karl Haushofer’in hem yaşamı, hem de ölümü hala cevaplanamayan sorularla doludur: Karl Haushofer’in çıkartıldığı mahkemeden sonra, kendisini incelemelerine vermek için, toplum hayatını terk ederek inzivaya çekildiği biliniyor. 

Bir yıldan az bir zaman sonra ise hiç bir zaman açıklanamayan esrarengiz haller içinde öldü. Yapılan araştırmalar, kendisinin kara maji yöntemleriyle uzaktan öldürülmüş olabileceği hakkında iddiaların ortaya çıkmasına sebebiyet verdiyse de, yine de cevaplanamayan pekçok soruyu arkasında bırakarak bu hayattan göç etmiştir... Gizli Thule Tarikatı’nın gizemi günümüzde hala tam olarak çözülememiştir. İşin en ilginç

yönlerinden biri de, Thule’nin Eski coğrafi bilgilere göre, dünyada mevcut olan meçhul bir yer olarak geçmesidir...

Bu konuyu yazdır

  ÖLÜMSÜZLÜĞÜN KAPISI ARALANIYOR
Yazar: Spiritüeller - 16-02-2017, Saat: 19:48 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Ölümsüzlüğün kapısı aralanıyor! Darwin´e göre, Homo Sapiens yani biz evrimin en üst düzeyindeyiz, bunun göstergesi ise beslenmek için bir süper-yokedici olmamız.

Darwin´e göre, Homo Sapiens yani biz evrimin en üst düzeyindeyiz, bunun göstergesi ise beslenmek için bir süper-yokedici olmamız. Modern bilim ve teknoloji, çok uzun bir zamandan beri, insanın hayvanlardan daha üstün olduğunu tanımlamak ve kesinleştirmek için mücadele ediyor, bunun için tek bir engel var; doğanın kontrolu, eğer doğayı kontrol edebilirsek daha da doğrusu hayvanların yaptığı gibi doğa ile bütünleşebilirsek sonuca ulaşacağız. Ve doğayı kontrol etmemizin en önemli hedefi ise ölüm yani ölümü yenmek. Bilim ne yaparsa yapsın, ne kadar çabalarsa çabalasın yine de insanlar ölümün kurbanı olmaktan kurtulamıyorlar. Araştırmalar sürüyor, acaba ölümü yenmeyi başaracak mıyız? Daha ne kadar zamana ihtiyacımız var?

İnsan yaşamının süresi on yılda bir fizyolojik olarak artar. Beslenme sistemimizdeki düzelme ve gelişim, tıbbın başarıları ve sağladığı güven, göreceli olsa da kentsel yaşamın güvenliği ve son zamanlarda ilerleyen genetik araştırmalar gösteriyor ki, bazı yönlerden mekanik olsa da, çok yavaş bir tempoda yaşlanmayı kontrol edebiliyoruz. Şimdiye kadar, insanların yaşlanmakdan ölmeleri kaçınılmaz bir programdaki genetik bir kod olarak düşünülüyordu, birçok insan yeni buluşları bekliyor, en yeni ilaçları yutuyor, yaşam biçimlerini değiştiriyor ve uzun yaşamı kovalıyor. Yüzyıllar geçtikten sonra ilk kez, insan kültürü doğal ölümsüzlüğü hak ettiğinin bilincinde ve bunu istiyor.

DNA´nın ihaneti

İnsan bedeni, temel olarak kendini yenileyen ve onaran bir yapıdır; her üç günde bir deri elbisemiz yenilenir çünkü hücreler sabit olarak bölünür ve çoğalırlar ama bunun da bir sınırı vardır. Derinin büyük kayba uğradığı hallerde yetişemezler. Birçok hücre yaşlanır, DNA bunu engelleyemez veya DNA yenilenmez, zincir genetik olarak proteinlerin hasar görmesi için serbest bırakılmıştır. Berkley Üniversitesi´nden molekül bioloğu Judith Campisi, deri ve bağışıklık sistemindeki yaşlı hücre kümelerinin, 70 yaşlarındayken 30 yaşlarındakilere göre üst düzeylerde olduğunu tanımlandı. Bu iki sistemdeki yüksek oranda hücre bölünmesi öncelikle görünür yaş demekti. Öyleyse yaşlanma oluşumu için kayıp ve hasar daha çok hücre gruplarının sorumluluğundaydı. Bitkinlik, bedenin yıpranmasının doğal sonucudur, kromozomlar DNA´nın ayakkabı bağı benzeri yapısıyla ilişkilidir, DNA başlıklarına ise "Telomer" denir, bunlar DNA zincirinin veya bağının dağılmasını engellerler ve kromozomlar her bölündüklerinde yeni DNA zincirinin oluşturmak için hazırdırlar ama telomerler bunu kısa tutarlar veya uzun sürmesine engel olurlar. 

Sonuç olarak, telomerler yeni DNA´nın oluşması için gereken sürenin kromozomlar tarafından kullanılmasına izin vermezler. Hücrelerin içini bir reaktöre benzetebiliriz, hücre sürekli yakıt üretir. Yaşlı insanlardan alınan hücrelerin araştırılması, bu yakıtın daha döllenmeden hemen sonra bir fetüs halindeyken tüketilmeye başlandığı göstermiştir. Kuramsal olarak, hücrelerin bu kadar hızlı ve çok çalışmasını engellemek ve yakıt tüketimini azaltmak mümkündür ama bu henüz kuram aşamasındadır. Çünkü hücrelerin insan olduktan sonra neden böyle çalıştıklarının cevabı henüz yoktur. Beden, enerjisinin büyük kısmını, yemekten sonra hazmederken kullanır, bir çok insanın metabolizması yavaştır, bazıları ise diet yaparak bu enerjinin kullanımını azaltmaya gayret ederler. Biologlar, laboratuar farelerinin yiyeceklerini ikiye bölüp azaltarak, yaşamlarını % 40 oranda uzatmayı başardılar. Los Angeles California Üniversitesi´nden biolog Roy Walford, günlük ihtiyacı olan 3000 kaloriyi, 1800´e indirerek, 120. yaşını kutlamayı umut ediyor. Walford´a göre yiyeceklerin azaltılması ve daha önemlisi doğru alınması, sağlıklı hücrelerin zarar verici ve yıkıcı protein gruplarından korunması yolunda ciddi bir adımdır. Özellikle de, E vitamini gibi antioxsidant vitaminlerin üst düzeyleri çok yararlı olmaktadır.

Ölümsüzlük yasal mı?

Biolojik araştırmaların umulmadık sonuçları yaşlanma oluşumunda yeni buluşları ortaya koyuyor ama normal olarak bunlar kısaltılmış olarak ancak özel tıbbi veya bilimsel yayınlarda yer alıyorlar ve toplum bunlardan haberdar olamıyor. Bunun için bir kuruluş oluşturuldu; "Yaşamı Uzatma Vakfı" kar amacı gütmeyen bir örgüt ve işi sağlıklı uzun ömür araştırmalarını duyurmak ve desteklemek; son haberler iletiliyor, yeni teknikler tanıtılıyor ve yeni ürünler duyuruluyor. Kuruluşun amacı, üyelerinin uzun yaşamaları için yardımcı olmak ve gelecekte gerekecek fonları yaratmak; ana hedef ise fiziksel ölümsüzlük. Slogan olarak da "Biz çabuk yaşlanmıyoruz, çabuk ölmüyoruz" diyorlar. 16 yıl evvel Hollywood´da Saul Kent ve William Faloon tarafından kurulan "Yaşamı Uzatma Vakfı"nın başı yasalarla dertte. Öncelikle önerdikleri özel beslenme metodları ve ilaçlara karşı çıkmaları yüzünden, FDA "ABD Beslenme ve İlaç Dairesi" tarafından sıkıştırılıyorlar. Ticari sistemin dışında olmaları bir diğer handikap. En büyük savaş ise, son yılların ünlü gençlik ilacı olan Melatonin için yaşandı ve yaşanıyor. Melatonin bir hormon ve bedeni yeniliyor. "Yaşamı Uzatma Vakfı", Melatonin´nin ticari amaçlı tıp kuruluşları ve doktorlar tarafından kontrol edilmesine karşı çıkıyor, benzeri diğer alternatif sağlık kuruluşları tarafından da desteklenen bu mücadelenin amacı ise, Melatonin ürünlerinin serbest ve ucuz satılması. Uzun süreli hastaların ilacı kullanmaya bütçeleri yetmiyor, buna rağmen dev ilaç tröstleri buna hiç aldırmadan kısıtlamayı sürdürüyorlar ve savaş sürüyor.

maxresdefault.jpg

Onlar ölümü reddediyorlar ?

Öte yandan, ölümsüzlüğün şu anda varolduğunu da söyleyebiliriz. Uluslararası Ebedi Toplum Organizasyonu adlı kuruluş üç kişiyi ölümsüz olarak ilan etti; Charles P. Brown, Berna Deane ve James R. Stroke bir sosyal program oluşturdular; fiziksel ölümsüzlüğün bedenlerimizde gerçekten şifrelendiğini iddia ediyorlar, hücreler buna hazırlar, iş sadece onları bu oluşum için uyandırmakta. Bu üç ilginç insan "Together Forever-Ebediyen Beraber" adlı bir kitap yazarak olayı iyice tırmandırdılar; bakın ne yazmışlar; "Ölümsüzlük hücrelerini hissediyoruz, beden ölüm uykusuna benzeyen derin uyku nedeniyle buna zaten deneyimli. Ölümsüzlük zaten insanın en büyük arzusu ve amacı olarak hücrelerimizde her an titreşmektedir ve bu titreşim enerjisi hücrelerimizle bilincimiz arasında karşılıklıdır; derinlerde bunu anımsıyoruz; sürekli olarak, evet, ölümsüz doğdum, ölmek için doğmadım, demeliyiz; işte hücrenin uyanışı budur..."

Bu üç kişi, kendileri gibi düşünenleri biraraya toplayarak Scottsdale Arizona´da bir komün oluşturdular. Orada ilahi ölümsüzlüğü, fiziksel yenilenmeyi kovalarken, bedenlerini temizlemeye çalışıyorlar. O kadar ilginç düşünceleri var ki, oluşturdukları ölümsüzlük enerjisinin kendilerini kazalardan koruyacağına da inanıyorlar. Bütün bunlar bir yana ama bu olaya bilim dünyasının olumlu baktığı tek birşey var; o da bilinçaltının ölümü ve öleceğini önceden kabullenmiş olması, ama bu bir kuram, henüz bilinmeyen bir yöntemle bilinçaltı ölümü reddederse acaba neler olacaktır? Örnek ise, ölümcül hastaların çok azında görülen ölüme direnme gücü ve sonunda hastalığı yenmeleri; onlar ölümü reddediyorlar ve Azrail eli boş yerine dönüyor; İşte, gizem burada ama nasıl?

İnsanın ötesi...

Felsefi olarak İnsanlık mental, fiziksel ve sosyal olarak üst düzeylere ulaşma uğraşı içinde. Ölümsüzlükçüler, şu an içinde bulunduğumuz evrim düzeyinin çok uzadığı düşüncesindeler. Buna inananlar içinde bilindiği gibi, bedenlerini iddialara göre hemen ölmeden evvel ve genel olarak da ölür ölmez likit nitrojen içinde donduranlar bulunuyor. Bir kısmı ise, ölümsüzlüğün insanların bilinçlenmesiyle oluşacağını düşünüyorlar. Tıp ve psikoloji, insanın kişiliğinin nereden kaynaklandığını söyleyemiyor ama biyoloji şunu belirleyebilir; dünyasal insan düşüncesinden ve mental oluşumdan, beyinde çalışan elektriksel sinyaller sorumluysa ve eğer insan kişiliği veya ruh, beyinde bir etki doğuruyorsa yani söz konusu elektriksel sinyallere neden oluyorsa ve benzer bir etkiyi yapay bir beyinde yaratamıyorsak, öyleyse herşey kimyasal değildir ve ayrı, farklı birşey biryerlerde vardır. Bilgisayarları aklınıza getirin; bilgisayarın "hardware" denen teknik yeterliliği yani bedeni vardır, her program "software" ise bir kişiliktir; bedenin yani bilgisayarın farklı özelliklerini ayrı düzeylerde kullanır, hele bir de bilgisayarın ana belleği çok büyük veya genişse. Ama sorun hızdır, bilgisayar insandan hızlı bir hesabı yapabilir fakat bunu nasıl yapacağını kendi düşünemez. Anlaşılabildiyse, beden=bilgisayar ile program=kişilik/ruh benzerliği olabildiğince ortadadır.

Sonuçta görülüyor ki, insan ölümsüzlüğe, bilinç olarak, bilgelik olarak, istek olarak, hatta tıbbi olarak hazırdır ama yaşam biçimi olarak, tüm alışkanlıklarıyla ve oluşturduğu sistemlerle hazır değildir. Buna daha çok zaman var; belki de gerçekten evrim artık yeni bir aşamaya yani insanötesi insan aşamasına geçmeli...

Ölümsüzlük bizi melek veya vampir mi yapacak?

Her ne olursa olsun, ölümsüzlük gibi evrensel bir konunun karşısında olduğumuzda, öncelikle olumlu düşünmeliyiz. Ama dünyasal sorunlarımız vardır ve bunlar bizi korkutabilir; özellikle Üçüncü Dünya Ülkeleri´ndeki nüfus yoğunluğu ciddi ve endişe vericidir. Savaşlar sadece kaynakların ele geçirilmesi gibi basit ve ilkel bir neden için yapılmaktadır; doğal afetler ve açlık etkin ve öldürücüdür. Zengin azınlıklar gelişirken, fakir çoğunluk açlıktan ölmektedir; Bu arada, gelişmiş ülkelerde işşizlik dev oranlarda büyürken, emeklilik yaşının 65 yaş civarlarında olması, 20-40 yaş arasındaki kuşağın çalışma gücüne katılımını engellemektedir. Emeklilik ödemeleri, 80 yılı aşan uzun bir yaşam ortalamasında devletlere çok pahalıya malolacaktır hatta yıkıma neden olabilir. Ölümsüzler yaşam desteğini nereden alacaklar ve kendi dölleriyle nasıl rekabet edeceklerdir? Buna karşın bazı ölümsüzlükçülere göre, ölüm korkusunun kalkması toplumun beklentilerini ve sonuçta düzenini değiştirecektir. Tüm isteklerimizi, bir anda elde edemeyiz. Doğuştan gelen değerlerimiz ve tanımlamalarımız vardır önce bunları tolere etmeyi öğrenmemiz gerekecektir; Öte yandan, ölüm korkusu olmazsa, kaybedecek bir şeyimiz kalmaz. Eğer önümüzdeki bin yıl içinde ölümsüz olursak, ya bir melek ya da bir vampir olacağımız kesindir; bugün ektiğimiz tohumlara göre sonucu bekleyip göreceğiz.


  

Bu konuyu yazdır

  KADİM HİNT FELSEFESİNDE İNSAN NEDİR?
Yazar: Spiritüeller - 16-02-2017, Saat: 16:58 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Öncelikle dünyadaki felsefik ve ezoterik öğretiler mirasına baktığımızda 2 ana kaynak görürüz.

Birisi Kuzey Hindistan’a göç eden ve yerleşen Aryan ırk kökenli Vedik öğreti ve diğeri de Hermes Trismegistus’un Aşağı Mısır (günümüzün Kuzey Mısır’ı) kökenli Hermetik öğretisidir.
Hint Felsefesi Tibet ile derin etkileşimlerde bulunmuş ve Çin’de Taoizm, Japonya’da Şintoizm ve Zen Budizm başta olmak üzere tüm Uzak Doğu’yu ve Mezopotamya’yı etkilemiştir. Hermetik öğreti ise, İyon, Yunan, Anadolu, Sufizm, Kabala, Mezopotamya öğretileri ve Semavi Dinleri derinden etkilemiştir. Tarihte Helenistik Dönem ile başlayan ve sonra belirli aralıklarla doğu-batı kültürel mirasını birleştirmeye çalışmış çeşitli öğretiler de ortaya çıkmıştır. Aslında bir 3ncü kaynak da James Churchward’ın ilk olarak 1930’lu yıllarda yazdığı ve Atatürk’ün de Türklerin kökenine dair incelettirdiği “Kayıp Kıta Mu” kitap serisininde bahsetiği ve daha sonra Niven’in Meksika’daki arkeolojik çalışmaları sonucu bulduğu yazıtlarla teyid edilen günümüz Tibet’indeki Naacal öğretisidir. Bu 3 kaynağın da aslında kadim Mu İmparatorluğu ve onun kolonilerinden Atlantis çıkışlı öğretiler olduğu çeşitli kadim kaynaklarda ve medyumik kayıtlarda yazılmaktadır.

Hint Felsefesi insanı 7 boyutlu maddi ve manevi bir varlık olarak ele alır. İnsanın bir ayağı yanılsamalar dünyası olan maddi yaşamda, bir diğer ayağı içinden geldiği ruhsal hayattadır.
7 beden genel olarak :

1. Fizik beden (Etero-fizik beden) – Ruhun sürücüsü olduğu dünya okulundaki bedenidir ve TOPRAK elementi ile sembolize edilir. Fizik beden, doğası gereği EYLEMSİZ’dir ve değişime direnç gösterir. Spora girmek istediğinizde zihninize tembellik ve uyuşukluk ile direnç gösteren bu bedendir.

2. Enerjetik Beden (Prana)– İnsana can veren akışkan bedendir. Bedene can ve hareket veren CANdır. SU elementi ile sembolize edilir. Doğası gereği AKIŞKANdır ve maddeye nüfuz eder. Bu neden olmadan fiziksel beden yaşam yolculuğuna çıkamaz.

3. Duygu beden (Astral beden) – İnsanın hayvani yönü, nefsidir. Çok DEĞİŞKEN olması sebebiyle kestirilemez ve HAVA elementi ile sembolize edilir.

4. Somut akıl (Kama-manas) – İnsanın arzularının yer aldığı bedendir ve aynı arzuların yakıcılığı gibi ATEŞ elementi ile temsil edilir. İnsanı bedenini yöneten zekanın kullanımı akıldır ve insanın günlük yaşamındaki kararlarını ve seçimlerini yönetir. Ancak bu akıl dünyevi şartlar ve koşullar altında çeşitli bağlılıklar ve bağımlılıklar ile düşünen akıldır ve saf sakıl (manas) değildir. Şu ana dak bahsettiğim 4 beden insanın maddi yaşamını temsil eder. Bundan sonraki 3’lü ise ruhsal yaşamına aittir ve insanın amacı alt 4’lü beden ile üst 3’lüyü bu yaşamda birleştirip TAM ve BÜTÜN insan olmaktır.

a5bf8d65d78607fbc141f6347f3f5553_1024.jpg

5. Saf akıl (Manas) – Kama-manas olarak geçen akıldan farklıdır ve “Kahraman’ın Aklı” diye de geçer. Saf akıl manas olarak geçen akıldan farklıdır, zira şart ve koşullara bağlı veya bağımlı olmaksızın sadece yapılması gerekeni yapan akıldır. Bu aynı Kara Murat filmindeki film karakterinin başkaları için mücadele etmesi ve onların iyiliği için kendini düşünmeden başkaları için hayatını riske atması örneğinde olduğu gibi doğru zamanda doğru olanı korkmadan, dünya işine bağlanmadan yapan akıldır. Ya da Mahatma Gandhi gibi halkının iyi, mutlu, hür ve özgür bireyler yaşaması için pasif direniş temasıyla doğru olan için mücadele veren ve bu yolda kendini düşünmeden çalışan insanın aklıdır. Hizmet ön plandadır. “Ben” değil “Biz” ön plandadır. Bütünün iyiliği ön plandadır.

6. Sezgiler (Buddhi) – İnsan sahip olduğu 5 duyunun dışında sezgilere de sahiptir ve yaşamının her anında sezgilerini bir şekilde farklı derecelerde kullanır. Sezgiler ruhtan kaynaklanan ve ruhun geldiği kaynak olan İlahi kaynağın insana bahşedilen kısmıdır.

7. İrade (Atma) – İnsana cüzi iradesini kullanabilmesi için irade bahşedilmiştir. Bu onun ruhani yönünün bir parçasıdır ve külli iradenin bir izdüşümüdür.

Dünyevi alt 4’lü beden ile ruhani 3’lü beden arasında Antakarana adı verilen bir Gümüş İp vardır ki bu gerek dini, gereksal ruhsal kaynaklarda bahsi geçen ruhu geldiği öz kaynağa bağlayan gümüş kordondur ve madde-ruhsal yön bağlantısını sağlar. Bu bağ ne kadar güçlü ve sağlam olursa insan o denli TAM ve BÜTÜN olur.

İnsanın ruhani 3^lü bedeni ölümsüzdür, alt 4’lü bedeni ise ölümlü, geçici ve dünyevidir. Üstteki süvari, alttaki atlar diye geçer ve amaç süvarinin atlara hakim olmasıdır. Stefano D’anno’nun “Tanrılar Okulu” adlı müthiş kitabında bahsettiği savaş alanı tabiri insanın alt 4’lü bedenidir. İnsan kendisini ancak bu 4’lü bedene hakim olarak bilebilir. Bu hakimiyet ise 4 alt bedene sahip olup kendini ortadan kaldırmak ve Yaradan’ın ortaya çıkmasını sağlamakla olur.

İnsanın 7’li bedeni Teozofi, Mahayana Budizm, Taoizm, Kabala, Mısır inanç sistemi, ruhsal öğretiler, vb diğer kaynaklarda da farklı şekillerde anlatılır. Doğrudur ya da yanlıştır diye tartışmıyorum, ancak bu 7 beden yaklaşımı ile amaçlanan insanın ne tür bir donanıma sahip varlık olduğuna dair daha yüksek bir farkındalık kazanmak ve bu farkındalık ile kişinin kendini bilerek, doğru, iyilik adına evrenle ve Mutlak Varlık ile uyumlu bir şekilde yaşaması hedeflenir.

Bu konuyu yazdır

  AN'A ODAKLANMAK
Yazar: Spiritüeller - 16-02-2017, Saat: 04:38 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Hepimizin başına gelmiştir... Arabayı dakikalarca sürer ancak bir süre sonra düşündüğümüzde yolun bir kısmını hiç hatırlamayız... Evden çıkarız ama çıkarken neler yaptığımızı,,, örneğin ocağı kapatıp kapatmadığımızı hiç hatırlamayız...

Tüm bunları sanki bir otomatik pilota bağlanmış gibi yaşarız... Bir şeyleri yaparken bazen,,, gerçekte ne yaptığımızın çok farkında değilizdir...

Otomatik pilot zihnimizi pasif hale getirir,,, birçok düşünce,,, anı,,, duygu ve gelecekle ilgili planlar zihnimize doluşur... Bu düşüncelerin ve duyguların çoğu o anda yapmakta olduğumuz şeyle ilgili değildir... O anda yapmakta olduğumuz şeyle ilişkili olmayan bu duygu ve düşünce akıntısının bize pek faydası da yoktur... Zihnimize doluşan bu düşüncelerin pek çoğu ruh halimizi olumsuz yönde etkilemeye devam eder...

6156dcde11e9037c5ab2edb31038a0af.jpg

Depresyonda olan bir kişi,,, çevresinde olanlar yerine bir anda kendini olumsuz düşüncelerle uğraşırken bulur... Kaygı yaşayan veya panik atak geçiren bir kişi ise,,, hiç aklında yokken bir anda kendini huzursuz edecek düşüncelere daldığını fark eder... Aynı şekilde takıntıları yani obsesyonları veya stres,,, fobi gibi sorunları olan kişi de sürekli düşünceleri ve duyguları ile uğraşmaya devam eder ve o anda nelerin olduğunun farkına varamaz...

Tüm bunlar istemeden içinde bulunduğumuz ruh halini daha da olumsuza çeker... Endişe ve kaygı yaratan bu düşünce akıntılarında sürüklendiğimizi hissedebiliriz...

Otomatik pilottan çıkmanın yolu dikkatimizi şimdiki ana odaklamak ve şimdiki yaşantımızın farkına varmaktır... İşte buna “Şimdiye Odaklanma” adı verilir...

Şimdiye Odaklanmak becerisi özel tekniklerle de öğrenilebilmektedir...

Aslında gerçek olan o an eylemde bulunduğumuz,,, dikkatimizi verdiğimiz şeydir...

Bu konuyu yazdır

  OSHO - SEVGİNİN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜ
Yazar: Spiritüeller - 16-02-2017, Saat: 04:03 - Forum: OSHO - Yorum Yok

Herkes öyle bir şekilde yetiştirilmiştir ki, herkes birer idealist olmuştur. Hiç kimse gerçekçi değildir. İdeal insanlığın ortak hastalığıdır.

Herkes öyle bir şekilde yetiştirilmiştir ki, herkes gelecekte bir yerde birisi, bir şey olmak zorundaymış diye düşünmeye devam eder. Bir imaj verilir ve sen onun gibi olmak zorundasın. Bu sana bir gerginlik verir çünkü sen o değilsin, sen başka bir şeysin, ama yine de o olmak zorundasın.

Bu yüzden kişi gerçeği gerçek olmayan için kötüler: Gerçek olmayan gerçek değildir. Ve ideal olan seni geleceğe doğru çekmeye devam eder, şimdiden çıkarır.İdeal sürekli bir kâbusa dönüşür çünkü o kınamaya devam eder. Mükemmellik idealine sahip olduğundan ne yaparsan yap mükemmel olmaz. Ne elde edersen et yine de tatmin edici değildir çünkü senin hiçbir zaman tatmin olmayacak çılgın bir beklentin vardır.Belirli bir zamanın içinde, belirli bir halin içinde, belli sınırlarla. Sen insansın. Bu sınırları kabul et. Mükemmeliyetçiler her zaman için delirmenin eşiğindedir. Onlar takıntılı insanlardır; ne yaparlarsa yapsınlar yeterince iyi değildir. Ve hiçbir şeyi mükemmel yapmak mümkün değildir; mükemmellik insanlar için imkânsızdır. 

Aslında mükemmel olmamak yegâne olma yöntemidir.O halde ben burada ne öğretiyorum? Ben sana mükemmellik öğretmiyorum, ben bütünlük öğretiyorum. Bu bütünüyle farklı bir şeydir. Bütün ol. Mükemmelliği umursama. Bütün ol derken, gerçek ol, burada ol diyorum; ne yaparsan yap tam olarak yap. Mükemmel olmayacaksın ama senin mükemmel olmaman güzellikle dolu olacak, o senin bütünlüğünle dolu olacak.

Asla mükemmel olmaya çalışma, aksi taktirde çok fazla endişe yaratacaksın. Halihazırda çok sayıda dert var; kendin için daha fazla dert yaratma.

Hayatın kendisi o kadar karmaşık ki, lütfen kendine karşı biraz daha nazik ol. İdealler yaratma. Hayat yeterince problem çıkarıyor ama bu problemler çözülebilir. Eğer yanlış trendeysen, treni değiştirebilirsin; biletler kayıpsa yeniden alınabilir; eğer karın kaçtıysa başka bir kadın bulabilirsin. Hayatın sana getirdiği problemler çözülebilir ama idealizmin sana getireceği problemler asla çözülemez; onlar imkânsızdır.Bütün olarak yapılan her eylem canlılık katar ve bütün olarak yapılmış olan her eylem asla herhangi bir esaret yaratmaz. Bütünüyle sev ve bağlılık asla ortaya çıkmaz; yarım yamalak sev ve bağlılık ortaya çıkar. Bütünüyle yaşa ve ölümden korkmazsın; kısmen yaşa ve ölümden korkarsın.

love-rose-wallpaper11.jpg

Mükemmelliğe olan bu takıntı nedir?

O zaman sen gergin, kaygılı, sinirli, her zaman huzursuz, dertli, çatışma halinde olacaksın. İngilizce “agony (ıstırap çekmek)” sözcüğü “çelişkili olmak” anlamına gelir. Sürekli olarak kendinle güreşmek; ıstırabın anlamı budur. Kendinle huzurlu olmazsan acı içinde olacaksın. İmkânsız olanı isteme; doğal ol, rahat ol, kendine sevecen davran ve başkalarını sev.Sürekli kendisini kötülediği için kendini sevemeyen bir kişi unutma ki başka kimseyi sevemez. Mükemmeliyetçi birisi sadece kendine karşı mükemmeliyetçi değildir, başkalarına karşı da öyledir. Kendisine karşı acımasız olan birisinin başkalarına karşı da acımasız olması kaçınılmazdır. Onun talepleri imkânsızdır.


Osho

Bu konuyu yazdır

  İNSAN IŞIK BEDENİ İLE HAVAYI TEMİZLEMEK
Yazar: Emka - 15-02-2017, Saat: 23:27 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorumlar (1)

Avustralya'nın Batı Sahillerinin kuzey bölgesinde kor-kunç bir kuraklık oldu. Tam zamanlamasını hatırlamıyorum, ancak 97 ya da 98 yıllarında olmuş olmalı. Her yerde orman yangınları, hiçbir azalma belirtisi olmadan devam ediyordu ve alevlerin ağırlaştırdığı dumanlar havada asılı kalmış gibiydi. Hava inanılmaz derecede kuruydu! Böylece, bu öğrencim ve diğer bu olaya şahit olan üç kişi ile beraber Mer-ka-Ba meditasyonuna başladım ve kendi Mer- Ka-Ba' m aracılığı ile etrafımızı millerce çeviren atmos-fere yağmur bulutu sesinin dalga formunu yollamaya başladım. O gün öğleden sonra hiçbir şey olmadı, ancak ertesi sa-bah kaldığımız kulübenin çatısına çarpan yağmur sesiyle uyandık, gökyüzü sis ve yüksek bulutlarla doluydu. Havalara sıçradım ve bu ufacık evin etrafında şiddetle yağan yağmuru seyretmek için pencereye koştum. Kalbimdeki he-yecandan çocuk gibi hissediyordum. Bunun işlediğini biliyordum, ancak diğer taraftan bu olay bir kez gerçekleşmişti ve sadece bir kere olmuş olma-sı basit bir rastlantı da olabilirdi. 

Yağmur üç gün oyunca devam etti ve Amerika'ya dönme zamanım geldiğinde hala durmamıştı. Eve döndükten sonra Avustralya'daki bir arkadaşım telefon etti ve iki hafta boyunca şiddetli yağmur yağdığını söyledi. Tüm orman yangınları durmuştu ve hükümet kuraklığın bittiğini açıklamıştı. İyice ilgim çekilmişti. Bu gerçekten doğru muydu? Sıradan bir insan meditasyon aracılığı ile iklimi değiştirebilir miydi? Birkaç ay sonra Mexico City'de bir gruba Mer-Ka-Ba meditasyonunu öğretirken, kendimi Avustralya'daki yağmur hikayesini anlatırken buldum. Dinleyicilerden biri "Bunu Avustralya'da yapabiliyorsan burada, Mexico City'de de yapar mısın? Havamız çok kirli ve zorlukla nefes alıyoruz" dedi. Kabul etmeliydim ki tüm dünyayı gezdim, ancak bu şehir kadar havası kirli bir yer görmedim. İki bloktan daha ilerisindeki binaları göremiyordum. Aslında, gökyüzünü günün ortasında bile göremiyordum. 

yapay-zeka-isik-hizina-cikabilir-8994995_o.png

Kahverengi bir kubbenin altında yaşıyor ve her nefes alışımda dizel bir kamyonun yanında duruyormuşum gibi hissediyordum. Bu kesinlikle çok iyi bir test olacaktı. Kırkı aşkın şahidin katılımıyla şehrin merkezine, çok sayıda yolun yakınında yer alan eski bir piramide gittik. Tepeye, her yönden şehri görebileceğimiz bir yere tırmandık, ancak yoğun kirlilik nedeniyle sadece kısa bir mesafe gidebildik. Bir daire halinde 

piramidin tepesinde yer alan geniş, düz, çimenlik bir alanda birbirimizin yüzlerini görebilecek şekilde oturduk. Yapmak üzere olduğum şeyi herkez biliyordu: doğal Mer-Ka-Ba alanımı anten gibi kullanarak, tıpkı tam göbekten şimşek yollarcasına, yağmur bulutunun dalga formunun sesinin vibrasyonunu dışarı gönderecektim. Diğerleri gibi saatimi kurdum ve meditasyona başladım. Meditasyonumun on beşinci dakikasında başımın tam üzerinde, gökte mavi bir delik açıldı. Herkes yukarıya işaret etmeye başladı. Delik giderek büyümeye ve genişlemeye başladı.Bir on beş dakika daha geçtikten sonra iki üç mil çapına varmıştı. 

Şehrin kirli havasının tepesinde, adeta birisi bıçakla hava kirliliğini kesip atmış gibi mükemmel yuvarlak bir daire oluştu.Kahverengi bulut "duvarı" etrafımızda tüm yönlerde var olmaya devam etmekle birlikte bizim bulunduğumuz yerde tam ortada hava açık ve tertemizdi. Başımızın üzerinde çok güzel pembe bir bulut belirdi, hava gül kokuyordu. Çok etkileyici duruyordu. Kayıt ettiğimize göre, üç saat on beş dakika süresince duvar hiç hareket etmedi. Hükümet, orada neden bir delik oluştuğunu anlayabilmek için helikopter yolladı, ancak bunun ne olduğu hakkında ne düşündüklerini bilmiyorum. Bu sürenin sonunda, gruba meditasyonu bitireceğimi ve neler olacağını seyretmek istediğimi söyledim. Meditasyonu bitirir bitirmez kirlilik duvarı grubumuzun üstüne doğru hızla gelmeye başladı. 

On beş dakika içinde bize ulaşmıştı, Mexico City'nin korkunç leş kokulu egzoz dumanları bir kez daha bizi kuşatmıştı. Bir defa daha şehir manzarasını saklayan kirlilik kubbesinin içindeydik. Amerika'ya dönerken uçakta neler hissettiğimi hatırlıyorum. İnsan bilincinin tüm sorunlarımızın cevabı olduğuna hiç  şüphem olmadığını biliyordum. Uzun süren yolculuğum boyunca heyecanımı zorla zaptediyordum. Bundan sonra bu başarılı olayı iki defa İngiltere'de ve iki kere de Hollanda'da sergiledim. Her seferinde, elli civarında izleyicinin önünde mükemmel olarak çalıştı. İngiltere'deki ikinci uygulama hayatımı dramatik olarak değiştirdi

Bu konuyu yazdır

  GÖRME DUYUMUZ DA HOLOGRAFİKTİR
Yazar: Emka - 15-02-2017, Saat: 22:14 - Forum: EVREN VE BİLİM - Yorum Yok

Beynin içerdiği tek holografik olgu hafıza değildir. Lashley'in başka bir buluşu da, görme merkezlerinin operasyonla kesilip çıkartılma işlemine karşı beynin direnç göstermekte olduğu olgusuydu. Lashley, bir farenin görme korteksinin (beynin gözün gördüğü nesneyi algılayıp yorumladığı kabul edilen bölümü) yüzde 90'ı çıkartılmış olsa bile, hayvanın karmaşık görme yetenekleri gerektiren deneyleri hâlâ başarabildiğini keşfetmişti. Pribram'ın yönettiği araştırma, görme sinirlerinin yüzde 98'i kesilmiş bir kedinin de aynı biçimde, karmaşık görme deneylerini başarabildiğini ortaya koymuştur.3 Böylesi bir durum, bir izleyicinin, % 90'ı ortadan kalkmış bir sinema perdesinde bile filmi yine aynı keyifle izleyebileceğine inanmakla eşdeğerdedir. Ve böylece Pribram'ın araştırmaları, görme sürecinin nasıl oluştuğu konusundaki yerleşik anlayışa bir kez daha ciddi bir biçimde meydan okuyordu. 

Günün geçerli olan kuramına göre gözün gördüğü imge ile beyin arasında bire bir iletişim olduğu ve bu imgenin beyinde böylece simgelendiği kabul edilmişti. Diğer bir deyişle, bir kareye baktığımızda, görme korteksinin içindeki elektriksel faaliyetin de aynı biçimde bir kare biçimini yansıttığına inanılıyordu Lashley'inkine benzer bulgular bu görüşe ölümcül bir darbe indirmiş olmakla birlikte Pribram bununla da yetinmiyordu. Yale'de iken bu konuyu açıklığa kavuşturabilmek için bir dizi deney yapmış ve yedi yıl boyunca çeşitli görsel deneylerden geçirilen maymunların beyinlerindeki elektriksel faaliyetleri titizlikle ölçmüştü. Sonuçlar böylesi teke tek bir ilişkinin söz konusu olmadığını ortaya koymakla kalmamış, aynı zamanda elektrotlara akım yüklendiği sırada ayırt edilebilir hiçbir desen bulunmadığını da göstermişti. 

holographic-universe-620x350.jpg

 Görme teorisyenleri bir zamanlar gözün gördüğü imge ile bu imgenin beyinde simgelenmesi arasında birebir bir ilişki olduğuna inanırlardı. Pribram bunun doğru olmadığını ortaya koymuştur. Pribram bulgularını şöylece not etmişti: "Bu deney sonuçları, kortikal yüzey üzerine fotoğrafa benzer bir imgenin projekte edilmekte olduğu görüşüyle uyumsuzdur. Görme korteksinin operasyonla çıkartılmasına karşı gösterdiği direnç, görme duyumunun, hafıza konusunda olduğu gibi, beynin tümü içine dağılmış durumda olduğu düşüncesini bir kez daha gündeme getirmiş ve Pribram hafızanın bir hologram gibi çalıştığının farkına vardıktan sonra, görmenin de hafıza gibi holografik olup olmadığını düşünür olmuştu. Bir hologramın "her parçada bütünü" barındıran yapısı, görme korteksinin büyük bir bölümü çıkartılmış deneklerin görme testlerini nasıl olup da başarabildiği konusuna kesin bir yanıt getiriyordu. 

Eğer beyin bir tür içsel hologram aracılığıyla imgeler oluşturabilme yeteneğine sahipse, bu hologramın çok küçük bir parçası bile gözün gördüğü nesnenin bütününü yeniden oluşturma olanağına sahip olabilirdi. Bu durum, dış dünya ile beynin elektriksel faaliyetleri arasında bire bir ilişkinin varlığına işaret eden hiçbir kanıt bulunmayışının nedenini de açıklıyordu. Yine, eğer beyin görsel bilgi oluşturabilmek için holografik ilkelerden hareket ediyorsa, görülen nesneyle beynin elektriksel faaliyetleri arasında, bir holografik film parçası üzerinde girdaplanan anlamsız girişim desenleriyle filme kaydedilmiş bulunan orijinal imge arasında olduğundan daha fazla bire bir ilişki söz konusu değildi. Anlaşılamayan şey ise, beynin böyle içsel hologramlar yaratabilmek için ne tür bir dalga benzeri fenomenden yararlanmakta olduğuydu. Pribram bu sorun üzerinde düşünmeye başladıktan hemen sonra olası bir yanıt bulduğuna inandı. 

Beynin sinir hücreleri ya da nöronları arasında yer alan elektriksel iletişimin tek başlarına oluşmadığı biliniyordu. Nöronların ufak ağaç dallan gibi kolları vardı, bu kollardan birinin ucuna elektriksel bir mesaj ulaştığında hemen dışarıya doğru bu elektriksel mesaj, bir dalganın havuzda yayılmasına benzer bir biçimde yayılıyordu. Nöronlar bir arada yoğun bir deste halinde bulunduğu için bu genişleyen elektrik dalgaları -bu aynı zamanda dalga benzeri bir fenomendi- sık sık birbirleriyle kesişiyorlardı. Pribram bunu anımsadığı zaman bu dalgaların kesinlikle, kaleydoskopik ve neredeyse sonsuz diye nitelendirilebilecek girişim desenleri yaratmakta olduklarını fark etti. Beyne holografik niteliklerini işte bu desenler veriyor olmalıydı. "Hologram, dalga benzeri bir yapıda olan beyin hücrelerinin desteğiyle zaten hep oradaydı." diye gözlemini belirtiyordu Pribram,Kaleydoskop: Çiçek dürbünü; bir boru içerisine üçgen prizma şeklinde yerleştirilmiş aynaların içinde küçük renkli kâğıt parçacıklarının bulunduğu bir oyuncak. Işığa tutulup bakıldığında bu küçük renkli kâğıt parçacıkları, aynaların yardımıyla çok çeşitli ve eğlenceli şekiller oluştururlar.

Bu konuyu yazdır